Evrim Yine Açmazda

 

Peki, insan için bu kadar önemli bir duyu nasıl ortaya çıktı? Görme diye bir kavram yoktan nasıl varoldu? Biraz daha geniş bir açıdan bakarak bu soruyu genelleştirelim. Beş duyusu, beyni, uyumla çalışan iç organları, elleri, ayakları, bedeni ve ruhu ile insan nasıl meydana geldi?

Sağduyu sahibi ve aklını kullanabilen her insan bu soruya canlılığın üstün ve kusursuz bir yaratılışın sonucu olduğu cevabını verecektir. Ancak bu açık gerçeği reddeden evrim teorisinin bu soruya vereceği cevap ise tesadüflerdir. Evrimciler şu ana kadar gelmiş geçmiş tüm canlı-cansız varlıkların, hiçbir yaratılış olmadan sayısız tesadüflerin biraraya gelmesi sonucunda meydana geldiklerini iddia ederler. Ancak evrimin bu iddiası hem akla hem mantık kurallarına hem de bilime aykırıdır. Çünkü cansız maddelerin canlı oluşturması bir canlıya hayat vermesi mümkün değildir. Bilim evrendeki kusursuz düzene tesadüflerle açıklama getirmeye çalışan evrim teorisini her yönden çökertmiştir. Tüm bilimsel kanıtlar evrimcilerin iddialarının akıl ve bilim dışılığını ortaya koymakta, evrimcilerin sahtekarlıklarını birer birer ortaya çıkarmaktadır. Bununla birlikte canlılığın tesadüflerle açıklanması mümkün olmayan üstün bir tasarımın eseri olduğunu göstermektedir. Canlılardaki bu kusursuz tasarımın sahibi tüm evreni yaratan Allah'tır.

Evrim teorisinin bilim karşısında uğradığı yenilgiye rağmen, bugün hala dünyadaki belli başlı akademik çevreler ve medya kuruluşları büyük bir dayanışma içerisinde evrim teorisini ayakta tutma çabasındadırlar. Genel olarak izlenilen yöntem dünyanın bir köşesinde bulunan bir kafatasıyla evrim zincirinin eksik bir halkasının tamamlandığını manşetten duyurmaktır. Oysa ortada herhangi bir zincir yoktur ki eksik halkası tamamlansın. Dahası ortada geçiş formu sayılacak yarı balık-yarı sürüngen, yarı sürüngen-yarı kuş gibi herhangi bir fosil de bulunmamaktadır. Buna rağmen, sanki evrim bütün aşamalarıyla ispatlanmış da bir tek maymundan insana uzanan zincirde ufak tefek eksikler kalmış gibi bir hava yaratılmaya çalışılır.

Evrimcilerin ısrarla dikkatleri kafatası fosillerine çekmelerinin elbette bir nedeni vardır. Tarih boyunca, irili ufaklı binlerce maymun türü yaşamış ve bunların yüzde doksan yedisinin nesli tükenmiştir. Bu maymunların kafatası fosillerini büyüklüklerine ve bazı fiziksel özelliklerine göre dizip, "işte maymundan insana uzanan zincir" demek son derece kolaydır. Hiçbir somut kanıta dayanmayan hayali dış görünüm çizimleri, fosil sahtekarlıkları ve hileli sıralamalar da evrim senaryolarının temel malzemeleridir.

Oysa evrim daha mikrobiyoloji aşamasında çökmüştür. Bunun yanı sıra mevcut karmaşık organellerin varlığını hiçbir şekilde izah edememektedir. Bu yüzden evrimci çevreler olabildiği kadar bu konular üzerinde tartışmaktan kaçarlar. Zaman zaman da hiçbir cevap niteliği taşımayan teknik ayrıntıları ardı ardına dizerek, sözde bu konuların da açıklamasını yapmış izlenimi vermeye çalışırlar.

Bu kitabın konusu olan göz de, "Gözleri düşünmek beni bu teoriden soğuttu" diyen Darwin'den beri evrimcileri çıkmaza sürükleyen organlardan biridir. Gözün yapısı ve işlevleri incelendiğinde evrimcilerin bu kaçışlarının sebebi daha iyi anlaşılır. Göz birçok farklı organel ve bölümden oluşmuş karmaşık bir yapıya sahiptir. Hayret uyandıracak kadar geniş kapsamlı işlevleri vardır. Bunların tümü gözü oluşturan farklı organel ve bölümlerin uyum içinde çalışmaları sonucunda gerçekleşir. Parçalardan birinin bile olmaması gözün görevini yapamaması demektir. Bu da evrim açısından içinden çıkılmaz bir noktadır. Çünkü evrim, mevcut bütün organların zaman içinde kendi kendilerine oluştuğunu öne sürer. Gözün, ancak bütün organelleriyle eksiksiz ve kusursuz bir şekilde aynı anda varolmasının zorunluluğu da böyle bir sürecin hiçbir zaman olamayacağı anlamına gelir.

Konuyu daha iyi anlamak için bir örnek verelim. Gözyaşı salgılamayan bir göz, çok kısa bir sürede kurur ve kör olur. Dahası gözyaşı, antiseptik özelliği ile, gözü mikroplara karşı korur. Evrimciler, gözyaşı olmadan birkaç saat içinde kuruyan gözün, sözde evrim süreci içinde, gözyaşı bezleri oluşana kadar milyonlarca yıl nasıl dayandığı sorusunu akıllarına getirmek bile istemezler. Kaldı ki gözün görevini yapabilmesi için bütün organ ve sistemleriyle mevcut olan bir beden dışında, kornea, konjonktiva, iris, göz bebeği, göz merceği, retina, koroid, göz kasları, göz kapakları gibi doku ve organellere ihtiyaç vardır. Bundan başka göz ve beyin bağlantısını sağlayan muhteşem bir sinir ağı ve beyinde bulunan son derece kompleks görme alanı olmadan görmemiz mümkün değildir. Bütün bu sayılanlar, tesadüfen hiçbir şekilde oluşamayacak kadar özel ve kompleks yapılara sahiptirler.

Bu organellerden herhangi biri, örneğin göz merceği olmasa göz hiçbir işe yaramaz. Dahası göz merceği ile göz bebeğinin yerleri değişmiş olsa, göz yine görevini yerine getiremez. Kısaca gözün yapısı çok özel bir planlamanın eseridir. Bir tekinin bile tesadüfler sonucunda kendi kendine oluşması imkansız olan bu organel ve katmanların, belirli bir plan ve uyum içinde aynı anda, aynı yerde bulunmalarının ancak tek bir geçerli ve mantıklı açıklaması vardır. Gözü oluşturan tüm organeller üstün akla sahip bir güç tarafından yaratılmışlardır. Bu gücün sahibi ise Allah'tır.

Apaçık olan böyle bir gerçeği kabul etmek insanı sonsuz hayatında kurtuluşa götüren yolun ilk adımıdır. Bu kitap yaratılış gerçeğini gözler önüne serdiği gibi insanın kurtuluşu için atması gereken adımlara da bir yol gösterici olmak amacını taşımaktadır.