Islâmî kadın elbisesi tipi sözkonusu olunca,
günümüzde en çok tartışılan konulardan biri de,
"cilbab" ın ne olduğu konusudur. Biz bu konuyu en
geniş şekliyle araştırıp anlatmayı deneyecegiz.
Ta ki, bu konuda artık tartışma olmasın ve müslümanlar bu
doğrultuda bir adım daha ilerlesinler.
Bilindiği gibi Kur·'ân-ı Kerîm'de erkek elbisesi
konusunda detaylı açıklama bulunmadığı halde,
kadın kiyafeti konusunda detaylı sayılacak emir ve yasaklar
vardır: Kadınlara zinetlerini ve zinet yerlerini açmamaları,
başörtülerini yakalarını kapatacak biçimde üzerlerine
atmaları, zinetlerini duyurmak için ayaklarını yere
vurmamaları, "cilbablarını" üzerlerine
sarkıtmaları ve süslü püslü sokaga çıkmamaları
emredilmiştir ki, bunlar işin teferruatına kadar belirtilmesi
anlamını taşır. Bunlara bir de Resûlullah Efendimizin
açıklamaları eklenirse. kadın kiyafetinin, üzerinde ne kadar
önemle durulması gerektiğini anlamış oluruz.
Nûr Sûresi'ndeki bir âyette Allah (c.c.):
"Kadınlar, başörtülerini, yakalarını örtecek biçimde
başlarına örtsünler" (Nûr (24) 31.) emrini vermiştir. Bu
âyetten daha sonra gelen "Ahzâb" âyeti ile de Allah
"...Mü'minler'in kadınlarına da söyle, cilbablarını
üzerlerine sarkıtsınlar, yaklaştırsınlar." (Ahzâb
(33) 59.) emrini vermiştir. Işte daha sonra gelen bu
"cilbab" âyeti, önceki ile aynı şeyi anlatmış
olmayacağına göre, birincisinde anlatılan başörtüsüne ilâve
bir örtü ve elbise emrediyor demektir. İşte Islâm bilginleri bu
noktadan ve bu âyetin işin başında anlaşılıp
uygulanma biçiminden hareket ederek, "cilbab" hakkında
çeşitli yorum ve tanımlamalar getirmişlerdir. Biz önce
onları görecek, sonra da bir sonuca varmaya
çalışacağız.
Tefsirlere ve klasik Arapça sözcüklere
baktığımızda, "cilbab" için şu
değişik tanımların yapılmış olduğunu
görürüz: Kamîs (üstlük), kadınların başlarını ve
göğüslerini örttükleri ridadan küçük, başörtüden büyük elbise;
milhafe yani çarsaf, milhafeden küçük geniş elbise, kadının
normal elbiselerini örttüğü üst elbise, vücudu baştan ayağa
örten elbise; mikna'a, yani peçe, başörtünün üzerinden örtülen rida;
peştemalve rida, kadının bulüzünün ve başörtüsünün
üzerinden büründüğü çarsaf.. (Örnek olarak bk. Zâdü'I-mesîr VN/422 ve
Sabunî N/382. Bu tanımlar "cilbâb" kelimesinin pekçok tefsirden
çıkarılan tarifinin özetidir. Öyleki, bunların
dışında bir tanımı yok gibidir.) "Cilbab"
için söylenenlerin farklı olanları bunlardan ibarettir.
Görüleceği gibi bu tanımlarda genellikle
belirlenen ortak özellik "cilbab"ın giyilenden çok, bürünülen ve
normal giysinin üzerine atıverilen bir üstlük olduğudur.
Tefsircilerimiz bize cilbab'ın nasıl
giyildiğini ve uygulama biçimini de anlatırlar. Meselâ:
Ibnü'1-Cevzî: Başlarını ve yüzlerini
örterler.
Ebû Hayyân: "cilbablarını idnâ
etsinler" ifadesi, bütün bedenin örtülmesini anlatır.
"Üzerlerine" denmekle de yüzleri kastedilmiştir. Çünkü
Cahiliyyet Döneminde kadınların açık olan yerleri yüzleri idi.
Ebu's-Su'ûd: Kadın cilbabı başına
atar, ve kenarını da göğsüne sarkıtır. Bu âyet;
kadınlar herhangi bir sebeple çıkarlarsa, yüzlerini ve bedenlerini
örterler anlamına gelir.
Süddî de: Bir gözleri hariç, bütün yüzlerini
kapatırlar, demiştir.
Ibn Kudâme: Cilbab (giyilmeyerek) entari üzerinden
kuşanılır.
Ibn Abbas: Kadınlar hür olduklarının
bilinmesi için tek gözleri hariç, başlarını ve yüzlerini
örterler.
Ibn Şîrîn: Ubeyde es-Sem'ânî'ye cilbabın
niteliğini sordum: Bir çarsaf alıp kuşandı.
Başının tamamını kaşlarına kadar örttü. Sol
gözünü açık bırakarak yüzünü de örttü: (İşte cilbab böyle
kuşanılır demiş oldu.) (bk. Zâdü'I-mesîr V/250; Ebu's-suûd
VI/81; ibn Kudâme, el-Mugnî I/602; Ebû Hayyân, el-Bahru'l-muhît V/250; Sabûnî,
Ravâyi N/283, 381.)
Elmalılı, âyette geçen:
"cilbablarını sarkıtsınlar,
yaklaştırsınlar" ifadesini anlattıktan sonra
şunları ekler:
"Bu açıklamada da iki şekil vardır:
Birisi, kaşlarına kadar başlarını örttükten sonra,
büküp yüzünü de örtmek ve sadece tek bir gözünü açık bırakmak.
(Bizler yetiştiğimiz zaman validelerimizin tesettür tarzı bu
idi.) Ikincisi de, alnının üzerinden sıkıca sardıktan
sonra burnunun üzerinden dolayıp, gözlerinin ikisi de açık kalsa
bile, yüzünün ekserisini ve göğsü tamamen örtmüş bulunmakdır.
(1310'da Istanbul'a geldiğim zaman, Istanbul hanımlarının,
bir peçe eklemek ve elde açık bir şemsiye bulunmak şartıyla
tesettür tarzları da bu idi). (Elmalılı, Hak Dinî V/3928.)
Cilbabda renk önemli midir? Ne örtünme âyetleri, ne de
onları açıklayan hadîsler, kadınların, şu, ya da bu
renkte cilbab giymeleri gerektiğini söylememişlerdir. Buna göre
kadın ister siyahtan, isterse beyazdan cilbab edinir.
Ancak ilk müslüman hanımlar ve özellikle de
Resûlullah'ın dönemindeki sahabî kadınlar cilbabın görev ve
esprısını çok iyi kavradıklarından olacak ki,
genellikle siyah rengi tercih etmişlerdir. Meselâ Ümmü Seleme Annemiz:
"Cilbab âyeti indigi zaman, Ensâr kadınları siyah giysilere
büründüklerinden ötürü, başlarında kargalar. varmış gibi
çıktılar" (Cessâs, Ahkâmü'l-Kur'ân NI/372; Sabûnî N/382.)
demiştir.
Şairler de cilbabı hep siyah olarak
düşünmüş olacaklar ki, siyah ve koyu renkli konuları cilbaba
benzetegelmişlerdir.
Sonra, cilbabın verdiğimiz tariflerinden de
anlaşılacağı gibi, cilbabın asıl görevi
kadının zinetlerini örtmesi ve dışarıda
kadının çekiciliğini azaltmasıdır; bunu ise koyu
renkler daha güzel yaparlar. Buna göre; farz ya da vâcip veya sünnet değildir
ama, cilbabın koyu renkten olması daha güzeldir, denebilir.
Bundan olacak ki, büyük Tefsirci Alûsî şunları
söyler:
"Sonra bilesiniz ki, bana göre günümüzde ileri
düzeyde (müreffeh) hayat süren bir çok kadının, evlerinden
çıkarken, üst elbise olarak giydikleri örtülerde (cilbab
olamayacakları gibi), gösterilmesi yasaklanan zinetler türündendir. Çünkü
bunlar nakışlı desenli ve göz alıcı giysilerdir. Bana
göre erkeklerin, kadınlarına böylece çıkma izni vermeleri,
bundan hoşlanmaları ve kadınlarının yabancı
erkekler arasında bu şekilde dolaşması, gayret, yani övülen
kıskanma azlığındandır. Bu, yaygın bir musibet
halini almıştır. Böyle yaygın musibet haline gelen
şeylerden biri de, kadınların, kayınbiraderlerinden
sakınmamaları, kocalarının da buna aldırmamaları,
hattâ çoğu zaman da bunu bizzat kandilerinin emretmeleridir... Bütün
bunlar Allah'ın Resûlü'nün müsaade etmediği şeylerdir. Lâhavle
ve-lâ kuvvete illâ billah..." (Alûsî, XVNI/146.)
Bütün söylenenleri gözönünde bulundurduğumuzda, sonuç
olarak cilbab için şunlar söylenebilir:
1. Cilbab, kadının evinden
çıktığında başörtüsünün de üzerinden büründüğü
bir dış elbisesi ve üstlüktür.
2. Cilbab'in bütün vücudu örtmesi, genellikle en uygun
model olarak görülmüştür. En azı, yakaları örtecek kadar büyük
bir başörtüsü olmasıdır.
3. Cilbab'ın asıl fonksiyonu, kadının
vücut hatlarını ve süsünü örtmek suretiyle, bakanlara iffetli ve
namuslu bir kadın olduğunu hatırlatmasıdır.
4. Cilbab'da renk emredilmiş olmamakla beraber, siyah
ya da koyu renkli olması daha makbuldur.
5. Yurdumuzda giyilen kadın giysisi modellerinden
cilbabın târifine en uygun olanı, çarşaf ve Doğu'daki
"ihram"dir. Atkı ve omuzlarla beraber belden
yukarısını örten geniş başörtüler ve Karadeniz
Bölgesinin mendilleri de bazı tariflere göre cilbab sayılabilir.
6. Çünkü cilbab, atılan, sarkıtılan ve
bürünülen bir giysi olarak tanımlanmış ve
uygulanmıştır.
7. Kara çarsaf iyi bir cilbab olmakla beraber, cilbab
sadece kara çarşaftır, demek yanlıştır. Koyu renkli ve
vücut hatlarını belli etmeyecek kadar geniş abaye gibi
pardesüler de bele ve göğüslere kadar sarkan koyu bir başörtüsü ile
birlikte "cilbab" sayılabilir. Cilbabin ilk
uygulamalarından anlaşılan sekle göre kolsuz ve bürünülen bir
elbise olduğu görülürse de böyle olması zorunda değildir.
d) Kadın Elbisesinde Aranan Özellikler
Islâm bilginleri kadının avreti ve elbisesi ile
ilgili olan bütün âyet ve hadisleri gözönünde bulundurarak kadın elbisesi
için aşağıdaki özelliklerin şart olduğunu
belirlemişlerdir:
l. "Cilbab" âyetinde anlatılan biçimde
bütün bedeni örten bir elbise olmalıdır: Bundan sadece, fitne
olmadığı zamanlarda eller ve yüz istisna edilebilir.
2. Ince ve şeffaf olmamalıdır: Çünkü
giyinmekten maksat, bedeni göstermemektir. Halbuki seffaf bir elbise vücudu
gösterir, hattâ bazan daha câzip hale getirir. Dolayısı ile bu tür
bir elbise giyen bayan "zinet yerlerini göstermesinler" emrine
uymuş olmaz. Resûlullah Efendimiz, ince bir elbise ile yanına giren
baldızı Esma dan yüzünü çevirmiştir. (Ebû Dâvûd.) Âişe
annemiz, ince bir başörtüsü ile gördüğü Abdurrahman kızı
Hafsâ'nın başörtüsünü yırtmış ve ona kalın bir
başörtü örtmüştür. (Ibn Sa'd, Tabakât VllI/71-72; Muvatta' Lebs 6.) O
zamanın imkânları ve kalın iplikleriyle örülen kumaşlar
ince sayılabileceğine göre, günümüzde özellikle ilgi çekmek için
yapılan şeffaf bezlerin durumu daha iyi anlaşılır.
3. Dar olup, vücut hatlarını belli etmemelidir:
Dar elbise giyen kadını Resûlullah Efendimiz çıplak
saymış ve cehennemlik olduğunu bildirmiştir.
(el-Câmiu's-sağîr 332.) Yine Efendimiz (s.a.s.) bazı "giyen
çıplak" kadınlardan söz etmiş ve bunların
Allah'ın lânetine ugrayacaklarını ve Cehenneme gireceklerini
bildirmiştir. "Giyen çıplak" terimini Şerahsî:"Ince
elbiseler giydiklerinden dolayı çıplak gibi olan
kadınlardır", diye açıklamıştır. (Serahsî,
Mebsût VNI/155.)
Hz. Ömer Halife iken halka
dağıttığı bir çeşit elbisenin, vücut
hatlarını belli edeceği için kadınlara giydirilmemesini
emretmiştir.(Beyhakî N/234-35; Serahsî, Mebsût X/155.)
Kadının vücut hatlarını
dışarı vuran elbiseye bakmak o uzuvlara bakmak
sayılmıştır.
Ibn Âbidin; "Kim bir kadını arkadan hayâle
dalar ve kemiklerinin şekli belirecek derecede elbisesini görürse,
Cennetin kokusunu duyamaz" hadisini delil tutarak, uzuvların
şeklini belli eden elbise, kalın olsa ve cildi göstermese bile
yasaktır, demiştir. (Ibn Âbidîn.)
4. Kokusunu yabancılar duymamalıdır:
Yerinde de gördüğümüz gibi, Allah Resûlü Efendimiz, kokuyu çok övmek ve
tavsiye etmekle beraber, başkalarının
duyacağışekilde koku sürünüp çıkan kadının zina
etmiş gibi günah alacağını bildirmiştir. Koku sürünüp
camiye giden kadının namazının kabul
olunmayacağını haber vermiştir. (Ebû Dâvûd, teraccul 7;
Tirmizî, edep 35; Nesaî, zîne35; Dârimî, isti'zân 18.)
5. Erkek elbisesine benzememelidir: Allah Resûlü Efendimiz,
"erkeğe benzeyen kadına ve kadına benzeyen erkeğe
Allah lânet etsin" buyurmuş ve böyle olanları evlerinize
sokmayın, diye emir vermiştir. (Buhârî, Libas 62; Ebû Dâvûd, edep 53;
Tirmizî, edep 34. )
Modern tıp da bu tür görünümlerin dengesizlik
olduğunu ve gerek giyim kuşamda, gerekse tuvaletinde karşı
cinse benzeme eğilimini "homoseksüellik"le açıklayarak,
"seksüel stimulus bozuklukları" türünden değerlendirmesi,
bu maddenin anlaşılması için çok ilginçtir. (Ayhan Songar,
Psıkıyatri, Psikoloji ve Ruh Hastalıkları.)
6. Elbisenin kendisi de süslü olmamalıdır: Çünkü
kadınların yabancılara zinetlerini göstermeleri âyetle
yasaklanmıştır. Allah Resûlü kendisine bîat eden
kadınlardan, cahiliyye kadınları gibi, zinetlerini göstererek
çıkmamaları üzere bîat almıştır. (Taberî I/79;
Heysemî, Mecma'ur-zevâid VI/42.) Kadının yabancıya
göstermediği elbisesi istediği kadar süslü olabilir.
7. Gayrı müslimlerin özel elbiselerine
benzememelidir: Çünkü Efendimiz: "Kim hangi millete benzerse
ondandır" (Ebû Dâvûd, libâs 4; Müsned N/50; Benzer bir hadîs için bk.
Tirmizî, isti'zân 7.) buyurmuş ve müslümanları devamlı,
başkalarından ayrı olmaya çağırmıştır.
8. Üzerinde Kur'ân-ı Kerîm âyetleri
işlenmiş olmamalıdır. (bk. Kal'acî,
Mevsû'atü-fıkh-ı Ibrahim en-Nehaî N/590-91. )
9. Ayakkabılar dikkat çekilecek derecede ses
çıkaracak türden olmamalıdır. Allah (c.c.); "...
Gizlediklerinin bilinmesi için ayaklarını yere
vurmasınlar.." (Nûr (24) 31.) buyurmuştur.
Kadın süslü püslü elbiselerini namahremi
olmadığı yerde, evinde, kocasının yanında
giyecektir.
Islâm sanıldığı gibi kadının
süslenmesini ve güzel giyinmesini yasaklamamış, tersine izin
vermiştir. Hattâ altın ve ipek gibi değerli takı ve
kumaşları erkeğe yasaklarken kadınlara serbest
etmiştir. Çünkü kadınlar tabiaten süslenmeye eğilimlidir.
Bir erkek hanımıyla seviştiği veya
öpüştüğü zaman gusül abdesti alması gerekir mi? Birleşmede
boşalma olmazsa yine yıkanacaklar mı ?
Sevişmekle ne kastediliyor?Cima mı yoksa
çıplak ten teması (mubaseret-i galiza) mı? Biz her ikisine göre
de açıklamaya çalışalım: Bir erkeğin
karısıyla sırf oynaşması, öpmesi, tutması;
çıplak ten temasında bulunması ile hanefî mezhebine göre ne
abdestleri kaçar, ne de gusül yapmaları gerekir. Ancak bu eylemleri
yâparken her hangi birinden mezi (ince kaygan sıvı) çıkması
halinde çıkanın sadece abdesti bozulur, gusül yapması gerekmez.
Cinsel organların birbirine değmesi halinde (sadece değmekle)
Imam-i A'zam ve Ebû Yusuf'a göre her ikisinin de abdesti ve oruçlu iseler
oruçları bozulur, gusletmeleri yine gerekmez. Sünnette kesilen deriye
kadar duhul olması halinde ise, boşalma olsun olmasın, her
ikisine de gusül gerekir. Rasûlüllah Efendimiz: "iki sünnet yeri
karşılaştığında gusletmek gerekir",( Müslim,
hayz 22; Benzer hadisler Buharî, Ebû Davûd, Nesdî ve ibn Mâce'de de
vardır. Ayrıca bk. el-Muharrar I/134; Hadîsin vurûd sebebi için bk.
ibn Hamza, el-Beyân ve't-ta'rif, I/57) buyurmuşlardır. Bu hadîsin
bazı rivayetlerinde "boşalma olmasa dahî" ilâvesi de
vardır. Hanbelî ve Şâfîî mezhebinden bazı âlimler "su ancak
sudan gerekir", yani yıkanma ancak meni akarsa gerekir,
anlamındaki bir hadîse dayanarak, boşalma olmayan ilişkide
yıkanmak gerekmez demişler; ancak bunun İslam'ın ilk
yıllarında bir kolaylık göstermek üzere söylendiği,
sonradan öbür hadisle neshedildiği (hükmünün
kaldırıldığı) cumhur (âlimler çoğunluğu)
tarafından söylenmiştir.(Davudoğlu; Sahîh-i Müslim Terceme ve
Serhi N/1101 vd.)
İslâmiyet insan
yaratılışına uygun en tabiî bir dindir. Bu nedenle müminleri
evlenmeye teşvik etmiştir. Evlilik sayesinde cinsi arzular tatmin
edilir, iffet ve namus korunur, neslin devamı mümkün olur.
İslâm'a göre cimâ'ın da bir takım adâbı vardır. Bunlar; birleşmeden önce euzü-besmele çekmek; örtü altında olmak; kıbleye karşı olmamak; aybaşı halinde yapmamak, dübürden sakınmak, kadına yumuşak davranmak; o da ihtiyacını giderinceye kadar terketmemek; ikinci defa ilişkide bulunacaksa eteğini yıkamak; gecenin başlangıcında ilişkide bulunacaksa uyumadan önce yıkanmak, hiç değilse abdest alıp öyle uyumak; sevgi ve ilgiyi artırıcı hareketlerde bulunmak ve:
"Allah'ım! Bizden ve bize vereceğin çocuktan şeytanı uzak kıl" diye dua etmek. Kim bu duayı okur da çocuğu olursa şeytan onu saptıramaz (Tecrid-i Sarih Tercümesi, XI, 303; Mansur Ali Nasıf et-Tâc, II, 3082; Gazâli, İhya', Kahire 1967, II, 63-65).
İslâm cinsi arzuların meşru yoldan giderilmesini ister. Kadına dübürden yaklaşmayı yasaklaması Kur'anî nass ile belirlenmiştir. "Allah'ın size emrettiği yerden onlara gidin" (el-Bakara, 2/222) buyrulur. Bu bildiğimiz tenâsül yoludur. Arka yoldan yaklaşmak doğru değildir. Peygamber Efendimiz: "Hanımına arka yoldan yaklaşan kimse lanete uğramıştır." buyurur. Başka bir hadîslerinde de:
"Erkeğe veya kadına arka yoldan yaklaşan kimseye Allah, rahmet bakışıyla bakmaz" buyururlar (Mişkâtü'l-Mesâbih, II, 184). Böyle davranmak küçük livata olarak kabul edilmiştir.
Adet gören veya lohusalık halinde bulunan kadınlarla cinsi ilişkide bulunmak haramdır. Nitekim: "Hayız zamanında kadınlarınızla cinsi münasebetten vazgeçin. " (el-Bakara, 2/222) ayeti bunu açıkça ifade etmektedir. Cinsi münasebetten sonra gusletmek farzdır.
CİNSEL İLİŞKİDE HARAMLAR -
HELÂLLER :
Bu konu başlıbaşına bir kitap ve
araştırma konusu olduğundan, biz bu mevzuda söylenmesi
gerekenlerin tümünü söylemeye çalışmayacak, bazı tereddütlü ya
da önemli noktalara deginmekle yetinecegiz.
Bu konuda hiç unutulmaması gereken en önemli nokta,
insanın yaradılış gayesidir. Insan Allah'ın yüceligi
karşısında kendi güçsüzlügünü kabullenmesi ve her hareketini
Allah'a kulluk olarak yapması için yaratılmış bir
varlıktır. Öyleyse yemesi, giymesi yatması ve kalkması
gibi, cinsel ilişkisi de ibâdet olarak yapılmalıdır.
Haramdan sakınmak, Allah'ın nimetinden helâl olarak yararlanmak,
yapacağı hayırlı işler için fikrini meşgul eden
cinsel arzuyu, sağlam düşünebilmek için gidermek, koca
karının, karı da kocanın hakkını ödemek ve en
önemlisi müslüman nesli yetiştirmek amacıyla yapılan meşru
bir cinsel ilişki ibâdettir ve insana aldığı zevkler
yanında sevap da kazandırır. "Kişinin zevkini
yaşamasında hiç sevap olur mu ?" diye soran sahabiye Allah
Rasûlü Efendimiz; "O suyu haram bir yere akıtsaydı, günah
olmayacak mı idi? Öyleyse helâlından akıtması da
sevaptır" buyurmuştur.(Müslim, zekât 52; Ebû Dâvûd, tatavvu' 12;
edep 160; Müsned V/167,168.)
Öbür yönüyle insan, arzu ve şehvetinin esiri olup,
sırf zevki için yaşar hale gelmemelidir. Bu, ondaki hayvanî güçleri
geliştirir, melekî güçleri zayıflatır ve insanı
alçaltır. Halbuki, bütün zevkler gibi cinsel ilişki zevki de bir gaye
değildir, bir gaye için yaratılmış insana Allah'ın bir
hediyesidir. Insandan, neslini sürdürmesini istemiş ve bunu Allah'ın
istediği doğrultuda yapması halinde kendisine cennet
vadedilmiştir. Ise cinsel ilişki zevki gibi peşin bir avans da
verilmiş ve sanki öbür âlemde alabildiğine tadacağı
zevklerden, daha dünyada iken ona parmak ucuyla hafifçe
tattırılmıştır. Ya da yorucu çabalarla yüce bir gayeye
ulaşması istenen insana, gönül eglendirme türünden çerez takdim
edilmiş ve asıl ziyafetin sonda olduğu bildirilmiştir.
Tıpkı zor birise kosulan çocuklara, işi sonuna kadar götürmeleri
için verilen oyuncaklar gibi. O çocuğun verilen işi bırakıp
bu oyuncakla eglenmesi, oyuncağın veriliş amacına ne derece
zitsa, insanın cinsel zevklerini gaye olarak görüp, sırf onlarla
meşgul olması da yaratılış gayesine o derece zittir.
Şimdi vereceğimiz bilgilerde bu açınin
gözönünde bulunduiulması gerekir.
Tutma ve bakma konusunda karrkoca arasında avret olan
bölge yoktur.(Ibn >bidin VI/367) Hz. Ömer'in oğlunun; "bana göre
birbirinin organlarına bakmaları daha iyidir, çünkü bu cinsel
ilişkinin tadıni artırır," dediği nakledilir.
Fakat Aynî; "bu sözün, onun sözü olduğu kesin değildir" der.
Tutma konusunda câiz değildir diyen yoktur. Ebû Yûsuf; "Ebû Hanife'ye
sordum ki, erkek karısının organını tutsa, kadın
da kendisine karşı tahrik etmek için kocasının
organını ellese, bunda bir sakınca var mıdır2 O da
bana; hayır, yoktur. Hattâ bu sevaptır ve ecrin büyük
olmasını sağlar dedi".
Hanımı ile ilişkide bulunurken, onu
tanıdığı güzel bir kadın diye hayâl edip, onunla
sevişiyor gibi cima yapmasının haram
olmadığını söyleyenler vardır. Ancak Ibn Âbidîn; bizim
kurallarımıza göre bunun helâl olmaması gerekir, çünkü bu, suyu
şarap olarak düşünüp içmeye benzer. Onun haram olduğu
açıktır. Öyleyse öbürü de helâl olmamalıdır" der. (
Ibn ilbidin VI/372.) Doğru olan da bu olsa gerektir.
Cinsel ilişkide kullanılan kremler, ya da
yağlandırıcıların, domuz yağı gibi haram
madde içermedikten sonra, helâl olmadığını gösteren bir delil
yoktur. Ancak bu normal eşlere tavsiye edilmeyecek bir durumdur. Allah bu
iş için tabi nemlendirici yaratmayı ihmal etmemiştir.
Cinsel ilişkinin yasaklanan, ya da tavsiye edilen bir
şekli yoktur. Ne var ki, tabiîlik dinî olan İslam'ın, bu konuda
da tabiî olanı tercih edeceği açıktır. Üreme
organından olmak üzere, karı ile koca hangi tür ilişkiden zevk
alıyorlarsa onu uygularlar. Ayakta, otururken, yatarken, arkadan, önden,
altta, üstte; hangisini isterlerse öyle yaparlar. Ancak üzerlerinin örtülü olması
Islâmî bir edep ve emirdir." Allah ise utanmaya en lâyık
olandır"(Fetâvây-i Hindiyye'de: "Oda küçük olursa (5-10) zira'
yani yaklaşık(3 x 6 m2) koca böyle bir odada cima maksadıyla
karısını soyabilir. Bir kısım ulema karı
kocanın bir odada tek başlarına soyunmalarında mahzur
olmadığını söylemişlerdir." (Ibn Âbidîn,
Kunye'den, V/288). Ama bu, elbette cima ederken açık olabilecekleri
anlamına gelmez. Hadîs için bk. Buhârî, ilm 15, edep 68.)
Karısına dübüründen yaklaşmak çok çirkin
bir hareket ve haramdır. Insanın tabiatina, şeref ve onuruna
aykırıdır.
Erkeğin, şehvetini uyandırmak ve zevk
duymak için, eliyle ya da butlarıyla kendi kendini tatmin etmesi helâl
görülmemiştir. (Bu konuda Mü'minûn (23) 7 ve Me'âric (70) 31 âyetleri ve
tefsirlerine bakılabilir.) Haramlığını
bazıları hafif, bazıları da kaba olarak
nitelemişlerdir. Ancak erkeğin yanında karısı yoksa,
ya da evli değilse, kalbi bununla meşgul oluyorsa ve harama
düşme endişesi varsa, kendisini boşaltmanın, bunu âdet
haline getirmemek şartıyla câiz olduğunu söyleyenler
vardır. Hattâ, ciddî olarak harama düşme endişesi varsa ve bu
yolla buna engel olunacaksa, bunun vâcip olduğunu söyleyenler de
vardır. (Geniş bilgi için bk. Mahlûf, Fetâvâ I/117,118.) Ancak
Peygamberimizin bu konudaki tavsiyesinin, şehveti oruç tutmakla
yatıştırmak olduğu unutulmamalıdır. (Söz konusu
hadîslerinde Rasûlüllah Efendimiz: "Gençler! Evlilik külfetine hanginizin
gücü yetiyorsa evlensin." Yapamayan oruç tutmalıdır. Çünkü onun
(nefsi dizginleyici) kamçısı vardır" Buhârî, savm 10, nikâh
2, 3; Müslim, nikâh 1, 3; Ebû Dâvûd, nikâh 1) Bu yolla hem haramdan kurtulacak
hem de sevap kazanacaktır.
Erkeğin eli vb. şeylerle kendini tatmin etmesi
caiz olmadığı gibi, kadının da bu yolla tatmin
araması câiz değildir. Ancak koca, karısının eli ile
ya da vücudunun diğer yerleri ile tatmin olabileceği gibi,
karısını da bu yolla tatmin edebilir. (Serahsî, Mebsût X/159.)
Hastalık, zayıflık ve güçsüzlük gibi
sebeple cinsel ilişkiye dayanamayan ve bu yüzden istemeyen kadınla
cima etmek haramdır. (Ibn Âbidîn, el-Ukûdü'd-dürriyye I/26.)
Evlendiğinde karısıyla ilişkiye güç
yetiremeyen erkek bir yıl beklenir. Bir yıl boyunca da, bir defa
olsun, güç yetiremezse, karısı, istemesi halinde ayrılır,
erkeği beklemeye zorlanamaz. (Ibn Âbidîn, el-Ukûdü'd-dürriyye I/30.)
Mushaf bulunan odada cima etmenin sakıncası
yoktur. Çünkü müslümanlann evlerinde ve odalarında genellikle Mushaf
bulunur. Ancak Allah'ın kelâmına karşı saygı
duyulduğunu göstermek için Mushafin örtülmesi gerekir. (Ibn Âbidîn, I/266,
el-Hediyyetü'l-Alâiyye 268.)
Mescidlerin üzerinde cinsel ilişkide bulunmak
mekruhtur. Çünkü mescidler semâya kadar mesciddirler. (Alâuddîn Âbidîn,
el-Hediyyetü'l-Alâ'iyye 283.)
Cimaya başlarken "besmele" çekerek,hadîste
geçen "Bismillâh, Allahümme cennibnâ'ş-Şeytâne ve
cennibi'ş-Şeytâne mâ-razektenâ" duasını okuması
müstehaptır ve cimanın edeplerindendir. (Örnek olarak bk. Buhârî,
bed'ul-halk 11; Müslim, talak 6, nikâh18)
Kocası kendisini cimaya
çağırdığında, karısının bunu özürsüz
olarak reddetmesi, câiz değildir. Hattâ âdetli olması da bir özür
değildir. Çünkü kocası onun, âdetli iken haram olan bölgesi
dışında bir yerinden yararlanabilir. (Fetâvây-i Hindiyye (yazma)
611/45 Müslim, hayz 16, Nesâî, taharet 180; Ibn Mâce, taharet 124) Bu konuda
özellikle kadının sözkonusu edilmesi, cimada erkeğin,
kadından daha sabırsız olduğundandır. Yoksa
kadının, kocasından cima isteme hakkıyok demek
değildir.
Karıkocanın, zaruret olmadıkça cinsel
ilişki biçimlerini başkalarına anlatmaları haramdır.
Peygamberimiz (s.a.s.) : "Şüphesiz ki, Kıyâmet Gününde,
Allah'ın katında, emanete hiyanetin en büyüklerinden biri,
karıkoca beraber düşüp-kalktıktan sonra, kocasının
kadının sırrını yaymasıdır"
buyurmuştur. (Müslim, nikâh 21; Davûdoğlu age VN/327 vd.)
Emzikli kadınla cimada bulunmak câizdir. (bk. Müslim,
nikâh 24; Davûdoğlu age VN/342 vd.) Bir kadını görerek
şehveti harekete gelen kimsenin, derhal karısı ile cima etmesi
ve nefsini yatıştırması müstehaptır. (bk. Müslim, nikâh,
2; Davûdoğlu age VN/221.)
Cimada özellikle dikkat edilmesi gereken noktalardan
birisi de, temizliğe olabildiğince dikkat etmektir. Mümkünse
ilişkiden önce eşlerin dış organlarını sabunla
yıkamaları müslümanca bir davranış olur. Çünkü temizlik
müslümanlığın ana temellerindendir. Kasıklarda
yuvalanıp üreyen mikropların, ilişki yoluyla kadının
rahmine ulaşıp, çeşitli rahim hastalıklarına sebep
olabileceği, ya da mevcut hastalıkları artırabileceği
hiç unutulmamalıdır. Peygamberimizin (s.a.s.) cima edeceklere abdest
almayı tavsiye etmesi (bk. Ibn Kudâme, el-Mugni VN/26) bundan olsa
gerektir.
Cima gücünü artıracak besinler yemek
sakıncalı değildir. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) kına
sürünmeyi tavsiye ederken; çünkü o, cildi güzelleştirir, cima gücünü
artırır(Zehebî, et-Tibbu'n-Nebevî 25), buyurmuştur.
"Tıbbı Nebevî" kitaplarında buna benzer hadisler
nakledilir ve cima gücünü artıracak gıda rejimi verilir. (agk)
Ilişkinin ne olduğunu bilecek kadar büyük çocukların bulunduğu odada, onlar uyurken bile cima etmek câiz değildir. (Nemenkânî, el-Fethu'r-Rahmanî N/2l3
CÜNÜP OLAN KİMSEYE YASAK OLAN ŞEYLER
NELERDİR?
Cünüp olan kimseye yasak olan şeyler
aşağıya alınmıştır:
1- Namaz kılmak,
2- Ka'be'yi tavaf
etmek,
3- Kur'an-ı
Kerim'e dokunmak ve onu taşımak. Binaen'aleyh üzerine ayet-i kerime
yazılı olan ma'deni veya kağıt paraya abdestsiz olarak
dokunmak veya taşımak caiz değildir. Mesela şimdiki
beş yüz lira üzerinde sure-i feth'in başı
yazılıdır, bunu taşıyabilmek için ya abdestli olmak
veya üzerine ayet yazılı bulunan paranın
taşınmasını caiz gören Şafi'i mezhebini taklid
4- etmek
lazımdır.
5- Kur'an-ı
Kerim'i okumak.
6- Camide kalmak.
Cünüp olan
insanın yemek yemesi, su içmesi câiz midir?
Ihtiyatlı görüşe göre kadın için de erkek
içinde cünübken yemek, içmek mekruhtur. Çünkü kullanılmış suyu
içmek mekruhtur. Kullanılmış su abdest ve gusül için
kullanılan sudur. Böyle bir su, maddi pislik taşımasa bile,
günahları süpürmekle manevi kir taşır. Ağız
yıkanmadan ağıza, alınan su, bedenin bir parçasına
(yani ağzına) degmis ve bu manevi kiri yüklenmiş olur.
Yutulmasıyla o kir de yutulur. Ancak cünüp olan kimse, elini ve
ağzını yikadıktan sonra yiyip içebilir. Âdetli ve
lohusanın durumu böyle değildir. Onlar yıkanacak zamana
gelmedikce, artıkları kullanılmış su gibi olmaz. Yiyip
içebilirler, artıkları temizdir. ( Halebî (sağîr) 41-42;
Hindiyye I/13; Kâdihân NI/404 ) Diğer yönden cünüp kimsenin
ağzını yıkamadan da yemesinde mahzur
olmadığını söyleyenler olduğu gibi, ( Kadıhân
I/46) yıkasa bile mahzurlu olduğunu söyleyenler de vardır.(
Halebî (sağîr), agk.; Ayrıca bk. es-Subkî, el-Menhel N/288; Nemenkânî
N/205) En iyisi sıkışık olunmadığı
zamanlarda yemeyi içmeyi yıkanmadan sonraya bırakmaktır.
Müslüman
kadınların tesettür maksadıyla giydikleri kolsuz, bol ve
geniş üst örtünün adı. Buna "car" da denilirdi. Eskiden müslüman
kadınlar ferâce giyerlerken, Hicaz ve diğer Ortadoğu bölgelerine
giden ailelerin Arap kadınlarının giydikleri "torba",
"dolma" diye adlandırılan çarşafları Tanzimat'tan
sonra İstanbul'a getirmeleri bu örtünün İstanbul'da ve taşrada
da yaygınlaşmasına neden olmuştur. Eskiden Suriye'de,
hristiyan ve yahudi kadınları; Rumeli'nin bazı yerlerinde de
hristiyan kadınları sokağa çıkarlarken çarşaf
giyerlerdi.
Çarşaf, Farsça
çarşeb'den bozmadır. Çarşeb'in aslı da gece örtüsü anlamına
gelen çarşeb'dir. Yatak ve yorganda kullanılan bez örtünün adı
da buradan gelir. Çarşaf, ilk kullanıldığı dönemlerde
şimdiki yatak çarşafları gibi tek bir parçadan ibaretti. Önden
kavuşturulup ayaklardan bele kadar bükülerek sağdan sola, soldan
sağa beldeki kemerin arasına sokulur, arkadan ortanın üst
kenarı ile peçenin üstüne gelmek üzere baş örtülür, şakaklardan
iğnelenir, aynı kenarın baştan aşağı sarkan
iki ucu üstüste kapanıp içinden tutulurdu. İstanbullular ilk
zamanlarda siyah kıl peçe yerine yüzlerine dallı yemeni örterlerdi.
Çarşaflar; ipekli yünlü kumaşlardan yapıldığı
gibi muhtelif renkleri vardı. Fakat en çok kullanılan renk siyah idi.
Kıyafetlerde yapılan değişiklik ve inkılâplardan sonra
Türkiye'de çarşafın giyilmesi yasaklanmış olmasına rağmen,
bazı müslüman kadınlar bu tesettür biçimini korumuş ve günümüze
kadar giyilmesini sağlamışlardır.
İslâm'da tesettür yani kadının vücudunu örtmesi kesin nass ile sabittir. Bu örtü nasıl olursa olsun önemli olan vücut hatlarını göstermeyecek şekilde bol dikilmiş kalın bir kumaştan olmasıdır. Abâye, ferâce, harmani vb. bol dikimli dış kıyafetler de müslüman kadınların giyebileceği kıyafetlerdir. Çarşaf da bu kıyafetlerden biridir. Önemli olan, hür kadınların özgürlüklerini simgeleyen ve onları yabancı erkeklerin bakışlarından koruyan ve İslâm'ın razı olduğu bol bir kıyafet ile örtünmektir.
Çocuğu olmayan, ancak birbirlerini seven bir çift
düşünün. Bu durumda koca çocuk edinmek için tekrar evlenmeli midir?
Çocuk edinmek evlenmenin gâyelerinden sadece biridir ve
Allah'ın elinde olan bir durumdur. Şöyle buyurur:"Göklerin ve
yerin mülkiyeti Allah'ındır. Dilediğini yaratır.
Dilediğine bir kız, dilediğine de erkek bağışlar.
Ya da erkek ve kız olmak üzere ikisini de verir. Dilediğini de
kısır yapar. O iyi bilir, çok güçlüdür."(K. Sûrâ (42) 49-50)
Binaenaleyh, normal tedavi yollarını uyguladıktan sonra da
çocuğu olmayanların anormal yollara başvurmamaları, bunda
aşırı düşkünlük göstermemeleri ve birbirlerini
suçlamamaları gerekir. Böyle bir durumda olanların ve hele de
birbirlerini sevenlerin, özellikle günümüz şartlarında sırf
çocuk için tekrar evlenmelerini biz genel olarak tavsiye edemiyoruz. Özel
durumlar ise kendi şartları içerisinde değerlendirilir. Ikinci
evliliklerinde çocukların olacağını kim garanti edebilir?
Hele kız çocuğu olup ta erkek çocuğu olmayanların bu yola
başvurmaları çok çirkindir ve Kur'ân ifadesi ile câhiliyyet
anlayışının ürünüdür. Birden çok evlenme meselesi de
ayrı bir konudur.
Bir erkeğin, eşinden çocuk istemesi
anlamında kullanılan bir Islâm hukuku terimi.
Islâm toplumunun güçlü olmasına önem veren dinimiz
çocuk ve neslin çoğalmasını benimsemiş ve bunu teşvik
etmiştir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.): "Çok doğuran sevimli kadınla
evlenin, zira ben (kıyamet gününde) sayınızın
çokluğuyla (diğer) ümmetlere iftihar ederim" (Ahmed b. Hanbel,
I, 412). buyurmuştur.
Enes b. Mâlik'in hanımı ümmü Süleym'in
Rasûlullah (s.a.s.)'a "Ya Rasûlallah! Enes senin hizmetkârındır,
onun için Allah'a dua et." demesi üzerine Rasûlullah (s.a.s.) "Ey
Allah'ım, onun malınıve çocuklarını çoğalt ve ona
verdiklerine bereket koy" şeklinde dua etmiştir.
Ayrıca çocuk, bir evin neşesi, anne ve
babanın teselli kaynağıdır. Çocuğu olmayan bir aile,
geleceğine umutla bakıp şevkle çalışamaz. Nitekim Hz.
Zekeriyya (a.s.), neslinin devamı için Allah (c.c.)'a şu duada
bulunmuştur:
"Doğrusu ben, arkamdan iş başına
geçecek olanlardan endişe ediyorum. Karım da kısırdır.
Tarafından bana bir veli (oğul) ver ki, bana varis olsun. Rabbim, onu
rızana lâyık kıl!" (Meryem 19/5-6)
Çocuk sahibi olmanın diğer iyi bir yönü de
şudur ki: Çocuklara hizmet etmek ve onların rızkının
peşinde koşmak Islâm nazarında ibadet
sayılmıştır. Peygamberimiz şu hadis-i şerifleriyle
bu durumu çok güzel bir şekilde ifade etmektedir: "Bir kimsenin
harcadığı en faziletli dinar, çoluğuna çocuğuna ve
Allah yolunda hayvanına harcadığı dinar, bir de yine Allah
yolunda arkadaşına sarfettiği dinardır. " (Müslim,
Zekât, 38), "Muhakkak ki çoluk çocuğuna harcadığın bir
şey sadakadır." (Müslim Vasiyyet, 8)
Insan öldükten sonra geride bıraktığı
salih çocuklarının iyi amellerinden de faydalanır. Peygamberimiz
bu hususta şöyle buyurmaktadır: "Dört kişi var ki öldükten
sonra sevapları (kesilmez) devam eder: Allah yolunda kendini
vakfetmiş olarak nöbet tutarken ölen kişi; ilim öğreten bir
kişi (ilminden faydalanıldıkça sevabı devam eder), ölmeyen
bir sadaka (hayır) icra eden kişi (sadakası devam ettikçe
sevabı da devam eder); kendisine dua edecek salih bir çocuk bırakan
kişi" (Ahmed b. Hanbel, V, 268)
Çocuk, rızkı ile beraber doğar.
Müşrikler buna inanmadığı için
cahiliyye devrinde bazı Araplar fakirlik korkusuyla ve
çocuklarını besleyememe endişesiyle çocuklarının
olmasını istemiyorlar ve doğanları da hemen öldürüyorlardı.
Tıpkı asrımızda aynı zihniyete sahip insanlar
olduğu gibi. Ancak Cenâb-ı Allah herkesin rızkını
tekeffül ettiğini beyan ederek, onların bu çirkin düşünce ve
hareketlerini yasaklamış ve bundan dolayı onları
şiddetle kınamıştır: "Geçim korkusuyla çocuklarınızı
öldürmeyin. Biz, onların da sizin de rızkınızı
veririz. Onları öldürmek gerçekten büyük bir suçtur." (el-Isrâ,
17/31); "Bilgisizlikleri yüzünden beyinsizce çocuklarını
öldürenler ve Allah'ın kendilerine verdiği rızkı, Allah'a
iftira ederek (kadınlara) haram kılanlar, muhakkak ki ziyana
uğramışlardır. Onlar gerçekten sapmışlardır.
Ve doğru yolu bulacak da değillerdir" (el-En'am, 6/140).
Çocuk, insanı daha fazla çalışmaya
sevkeder. Çocuk sahibi bir kişi, çocuklarını en iyi bir
şekilde geçindirmek için daha fazla gayret sarfetmeye
çalışır; dolayısıyle tembellikten de kurtulmuş
olur. Bu durum devlet için de söz konusudur.
Islâm'da çocuk sahibi olma ve neslin devamını
sağlama, ibadet kabul edilmiştir. Bu, önemine binâen ona herhangi bir
sebeple zarar verme, rahme düşmüş çocuğu düşürme, zâyi
etme; doğan bir çocuğu öldürme gibi kabul edilmiştir. Özellikle
anne karnında şekillenmiş, uzuvları belirmiş
çocuğun düşürülmesi haramdır: Çünkü Rasûlullah (s.a.s.)
kadınlardan bey'at* alırken, onlara: "Çocuklarını her
hangi bir şekilde öldürmemeleri" şartını
koşmuştur. Bu şart çok önemlidir. Çocuk, doğmadan evvel
ananın tasarrufu altındadır. Ama doğduktan sonra artık
ana değil baba çocuğundân sorumludur. Öyle ise
"çocuklarını herhangi bir sebeple öldürmeme"
şartı, rahimlerde bulunan ve henüz cenin olan çocukları
öldürmeme şartıdır.
"Ey Peygamber, inanmış kadınlar sana
gelip Allah'a hiç bir şeyi ortak koşmamaları,
hırsızlık etmemeleri, zina etmemeleri, çocuklarını
öldürmemeleri, elleri ile ayakları arasında bir iftira uydurup
gelmemeleri, iyi bir işte sana karşı gelmemeleri hususunda sana
bey'at ederlerse onlardan bey'atlarını al ve onlar için Allah'tan
mağfiret dile..." (el-Mümtehine, 60/12).
Çocuk istemenin faziletli oluşu, onu Islâmî bir
terbiye ile yetiştirmeye bağlıdır. Aksi takdirde çocuk,
gerek anne ve babası ve gerek toptum için faydalı olmaktan ziyade
zararlı bir unsur olur. Bu nedenle çocuk terbiyesi de en az çocuk sahibi
olmak kadar önemlidir. Dolayısıyla çocuk terbiyesine son derece önem
vermek; onu Islâm'ın öngördüğü şekilde ve yaşta ibadete
alıştırmak, ona dürüstlüğü öğretmek; onunla iyi ve
yumuşak muamele edip başkalarına karşı
davranışlarına dikkat etmek; onu görgü kurallarına,
cömertliğe ve tutumluluğa alıştırmak, hülâsâ onu
İslam'ın ahlâk ve prensipleri üzerinde yetiştirmek gerekir.