- Zayıf Nükleer Kuvvet

 

Evrendeki bir diğer temel kuvvet olan "zayıf nükleer kuvvet" de çok özel hesaplanmış bir değere sahiptir. Zayıf nükleer kuvvet, bazı atom altı parçacıklar tarafından taşınan ve bir tür radyoaktif parçalanmaya sebep olan bir kuvvettir. Zayıf nükleer kuvvetin sebep olduğu radyoaktif parçalanmaya bir örnek olarak nötronların, bir proton, bir elektron ve bir anti-nötrino açığa çıkararak parçalanmasını verebiliriz.

Bundan da anlaşılacağı gibi, atom çekirdeğindeki temel parçacıklardan biri olan "nötron" aslında bu saydığımız diğer üç parçacığın biraraya gelmesiyle oluşur. Zayıf nükleer kuvvet ise, yukarıda belirttiğimiz gibi, nötronların bu bileşenlerine ayrılarak parçalanmasına neden olur. Fakat zayıf nükleer kuvvetin büyüklüğü bu olayı çok hassas bir dengede tutacak biçimde ayarlanmıştır.

Eğer zayıf nükleer kuvvetin değeri biraz daha büyük olsaydı, nötronlar daha kolay parçalanacak ve bu nedenle evrende nadiren bulunacaklardı. Bu durumda da çekirdeğinde 2 nötron bulunduran Big Bang'den bu yana ancak çok az helyum oluşabilecek ya da hiç oluşamayacaktı. Helyum bilindiği gibi hidrojenden sonra en hafif ikinci elementtir. Gerekli helyum olmadan ise yaşam için zorunlu olan ağır elementler yıldızların çekirdeklerindeki nükleer fırınlarda üretilemezlerdi. Çünkü "karbon", "oksijen", "demir" gibi ağır elementler -az önceki başlıklarda da anlatığımız gibi- helyum çekirdeklerinin dev yıldızların merkezinde birbirleriyle birleşmeleri sonucunda oluşurlar. Yani helyum bir anlamda diğer elementlerin temel yapı taşıdır. Dolayısıyla helyumun olmaması demek, yaşam için zorunlu olan diğer daha ağır elementlerin de oluşamaması demektir.

Öte yandan, eğer zayıf nükleer kuvvetin değeri biraz daha küçük olsaydı, Big Bang hidrojenin çoğunu, hatta tümünü helyuma çevirecek ve sonuçta yıldızlar tarafından üretilen ağır elementlerin sayısında anormal bir artış olacaktı. Bu durum da hayatın varlığını imkansız kılacak bir unsurdu.

Zayıf nükleer kuvvetin hassas değerini kritik hale getiren unsurlardan biri de bu kuvvetin nötrino adı verilen atom altı parçacıklar üzerindeki etkisidir. Nötrinolar, yıldızların çekirdeğinde oluşan ve yaşam için zorunlu olan ağır elementlerin süpernova patlamalarında uzaya fırlatılmasında kilit rol oynarlar. Nötrinolar üzerinde etki edebilen tek evrensel kuvvet ise zayıf nükleer kuvvettir.

Eğer zayıf nükleer kuvvet biraz daha küçük olsaydı, nötrinolar hiçbir çekim alanına yakalanmadan çok daha serbest hareket edebileceklerdi. Bunun sonucunda ise, bir süpernova patlaması esnasında, yıldızın dış tabakalarıyla yeterli derecede reaksiyona giremeden kolaylıkla kaçabilecek, bu da ağır elementlerin uzaya atılmalarını engelleyecekti. Bununla birlikte, eğer zayıf nükleer kuvvet daha büyük olsaydı, nötrinolar süpernovaların merkezlerinde tutsak kalacak ve yine hayatın yapı taşı olan ağır elementlerin uzaya fırlatılmasını sağlayamayacaklardı.

Paul Davies, evrendeki temel fizik yasalarının insan yaşamına en uygun biçimde belirlenmiş olduğunu, eğer evrendeki kuvvetlere ait sayısal değerler biraz daha farklı olsa, evrenin çok daha farklı bir yer olacağını belirtir. Ve şöyle devam eder:

Ve büyük olasılıkla onu görmek için biz burada olamayacaktık... Ve insan kozmolojiyi araştırdıkça, inanılmazlık giderek daha belirgin hale gelir. Evrenin başlangıcı hakkındaki son bulgular, genişlemekte olan evrenin, hayranlık uyandırıcı bir hassasiyetle düzenlenmiş olduğunu ortaya koymaktadır.20

Big Bang'in büyük bir delili olan kozmik fon radyasyonunu ilk kez Robert Wilson ile birlikte gözlemleyen ve bu nedenle 1965'te Nobel ödülü kazanan Arno Penzias ise, evrendeki bu olağanüstü tasarım karşısında şu yorumu yapmaktadır:

Astronomi bizleri çok olağanüstü bir olaya götürmektedir: Hiç yoktan yaratılmış bir evren. Hayatın oluşmasına izin verecek gerekli şartları tam olarak sağlayacak hassas bir denge ile kurulmuş, bu amaca yönelik bir plana sahip olan bir evren.21 

Kolombiya Üniversitesi'nden teorik fizik profesörü Robert Jastrow da bu kaçınılmaz gerçeği, "fizikçilere ve astronomlara göre, evren tam insanın içinde yaşayabileceği çok dar bir değerler aralığında inşa edilmiştir. Bu gerçek "insani ilke" (anthropic principle) olarak adlandırılır. Bu, benim görüşüme göre, bilimin bugüne kadar varmış olduğu en metafizik sonuçtur"22 şeklinde ifade etmektedir.

Buraya kadar detaylı olarak anlattığımız gibi, evrendeki kuvvetlerin hem kendi oranları hem de birbirleriyle oluşturdukları dengeler, tesadüfle açıklanması asla mümkün olmayacak derecede mucizevidir. Evrende gördüğümüz bu dengelere ilişkin sayısal değerlerde yüzde birlik, ikilik bile bir oynama olmaması bu olağanüstü durumu gözler önüne sermektedir. Üstelik bu dengelerin dünya ilk oluştuğu andan beri hiç değişmeden varlığını sürdürmesi, hep aynı hassas ayarları koruması, asla bir aksaklık yaşanmaması bu olağanüstü durumu daha da vurgulamaktadır. Yukarıdaki bilim adamlarının da açıkça ifade ettiği gibi, tüm bunlar evrenin "hassasiyetle düzenlenmiş" ve "hassas bir denge ile kurulmuş" olduğunun kesin bir göstergesidir. Elbette böyle mucizevi bir dengenin tesadüfen, kendi kendine kurulduğunu, kendi kendini düzenlediğini iddia etmek son derece büyük bir akılsızlık olacaktır. Bu kusursuz denge sonsuz ilim ve kudret sahibi bir Yaratıcı tarafından kurulmuş ve düzenlenmiştir. Yaratıcı, gökleri üstün bir kudretle inşa eden Allah'tır.