Anne Sütü Mucizesi: Prolaktin ve Oksitosin Hormonları Görevde

 

Yeni doğmuş bir bebeğin beslenme ihtiyaçları yetişkin bir insanın beslenme ihtiyaçlarından çok farklıdır. Ayrıca bebeğin savunma sistemi yetişkin bir insanınkine göre zayıf olduğu için, savunma sisteminin dışardan takviye edilmesi gerekmektedir. Yeni doğmuş bir bebeğin bütün bu ihtiyaçlarına cevap verecek en ideal besin "anne sütü"dür. Yapılan çalışmalar anne sütü ile beslenen bebeklerin çok daha sağlıklı olduklarını ve vücutlarının daha iyi geliştiğini göstermiştir.7 

Anne sütünün bir başka mucizevi özelliği, gelişme aşamalarında bebeğin değişen ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde, içerdiği besinlerin de değişmesidir. Bebek maması üreten büyük şirketler milyonlarca dolar harcayarak yaptıkları araştırmalarda, bir bebeğin sağlıklı gelişimi için en ideal karışımı tespit etmeye çalışmışlardır. Ancak ulaştıkları son noktada böyle bir karışımın mevcut olmadığını, bebeğin değişen ihtiyaçlarına göre her aşamada özel bir karışımın hazırlanması gerektiğini tespit etmişlerdir. Ardından en ileri teknolojilere sahip laboratuvarlarda anne sütünün benzeri yapay mamalar üretme yoluna gidilmiştir. Ancak hiçbir yapay besin anne sütünün yerini tutmamaktadır.

Ortada gerçek bir mucize vardır. Annenin göğsünde bulunan birtakım hücreler, hiç görmedikleri ve hiç tanımadıkları dış dünyadaki bir varlığın, yeni doğmuş bir bebeğin bütün ihtiyaçlarını hesaplamaktadırlar. Ardından bilim adamlarının laboratuvarlarda yapamadığını başarmakta ve en mükemmel besin karışımına sahip olan anne sütünü üretmektedirler. Oysa annenin göğsünde bulunan süt bezlerini oluşturan hücreler, tıpkı diğer hücreler gibi şuursuz ve akılsız varlıklardır. Bu mükemmel karışımın formülünü hesap etmeleri ve üretmeleri imkansızdır.

Peki anne sütünün üretimi nasıl başlar ve bu üretim nasıl kontrol edilir? Bu sorunun cevabında yine birçok yaratılış mucizesi gizlidir. Süt üretiminde hormonal sistem ve sinir sistemi ortaklaşa görev yaparlar. Kusursuz bir bilgi akımı ve planlama sonucunda bu üretim gerçekleştirilir.

Annenin göğsünde bulunan süt bezlerini harekete geçiren çok özel bir hormon vardır. Bu hormon –daha önceki sayfalarda da belirtildiği gibi- prolaktin hormonudur. Prolaktin hormonu hipofiz bezinden salgılanır.

Ancak hamilelik döneminin başında prolaktin hormonunun salgılanmasını kısıtlayan bazı faktörler vardır. Bu faktörleri yokuş aşağı inen bir arabanın fren pedalına basılması gibi düşünebiliriz. Araba aşağı doğru hareket etme eğilimindedir, ancak frene basılı olduğu sürece hareket edemez. Yani süt üretimi frenlenmiş olur.

Prolaktin hormonunun frenlenmesi çok yerinde bir karardır. Çünkü bebek daha doğmadığı için annenin erken süt salgılamasının bir yararı yoktur. Peki bu frene nasıl basılır? Prolaktinin gereğinden erken salgılanması nasıl engellenmiştir? Ortada gerçek bir tasarım harikası vardır. Beynin hipotalamus bölgesi, prolaktin hormonunun üretimini engelleyen bir hormon salgılar. PIH (Prolaktin Inhibiting Hormon- Prolaktin Engelleyici Hormon) olarak isimlendirilen bu hormon prolaktin üretimini yavaşlatır, yani bir anlamda frene basar.

Peki frene basılmasına karar veren kimdir? Hamilelik döneminde üretilen östrojen isimli bir hormon, hipotalamusun frene basmasını, yani PIH üretmesini sağlar. Bebeğin doğumuyla birlikte östrojen salgısı azalır. Östrojenin azalması PIH'ın azalmasını sağlar. Bu işlem ayağın frenden yavaş yavaş kalkmasına ve arabanın yokuş aşağı hareket etmesine benzer. Böylece prolaktin üretimi yavaş yavaş artar. Prolaktin hormonu da süt bezlerini anne sütü üretmeleri için harekete geçirir.

Ortada gerçek bir yaratılış harikası bulunmaktadır. Hamileliğin ilk aylarında süt üretimi bu tasarım sayesinde engellenmiştir. Şimdi bütün bu sistem üzerinde dikkatli bir şekilde düşünelim:

Prolaktin hormonunu üreten hipofiz hücreleri, süt bezlerini nereden tanımaktadırlar? Süt üretmekle görevli hücrelere "süt üret" talimatını hangi akıl ve şuurla vermektedirler?

Doğum öncesinde prolaktin üretimini engelleyen hormonlar, sütün henüz üretilmemesi gerektiğini, bir süre daha beklenmesi gerektiğini nereden bilirler?

Bu hormonlar süt üretimini prolaktinin yaptığını ve süt üretimini engellemek için prolaktin hormonunun üretiminin engellenmesi gerektiğini nasıl öğrenmişlerdir?

Anne sütünün üretimini en doğru zamanda teşvik eden bir başka sistem daha vardır ki, bu sistem de insan vücudunun ne kadar planlı bir şekilde yaratıldığının bir başka delilidir.

Bebeğin süt emmesi, annenin göğüs bölgesinde bulunan bazı sinir hücrelerinin hipotalamusa bir sinir uyarısı göndermelerine neden olur. Bu uyarı hipotalamusu etkiler ve hipotalamusun prolaktin üzerinde uyguladığı freni kaldırmasını sağlar. Böylece prolaktin üretimi artar ve süt bezleri süt üretmeleri için uyarılmış olurlar.

Bu nokta üzerinde bir kez daha düşünelim;

Annenin göğsünün içine doğuştan bazı algılayıcılar yerleştirilmiştir. Bu algılayıcılar bebeğin emme refleksini tanıyacak şekilde tasarlanmışlardır. Bu algılayıcılardan çıkan elektrik kablolarının (sinir uzantıları) bir ucu çok uzakta bulunan bir başka organa, beynin hipotalamus bölgesine bağlanmıştır. Yani bebeğin emme refleksinin başlamasını hipotalamus bölgesine bildirmek için özel bir sistem var edilmiştir. Bu kablolar etten ve kemikten oluşmuş insan bedeninindeki trilyonlarca ihtimal içinde en doğru yere bağlanmışlardır. Kazayla beynin görme merkezine, mideye ya da bağırsaklara değil, tam olarak olması gereken yere, yani hipotalamusa bağlanmışlardır.

Hipotalamusu oluşturan hücreler de kendilerine bu elektrik sinyali ulaştığı anda, anne sütünün salgılanması için gerekli olan işlemi başlatırlar. Ancak bu hücreler herhangi bir akıl veya şuur sahibi değillerdir. Bu sinyalin anne göğsünden geldiğini, bebeğin emme refleksini kendilerine bildirdiğini, bu yüzden anne sütünün salgılanması gerektiğini, sütün salgılanması için kendilerine önemli bir görev düştüğünü, prolaktin üretimini artırmaları gerektiğini; çünkü prolaktinin süt bezlerini hareket geçireceğini, kesinlikle bilemezler. Öyleyse şuursuz hücrelere bu şuurlu hareketleri yaptıran kimdir?

Kim anne göğsünün içine algılayıcılar yerleştirmiştir?

Kim bu algılayıcıların ürettikleri sinyalleri iletecek kabloları döşemiştir?

Kim bu kabloların ucunu hipotalamusa bağlamıştır?

Kim hipotalamus hücrelerine bu sinyal geldiği zaman hipofiz bezini etkilemeleri gerektiğini öğretmiştir?

Kim hipofiz bezini oluşturan hücrelerin içine, süt bezlerini harekete geçirecek hormonun formülünü yazmıştır?

Kim, bu hormonun, kafatasının içinde bulunan hipofiz bezinden, anne göğsüne ulaşmasını sağlayacak damar sistemini var etmiştir?

Kim göğüs hücrelerini bu hormon geldiği zaman faaliyete geçecek şekilde yaratmıştır?

Kim göğüs hücrelerine anne sütünün –bilim adamlarının dahi taklit edemedikleri- o benzersiz formülünü öğretmiştir?

Bütün bu soruların elbette tek bir cevabı vardır: Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah.

Bilim ve teknolojinin ilerlemesi sayesinde insan kendi vücudunu daha yakından inceleme imkanı bulmuştur. Bu imkan, insan bedeninde var olan sistemlerin ne kadar büyük bir akıl ve planlama ile var edildiğini göstermiş ve Allah'ın yaratma sanatını bütün detaylarıyla gözler önüne sermiştir.

Allah'ın varlığını kabul etmeyen insanların bütün bu olaylar karşısında her zaman olduğu gibi sığındıkları tek bir aldatmaca vardır; tesadüf...

Bu insanlar, canlılardaki ve evrendeki kusursuz planlama ve sanatın kökeni hakkında yalnızca tesadüfü savunurlar. Ancak tek başına yukarıda yüzeysel detaylarını açıkladığımız "anne sütü mucizesi" dahi bu tesadüf iddiasının anlamsızlığını göstermeye yeterlidir.

Bu sistemde yer alan binlerce farklı elemanın tek bir tanesinin bile, örneğin tek bir göğüs, hipofiz, sinir ya da hipotalamus hücresinin veya tek bir hormonun dahi tesadüfen oluşması bilimsel olarak imkansızdır. Bu sistemin elemanlarının her biri görevlerini yapacakları doğru noktada, varlıklarını devam ettirmek için ihtiyaçları olan yan sistemlerle (dolaşım, solunum vs) birlikte, bir anda var olmak zorundadırlar. Bunun ise tek bir açıklaması vardır; bu sistem Allah tarafından yaratılmıştır.

Anne sütü mucizesindeki bir başka yaratılış delili ise oksitosin isimli hormondur.

Yukarıdaki satırlarda anne sütünün üretilmesi için var olan kusursuz tasarım anlatıldı. Ancak ortada bir problem vardır: Süt bezlerinde sütün üretilmesi tek başına yeterli değildir. Bebek anne sütünü, meme ucundan, biberondan olduğu gibi kolayca kendi gücüyle ememez. Sütün, süt bezlerinden göğüs ucuna ulaştırılması gereklidir. Aksi takdirde şu ana kadar detaylarını anlattığımız sistemin hiçbir önemi olmayacak, anne sütü süt bezlerinden göğüs ucuna ulaşamayacak ve yeni doğmuş bebek besinsiz kalacaktır. Peki süt göğüs ucuna, dolayısıyla bebeğe nasıl ulaştırılır?

Tarih boyunca anne sütü emen trilyonlarca insan –ki buna siz de dahilsiniz- bunu oksitosin hormonuna borçludur.

Oksitosin hormonu süt bezi kanallarının etrafında bulunan kasların kasılmalarını sağlar. Kasılmalar sayesinde süt, süt bezlerinden göğüs ucuna doğru hareket eder ve bu bölgede hazır bekler. Böylece emzirme işlemi sırasında süt kolaylıkla bebeğe ulaşmış olur.

Peki oksitosin hormonunu üreten hücreler, sütün kullanılabilmesi için anne göğsünün ucuna ulaştırılması gerektiğini, aksi takdirde bebeğin süt ememeyeceğini nereden bilirler? Bu bilgiye sahip olsalar dahi, süt kanalındaki hücrelerin kasılmalarını sağlayacak formülü nasıl bilebilirler?

Bu sorular bir insanın mevcut sistemdeki mükemmelliği daha iyi kavrayabilmesi için kendi kendine sorması gereken sorulardır. İnsan vücudundaki her hücrenin üzerinde tecelli eden akıl ve şuur, kendilerini yoktan var eden Allah'ın sonsuz ilmini yansıtmaktadır. Allah Kuran'da gökte ve yerde olan her işi kendisinin düzenlediğini şöyle bildirmiştir:

Gökten yere her işi O evirip düzene koyar… (Secde Suresi, 5)