Karıncalarla Ortak Yaşayan Bitkiler

 

Doğu Hindistan’ın sürahi bitkisi Nepenthes bicalcarata, kendi ağaç gövdesi içinde karınca kolonilerini barındırmaktadır. Bu bitki tıpkı bir sürahi şeklindedir ve üzerine konan böcekleri yakalayarak içine alıp sindirir. Ama karıncalar bu etobur bitki üzerinde, böcekleri ve diğer yiyecek maddelerini toplayarak gezmekte serbesttirler.60

Çünkü karıncalar ve bitki, ortak faydaları için bir alışverişte bulunmaktadırlar. Karıncalar, bitki tarafından yenme tehlikesi altındadırlar ama buna karşılık bir ev kazanmışlardır. Bitkiler ise, karıncalara bazı doku ve böcek kalıntılarını bırakırlar ve buna karşılık kendi düşmanlarına karşı karıncalardan koruma elde ederler.

Bu örnek, bitkiler ve karıncalar arasındaki ortak yaşamın ana hatlarını tarif etmektedir. Karıncalar ve bunların ev sahipliğini yapan bitkilerin anatomileri ve fizyolojik yapıları, aralarındaki karşılıklı ilişkiyi sağlayacak şekilde düzenlenmiştir. Her ne kadar Evrim savunucuları bu topluluklar arasındaki ilişkilerin milyonlarca yıl içinde yavaş yavaş yaygınlaştığını söyleseler de, zeka sahibi olmayan bu iki yaratığın birbirleriyle anlaşarak böyle bir “karşılıklı fayda” sistemi düzenleyebilmiş olduklarını iddia etmenin mantıksızlığı ortadadır.

Peki karıncaları bitkiler üzerinde yaşamaya yönelten nedir?

Karıncaların bitkilere yerleşme eğilimi, bitkiler tarafından salgılanan ve “artık nektar” diye isimlendirilen bir sıvı sayesinde oluşur. Artık nektar sıvısı, adeta karıncaları bitkiye çağıran bir davetiye görevi görmektedir. Bitkilerin bu sıvıları belli zamanlara göre ayarladığına dair deliller vardır. Örneğin, kara kiraz ağacı yılın sadece üç haftasında çok aktif bir halde bu sıvıyı salgılar. Bu zamanlamanın tesadüfen olmadığı kesindir, çünkü bu üç haftalık zaman otağ tırtılının kara kiraza zarar verdiği tek dönemdir ve karıncalar bu tırtılları çok rahat öldürerek bitkiyi koruyabilirler.61

Bunun ne denli açık bir yaratılış delili olduğunu görmek içinse, normal bir sağduyudan başka hiç bir şeye ihtiyaç yoktur. Ağacın en çok zarar gördüğü dönemi hesapladığını, bu dönemde korunmanın yolunun karıncaları cezbetmek olduğuna karar verdiğini, buna göre kendi kimyasında yapısal bir değişiklik meydana getirdiğini kabul etmek elbette mümkün değildir. Ağacın bir beyni yoktur ve dolayısıyla düşünemez, hesaplayamaz ve kendi kimyasını ayarlayamaz. Yaptığı akılcı işin bir tesadüf sonucunda kazanılmış bir özellik olduğunu—ki evrimin mantığı budur—kabul etmek de tamamen saçma bir düşüncedir. Ağaç, çok açık bir biçimde, bir akıl ve bilinç ürünü olan bir iş yapmaktadır.

Dolayısıyla bundan çıkarılabilecek tek sonuç, ağacın bu özelliğinin, ağacı yaratan irade tarafından oluşturulduğudur. Bu iradenin sadece ağacı yarattığını düşünmek de anlamsızdır, çünkü yaptığı düzenlemelerden yalnızca ağaca değil, karıncalara ve tırtıllara da vakıf ve hakim olduğu anlaşılmaktadır. İnceleme biraz daha genişletilirse, aslında tüm doğaya hakim olduğu, doğanın her parçasını ayrı ayrı ama birbirine uygun ve uyumlu bir biçimde düzenlediği, “ekolojik denge” dediğimiz kusursuz sistemi kurduğu anlaşılır. İlerlemeyi daha da genişletip jeolojinin, astronominin alanlarına da girebiliriz; her yerde karşılaşacağımız tablo aynıdır. Kusursuz bir düzen içinde birbirleriyle uyum içinde işleyen sistemler vardır. Bu sistemlerin hepsi bir düzenleyicinin varlğına işaret ederler, ama hiçbiri birer düzenleyici değildirler.

Yaratan, hiç yaratmayan gibi midir? Artık öğüt alıp-düşünmez misiniz? (Nahl Suresi, 17)

O halde o düzenleyici, tüm evrene vakıf ve hakim, ama evrendeki her şeyin ötesinde, üstün ve bağımsız bir irade olmalıdır. Kuran, O’nu şöyle tanıtır:

O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, "şekil ve suret" verendir. En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O’nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. (Haşr Suresi, 24)