Yerçekimi Kuvvetindeki Hassas Ölçü

 

Evrendeki fizik kanunları dört temel kuvvet üzerinde işler. Bunlar, "yerçekimi kuvveti", "elektromanyetik kuvvet", "güçlü nükleer kuvvet" ve "zayıf nükleer kuvvet" lerdir. Bu kuvvetlerin değerleri ise evrenin şimdiki biçimiyle var olabilmesi ve yaşama imkan sağlayabilmesi için mükemmel bir hassasiyette ayarlanmışlardır.

Evrendeki düzene etki eden kuvvetlerin en önemlilerinden biri "kütle çekimi" veya diğer adıyla "yerçekimi" (gravitasyon) kuvvetidir. Newton, bu gücün yalnızca elmaları ağaçtan düşürmeye değil, aynı zamanda gezegenleri de yörüngelerinde tutmaya yarayan esrarlı bir güç olduğunu söylemişti. Einstein ise olaya daha derin bir boyut getirerek yerçekiminin dev yıldızları nasıl içlerine çökertip kara deliklere dönüştürdüğünden bahsetmişti. Gerçekten de yerçekimi kuvveti evrenin en kritik kuvvetlerinden biridir. Evrenin genişlemesini kontrol altında tutan kuvvet de yine yerçekimi kuvvetidir.

Bu yerçekimi kuvveti ise sayısal olarak, tam da şu an içinde yaşadığımız evrenin oluşabilmesine olanak verecek bir sabit değere sahiptir.

Eğer yerçekimi sabiti şimdikinden biraz daha fazla olsaydı, yıldızların oluşumu daha kısa sürede gerçekleşecek ve uzaydaki en küçük yıldızın dahi kütlesi bizim Güneşimiz'in en az 1.4 katı büyüklüğünde olacaktı. Bu tür büyük yıldızlar ise o derece hızlı ve kararsız biçimde yanarlar ki etraflarındaki gezegenlerde hayatı oluşturacak şartların meydana gelmesi imkansızdır. Yaşam için ancak bizim Güneşimiz'in küçüklüğünde yıldızlara ihtiyaç vardır.

Dahası yerçekimi sabiti şimdikinden biraz daha büyük olsaydı, evrendeki büyük yıldızların hepsi birer kara deliğe dönüşmüş olacaktı. Bu arada en küçük gezegenlerdeki yerçekimi dahi o kadar güçlü olacaktı ki, böceklerden daha büyük hiçbir nesne ayakta kalmayı başaramayacaktı.

Diğer yandan, eğer yerçekimi sabiti biraz daha küçük olsaydı, o zaman da uzaydaki bütün yıldızlar en fazla bizim Güneşimiz'in 0.8'i büyüklüğünde bir kütleye sahip olacaklardı. Bu küçüklükteki yıldızlar her ne kadar etraflarındaki gezegenlerde hayatı destekleyecek ölçüde uzun ve kararlı biçimde yansalar da bu sefer gezegenleri ve canlılığı oluşturacak ağır elementler evrende oluşamayacaklardı. Çünkü demir ve daha ağır elementler ancak devasa yıldızların çekirdeklerinde üretilebilir ve ancak bu tür ağır yıldızlar berilyum ve daha ağır elementleri yıldızlar arası uzaya yayabilirler. Bu tür elementler ise gezegenlerin ve hayat formlarının oluşması için zorunludurlar.

Görüldüğü gibi, kütle çekim kuvvetindeki bu tür çok küçük oynamalar canlılığın, dolayısıyla insanlığın meydana gelmesini doğrudan engelleyecekti. Kütle çekimindeki biraz daha büyük oynamalar ise ortada bütünüyle evren diye bir kavramın kalmamasına neden olacaktı. Kütle çekim gücünün biraz fazla artması halinde evren genişleyemeden içine çökecek, biraz fazla azaldığı takdirde ise hiçbir yıldız ya da galaksi oluşamayacaktı.

Ama bugün Dünya'da yaşayabiliyor olmamız göstermektedir ki, bu olumsuz ihtimallerin hiçbiri gerçekleşmemiştir. Aksine evrenin her detayı kusursuz bir plan ve denge ile yaratılmıştır. Sonsuz kudret sahibi olan      Allah, içinde yaşadığımız evreni olağanüstü bir "mucizeler zinciri" ile ve tam bir uyum içinde yaratmıştır:

O, biri diğeriyle 'tam bir uyum'  içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman'ın yaratmasında hiçbir 'çelişki ve uygunsuzluk'  göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir. (Mülk Suresi, 3-4)