Ordunun Başkumandanları: Lenfositler

 

Makrofajların sağladıkları koruma vücut için gerçekten de son derece önemlidir. Düşmanların istilası, birinci planda bu akıllı hücrelerin faaliyetleri sayesinde sindirilmektedir. Peki makrofajlar bu kadar yoğun bir faaliyet içindelerse, bir başka öldürücü hücre olan lenfositlerin varlığı neden gereklidir? Neden vücut için ikinci bir korumaya ihtiyaç duyulmaktadır?

Bunun nedeni istilacıların farklı özelliklerde olabilmeleridir. Her an bizimle buluşabilecek muhtemel düşmanlara karşı beden içinde ayrı ayrı tedbirler alınmıştır. Kimi zaman çok kapsamlı ve kuvvetli bir orduya ihtiyaç duyulabilir. Çünkü bazı düşmanlar, işgal ettikleri bedeni tümüyle ele geçirebilecek kadar güçlü olabilmektedirler. İşte böyle tehlikeli durumlarda lenfositler devreye girer ve işgalcilerle sıcak bir savaşa başlarlar.

Lenfositler, düşmanları durduracak zehirli kimyasal silahlara sahiptirler. Birkaç mikron büyüklüğündeki bir hücrenin, zehir üretimine başlayabilmesi ve bunu gerekli yer ve durumlarda da kullanmayı başarabilmesi kuşkusuz muhteşem bir dizayndır. Teknolojik imkanları olan akıl sahibi bir insan için bir zehirin üretilebilmesi son derece karmaşık bir işlemdir. Oysa buradaki üretici, kanda dolaşan herhangi bir hücredir ve kuşkusuz hiçbir kimya bilgisine sahip değildir. Dahası, üstün yetenekli lenfosit için sadece bu zehire sahip olması da yeterli değildir. Onu nerede muhafaza etmesi ve nerede kullanması gerektiğini tespit etmesi gerekmektedir. Aksi takdirde hem kendisi taşıdığı zehirden dolayı zarar görecek hem de vücut, kendi askerlerinin saldırısı ile yenik düşecektir.

Lenfositler o kadar tedbirli ve akıllıdırlar ki, özelliklerini anlatırken adeta şuurlu bir insandan bahsediliyor izlenimine kapılabilirsiniz. Aslında bu karşılaştırma bile yeterli değildir. Çünkü şuurlu ve tedbirli bir insan bile ister istemez hata yapabilir. Oysa lenfositler için bu ihtimal geçerli değildir. Bu akıllı hücrelerin öncelikle vücut tarafından kendileri için üretilen zehiri ne kendilerine ne de bizlere zarar vermeyecek şekilde taşımaları gerekmektedir.

Lenfositler, bu maddenin muhtemel zararını bilircesine zehiri kendi hücre zarlarında bulunan keseciklerin içinde taşırlar. Lenfositlerin büyük bir tedbirle taşıdıkları bu zehiri hangi hücreye enjekte edeceklerini biliyor olmaları gerekmektedir. Bu bilgiden yoksun olmaları son derece büyük bir tehlikedir, çünkü bu usta savaşçılar vücuttaki "her hücreyi" ortadan kaldırabilecek kadar güçlüdürler. Düşman ile dostu ayırt edememeleri vücuttaki tüm hücrelerin ölümüne neden olabilir.

Tıp bilimi ile uğraşanlar, bu üstün yeteneğe hayretle şahit olurlar. Lenfositler düşman hücreleri tanır, bu hücrelere yaklaşır ve yanlarında taşıdıkları zehiri bu düşman hücrenin içine enjekte ederler. Gözleri veya kolları olmayan bir mikroorganizma nasıl olup da, görünürde birbirinden pek farkı olmayan bu mikro canlıları ayırt edebilmektedir? Lenfositlerin bu işlem sırasında kullandıkları yöntemler gerçekten de şaşırtıcıdır.

İnsanlar birbirlerini dış görünümlerinden ve seslerinden tanırlar. Lenfositler ise düşmanlarını sahip oldukları protein moleküllerinden tanırlar. Bakteri ve virüs proteinlerinin her biri, insanın sahip olduğu proteinlerden farklıdır. Bağışıklık hücreleri bu farklılığı hemen algılarlar.47 Bu oturduğunuz eve bir hırsızın girmiş olması gibidir. Siz eve bir yabancının girmiş olduğunu nasıl hemen hissederseniz lenfositler de vücuttaki bu beklenmedik misafiri, sahip olduğu bu farktan dolayı hemen anlamaktadır.

Bu mucizevi durumu Darwinistlerin kendi teorilerine göre açıklamaları gerekir. Lenfosit bir hücredir ve yaptığı şeyleri deneyip yanılarak "öğrenme" gibi bir durumu yoktur. Evrim savunucularının tüm bunları açıklayabilmeleri için, söz konusu savunma hücresinin zaman içinde vücut hücreleri ile düşman hücrelerini ayırt etmeyi öğrenmesi, bunları nasıl öldüreceğine karar vermesi, bunun için zehir üretmesi, kendine ve içinde bulunduğu bedene zarar vermemek için bu zehiri taşıyacak keseler meydana getirmesi gibi aşamaları izah etmeleri gerekmektedir. Ayrıca tüm bunları yaparken hayatta kalmayı da başarması gerekmektedir. Evrime göre bütün bu aşamalar tesadüfen meydana gelmelidir. Çünkü evrimin temelinde şuurlu ve planlı gelişmeler yoktur. Herşey kontrolsüz bir ortamda rastgele gelişmelidir.

Şu durumda evrimin iddialarına göre lenfosit de ancak vücudun savunma ihtiyacı başgösterdiğinde, tesadüfi mutasyonlar sonucunda yavaş yavaş bahsettiğimiz özelliklere sahip olacaktır. Tabi, yüzlerce, hatta binlerce yılı alacak olan hayali tesadüfi aşamalar sırasında insan vücudunun nasıl korunacağı meçhuldür. Bu şartlar altında, savunma sistemi gelişmemiş bir vücut, içine giren bakteri veya virüs nedeni ile birkaç gün içinde ölebilir. Ama bu mükemmel ve akılcı sistemi meydana getirdiği öne sürülen tesadüfler her nasılsa, o kadar yerli yerinde ve planlı meydana gelmiştir ki, tek bir hatadan bile bahsetmek mümkün değildir.

Yukarıdaki hikayeyi kabul etmek elbette ki mümkün değildir. Ancak şaşırtıcı olan evrimcilerin temel iddiasının bu olmasıdır. Şuursuz tesadüflerin hata yapmadan mükemmel organizmalar, sistemler ve kompleks yapılar meydana getirmesi mümkün değildir çünkü zaten tesadüflerin kendileri mevcut sistem içinde hataya sebep olurlar. Belirli bir kompleksliğe sahip herhangi bir mekanizmaya bile yapılan rastgele bir müdahale, mutlaka zarar getirecektir. Savunma sistemi gibi olağanüstü derecede kompleks bir sistemin tesadüfen oluşmayacağı ve gelişmeyeceği ise açıktır. Hiçbir bilimsel geçerliliği olmayan bir masalı, bilimsel terimlerle süslemek, bu masalı kurtarmayacaktır kuşkusuz.

Bütün bu anlatılanlar karşısında insanın vereceği bir karar vardır. Ya şuursuz tesadüflerin bütün bunları başardığına ve mucizeler meydana getirdiğine inanacak ya da bu iddianın son derece temelsiz ve mantıksız bir hikayeden ibaret olduğu gerçeğini kabul edecektir. Eğer tüm özellikleriyle kusursuz bir savunma hücresinin varlığından bahsediyorsak, burada şuursuz ve plansız tek bir aşamanın bile devreye giremeyeceğini açıkça görmek gerekir. Lenfosit, kendisini yaşatan tüm organelleri, zehirini taşıyabileceği keseleri, düşmanlarını tanıma kabiliyeti ve savaşma yeteneği ile birlikte var olduğu sürece işlevini görebilir ve varlığını sürdürebilir. Bu özelliklerden bir tanesini ayırıp bir kenara atmamız, tek bir tanesini alıp "bu uzun zaman içinde aşamalarla oluştu" dememiz mümkün değildir. Bu hücre, diğer herşey gibi Allah dilediği anda, tüm özellikleri ile insan vücudundaki yerini almıştır. Allah dilediği için her bedende görevini mükemmel bir şekilde yerine getirmektedir, her an, her yaptığı işte Rabbimiz'in gözetimi altındadır. Allah bir ayetinde bu gerçeği şu şekilde bildirir:

Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir, bunların arasında durmadan iner; sizin gerçekten Allah'ın herşeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah'ın ilmiyle herşeyi kuşattığını bilmeniz, öğrenmeniz için. (Talak Suresi, 12)