Moleküllerin Bilinci Yoktur?

 

Yazarları evrimci olan biyoloji kitaplarında bile sürekli olarak vurgulanan ortak bir konu vardır: Buraya kadar anlattığımız olaylardaki elemanların büyük bir şuurla hareket ediyor oluşları. Biz de buraya kadar birçok yerde gerek hücre, gerek DNA veya RNA, gerek enzimler, gerekse organeller için; "okur", "karar verir", "seçer", "denetler", "düzeltir", ... gibi fiiller kullandık. Açıktır ki, bu fiiller ancak ve ancak bilinç, akıl ve irade sahibi varlıkların gerçekleştirebileceği fiillerdir. Halbuki buraya kadar sözkonusu olan varlıklar, hiçbir şekilde düşünme, karar verme, akletme gibi özelliklere sahip olmayan çeşitli atomlar ve moleküllerden ibarettir.

Önceki bölümlerde de belirttiğimiz gibi, değişik moleküllerin değişik oranlarda birleşmesinden meydana gelmiş hücrenin, ne kadar karmaşık ve harika bir yapıya sahip olursa olsun, akıl ve bilinç sahibi olması mümkün değildir. Dolayısıyla bu hücrenin ya da herhangi bir parçasının istemesi, karar vermesi, kararını uygulamaya geçirmesi, kontrol etmesi, gibi bir durum da hiçbir şekilde söz konusu olamaz.

İşte bu nedenle de, hücredeki parçacıkların bilinçlerine ve akıllarına atıfta bulunan, "karar verir", "denetler", "düzeltir" gibi ifadeler, gerçekte bu parçacıkları Yaratan'a atıfta bulunmaktadırlar.

Örneğin, "bu kitap şunu anlatmak istiyor" dediğimizde, bellidir ki kastedilen o kitabın yazarının anlatmak istediğidir. Yoksa bu ifadeden, kitabın bizzat kendisi, sayfaları ve mürekkebiyle, düşünmüş de birşeyler anlatmak istiyor gibi bir anlam çıkmayacağı açıktır. (Böyle bir anlam çıkarmak ise, o kişinin akıl sağlığında ciddi bir bozukluk olduğunun belirtisidir.)

Aynı şekilde, kitabın pekçok yerinde kullandığımız; "ister", "karar verir", "hesaplar" gibi ifadeler de olayların tarif ve tasvirini pratik hale getirmek için seçilmiş yakıştırma ifadelerdir. Kelimelere amaçlanan anlamları dışında yanlış anlamlar yüklemek, insanı köklü yanılgılara sürükler. Belli ki isteyen, karar veren irade, bu bilinçsiz molekül yığınları değildir. Bu özellikler, ancak bu molekül yığınlarına böyle şuurlu, hesaplı hareketleri yaptıran ve bunları yaptıkları işe uygun olarak yaratan gücün, yani Allah'ın kendisine ait özelliklerdir. İsteyen de, karar veren de, yaptıran da Allah'tır.

Bu tür kavramlarla uzaktan yakından ilgisi kurulamayacak maddelerin böyle olağanüstü işler gerçekleştirmeleri, insanın bunların arkasındaki gerçek güç ve akıl sahibini daha kolay ve rahat farkedebilmesi içindir.

Buraya kadar anlattıklarımız, hücrede ve insan bedeninde gerçekleşen mucizelerden sadece birkaçıdır. Bunları gören vicdanlı bir insan, kendi yaratılışındaki mükemmelliği fark edebilir ve Allah'ı tanıyarak O'na yaklaşabilir. Buna karşın, ilkel bir zihin seviyesinde yaşayan insanlar; "bunlar nasıl oluyorsa oluyor, ben cebime girene, boğazımdan geçene bakarım" şeklindeki bakış açılarını koruyacaklardır muhakkak.

Oysa bilinç ve vicdan sahibi bir insan; bu mükemmel sistemin neden, niçin var edildiği, bunları kimin yaptığı sorusunu soracaktır. Böyle bir sistemin insan vücudunda trilyonlarca hücrenin herbirinde teker teker işlemesinin tek bir amacı vardır: İnsanın, Allah'ın sonsuz aklını, ilmini, gücünü, yaratışındaki sonsuz mükemmelliği ve kendi üzerindeki yakın takibini farkedip anlayabilmesi... İnsan anlamalıdır ki; O'nun izni ve bilgisi olmaksızın, değil bir insanın yürümesi veya konuşması, o insanın tek bir hücresinin içindeki bir molekül parçasının hareketi bile söz konusu olamaz.

Tek bir hücreye 5 milyar bilginin sığdırılması, dünyada başka hiçbir mucize olmadığını varsaysak bile, bilinçli ve vicdanlı kişi açısından iman etmek için yeterli bir delildir. Ancak yine aynı delil; kendisine böyle bir bilgi geldikten sonra Allah'tan yüz çevirenlerin kıyamet günü azaba sürüklenmeleri için bu kez aleyhlerinde bir delil olacaktır.

Kaldı ki sonsuz merhamet sahibi olan Allah, sonsuz delillerini yalnızca bu küçücük hücrede değil evrenin her noktasında sergilemektedir. İman eden, bu delillerin çokluğuyla hidayetini güçlendirebilir. İnkar eden ise, tümünü inkar etmiş olmanın, onları "boş ve batıl" saymanın cezasını çekecektir. Bir ayette, şöyle denir:

Biz gökyüzünü, yeryüzünü ve ikisi arasında bulunan şeyleri batıl olarak yaratmadık. Bu, inkâr edenlerin zannıdır. Ateşten (görecekleri azabtan) dolayı vay o inkâr edenlere." (Sad Suresi, 27)