İlk İnsan ve Neslin Coğalması  
     İnsanlığın, şeref ve saâdetini beyan eden, ilim ve hikmetin esası olan ilâhi kanun Kur'an-ı Kerim ilk insanın Âdem (A.S.) olduğunu ve yer yüzünün halifesi, hükümdarı ve ilâhi hükümleri tebliğ ve infaza memur olduğunu şu ayetlerle beyan etmektedir.
     "Hani Rabbin Meleklere; Muhakkak ben yeryüzünde (Benim emirlerimi tebliğ ve infaza memur) bir halife (bir insan, Âdem)Yaratacağım, demişti." (Bakara Suresi, 30) Diğer bir âyeti Celilede de ilk insan Âdem (A.S.)'ın topraktan yaratıldığını beyan ediyor;
     "Muhakkak ki İsa (A.S.)'nın hâlide, (yani babasız dünyaya gelişide) Allah (C.C,) indinde Adem (A.S.) 'in hâli gibidir. (Allah C.C.) onu (Âdemi (A,S.) Topraktan yarattı. Sonra 0 na "ol" dedi, oda (Can gelip oluverdi. (Ali İmran, 59)
     Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizde bir Hadis-i Şeriflerinde meâlen şöyle buyuruyor ;
     " Sizin hepiniz Adem (A.S.)' in neslindensiniz Âdem (A.S.) de. Topraktan yaratılmıştır." (Elbezzar) Neslin Çoğalması için, Hakteala Hazretleri Adem (A.S.) 'in kendi vücudundan Hz. Havva validemizi yaratmış ve ikisinin çiftleşmesiyle her doğumda bir erkek bir de dişi olmak üzere ikiz çocuk dünyaya getirmiş ve ilk ikizler son ikizlerle değiş tokuş şeklinde evlenmelerini meşrû kılmıştı.
     Hz. Havva'nın yaratılışını ve neslin Âdem (A.S.)'le Hz. Havva'dan çoğaldığını beyan eden ilahi hüküm şudur :
"Ey insanlar, Sizi bir tek candan yaratan, ondan da yine onun zevcesini (Hz. Havva'yı) vücuda getiren ve ikisinden bir çok erkekler : kadınlar türeten Rabblnize (Karşı gelmek) den çekinin"
(Nisa Suresi, 1)
     Hz, Peygamberimiz (S.A.V.) Efendimiz de Hadis-i Şeriflerinde şöyle buyuruyor :
     "Kadınlar, erkeklerin (tamamlayıcı) parçaları dır." (Ahmed, Ebu Davut, Tirmizi)
     "Kadınlara, hayır tavsiye ediniz. Zira kadın, kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Şüphesiz kaburga kemiğinin eğriliği üstündeki yüksekliktir. Eğer o eğriliği (Tamamen) gidereyim dersen kırarsın şayet (kendi haline) terk edemeyen, eğriliği artar. Binaenaleyh kadınlara (Hayır) tavsiye ediniz." (Buhari, Müslim)
     Yukarıdaki âyeti celileler ve Hadis-i Şerifle karşısında, şerefli ve keremli insanın aslı maymundan türediğini ve maymun soyundan olduğunu iddia eden kafirlerin görüşleri asılsız ve mesnetsiz iddialardandır.
     Bu görüşü ortaya ilk atan "Darvin" ismindeki yahudi asıllı kâfir ve onun nazariyesi (Teorisi) dir.) Bu Küfür görüşünü yukarıdaki naklî deliller çürüttüğü gibi bir de aklî ve beşerî hayatın intizam üzere devam eden ve sonuçlardan bâzı müspet deliller vererek şöyle îzah edebiliriz.
     a) İnsanın aslı maymundan olsaydı, insan öldüğü zaman maymunun karnına gömülmesi lazım gelirdi.
     "Her şey aslına Ruc'û eder" kaidesince, insanın aslı topraktan olduğundan, öldüğü zamanda geldiği yere yani aslı olan toprağa gömülüyor.
     Nitekim bu hakikatın böyle olduğu Kur'an-ı Kerimde şöyle beyan ediliyor: "Sizi (Aslınızı) ondan (topraktan yarattık. Sizi (Ölümünüzden sonra) yine ona döndüreceğiz, (Tekrar dirilme zaman:nda da) sizi bir kerre daha ondan (Topraktan) çıkaracağız " (Taha Suresi, 55)
     İlâhi hükümde böyle beyan edildiği gibi, dünya nizamının deveran etmesinde de Hz. Allah (C.C.) yine her şeyi aslına ircâ etmektedir.
     Müspet ilimde de beyan edildiği gibi, meselâ: Yağmur daha fazla veya devamlı olarak denizler üzerine veya ormanlık ve ağaçlı bölgelere yağmaktadır. Buralara çok yağışının sebebi, yağmur, sudur. Deniz .de sudur, Binaenaleyh "Her şey aslına rucu eder" kaidesince, su suya rucû etmektedir.
     Ormanlı ve ağaçlı bölgelerin yağmuru çekişi, ağaçların dallarında, yapraklarında ve kökünde suyun oluşudur.
     Bir de ağaçlar ve otlar kendilerinin gıdası olan su ihtiyaçlarının verilmesi hususunda Cenab-ı Hakka (C.C.) lisanı hal veya lisanı kâl ile yalvarmalarındandır.
     Ağaçların ve her şeyin hakka niyazda bulunmaları meselesi, belki kafamızı kurcalarsa, rûhumuzun gıdası îmanımızın esası olan Kur'an-ı Kerimden bilmünasebe âyet'i celileyi hep beraber okuyalım ;
     Yedi kat gökler, yer ve bunların içinde bulunan (Melekler, cinler, insan, bitkiler ve hayvan) lar onu tesbih (ve tenzih) eder (ler). Hiç bir şey hariç değil hepsi ona hamd ile tesbih eder. Fakat siz (insanlar onların tesbilıini iyi anlamazsınız 0, hakikaten halimdir, gerçekten yarğılayıcıdır." (İsra Suresi, 44)
     Bu âyeti celilenin hükmü karşısında, insan olarak, yaratılıp müslüman olduğunu da söyleyen, fa kat namaz niyaz, hak, hayır ve Allah (C.C.)'a kulluk vazifesini ihmal edenlerin halleri düşündürücü ve ızdırap vericidir.
b) Biz insanı, evvelâ doğumunda cismen ve idrak cihetinden çok zayıf görürüz. Gezmeğe değil oturmaya bile hatta muntazam bir cismânî hareket etmeye bile kâdir olamaz.
     Keza anlayış ve bir idrake sahip olmaması hasebiyle kendisini çeviren şeyi, yeri, göğü, suyu .. ve ateşi bilemiyor. Binaenaleyh yeni doğan çocuk, zarar ve eza vericiden kaçınmaz, menfaat verecekleri veya vericiyi ihtîyar ve intihab edemez. Hatta anasının memesini de ilk günlerde alamadığı cihetle onun için bile bir kaç gün uğraşılması gerekir.
     Fakat sonra bu çocuk nasıl oluyor. Bu kadar zaaf ve idraksizliği bulunan insan yavrusu bir kere kuvvet ve idrakçe terakkiye başlayınca öyle bir mertebeye erişiyor ki, doğumları zamanında kendisinde bulunan hallerden insan beş on kat ziyade vücut ve idrak cihetiyle daha kuvvetli olan hayvanlara kıyasla kendisinden bu derece yüksek mertebe ve meziyetlere erişmesi aslâ beklenemez gibi.
     İnsanın bu yüksek hâle terakki edişi, her şey yoktan var eden Hallak'ı âlemin acayip fiillerindendir. Yaratıkların bazılarının en zayıfı ve en habersizi olan insanı başkalarının kavuşamayacağı dereceye terakki ettirmesi Cenab-ı hakkın kudred ve azametine apaçık bir delildir.
     Âcizlik ve zaafın son derecesinde bulunan insanlar, sonra nâil olduğu kuvvet ve kabiliyet sâyesinde dâğları delip, taşları yontup ve koca koca kayaları yerlerinden çıkarıyor ve büyük binalar ve muazzam inşaatlar meydana getiriyorlar. Hatta yirminci asrın teknik ve terakkisinin her türlü gelişmesini elde ederek fezâlara yükselen yine vaktiyle âciz ve zâyıf olan insandır.
     Doğuşunda son derece idrak ve her türlü kâbiliyet hareketlerinden âciz olan insan, kendisine bahşedilen istîdatla müdakkık, âlim ve muhakkik felsefe ve tefekküre sâhip oluyor.
     İnsan, kendisindeki kuvvet ve idrak sayesinde kâinata hâkim oluyor, hayvanlar, denizler, kuşlar, yükseklerde uçan kuşlar ve daha pek çok varlıklar elinden kurtulmaz.
     Maymun ise, diğer hayvanlar gibi bir miktar kuvvete malik olarak anasından doğuyor ki, o kuvvetle dört ayaklı hayvan olan anasının terbiyesine müsait ve hâli hazırda kâfi derecede bir hareke muktedir oluyor ve bir nevi idrake sahip oluyor ki, ilk doğan küçük çocukta onun zerresine bile mâlik olması yoktur. Hz. İsa (A.S.) gibi küçük iken hârikulâde olan maddeler müstesnadır.
     Maymunun küçük yavrusu, kendisine hazırlanan gıdayı, derhal idrak ve anlayışıyla uzanır ve yer. Küçük insan, henüz kendi kendine oturmaya muktedir olmayacak derecede zayıf ve âciz iken, maymunun yavrusu rızkını temin etmek için koşmağa başlar ve daha küçük yavru vaziyette iken kendi cinsinden olan büyükler gibi kendisine lâzım olan yaşama sebeplerini ve düşmanını tanıyıp kaçma kabiliyeti maymunun yavrusunda tamam olur.
     Fakat sonra ne olabilir? Hiç! Maymun yine maymundur. Terbiyesine ne kadar ihtimam edilse insanlardaki faziletlerden bir şey meydana getirebilinir mi? ne gezer ama! köpeklerde olduğu gibi talim ile bâzı maskaralık ve bir takım oyun çeşitlerinden hareketler, maymunlarda da görülebilir. İnsanların meziyetlerinden yazı yazmak, okumak, okutmak, bütün varlıkların vesairesini anlayabilmek ve her çeşit lafızların (söz ve dillerin) mânalarını çalışmak ve düşünmekle anlayıp konuşmak gibi haller maymunlarda görülmez.
     Binaenaleyh insan ile maymun arasında, gerek yaratılış zamanında ve küçüklük anında ve gerekse sonraki zamanlarda çok büyük fark görülüp dururken, ikisinin de bir asıldan ve sülâlelelerinin birliğinden bahsetmek ve bu fikre sahip olmak akıllı insan fikri olamaz. Olsa olsa aklını ve gönlünü küfür kaplamış hayvanlardan da aşağı dereceye inmiş mahluklar olabilir.
     Maddeci ve Materyalist fikir sahiplerinin böyle düşünce ve iddiaları, her şeyi hakla değil tabiata dayayan tabüyyunların fikirleri gibidir.
     20 nci asırda da görülen bâzı münkirlerin böyle fikirlerini Kur'an-ı Kerimden okuyalım :
     "Şimdi (Habibim) bana haber ver; Hevaa (ve heves) ini tapınağı edinmiş, kendini, bir ilim üzerine, Allah (C.C.) şaşırtmış, kulağını kalbini mühürlemiş, gözüne de bir perde germiş bir Allah (C.C.) dan başka kim hidayet edebilir? Hâlâ iyi düşünmeyecek misiniz?
     - Derlerki, bu (Hayat) Dünya hayatımızdan başka (bir şey) değildir. Ölüyoruz Bizi o sürekli zamandan başkası helâk etmez. Halbuki onların 8una dair de hiç bir bilgisi yoktur, Onlar (başka değil) sâde (öyle) sanıyorlar." (Casiye Suresi, 23, 24)

Mustafa Uysal