Doğal seleksiyon ve mutasyonla, canlılardaki tasarıma ve canlıların davranışlarının kökenine dair bir açıklama getirilemez

 

Yeni doğan yavrular tecrübeli kuşların rehberliği olmadan, önceki jenerasyonların kullandığı göç yollarını aynen izlerler. En küçük göçmen olan sinek kuşu -mısır tanesi kadar beyniyle, 2-5 gram vücut ağırlığıyla- çok uzak mesafeleri kusursuz bir rota ile kateder. Evrimcilere göre bir canlının, kendisi için avantajlı bir bölgeye göç etmesi ve bulunduğu ortamla uyum içinde olması doğal seleksiyonun sonucudur. Doğada canlılar arasında bir yarış, bir mücadele olduğunu savunan ve hala doğal seleksiyonun canlıları evrimleştirdiğini iddia eden evrimci bilim adamları çok büyük bir bilimsel gafın altına imza atmaktadırlar. Çünkü günümüzde doğal seleksiyonun evrimleştirici bir etkisinin bulunmadığı, dolayısıyla canlıların kökenini açıklamaktan son derece uzak kaldığı artık bilinen ve kabul edilen bir gerçektir.

Doğal seleksiyon, bilindiği gibi, doğada bulunduğu koşullara en fazla uyum sağlayabilen, sahip olduğu fiziksel özelliklerden dolayı bulunduğu ortamda en fazla avantajı olan canlıların yaşama ve çoğalma oranlarının diğerlerine göre daha yüksek olmasıdır. Ancak bu avantaj hiçbir zaman bir canlının evrimleşmesi ile sonuçlanmaz. Örneğin, bir kısım evrimcilerin iddia ettiği gibi kuşlardaki göç etme eğilimi onların daha büyük kanatlara sahip olmasında bir sebep değildir, doğal seleksiyon onları hiçbir zaman bir başka canlı türüne dönüştüremez veya daha önce sahip olmadıkları yeni bir organ ya da bir özellik kazandıramaz. Doğal seleksiyon, sadece kanatları büyük olan kuşların daha uzak mesafelere uçmalarının, dolayısıyla daha iyi yaşam koşulları olan yerlere ulaşmalarının bir sebebi olabilir.

Doğal seleksiyon, Darwin'den önce de tarifi yapılmış bir doğal mekanizmadır. Örneğin, dondurucu soğukların tehditi altında yaşayan bir kuş sürüsünde uzun mesafe uçmaya elverişli vücut yapısında olanlar yaşayacak, diğerleri ise zaman içinde elenerek azalacak veya yok olacaklardır. Ancak Darwin, doğal seleksiyona bu anlamının dışında bir anlam daha yüklemiştir ve bu mekanizmanın zaman içinde yeni türler oluşturacağını öne sürerek, göçün türlerin çeşitliliğine olanak tanıdığını savunmuştur. Ne var ki bugün evrimciler dahi doğal seleksiyonun canlıları evrimleştirici bir gücü olamayacağını kabul etmektedirler.

Çünkü doğal seleksiyon canlıların genetik havuzuna yeni bir bilgi katmaz, yani onlara yeni bir özellik kazandırmaz. Pek çok evrimci doğal seleksiyonun sözde canlılara kazandırdığı özellikleri bir sonraki nesle aktardığını da öne sürmektedir. Fransız biyolog Lamarck, Zoological Philosophy (Zoolojik Felsefe) adlı kitabında canlı türlerinin birbirlerinden evrimleştikleri varsayımını Darwin'den önce ortaya atan kişidir. Lamarck, canlıların yaşamları sırasında kazandıkları değişimleri sonraki nesillere aktardıklarını öne sürmüştü. Ünlü zürafalar örneğinde, bu canlıların eskiden çok daha kısa boyunlu olduklarını, ancak yüksek ağaçlara ulaşmak için çabalarken nesilden nesile boyunlarının uzadığını iddia etmişti.

Lamarck'ın "kazanılmış özelliklerin aktarılması" olarak bilinen bu evrim modeli, kalıtım kanunlarının keşfedilmesi ile birlikte geçerliliğini yitirdi. 20. yüzyılın ortalarında DNA'nın keşfiyle birlikte, canlıların hücrelerinin çekirdeğine kodlanmış çok özel bir genetik bilgiye sahip oldukları ve bu genetik bilginin, "kazanılmış özellikler" tarafından değiştirilemeyeceği ortaya çıktı. Yani bir canlı ağaçlara uzanabilmek için yaşamı boyunca çabalayıp boynunu birkaç santim uzatsa bile, doğurduğu yavrular yine o türe ait standart boyun ölçüleri ile doğacaklardı. Kısacası Lamarck'ın evrim teorisi, bilimsel bulgular tarafından yalanlandı ve yanlış bir varsayım olarak tarihin derinliklerine gömüldü.

Bir kısım evrimciler ise bu iddianın geçersizliğini kamufle edebilmek için mutasyon kavramını öne sürmüşlerdir. Ancak şimdiye kadar genetik bilgiyi geliştiren hiçbir yararlı mutasyon gözlemlenmemiştir. Kaldı ki canlıların "indirgenemez kompleks" yapıları, Darwinizm'in özü olan "küçük değişikliklerin kademe kademe birikmesi" kavramını çürütmektedir. Darwinizm'in koyu savunucularından Richard Dawkins mutasyonların olumsuz etkilerini kendisi de şöyle kabul etmektedir:

"Dikkat edin mutasyon etkisi sistemli olarak gelişim yönünde ilerlemez. Tıpkı X- ışınlarında olduğu gibi. Durum tamamen tersidir: Mutasyonların büyük çoğunluğu -her ne sebep olursa olsun- özellikleri bakımından kötüdür..."59

DNA'daki rastgele değişimler hayvanlardaki göç olayını da açıklamaktan çok uzaktır. Örneğin bir kuşun 6 hafta boyunca güneydoğuya sonra 4 hafta boyunca kuzeydoğuya uçması, aşama aşama DNA'daki aminoasit zincirine nasıl programlanmıştır? Ya da hangi gen bir balığa ne zaman göç etmesi gerektiğini, okyanus boyunca nereye gideceğini nasıl söylemektedir? Şuursuz moleküllerin hayvanları böylesine isabetli yönlendirmesi, ne zaman ne yapmaları gerektiğini bildirmesi akıl ve mantık sahibi kimselerin kabul edebileceği bir açıklama değildir. Ancak evrimci biyologlar hayvanların faydasına olan davranış şekillerinin elenerek kalıtımla sonraki nesillere aktarılabildiğini iddia ederler. Gordon R. Taylor, kendisi de evrimci olmasına karşın, Darwinizm'in açıklayamadığı konuları ele aldığı kitabında bilim adamlarının bu iddiasını şöyle eleştirmektedir:

Açık olan gerçek şudur ki, genetik mekanizma, belirli bazı davranış biçimlerini nesilden nesile aktarabildiğine dair en küçük bir belirti bile göstermemektedir. Genetik mekanizma sadece protein üretir. Belirli hormonlardan daha fazla üreterek, davranışı genel olarak etkileyebilir örneğin bir hayvanı daha agresif veya daha pasif yapabilir veya bir canlıyı annesine daha bağımlı hale getirebilir. Ancak yuva yaparken gereken bir dizi hareket gibi belirli bir davranış programını nesilden nesile aktarabildiğine dair hiçbir delil yoktur. Eğer davranış gerçekten kalıtımsal ise, o halde nesilden nesile aktarılan davranışın birimi nedir? Çünkü birimler olduğu varsayılmaktadır. Hiç kimse bu soruya bir cevap verememiştir.60

Darwinistler "Belirli bir canlı türünün davranış unsurlarının nedeni evrimin sonucudur."61 diyerek, evrim senaryosunu daha da açmaza sürüklerler. Darwinistlere göre hayvanlardaki bilinçli görünen tüm davranışlar tesadüflerin yönlendirdiği içgüdülerle açıklanmalıydı. Her ne kadar bu konudaki açıklamalar "içgüdü" gibi farklı bir kavramla yapılsa da, temelinde tesadüflerin bilinçsiz, rastgele müdahalelerini ifade etmektedir. Çünkü içgüdünün şuurlu, isabetli karar alması, hayvanlar üzerinde böylesine hayati önlemler alarak yaşamlarını sürdürebilecekleri davranışlarda bulunmalarını sağlaması, evrimciler açısından ciddi bir çelişki oluşturur. Nitekim daha önce belirttiğimiz gibi içgüdü iddialarıyla ilgili ilk itirafçılardan biri de Charles Darwin'dir:

Birçok içgüdü o kadar harikadır ki büyük ihtimalle gelişimleri okuyucuya teorimin tamamını yıkmak için yeterli bir engel olarak gözükecektir.62

Darwin doğada gördüğü bilinçli davranışların kökeninin evrimle açıklanamayacağının kendisi de farkındaydı. Bu, akıl ve mantığın gösterdiği bir gerçektir. Ancak Darwin'in teorisini vasiyet alan pek çok evrimci, teoriyi çoktan yıkmış olan bu davranışların kökenini halen içi boş kelimelerle açıklamaya çalışmaktadırlar. Bu konuyla ilgili olarak ünlü Alman biyolog Hoimar Von Ditfurth evrimci olmasına rağmen hayvanlardaki davranışların "akıl ve şuur" eseri olduğunu kabul etmek durumunda kalmıştır:

... baştan beri anlatageldiğimiz davranışlarına bakılınca, bunların çok özel bir anlamda "akılla düzenlenmiş" olduklarına ilişkin belirli kıstaslar da göze batmaktadır. Belli bir amaca ve hedefe yöneliklik, gelecekteki olayları tahmin etme, kendi dışındaki canlı türlerinin olası davranışlarını ve tepkilerini hesaba katma, aklın belirtileri değilse nedirler?63

Ancak daha sonra tüm bu ifadeleri söyleyen kendisi değilmişçesine hayranlık duyduğu akıl göstergelerinin, bilinçli bir yaratılışın delili olduğunu kabul etmemek için demagojik yöntemlere başvurmaktadır:

Geçmişin doğa bilimcileri bu tür olaylarla karşılaştıkça bir mucizenin varlığına inanmakla kalmamışlar, yani Allah'ın, Kendi yarattıklarını korumak için böyle bir korumanın gerekli bilgileriyle onu donattığını düşünmekten kendilerini alamamışlardı. Oysa bu tarz bir açıklama, doğa bilimci için bir intihar, daha doğrusu bilimsel gerçeği ve kendi varlığını inkar demektir. Öte yandan modern bilimin bu türden olayları "içgüdü" gerçeğiyle açıklamaya çalışması da pek bir anlam ifade etmemektedir. Çünkü çoğumuzun sandığının tersine, olup biteni içgüdünün marifeti saymak (...) bu da bizi bulunduğumuz yerden pek öteye götürmez ve sorunun asıl yanıtını bulmamızı engeller...64

İçgüdü kelimesi evrimcilerin de farkında oldukları gibi, hiçbir açıklayıcı anlam taşımayan, Allah'ın ilhamını kabul etmek istemeyenlerin sığındıkları bir kavram olmuştur. "İçgüdü" kelimesi, evrimci bilim adamları tarafından, hayvanların doğuştan sahip oldukları bazı davranışları tanımlamak için kullanılır. Ancak hayvanların bu içgüdüleri nasıl edindikleri, içgüdü ile yapılan bir davranışın ilk olarak nasıl ortaya çıktığı ve bu davranışların nesilden nesile nasıl aktarıldığı soruları her zaman cevapsızdır. Evrimci genetikçi Gordon R. Taylor, The Great Evolution Mystery (Evrimin Büyük Sırrı) isimli kitabında içgüdülerle ilgili bu çıkmazı şöyle itiraf etmektedir:

İçgüdüsel bir davranış ilk olarak nasıl ortaya çıkıyor ve bir türde kalıtımsal olarak nasıl yerleşiyor diye sorsak, bu soruya hiçbir cevap alamayız.65

Gordon Taylor gibi itirafta bulunamayan bazı evrimciler ise bu soruları üstü kapalı, gerçekte bir anlam ifade etmeyen cevaplarla geçiştirmeye çalışırlar. Bu konu ile ilgili en büyük yanılgılardan biri içgüdülerin zaman içerisinde şekillendikten sonra kuşaktan kuşağa aktarılarak günümüze taşındığı şeklindeki iddiadır. Bu, daha önce tarif ettiğimiz Lamarkçı mantıktır ve bilimsel açıdan bir hurafe olduğu bundan bir asır önce ispatlanmıştır. Nitekim evrimci bilim adamlarının kendileri dahi içgüdü ve dürtülerin kuşaktan kuşağa evrim yoluyla aktarılmasının imkansız olduğunu itiraf etmektedirler. Evrimci Gordon R. Taylor, davranışların kalıtımsal olarak sonraki nesillere aktarılabildiği iddiasını, "acınacak" bir iddia olarak değerlendirmektedir:

Biyologlar belirli bazı davranış şekillerinin kalıtımının mümkün olduğunu ve aslında bunun gerçekten görüldüğünü kabul ederler. Dobzhansky şunu iddia etmektedir: "Tüm beden yapıları ve fonksiyonlar, hiçbir istisna olmaksızın, çevresel zincirler sırasında oluşan kalıtımın ürünleridir. Bu durum, hiçbir istisna olmaksızın tüm davranış şekilleri için de geçerlidir". Bu doğru değildir ve Dobzhansky gibi saygın birinin bunu dogmatik olarak savunması acınacak bir durumdur.66

Bu noktada karşımıza çok açık bir gerçek çıkmaktadır: Bu canlılar sahip oldukları üstün özellikleri kendi akılları ile bulup yapamadıklarına ve bu özellikleri ile doğduklarına göre, bu özellikleri onlara veren, onları bu tavırları gösterecek şekilde yaratan üstün bir akıl ve ilim sahibi Yüce Rabbimiz Allah'tır.