HÜCREDEKİ MUCİZE

 

ÖNSÖZ

 

Bu kitabın konusu, insan vücudunun yapıtaşı olan hücredir. Çoğu kişinin gözünde bu konu biyolojinin ya da kısmen kimyanın ilgi alanına girer. Buna göre, insan hücresi ile ilgili bir kitap, ancak bir biyoloji ya da kimya kitabı olmalıdır. Oysa elinizde tuttuğunuz kitap kesinlikle bir kimya ya da biyoloji kitabı değildir. Amaç, okuyucunun konu hakkındaki bilimsel birikimini artırmak, ona biyolojik detaylar öğretmek de değildir. Çünkü hücre hakkındaki biyoloji bilgisini artırmak insana tek başına fazla bir şey kazandırmaz. Bu bilgiler zaten okullarda öğrencilere aktarılır, ama çoğu bunları çok kısa sürede bir daha hatırlamamak üzere unutur. Bunun nedeni, okullarda öğrencilere verilen bu tür bilgilerin tamamen çarpık bir mantık örgüsü içinde sunulmasıdır.

Aslında bu çarpık mantık, genç insana hayatının başlangıcından itibaren aşılanmaya başlanır. Küçük çocuk dünyayı gözlemlemeye başlar başlamaz etrafındaki şeylere şaşırır ve sorular sorar. Örneğin güneşe bakar, şaşırır ve sorar: Nasıl olmaktadır da böylesine büyük bir ateş topu havada durmakta ve insanlar için en uygun olan mesafeden, en uygun miktarda ısı ve ışığı vermektedir? Onu oraya kim, nasıl ve niçin koymuştur?

Ancak çocuk büyük olasılıkla bu ve benzeri sorularına şöyle bir cevap alacaktır: Güneş binlerce yıldır orada durmaktadır, bu son derece normal bir şeydir. Ayrıca onu oraya kimse koymamıştır. Büyük bir patlama sonucu "tesadüfen" bulunduğu yere yerleşmiş, dünya da "tesadüfen" insan yaşamı için ideal bir mesafede oluşmuştur.

Oysa eğer bu çocuk bilinç ve vicdan sahibi bir toplum içinde büyüseydi, şu cevabı alırdı: Güneşin insanlara ısı ve ışık vermesi, Allah'ın sınırsız bilgisinin ve kusursuz yaratışının bir yansımasıdır. Eğer O dilemese, güneş olmazdı ve biz de dünya üzerinde yaşam sürdüremezdik. Ya da güneş dünyaya daha uzak veya yakın olurdu da yine yaşama şansımız olmazdı. Güneş, etrafımızdaki herşey gibi Allah'ın bir mucizesi ve rahmetidir. O'nu sürekli hatırda tutmamıza ve O'na şükretmemize aracı olmalıdır.

Ama az önce belirttiğimiz gibi çocuk genellikle bu cevabı almaz, ilk söylediğimiz geçiştirme ile uyutulur. Önüne çıkan her olayda sürekli bu mantıkla karşılaşır ve sonuçta o da hiçbir şeye hayret etmemeyi ve hiçbir şeyin olağanüstülüğünü farketmemeyi öğrenir. Bir meyveyi ilk kez yediğinde nasıl olup da ağaçların insanlara böyle faydalı ve güzel şeyler sunduklarını sorar. Büyük ihtimalle aynı cevabı alır: Ağaçlar binlerce yıldır meyve yapıyorlar. Bu normal bir şeydir, şaşılacak bir yanı yoktur.

İçinde bulunduğu toplum tarafından bu şekilde duyarsızlaştırılan çocuk, asıl eğitimini ise okulda alır. Okuldaki, hayat bilgisi, ya da biraz daha büyüdüğünde fizik, kimya, biyoloji gibi derslerinde, varlıkların ve olayların "bilimsel açıklama"larını öğrenir. Derslerde insan vücudunu ya da tabiatı tanır, ama yine bunların kesinlikle normal bir şey olduğuna, mucizevi olmadıklarına inandırılır. Sorulması gereken sorular asla sordurulmaz. Bu nasıl olmuş, buradaki aklın kaynağı nedir, nasıl olur da böyle bir denge olabilir, gibi soruları hiç sormamayı öğrenir. Örneğin ağaçların nasıl meyve oluşturduklarının biyolojik detaylarını öğrenir; fotosentezle ya da bitki yapısıyla ilgili bilgiler yüklenir. Ancak tüm bunlar yapılırken yine, "nasıl olur da bir tahta parçasının içinden insanın damağına ve sağlığına uygun, dünyanın en güzel ambalajına sahip mükemmel gıdalar çıkar?"; "bu durum ağacın da insanın da aynı akıl sahibi tarafından yaratıldığının, ağacın insana meyve vermek için özellikle tasarlandığının göstergesi değil midir?" gibi sorular sormaz. Varlıkların amaçları üzerinde düşünmez. Tek yaptığı, varlıkların mahiyeti hakkında daha fazla bilgi yüklenmektir. İnsana hiçbir şey vermeyen, kalbine ve ruhuna hiçbir olumlu etkide bulunmayan, kuru bilgiler, isimler...

Bu sayede var olan yaratılış mucizelerine karşı duyarlılığını yitirir. Hiçbir şeye hayret etmemeyi, kendini görür zanneden bir kör olmayı öğrenir. Artık daha büyük bazı telkinleri de kabul etmeye hazır bir hale gelmiştir. İşte bu noktada, eğitimin son halkası olan "evrim teorisi" devreye girer.

Çünkü, etrafını saran tüm mucizelere ve olağanüstü gerçeklere gözleri kapalı hale gelmiş, duyarsızlaşmış olan genç insan, yalnızca tek bir sorunun cevabını vermekte zorlanmaktadır: Tüm bu canlılar ilk olarak nasıl var oldular? İşte evrim, sahte bir kurtarıcı olarak yardımına koşar ve herşeyin "tesadüfen" var olduğu gibi akıl almaz bir safsatayı bilimsellik kılıfı ile ona sunar. Evrimle "aydınlandıktan" sonra da, genç adam artık "kalbi kabuk bağlamış" bir inkarcı olmuştur.

Bundan böyle hayatının geri kalan kısmını, yalnızca bencil tutkularını tatmin etmek, hiç düşünmeden yiyip içmek peşinde rahatlıkla geçirebilir. Çünkü, o ana kadar hala kendisini sıkıp huzursuz eden vicdanının son kırıntılarını da böylelikle kalbinden söküp atmıştır. Ölüm onu bu durumdayken aniden yakalayıverdiği ve Cehennem'e yüzüstü atıldığı zaman ise dünyaya geri dönmek ve iman edenlerden olmak için yalvarır. Ama ona, "size orda (dünyada), öğüt alabilecek olanın öğüt alabileceği kadar ömür vermedik mi? Sizi uyarıp-korkutan da gelmişti. Öyleyse (azabı) tadın; artık zalimler için bir yardımcı yoktur" (Fatır Suresi, 37) cevabı verilir.

İşte bu nedenle, insana düşen, ayette söylendiği gibi kendisine tanınmış süre içinde öğüt alıp düşünmektir. Bu sürenin ne zaman sona ereceğini bilmediği için de kaybedecek bir an bile vakti yoktur. İnsan, kendisinin ve etrafındaki nesnelerin nasıl yaratıldığını düşünmek, bu sayede Allah'ı tanımak ve O'nun gücünü takdir etmeye çalışmak için yaratılmıştır. Dünyadaki hayatının temel amacı budur.

Bu kitabın amacı da, bu öğüt alıp düşünme çabasına yardımcı olabilmektir. Az önce okullarda öğrenilen kuru bilgilerin insanların beyinlerini uyuşturduğunu, çünkü bu yolla sorulması gereken soruların asla sordurulmadığını söylemiştik. İlerleyen sayfalarda, okullarda öğrendiğimiz bazı teknik bilgileri de inceleyeceğiz, ama aynı anda sorulması gerekli soruları soracak, olayların ardındaki hikmetleri bulmaya çalışacağız.