Evrimcilerin İçine Düştükleri Durum

 

Evrim yanlısı araştırmacı ve yazarların ortak bir özelliği vardır ki bunun izlerini konuşmalarında, makalelerinde ve kitaplarında kolaylıkla görmek mümkündür. Bu insanlar, evrim teorisine gözü kapalı bir şekilde bağlıdırlar. Ellerinde savundukları teoriyi destekleyecek herhangi bir delil olmaması bile, onları sabit fikirlerinden vazgeçirmez. Hatalarını kabul etmek yerine, daha da hırslanır ve spekülasyonlar üretmeye devam ederler.

Konumuz olan tat duyusunu ele alalım. Evrimci araştırmacılar tat almanın, yüksek kalorili ve zehirli gıdaları teşhis etmek için evrimleştiğini iddia ederler.146 İddiaya göre, yaşamak için yemek zorunda olan ilk canlılar, çevrelerindeki kaynaklardan faydalanmak için deneme yanılmalarda bulunmuşlar ve zehirli olanı faydalı olandan ayırt edinceye kadar çaba göstermişlerdir. Bu çabanın sonucunda nihayet dilleri, bunları birbirinden ayıracak özellikler edinmiş ve tatları algılamaya başlamıştır. Zamanla ihtiyaçları ayırt edebilen dil, zevkleri de ayırt etmeye başlamış ve tat alma duyusu ihtiyaçların yanı sıra güzel lezzetlerin de kaynağı olmuştur.

Gerçekte bu izahın hiçbir açıklayıcı yönünün olmadığı ortadadır. Tat alma duyumuzun, besinleri birbirinden ayırt etmeye yaradığı zaten bilinen bir durumdur. Bunu bir "evrim sürecine" bağlamak, hiçbir bilimsel dayanağı olmayan tümüyle yanıltıcı bir yorumdur. Ayrıca her ne şekilde gelişmiş olursa olsun, evrimciler söz konusu sistemin nasıl olup da "evrimleştiğini" açıklamak zorundadırlar. Asıl yanıtlamaları gereken soru işte budur. Bu hayali senaryoda zehirli olanı ayırt edinceye kadar türün soyunu nasıl devam ettirdiği belli değildir. Edinilen deneyimlerin veya gerçekleşen sözde değişikliklerin sonraki nesillere nasıl aktarıldığı açıklamasızdır. Dilin sahip olduğu özellikler, algılama sistemleri ve sahip olduğu mekanizmaların oluşumu konusuna ise değinmeye bile gerek yoktur. Çünkü bunların evrimine dair bir açıklamaya hiçbir kaynakta rastlayamazsınız.

Yukarıdaki hikaye, böyle karmaşık bir mekanizmayı izah etmek için Darwinistlerin nasıl bir yöntem izlediklerini açıklamak bakımından önemlidir. Evrimciler açıklamalarında genellikle iki taktikten birisine başvururlar. Bazıları böyle bir konuya hiç değinmemeyi tercih ederken, bazıları da yukarıdaki ifadelere benzer klişe açıklamaların arkasına sığınır, bu açıklamaları da bilimsel bulguların aralarına eklemeye özen gösterirler. Duyuların Doğal Tarihi kitabının yazarı Diane Ackerman'ın tat duyusunu okyanuslara borçlu olduğumuz yönündeki ifadeleri bu duruma bir örnektir.147 Beraberinde hiçbir bilimsel açıklamaya yer verilmeyen bu iddianın bir geçiştirmeden ibaret olduğu açıktır. Evrimciler her başları sıkıştığında "ilkel dünyadaki okyanuslar" masalına kurtarıcı gibi sarılırlar. Aslında adı geçen yazar da yazdıklarını delillendirememenin sıkıntısını yaşamaktadır. Nitekim konuya ilişkin şu hayalini dile getirir:

Yabancı bir uygarlık bizimle bağlantı kurmuş olsaydı, bize verebilecekleri en büyük hediye bir video film koleksiyonu olurdu: Türlerimizin evriminin her aşamasındaki filmleri.148 

Diane Ackerman'ın bu beklentisine hak vermek gerekir. Nitekim evrimciler, şimdiye dek "tek bir iddialarını" bile haklı çıkaracak bir bilimsel delille karşılaşmamışlardır. Karşılaşmaları da kuşkusuz imkansızdır.

Dolayısıyla Darwinistler, koku alma sisteminde karşılaştıkları zorluklarla, tat alma sisteminde de karşı karşıyadırlar. Çünkü günümüz teknolojisi, imkanları ve eğitimi ile henüz detayları çözülememiş olan tat duyusuna "tesadüflerle" bir açıklama getirmek, bu iddianın sahibini ancak küçük düşürecektir. Tat alma sistemi, beyindeki tat kodlama mekanizmasından sahip olduğu reseptör çeşitlerine kadar o denli büyük bir komplekslik içerir ki her parçasının özel bir tasarım olduğu açıktır. Dahası, tat sisteminin ideal yapısı, mükemmel ve kusursuz çalışma yöntemi de apaçık ortadadır. Bu gerçekler göz önüne alındığında söz konusu sistem içinde başıboş ve kontrolsüz hiçbir müdahalenin olamayacağını anlamak zor değildir. Hiçbir tesadüfi olay şuursuz moleküllere yediklerini veya kokladıklarını "algılama" gibi bir yetenek veremez. Hiçbir tesadüf, birbirinden habersiz molekülleri birbirine kusursuz uyumlu bir geometrik tasarım ile yaratamaz. Bunların uyumlarını bir "pasta" veya "portakal" gibi anlamlı hale getiremez. Hiçbir tesadüf dile ulaşan şuursuz moleküllerin "bilgisini" doğruca beyne iletmesi gerektiğini bilemez. Tesadüfler, yeniden hatırlatmak gerekirse, anlamlı bir makalenin çeşitli yerlerine rastgele yerleştirilmiş kelimeler gibi, kurulu düzende rastgele gelişen olaylardır. Yerleştirilen bu rastgele kelimeler, kuşkusuz ki anlamlı makaleyi daha anlamlı hale getirmez veya ona yeni bir anlam katmazlar. Tam tersine, anlam bütünlüğünü bozucu etkileri vardır. İşte evrimcilerin tesadüf iddiaları da bundan farklı bir anlam taşımamaktadır. Ve aslında kendileri de bu gerçeğin farkındadırlar.

Dahası, daha önceki bölümlerde belirttiğimiz gibi, tat almada, koku alma duyusunun önemli bir fonksiyonu vardır. Tek cümleyle özetlemek gerekirse, koku ve tat alma sistemleri birbirleriyle iç içe geçmiş bir bağlantı içindedirler. Dolayısıyla, tat duyusu, koku alma duyusu olmaksızın bir anlam ifade etmez. Bu birliktelik de kuşkusuz evrimciler için bir endişe sebebidir. Daha önce belirttiğimiz "indirgenemez komplekslik" özelliği gösteren yapılar, yani birbirine bağımlı olan sistemler, aşamalı bir evrim sürecinin imkansızlığını ortaya koymaktadırlar. Tadın, koku alma duyusu ile varlığını sürdürebildiği gerçeği de, evrim teorisine göre bunların birbirlerinden bağımsız evrimleşmelerini olanaksız kılar. Oysa evrime göre her organın, hatta bu organların sahip olduğu her özelliğin milyonlarca yıllık gelişim içeren bir sırası olmalıdır. Bu durumda tat almanın, koku alma duyusunun gelişimine kadar işlevsiz beklemiş olması gerekmektedir ki kuşkusuz bunu da yine evrim teorisinin kendi mekanizmaları imkansız hale getirir. Evrime göre bir yapı işlevsiz bekleyemez, körelip yok olur.

Tüm bunlar şunu ifade eder: Evrimciler olağanüstü kompleks olan tat alma sisteminin nasıl evrimleştiğini açıklayamazken bir de bunun koku alma ile iş birliği içinde evrimleşmesini izah etmek gibi büyük bir problemle daha karşı karşıyadırlar. Kimyasal maddeleri algılamak için neden tat ve koku alma gibi iki farklı sistemin evrimleştiği sorusuna ise getirebildikleri hiçbir cevap yoktur.

Bu durumda vicdanı ve şuuru açık olan herkes şu gerçeğin kolaylıkla farkına varacaktır. Beyin, dil, tat sinirleri, papillalar, tat tomurcukları, tat hücreleri, tat reseptörleri, birçok farklı protein ve enzimin kusursuz bir uyum içinde biraraya gelmelerinin tek bir açıklaması vardır: Tat alma duyusunu yaratan ve hizmetimize veren alemlerin Rabbi olan Allah'tır. Allah'ın kusursuz yaratışını görmezden gelerek, batıl yollara yönelen insanların durumu ise Kuran'da şöyle tarif edilir:

Allah size kendi nefislerinizden eşler yarattı ve size eşlerinizden çocuklar ve torunlar yarattı ve sizi güzel şeylerden rızıklandırdı. Şimdi onlar, batıla mı inanıyorlar ve Allah'ın nimetini inkar mı ediyorlar?

Allah'ın dışında, kendileri için göklerden ve yerden hiçbir rızka, hiçbir şeye malik olmayan ve buna güçleri yetmeyen şeylere mi tapıyorlar?

Artık Allah'a benzerler aramaya kalkışmayın; çünkü Allah bilir, siz ise bilmezsiniz. (Nahl Suresi, 72-74)