İslâm hükümlerine göre
kadın ve erkeğin örtülmesi zorunlu yerleri. Avret mahalli de denir. Kur'an
buyruğunca her müslüman edeb mahâllini örterek gizlemekle yükümlüdür.
Bununla birlikte kişinin başkasının edeb mâhalline
bakması dâ haramdır. İslâm, bu hükümleriyle toplumsal
bozuluşun en büyük etkenlerinden birisi olan fuhuşa açılan
kapıları kapatmış; insanın, özellikle
kadının onurunu güvence altına almıştır.
Edeb mahalli, insanın
kadın ya da erkek oluşuna, karşısında yeralan
insanın niteliğine göre değişir. İslâm
hukukçularına göre erkeğin edeb mahalli, göbek ile
dizkapağı arasıdır. Müslüman kadının müslüman
kadına karşı edeb mahalli de yine göbek ile dizkapağı
arasıdır. Kadının erkeğe karşı edeb mahalli,
Hanefi, Mâlikî ve İsnaşeriye ekollerine göre yüz ve elleri
dışında bütün vücududur. Şafii ve Hanbeli ekollerine göre
ise kadının bütün vücudu istisnasız edeb mahallidir.
Müslüman kadınların
köleler ile müslüman olmayan kadınlar karşısındaki durumu
da fıkıh ekollerine göre değişiklik göstermektedir. Hanefi,
Hanbeli ve İsnaaşeriye hukukçularına göre müslüman kadınlar
için köleler de diğer yabancı erkekler gibidir. Bu nedenle müslüman
kadın köleler karşısında da tam tesettüre riayet etmesi gerekir.
Şafii ve Maliki hukukçularına göre ise kölelerin
hanımlarının ziynetlerini görmesinde bir sakınca yoktur.
Selefe göre müslüman kadın için müslüman olmayan kadınlar da erkekler
hükmündedir. Buna karşılık er-Râzî gibi bazı bilginler
müslüman olmayan kadınlarla müslüman kadınlar arasında bir fark
kabul etmemektedirler. Mevdûdî gibi bazı çağdaş bilginler ise
selefin görüşünü tercih etmektedirler.
Edeb mahallinin örtülmesi
namazın da temel şartlarındandır. Edeb mahalli tam olarak
örtülmeden namaz kılınamaz. Edeb mahallini örtse de, vücudun içini
gösterecek nitelikteki giysiler namazı bozar, Namaz
kılınırken herhangi bir nedenle edeb mahallinin dörtte bir
bölümünün açılması durumunda namaz bozulur. (Konunun
ayrıntıları için ayrıca Avret, Tesettür ve Hicab maddelerine
bakınız).
Bakara suresi 221. ayetinin bir bölümünün meali şöyle
dir: "(Ey mü'minler) müşrik kadınlarla, onlar imana gelmedikçe
evlenmeyin... Müşrik erkeklere de, onlar imana gelmedikçe (mü'min
kadınları) nikahlamayın... Onlar sizi cehennem'e
çağırırlar..." Bazılarına göre Yahudi ve
Hiristiyanlar (ehli kitap) müşrik sayılmadığından,
bazılarına göre onlar da müşrik olmakla beraber, evlenme
konusunda daha sonra gelen Mâide suresi 5. ayeti ile bu ayetin kapsamından
(umumundan) çıkarıldıkları için onların
kadınları ile evlenmek caizdir ve bunda selefin hemen hemen
ittifakı (icma) vardır. Hatta Hz. Osman, Talha, Huzeyfe gibi, kitabî
kadınlarla evlenmiş sahabîler de mevcuttur (bk. Cessâs, N/16).
Ancak çocukların terbiyesinde ortaya çıkacak risklerden dolayı bunu da mekruh görenler, harp halinde olunanlarla evlenmenin hiç helâl olmadığını söyleyenler de vardır (bk. Cessâs, N/17; Kurtubî, III/67, 69). Mecusî, putperest ve ateistlerin kadınları ile evlenmek ise ittifakla caiz değildir ve sözü geçen Bakara 221. ayeti ile evlenilmesi yasak edilenler arasında bunların bulunduğu konusunda kimsenin şüphesi yok gibidir (bk. Cessâs, N/16; Kurtubi, NI/70). Rasûlüllah Efendimiz (sav)'in mecusiler hakkında "Karılarını nikahlamaksızın, boğazladıklarını da yemeksizin onlara ehli kitaba davrandığınız gibi davranın" (Râzî, VI/58; Hadis diğer kaynaklarda sadece "... Onlara ehli kitap gibi muamele edin" şeklindedir. bk. Muvatta, zekât 42; Bâcî, el-Müntekâ, N/173; Beyhakî, S. kubra, IX/189; el-Hindî, Kenz, IV/502 (Ibn Ebî Şeybe'den)) buyurması, hem ehli kitabın karılarının alınabileceğini, hem de mecusilerin karılarının alınamayacağını gösterir.
ERKEK ELBİSESİ İÇİN
SÖYLENEBİLECEKLER
Kadın giyimini en azından ana hatlarıyla
belirten nasların bulunmasına karşılık, erkeğin
elbise şeklinden bahseden pek o kadar nas mevcut değildir.
Kur'an-ı Kerim bu mesele üzeride durmaz. Sünnet'te de bir kaç ana esasa
temas edilmekle, mesele gayrımüslimlere benzememe şartıyla örfe
bırakılmıştır. Mamafih, fukaha mevcut naslardan
hareketle, yine de bazı genel hükümler çıkarmışlardır.
Buna göre elbisenin:
1- Avreti örtecek ve
insanı sıcak ve soğuğa karşı koruyacak
kadarı farzdır. Tıpkı yeme ve içmenin ihtiyaç
miktarının farz olduğu gibi.
2- Zarûret
miktarını aşarak, zineti temin edecek ölçüde izâr, ridâ,
sarık ve gömlek giyerek takımı tamamlamak müstehaptır. Zira
Allah, nimetinin eserini kulu üzerinde görmekten hoşlanır. (Fetâvâ-yi
Ankaravî, I/167.)
3- Bayramlarda,
cum'alarda muhtaçları rahatsız eder görünümler olmaması
kaydıyla, güzel ve kaliteli elbiseler giymek mübahtır.
4- Kırmızı
ve bazılarına göre sarı renkte elbiseler giymek mekruhtur.
Dürrü'l-Müntekâ'da sünnetin hilâfına giyilen her türlü elbisenin mekruh
olduğu da ilâve edilmiştir, (Dürrü'l-Müntekâ, (Dâmâd kenarında)
N/532.)
5- Kibirlenmek
amacıyla giyilen elbise, erkeğin saf ipekten dokunmuş olarak
giydiği elbise ve gayri müslimlerin özel elbiselerine benzeyen elbise
haramdır.
(Başkalarına benzeme konusu, psiko-soyal ve
itikâdî yönlerden incelenmeye değer bir konudur. 1920'li yıllarda
Şeriatın yürürlükten kaldırılması
çalışmaları arasında, Islam'a has kiyâfet şekillerinin
de buna parelel olarak değişmesi gereği kaçınılmaz
görülüp, bunların yerine başkaları arandığı
sıralarda, Mısır Din Işleri Riyâseti bir bildiri
yayınlayarak, başkalarına benzeme açısından "Kubbe'a,
ya da Bernita" (fötr Sapka) denen giysinin câiz olamyacağı
neticesine varmış, Allâme Muhammed Bahit aynı gayeyle
hazırladığı ve 1926'da neşredilen risâlesinde;
sarık giymenin bir sünnet ve müslümanları başkalarından
ayıran bir şiar olduğu, kubbe'a'nın ise, gayr-i müslimlerin
şiari olduğundan giyilmesinin câiz olamayacağı, fes de bir
hususiyet ifade etmeyip, müştereken giyilen bir elbise çesidi
olduğundan, giyilmesinde mahzur olmayacağını tasrih etmiş
ve meseleye sosyolojik açıdan da bakarak, Endülüs'ün inkiraz
bulmasını, bu şiarların muhafaza etmediklerine
bağlamıştır. Aynı yıllarda Tanta Ensitüsü
Uleması, hazırladıkları ortak beyannamede, teşebbüh
meselesini, Kitap, Sünnet ve Hulefâ-i Râşidin devrindeki uygulamalar
nokta-i nazarından ele alarak "kubbe'a" giymenin haram
olduğu neticesine varmışlardır. Yine aynı
yıllarda, içlerinde Muhammed Ebû Zehrâ'nın da bulunduğu on
beş kişilik tahassus uleması, meseleyi son derece etraflı
bir şekilde ele almış, âdetlerin akidenin emâreleri
olduğunu vurgulayarak, Hz. Ebû Bekr'in saç şekillerini gayr-i
müslimlere benzetenlerin -bu işin gayr-i müslimlere has bir iş
olması halinde- akidelerini sormaksızın öldürülmelerini
emretmesine dikkat Çekmiş, fukahanın "teşebbüh"
konusundaki görüşlerini sıralamış ve son bölümde meselenin
yine sosyolojik yönünü ele alarak, milletlerin Şahsiyeti konusunda sosyal
varlığa en tehlikeli ve en zararlı olan şey'in,
başkalarını taklid olduğunu anlamış ve Ibn
Haldun'un şu sözleriyle meseleyi bağlamıştır:
"Bu yüzdendir ki, mağlubun; giymesinde,
içmesinde, selamlaşmasında, bunları benimsemede ve
şekillerinde ve diğer durumlarında gâlibe benzemeye
çalıştığını görürsün. Bu noktadan meseleyi, sebep
ve illet tesirini göz önünde bulundurarak inceleyen, bütün bunların istilâ
belirtileri olduğunu görecektir."
Bütün bunlardan ötürü "teşebbüh"ün
sınırlarını tesbit etmek önemlidir. Zira Allah Rasülü,
çevre memleketlerden gelen bazı elbiseleri giymiş; (Meselâ,
"Yemen'den gelen bir izar ve mülebbede dedikleri bir kisâ içerisinde iken
kabzedildi." rivayeti mevcuttur. Ebû Davûd, N/368)
bazılarının da yırtılıp başka elbiselere
çevrilmesini emretmiştir. (Bk. Ebû Davûd, N/385 Fetâvâ-yi Hindiyye'de Ebû
Yusufun: "Allah Rasûlü, ruhbanların giydiği tüylü ayakkabı
giydi" sözü ile, kulların salahına olan konularda teşebbüh'ün
zarar vermediğine işaret ettiği kayıtlıdır.
(Fetâvâ-yi Hindiyye V/293)
Erkek elbisesi konusunda söylenebileceklerin
bazıları da şunlardır:
Erkek elbisesinin darlığı konusundaki
nehiyler, kadın elbesisinde olanlar kadar sarih değildir. Hatta Imam
Sa'rânî'nin nakline göre Ebû Zerr'in: "Allah Resulü, sert ve dar giy ki,
iftihar sende mesağ bulamasın, buyurdu" dediği vakidir.
Ancak kadınların giymelerinin yasaklanışını
gerektiren illetin erkeğin dar giymesi halinde de mevcut olması, erkek
elbisesinin de dar olmasını mekruh kılar. Fakat bunun erkekte de
avret sınırı için gerekli olduğu, bedenin avret olmayan
yerlerini örten elbiselerin dar olmasının ancak sahih örfe muhalefeti
halinde mekruh olacağı açıktır.başaçık gezmenin
kerâhati da keza örfle sabit olabilir. Çünkü bu konuda hükme mesned olacak bir
nas yoktur. Hatta Imam Şa'r-ânî'nin nakline göre Abdullah b.'Ayf,
yaz-kış başı açık gezerdi. Sarığı da,
takkesi de yoktu. Bir yığın saçı vardı. (Imâm Sa'rânî,
Kesfu'l-Gumme, I/l98.)
Bu konuda Imam Sâtibî şunları söyler:
"Meselâ erkeklerin başlarının
açık olması, yerine göre değişir. Bu haraket doğudaki
memleketlerde mürüvvet sahipleri hakkında çirkin bir hareket
sayıldığı halde, batıdaki (Islam) memleketleride
çirkin sayılmaz. Bu değişiklige göre, şer'î hükümde
değişiklik arzeder. Onun içindir ki doğuda erkeğin
başının açıklığı, adâlet vasfını
lekelediği halde, batı (Islâm) memleketlerinde adâletini lekelemez.
(es-Sâtibî, el-Muvâfâkât. )
Altın yüzük ve altın süs eşyası, erkekler için haramdır. Kibri için olmamak kaydıyla sümkürmek, ya da abdest ıslaklığını silmek gayesiyle, üzerinde mendil taşımakta bir mahzur yoktur. (Dâmâd, N/537.) Avreti örten kadarı kîfâyet etmekle beraber, erkeğin kamis (gömlek), izâr ve sarık olmak üzere üç parça elbise içerisinde namaz kılması müstehaptır. Bunlara gücü yeterken, sadece izârla namaz kılması mekruhtur. (Tahtâvî, Ala Merâki'l-Felâh,170. ) Kadının da kamîs, izâr ve başörtü olmak üzere yine üç parça içerisinde namaz kılması müstehaptır. Altını gösterecek kadar ince elbiseyle kılınan namaz câiz değildir. (Fetâvâ-yi Hindiyye, I/45, 46. ) Es-Sübkî, Şafiî fukahâsından Ahmed b. Isâ'nın kadınların cilbâb örtünmelerini emreden ayetteki hükme gösterilen, "Hür ve namuslu oldukları tanınıp, fâsıkların onlara eziyet etmemesi" illetinden, âlimlerin ve sâdâtın uyguladıkları değişik elbise ve sarık giyme işinin (ilmiyye kisvesinin) -her ne kadar selef bunu yapmamışsa da- güzel bir şey olduğu hükmünü istinbat etmiştir. Çünkü bunda onların tanınmaları, böylece de söyledikleriyle amel edilmesi için belirlenmeleri sözkonusudur. Bu güzel bir istinbattır" der. (Alûsî, XXN/90. )Sirvâl (bacağın yarısına kadar uzanan donlar) sünnettir. (Fetâvâyi Hindiyye, V/293. )Kalensuve (takke, terlik) giymekte bir beis yoktur. Bunun tilki gibi hayvanların kürkünden olması da mahzursuzdur. Yabani hayvanların derilerinden kürk yapmak câizdir. (Fetâvâ-yi. Hindiyye, V/291-293.)
Kadının kocası için
süslenmesi isteniyor. Bu, dini bir görev sayılıyor. Erkeklerin
karıları için süslenmesi bir görev değil mi?
Ibn Abbâs: Nasıl ben
eşimin benim için süslenmesini seversem, kendimin de onun için süslenmemi
severim. Zirâ Allah (c.c) "Erkeklerin kadınlar üzerinde hakları
olduğu gibi kadınların da, marûf vechile, erkekler üzerinde
hakları vardır." (K. Bakara (2) 228) buyurmuştur. Ben onun
üzerindeki bütün haklarımı kullanmak istemem, çünkü bu ona da benim
üzerimde aynı hakları gerektirir."(Ibn Kesir I/189; Kurtubi
NI/123; Bu söz Ebû Yusuf'a da nispet edilir. Hindiyye V/371) demiştir.
Rasûlüllah Efendimiz de bir hadîs-i serîflerinde erkeklere hitaben:
"Elbisenizi temiz tutun, saçlarınızdan alın
(Saçınıza iyi bakın), misvak kullanın
(ağzınızı temizleyin) süslenin ve temiz olun. (Bir başka
rivâyette, bıyıklarınızı kısaltın). Çünkü
Israilogullarının erkekleri böyle yapmadığından,
kadınları zinâya düştü." (Hindî, Kenzü'1-ummâl VI/640
(17174) Ibn Asâkir'den) buyurmuştur. Bir sahâbî Âişe vâlidemize:
"Rasûlüllah eve geldiğinde ilk önce ne yapar?" diye sormuş,
o da, "misvak kullanmakla başlar" cevabını
vermiştir.(Hattâb es-Subki, Menhel, I/205)
Kurtubî, tefsirinde
kadınların erkeklere üzerindeki "marûf vechile olan
haklarını" erkeklerin günaha düşmeksizin süslenmeleri, diye
açıkladıktan sonra,(Kurtubi NI/123) erkeklerin süslenmesiyle ilgili
küçük bir bahis açar ve şunları söyler:
"Erkeklerin süslenmeleri de,
durumlarına (meselâ sosyal statülerine) göre farklılık
göstermelidir. Bilenler bu işi maharetle ve yakıştırarak
yaparlar. Bir süslenme vardır bir zamana gider, diğerinde gitmez. Bir
süslenme gence yakışır, bir diğeri, gence
yakışmaz ihtiyara yakışır. Meselâ ihtiyar ve olgun
(kâhil) erkek bıyığını kazısa
yakışır ve süslü olur. Bunu delikanlı yapsa çirkin ve
sevimsiz olur. Çünkü sakalı henüz gür değildir... Elbise konusunda da
durum aynıdır. Bütün bunlar karşılıklı haklar
yerine getirilmek için yapılmalıdır. Erkek becerikliliğe ve
uyuma özen göstermelidir ki, süsüyle eşinin gönlünü açsın ve onu
başka erkeklere karşı iffetli kılsın. Meselâ sürme
erkekler için bir süs aracıdır. Ama kimine yakışır,
kimine yakışmaz. Fakat güzel koku, misvak ve diş araları
temizliği, kirini pasını giderme, Saçını düzeltip
temizleme, tırnaklarını kesme herkes için uygundur. Kına
yaşlılar, yüzük yaşlı genç herkes için bir süs unsurudur...
Sonra hanımına zaman ayırıp onunla ilgilenmelidir ki, onun
erkeğe karşı ihtiyaçlarını gidermiş ve gözünü
korumuş olsun..."(Kurtubî NI/124)
Erkek ayrıca genellikle ev
dışındadır, işi dolayısı ile başka
insanlarla münasebet halindedir. Ve özellikle de kendisini davet ve
tebliğle görevli sayıyorsa üst başına o kadar daha dikkatli
olmalıdır. Rasûlüllah Efendimiz (s.a.s.) dâvet için gönderdiği
elçilerin sarıklarını kendi elleriyle bizzat sarar ve
düzeltirmiş.(Suyutî, el-Hâvî I/118)"Elbisenizi güzel yapın,
eşyanızı düzgün tutun, böylece insanlar içerisinde (hemen göze
çarpan) beyaz tepecikler gibi olun."(Suyûti, EI-Câmiu's-sağîr I/192)
buyurmuştur.Bütün bunlar güzel gayeler için güzel giymenin, erkek için bir
sünnet ve niyetine göre bir ibâdet olduğunu gösterir. Ama aynı mübahlar
kötü gayeler için bir anda günaha da dönüşebilir. Kadının
yabancı erkekler için kokulanması günah da, erkeğin ki sevap
değildir.
ERKEK, DOKTOR YANINDA DOĞUM YAPMAK SAKINCALI MIDIR?
Doğumda yardımcı olabilecek kadın
doktor, ebe ya da herhangi bir yardımcı varsa, bunlar bulunmasa dahi,
kocanın yardımıyla, hattâ kendi kendine doğum
yapabileceklerinden eminse, bir erkeğe, doktor olsa dahi, doğum
yaptıramaz. Bunlârın hiçbiri yoksa, zaruret var demektir ve zaruret
ölçüsünde, yani zorunluluk olmayan yerlerini açmadan bir erkek doktordan
yardım görebilir. Ancâk bugünkü şartlarda doğum için bir
kadının bir erkek doktora muhtaç kalıp gidebilmesi; olsa olsa
çok ender bir olay olabilir. Kaybedecek birşeyi olmayanlar,
elbette,zorunluluk yokken erkek doktora gitmekten birşey kaybettiklerini
anlayamazlar.
Bir zaruret olmadan burnu, göğsü, kalçasi vb.
organlarını ameliyatla düzeltmek, ya da şeklının
değiştirmek demek olan estetik ameliyat, ya da güzellik ameliyati da.
yukarıdaki âyet ve hadîslerden ötürü yasaklanan ve lânetlenen
davranışlardandır.
Bunlar sadece yasaklanan bir davranış
değil, aynı zaman da birer insanlık suçudurlar. Hasta disini
çektiremeyen, en zarurî ilâçları sâtin alamayan, zorunlu ameliyatları
için para bulamayan binlerce biçâre varken, sözde güzelleşmek, onu da
başkalarını tahrik için yapmak ugrunda milyonlar harcayan bu
zavallılar gerçekte çirkinlesmektedirler. Isin bir de psikolojik yönü
vardır. Bu tür insanlar genellikle şahsiyet yapılan oluşmamis,
aşağılık kompleksi yaşayan uydu şahsiyetler, ya
da teshir ve görünme hastalığına maruz dengesizlerdir.
Ancak doğuştan gelen, ya da sonradan ortaya
çıkan ve insanın nominal görevlerini yapmasına engel olan, ya da
toplum içinde bazılarınca ayıplanma konusu olabilecek
sakatlıkların tedavisini bu tür güzellik ameliyatlarından
ayırmak gerekir. Islâm insanın şahsiyetini küçülten
davranışları yasaklar, eksikliklerin telâfisini ister. Allah
Rasûlü Efendimiz harpte burnu kesilen bir sahabinin çirkin görünümünü gidermek için
altından burun yaptırmasına müsaade etmiştir. (Ebû Dâvûd,
hatem 7; Tirmizî, libas 31; Nesâî, zinet 41.) Çıkan dişlerin yerine
protez kullanmak ve dolgu yaptırmak, câizdir. (Merginânî, Hidâye IV/83;
Kâsânî, Bedâyî V/132; Zuhayli, el-Fikhul-Islâmî NI/544.) Doğuştan var
olan bir fazlalık parmağın alınmasına izin
verilmiştir. (Kurtubî V/393.)
İslâm'da çocuk, prensip
olarak kadının evli bulunduğu erkeğe nisbet edilir. Doğuran kadın,
annesi; nikâhlı koca da babası olur. Bu yüzden, evlâtlık
anlamına gelen Arapça "da'y" tâbiri, nesebi başkasına
ait olan çocuğu bir başkasına nisbet etmek anlamına gelir.
İslâm'dan önce Araplar arasında evlât edinme anlayışı vardı. Bizzat Allah Resulu de Zeyd'i evlât edinmişti. Bu, şöyle olmuştu: Zeyd bin Hârise çocukken Esir edilmiş, onu Hakim b. Hizâm, teyzesi Hatice için satın almıştı. Hz. Hatice Allah Resulu ile evlenince, onu kendisine hediye etmişti. Daha sonra babası ve amcası Zeyd'i isteyince Resulullah (s.a.s.) onu muhayyer bıraktı. O da Peygamberimizi tercih etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber Zeyd'i azât edip, evlâtlık edindi. Onu "Muhammed'in oğlu Zeyd" diye çağırırlardı. Daha sonra evlâtlığı kaldıran âyetler geldi:
''...Allah evlâtlıklarınızı öz oğullarınız gibi tanımadı. Bunlar sizin dillerinize doladığınız boş sözlerdir. Allah gerçeği söylemektedir; doğru yola O eriştirir" (el-Ahzâb, 33/4).
''Evlâtlıkları babalarına nisbet edin; bu, Allah katında en doğru olandır. Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız bu takdirde onları din kardeşi ve dostlarınız olarak kabul edin. İçinizden kasd ederek yaptıklarınız bir yana, yanılmalarınızda size bir sorumluluk yoktur; Allah bağışlar ve merhamet eder " (el-Ahzâb, 33/5).
Abdullah b. Ömer şöyle der: "Biz bu ayetler inmeden önce Zeyd b. Hârise'yi, "Zeyd b. Muhammed = Muhammed'in oğlu Zeyd" diye çağırırdık" .
Câhiliye devrinde evlâtlık; nesep, evlenme, boşanma, miras, sihrî hısımlık gibi konularda öz çocuk gibi hükümler doğururdu. Evlâtlığın dul kalan eşi ile de evlenilmezdi. Çünkü o, evlât edinen erkeğin gelini sayılırdı. İşte Hz. Peygamber'in evlâtlığı Zeyd b. Hârise de Zeynep binti Cahş ile evlendi, fakat mutlu olamadılar. Çünkü gerçekte Zeynep ve ailesi bu evliliği arzu etmemiş, ancak Allah Rasûlü dünürcülük yapınca, şu âyete göre muvâfakatlarını bildirmişlerdi.
"Allah ve Peygamberi bir iş hakkında hüküm verdiği zaman," gerek mümin olan bir erkek ve gerekse mümin olan bir kadın için, ona aykırı olacak şekilde diledikleri gibi davranmaya hakları yoktur. Kim Allah'a ve Resulune isyan ederse, şüphesiz o, apaçık bir sapıklıkla yolunu şaşırmıştır" (el-Ahzâb, 33/36).
Hz. Peygamber'in sabır tavsiyelerine rağmen, sonunda Zeyd, Zeyneb'i boşadı. Zeynep iddetini tamamladıktan sonra da, evlâtlık hukuku lağvedildiği için Hz. Peygamber (s.a.s.) ile evlendi. Ayette şöyle buyurulur:
"Sonunda mademki Zeyd eşiyle ilgisini kesti; biz onu, seninle evlendirdik ki, evlâtlıkları eşleriyle ilgilerini kestiklerinde onlarla evlenmek konusunda mü'minlere bir sorumluluk olmadığı bilinsin" (el-Ahzâb, 33/38).
Buhâri'nin naklettiğine göre Zeynep, Hz. Peygamber (s.a.s.) ile evlendikten sonra, onun diğer ailelerine karşı övünür ve şöyle derdi: "Rasûlullah sizi ailelerinizden isteyip nikâhladı. Beni ise yedi kat semalardan Allah (c.c.) o'na nikâhladı" (Sâbûnî, Tefsîru Ayâti'l-Ahkâm, II, 322).
İslâm, gelinlerle evlenme yasağını öz çocukların eşlerine inhisar ettirdi. Ayette, "Kendi sulbünüzden gelmiş oğullarınızın karısı... size haram kılındı" (en-Nisâ, 4/23) buyurulur.
Bu duruma göre,
başkasının çocuğunu evlât edinmekle öz çocuk gibi hak ve
görevler meydana gelmez. Evlât edinenin nafaka ve eğitim masrafları
yükümlülüğü olmaz. Aralarında bir hısımlık
doğmadığı için evlenme engeli de meydana gelmez. Miras cereyan etmez. Ancak
nesebi bilinmeyen bir çocuğu, bir kimse "bu benim oğlum veya
kızımdır" diye ikrarda bulunsa, bu çocuk onu tasdik etsin
veya etmesin, nesebi ondan sabit olur ve aralarında miras cereyan eder.
Diğer yandan evlâtlıkla, süt hısımlığı
birbirinden farklıdır. Süt hısımlığı, bir
kadının kendine ait olmayan süt emme yaşındaki bir
çocuğu emzirmesiyle meydana gelir ve öz çocuk gibi evlenme engelleri
doğar. Buluntu çocuk da, öz çocuk gibi sayılmaz (Elmalılı,
Hak Dini Kur'an Dili, V, 3869-3900; Mehmed Zihni, Nimet-ı İslâm,
İstanbul 1316 H., 3. Kısım, 271, 273).
Ancak yukarıdaki hükümler
yetim, öksüz, fakir, kimsesiz çocuklarla ilgilenmeme anlamına gelmez. Bu
gibi çocuklar aileler nezdinde veya çocuk yuvalarında himâye edilir;
bakılır, eğitilir, sanat ve meslek sahibi
kılınır, evlendirilir. Müslüman, bu çeşit amellerden büyük
ecir kazanır. Sadece, çocuğu kendi nesep hısımı yapamaz,
büluğ çağından sonraki görüşmeler İslamî ölçüler
içinde olur. Hîbe yoluyla dilediği kadar, vasiyet yoluyla ise
malının üçte birini himâye ettiği kişiye
bırakabılir.
Söylediğini kesin bilmesi halinde, bu sözle yemin
kastetmiş ise yemin kefareti gerekmez. Çünkü bile bile yalan yere yemin
keffareti aşan bir günahtır (yemin-i gamûs). Ancak iyi bir tevbe ile
affolunabilir, Üçüncü olarak bu sözün zahir ma'nâsı olan "talak"
kalmış olur. Ancak bu durumda da "nasip olmasın"
anlamında bir beddua olarak söylenmiş olabilir. Nasip olursa demek
ki, olmasının kabul olmadığı anlaşılır,
başka bir şey gerekmez. "Alırsam boş olsun"
anlamında söylenmiş olabilir. Bütün bu durumlar söyleyene niyeti
sorularak anlaşılır ve bu sözün kesin söylendiği bilinmesi
halinde bir şey ifade eder. Bu anlamda söylenmiş ise bir müslümanla
evlenmesi halinde nikahın kıyılmasıyla (bu sözle üç talaka
niyet etmemişse) bir talakla boş olurlar. Duhûl (zifaf) vakit
olmadığından kadının iddet beklemesi gerekmeden hemen
bir nikah daha yapılır ve iki talak hakkıyla evliliklerine devam
ederler (Allah'u a'lem).
EVLENMEK İSTEDİĞİ KADINA BAKMANIN
SINIRI
Bir delikanlı i1e birbirimizi görerek sözleştik.
Nişanımız Birbirimizin arzusu üzerine aynı anda ve yerde
olacak. Ben şu ana kadar giyimde-kuşamda ve namahreme görünmede
Şer'i ölçüleri uygulamaya çaba göstermiş bir kızım. Ama
nişanım için diktiğim elbiselerimi de bugünümde giymek
istiyorum. Nişanlım olacak gencin yanında bu elbiselerimle
oturabilir miyim?
Sorunuzu kitaplarımızda bu konuda yer alan
bilgileri özetleyerek cevaplamaya çalışacağız:Bir adam
Ensâr'dan bir kadınla evlenmek istedi de Rasûlüllah ona: "Onu gör,
çünkü Ensâr'ın gözlerinde bir şey (küçüklük ya da çakırlık)
vardır." buyurdular..(Müslim nikâh 12) Câbir'in rivâyetinde:
"Biriniz bir kadına talip olur da onun hoşuna gidecek ve kendini
ona çekecek taraflarına bakma imkânı bulursa baksın."
denmiştir.(Ebû Dâvûd, nikâh 19; Hadîsi ayrıca Hâkim, Beyhâki ve A.b.
Hanbel'de rivâyet etmişlerdir.) Ebû Hümeyd'den nakledilen Hadîs-i
Şerîfte: "Biriniz kadına tâlip olduğunda, evlenme gayesiyle
bakmış olduktan sonra ona bakmasında günah yoktur."
buyurulmuştur. (Müsned (Tertîbü'1-müsned) XVI/154; Hadîsi
ayrıca Bezzâr ve Taberânî de rivâyet etmişlerdir. bk. Heysemî,
Mecma'uz-zevâid IV/278) Mugîre b. Şu'be: "Bir kadına tâlip
olmuştuk. Rasûlüllah, "Ona baktın mı?" diye sordu.
"Hayır", dedim. "Öyleyse onu gör. Bu, aranızı
bulmada etkili bir yoldur" buyurdular." diye rivâyet etti.(Müsned
(Tertîb) agy.) Muhammed b. Mesleme (Mebsût'ta Muhammed b. Ümmi Seleme deniyor)
gözüyle Dahhâk kızı Büseyne'yi kovalıyordu. Niyeti onunla
evlenmekti. Kendisine: "Sen Rasûlüllah'ın ashâbından olasın
da böyle yapasın, yakışır mı?" dendi de o şu
cevabı verdi: Ben Rasûlüllah'ın şöyle dediğini duydum:
"Allah bir adamın kalbine bir kadınla evlenme niyeti koyarsa,
artık ona bakmasında bir beis yoktur."(Müsned (Tertîb) agy.;
Hadîsi ayrıca Sâid b. Mansûr, Ibn Mâce, Ibn Hibbân ve Beyhakî rivâyet
etmişlerdir.) Buraya kadar verdiğimiz hadîs-i şerifler Hanefi
fıkıhçıları Cessâs ve Serahsî'nin görüşlerine delil
olarak zikrettikleri hadîslerdir.(bk. Cessâs, Ahkâmü'1-Kur'ân V/173; Serahsî,
Mebsût X/155) Bunlara dayanarak Cessâs der ki: "Bütün bunlar, evlenmek
istediğinde kadının yüzüne ve ellerine şehvetle de olsa
bakılabileceğini gösterir." "Güzellikleri hoşuna gitse
de âyet-i kerîmesi de" (Ahzâb 33/52) buna işaret eder. Çünkü görmeden
güzelliğini bilemez. Serahsî de şunları ilâve eder: Bu durumdaki
erkek, kadının üzerinde elbise bulunduktan sonra onun vücûdunu hayal
etmesinde de bir sakınca olmaz. Ancak, elbisesinin vücûduna
yapışık (çok dar) olup organlarını olduğu gibi
ortaya koyan ve şeffaf bir elbise olmaması da
şarttır.(Serahsi agy.)Bu konuda başka rivâyetler de vardır:
Mugîre b. Şu'be'nin yukarıya aldığımız hadîsinin
devamında: Rasulüllah'ın "gör" demesi üzerine talip
olduğum ensarlı kadının ebeveynine gidip durumu onlara
anlattım. Biraz hoşlanmaz gibi oldular. Kadın da mahfilinden
beni duymuş: "Görmeni Rasulüllah emretmişse gör. Ama öyle
değilse, seni Allah'a havâle ederim." dedi. Bunu mühim bir olay
olarak görür gibiydi. Onu gördüm ve evlendik, der.Konumuz hakkında
Asr-ı saâdetten ilginç bir olay da şudur: Halîfe Ömer b. Hattâb, Hz.
Ali ve Fâtıma'nın kızları Ümmü Gülsümü Babasından
istemişti. Babası küçük olduğunu söylediyse de Ömer, "onu
sen bana ver, ben ondan başkasının beklemediği şeyler
bekliyorum", dedi. Ali de, "onu sana gönderirim, beğenirsen sana
nikâhlarım", dedi... Hz. Ömer'in begendiği haberini alınca
da Babası onu ona nikâhladı. Hz. Ömer'in gayesi, ondan
Rasulüllah'ın nesebine ortak olmaktı.(Haberi Sâid b. Mansûr, Ibn
Abdilber, Ibnül-esir, Ibn Hacer ve Ibn Sâd naklederler. Kaynakları için
bk. Ebu'n-nûr, Menhecü's-sünne fiz'i-zevâc 351.) Meselenin mezheplerarası
münakaşasını yapan Ibn Kudâme de şunları söyler:
Evlenmek istediği kadına bakmanın mubahlığı
konusunda ilim ehli arasında ihtilâf bilmiyoruz. (hepsine göre
helâldir)... Kadının izni olsa da olmasa da bakabilir. Çünkü
Rasulüllah, "bakın" diye mutlak emrediyor ve onun izin verip
vermemesini sözkonusu etmiyor. Ama bakmanın ötesinde birşey
söylemediğinden onunla halveti de câiz değildir... Bu konuda
kadının yüzüne bakabileceği konusunda ilim ehli arasında
ihtilâf yoktur. Çünkü yüz avret değildir ve güzelliklerin merkezi ve
bakılacak yerdir. Âdeten açık olmayan yerine bakması helâl
olmaz.Evzaî etli yerlerine bakabileceğini söylemiş, Dâvûd
(ez,Zâhirî)'den de bütün bedenine bakabileceği rivâyet edilmiştir.
Çünkü, diyor, Rasûlüllah'ın, "ona bak" sözünün dış
(zâhir) anlamı bunu gerektirir.(Ibn Kudâme, el-Mugnî VI/553) Onun bu
görüşte "hatâ ettiği meydandadır, çünkü bu söz sünnetin
kâidelerine ve icmâa muhâliftir"(Davudoğlu, Sahi'h-i Müslim
Şerhi VN/271) Yüz, eller ve ayaklar konusunda, kadının evinin
içinde genellikle açık tuttuğu kısımlarına gelince,
bir görüşe göre: Oralara bakmak helâl değildir. Çünkü hiç
açılmayan kısımları gibi oralara bakmak da helâl
kılınmamıştır ve ihtiyaç, eller ve yüz ile giderilir.
Diğer bir görüşe göre; oralara da bakılabilir. Çünkü
başına açık olarak bakılabileceği rivâyeti vardır.
(Ibn Kudâme, age VI/553-54) Imam Mâlik, avret bölgeleri görülür korkusu ile
habersizce bakmayı kerih görmüştür. Ondan diğer bir rivâyete
göre, kadına izinsiz bakmak câiz değildir. Fakat bu görüş
zayıftır. Çünkü Peygamber (s.a.s.) tâlip olunan kadına bakmaya
mutlak surette izin vermiş ve bu konuda onun müsaâdesini şart
koşmamıştır. Hâttâ kadın genellikle bu izinden
utanır. Bakan kimsenin o kadın beğenmemek ihtimalı
vardır. Izin şart olursa beğenilmeyen kadın gücenir. Onun
içindir ki ulemâdan bazılârı: "Kadına dünür göndermeden
önce onu görmek ve bakmak... Bu bizzat mümkün olmazsa güvenilir bir kadın
göndermek müstehaptır." demişlerdir.( Davudoğlu, age,
Vll/271-72)
Özetlersek, erkeğin evlenmek istediği
kadına tâlip olduğu zaman bakabileceği gibi, evlenme niyyeti
devam ettiği sürece daha sonra da bâkabileceği
anlaşılıyor. Yeter ki; henüz nikâhları
yapılmamışken halvette kalmasınlar, yanlarında
başka yabancı erkek bulunmasın, vücudunun normal ev kiyafeti
dışındaki yerleri açık olmasın, elbisesi çok dar ve
şeffaf bulunmasın.Çünkü bu durumdaki kadın ve erkek -niyetleri
gerçekten evlenmek olduğu sürece birbirine büsbütün yabancı olan
kadın ve erkekler gibi değildirler. Duyguları
hırsızlama şehevî hislerden değil, sevgi ve muhabbetten
kaynaklanır. (Allahu a'lem)
Kendim de evli olduğum halde, işyerimden
alışveriş eden bir kadına ileri derecede tutuldum. Bütün
uğraşmalarıma rağmen kendimi ondan vazgeçiremiyorum. Öyle
ki meseleyi yakınlarım ve kadının bizzat kendisi dahi
anladılar. Buna rağmen o alışverişi kesmediği
gibi ilgisini daha da arttırdı.Rezillik açısından olacak
olan oldu. Ben Şimdi işin günahını soruyorum: Ona evlilik
teklif etsem ve sarhoş olduğu için Ailesinin hukukunu zaten
gözetmeyen kocasından ayrılmasını istesem günaha
girmiş olur muyum?
Sorunuzda İslam'ın güzelliği ve
Islâmsızlığın çirkinligi bir kaç noktadan kendini
gösteriyor: Önce müslüman içki içmez, böylece âilesinin hem maddî, hem de
manevî hukukunu çiğnemiş ve hanımıyla ilgilenmeyecek kadar
sızmış, enerjisini haramda tüketmiş olmaz. Evinin,
alış veriş dahil, bütün dış ihtiyaçlarını
bir ibâdet duygusu ile kendisi temin eder. Kendisi gibi müslüman olan
karısı da zorunlu durumlar olmadıkça dışarı
çıkmaz; bakkalla-çakkalla uzun uzadıya yüzyüze, göz-göze gelmez.
Konuşmak zorunda kaldığında
kadınlığını ortaya dökecek şekilde
kırılıp dökülmez. Karşısındakine ümit vermeyen
bir edâ ile ve ihtiyaç miktarınca konuşur. Buna rağmen laf eden
olursa ağzının payı edeplice verir. Anlaşılan
bunların hiç birisi sizde olmamış; ciger kedinin önüne
açıkça konulmuş. Buna rağmen işin günahını
düşündüğünüze göre size, Rasûlüllah'ın (s.a.s.) bir hadîs-i
şeriflerini hatırlatalım:"Kim kocası olan bir
kadını aldatırsa, aralarını açmaya
çalışırsa... bizden değildir." (Hâkim, Müstedrek N/196;
Ebû Dâvûd, talâk 1) Hadîsi şerheden Münâvî diyor ki, "Bu kadın
bir de komşu kadın olursa bunun günah ve çirkinliği o kadar daha
artar." Çünkü, şerrinden komşusu emin olmayan kimse cennete
giremez, buyurulmuştur. Imam Nevevide: "Demek ki, insan bir iyiliği
öğretmenin dışında, başka bir adamın
karısı, kızı, çocuğu vb. ile onu ifsad edici
şekilde konuşması haramdır, der" (Münâvî, Feyzul-Kadîr
V/385; Ayrıca bk. VI/123.) Burada mesele örneklendirilerek
anlatılır.Adamın içkici olması, karısının
nikâhsız olduğu anlamına gelmez ve nikâhlı bir kadın
boşanmaya teşvik eden de "bizden değildir". Meseleye,
kendinizi bir an, kadının kocasının yerine koyarak, yine
kendiniz de fetva verebilirsiniz.
Ancak zayıf bir hadîste: "Hevâ (arzu ve
aşk) peşinden gidilip o doğrultuda davranılmadıkça ve
kimseye söylenmedikçe, sahibi için
bağışlanır."(Suyutî, el-Câmi'us-sağîr
(Feyz'uI-Kadîr ile, den) VI/358) buyurulmuştur. Burada kastedilen, elbette
helâl olmayan arzudur. "Hevâ ve hevese uyma; zirâ o seni Allah yolundan
saptırır. "(Sâd/26) âyet-i kerîmesi de bunu gösterir. Buna göre
insan elinde olmayarak evlenmesi câiz olmayan birisine âşık olur da
bunu kimseye açmazsa ve nefsini bundan vazgeçirmeye uğraşırsa,
günaha girmeyeceği umulur.(bk. Münâvî, Feyz VI/358)
Bir kadın evlenip kocasının evine
yerleştikten sonra bütün yiyecek, giyecek ve mesken masrafları kocaya
aittir. Bunlar, israfa kaçmadan ve cimrilik de etmeden eşlerin sosyal
seviyelerine göre sağlanır. Eşlerin her ikisi de zengin ise,
buna uygun harcama yapılır. Ikisi de fakirse, kadın
kocasından zenginler seviyesinde bir harcama isteyemez. Birisi zengin,
diğeri fakirse, ortalama yol izlenir. Ancak bazı alimler
nafakanın miktarı konusunda yalnız kocanın durumunun
dikkate alınacağını söylerler.
Ayet-i kerîmelerde şöyle buyurulur: Annelerin yiyecek
ve giyeceği gücünün yettiği ölçüde çocuğun babasına
aittir" (el-Bakara, 2/233).
Hâli vakti geniş olan, nafakayı
genişliğine göre versin. Rızkı kendisine daraltılan
fakir de nafakayı Allah'ın ona verdiğinden versin. Allah hiçbir
nefse ona verdiğinden başkasını yüklemez. Allah
güçlüğün arkasından kolaylık ihsan eder" (et-Talak, 65/7).
Koca, hanımının giyim
masraflarını da karşılamak zorundadır. Burada da
sosyal seviye ve Islâm'a uygun olan örf ve âdetler ölçü alınır.
Kadının biri yazlık, diğeri kışlık olmak
üzere yılda en az iki kat elbiseye hakkıvardır. Giyim
kapsamına yorgan, döşek, çarşaf ve yastık gibi evin normal
eşyası da girer.
Koca, hanımına müstakil ve içinde sosyal
durumuna uygun mefrûşatı bulunduran, kötü komşulu olmayan bir
mesken sağlamak zorundadır. Bu yer kadının malı,
canı ve ırzı hakkında güvenli olmalı ve karıkoca
hayatı yaşamaya elverişli bulunmalıdır.
Ayet-i kerime'de şöyle buyurulur: "Boşanan
o kadınları, gücünüzün yettiği kadar ikamet ettiğiniz yerin
bir bölümünde oturtun. Evleri başlarına dar etmek için kendilerine
zarar vermeyin" (et-Talâk, 65/6).
Karı, kocasının hısımlarıyla
birlikte oturmaya zorlanamaz. Ancak koca, bir başka evliliğinden olan
ve henüz bülûğ çağına gelmemiş bulunan kızını
karısıyla birlikte oturtmak hakkına sahiptir.
Kadın kendi evini, kendisinin ikametine tahsis etmesi
için kocasına kiraya verebilir (Ibnül-Hümâm, Fethul-Kadir, III, 321-339;
el-Kâsânî, a.g.e., IV,14,15; el-Fetâvâl-Hindiyye, I, 544 vd.; Ö. N. Bilmen, Istilâhat-ı
Fıkhıyye Kâmusu, II, 450).
Kadın, bakıma muhtaç olduğu veya sosyal
seviye bakımından emsali kadınların hizmetçisi
bulunduğu takdirde, hizmetçi tutmak da nafaka kapsamına girer.
Kadın, kocasının talebine rağmen, onun
evine gelmez veya itaatsiz olarak evden çekip gider yahut irtidat ederse
erkeğin nafaka yükümlülüğü kalkar.
Iddet bekleyen kadının nafakası: Iddet
kocanınölümü veya eşini boşaması halinde söz konusu olur.
Vefat iddeti bekleyen kadına nafaka gerekmez. Çünkü
koca vefat edince tüm malı mirasçılara geçer. Karısı da
dörtte bir veya şekilde bir oranında mirasçı olur.
İslam'ın ilk dönemlerinde koca, eşi için ölümünden sonra bir
yıl süreyle nafaka verilmesini vasiyet etmek zorundaydı.
Ayette şöyle buyurulur: "Sizden
karısını geride bırakıp ölecek olanlar eşlerinin
kendi evlerinden çıkarılmayarak bir yıl süreyle
yararlanmasını vasiyet etsinler" (el-Bakara, 2/240).
Ancak bu ayette belirtilen bir yıl süreli nafaka ve
mesken ile vasiyet hükmü kadına miras hakkıtanıyan Nisâ Sûresi
12. ayetin inmesiyle neshedilmiş, bir yıllık iddet süresi de
şu ayetle kısaltılmıştır: "Içinizden
ölenlerin geride bıraktıkları karıları kendi
kendilerine dört ay on gün beklerler" (el-Bakara, 2/234).
Ric'î olsun, bâin olsun boşanma hâlinde iddet
süresince kocanınnafaka yükümlülüğü devam eder. Boşamanın
iki veya üç defa olması sonucu değiştirmez. Ancak üçlü
boşamada Şâfiî, Mâlik ve Ahmed b. Hanbel'e göre yalnız mesken
temin edilir; diğer giyim, yiyecek vb. gerekmez.
Çocukların geçim masrafları kız ve erkek
çocukların nafakaları babalarına aittir. nafakanın
kapsamına bu çocukların yiyecek, giyecek ve mesken ihtiyaçları
girer.
Talâk sûresi 6. ayette şöyle buyrulur:
"Eğer (çocuklarınızı) sizin için, onlar (anneleri)
emzirirlerse, onlara emzirme ücretlerini tam olarak veriniz". Burada,
boşanmış bir kadının iddetini tamamladıktan
sonra, çocuğunu emzirmesi halinde ücrete hak kazanacağı hükmü
yer almaktadır. Bu da, çocuğun nafakasının babaya ait olduğunu
gösterir.
Evli kadın çocuğunu emzirmek istemezse,
eğer çocuk başka kadının sütünü alırsa, annesi
emzirmeye zorlanamaz.
Hz. Âişe (r.anha)'dan şöyle dediği rivayet
edilmiştir. Ebû Süfyanın karısı Hind b. Utbe
Rasûlüllah'ın huzuruna girdi ve "Ey Allah'ın elçisi, gerçekten
Ebû Süfyan çok cimri bir adamdır. Bana kendime ve çocuklarıma yetecek
kadar nafaka vermiyor. Onun malından haberi olmaksızın
birşey alırsam, bana günah var mıdır?" dedi.
Rasûlüllah (s.a.s); "Onun malından sana ve çocuklarına yetecek
kadarını ma'ruf şekilde al" buyurdu (Buhârî, Büyû', 95;
Nesâî, Kudât, 31; Ibn Mâce, Ticârât, 65).
Bu hadis-i şerif, karısı ile
çocuklarının nafakasını vermenin erkek üzerine vacib
olduğunu gösterir.
Aile huzurunu teminde çok büyük hikmetler içeren denklik,
Islâm'da sadece kadından yana ve onun ve ailesinin onurunu korumayı
hedefleyen bir müessesedir. Nikâhın sahih olmasının değil
geçerli olmasının şartıdır. Yani denklik bulunmasa da
nikah sahihtir. Ancak kadının velisinin onayına
bağlıdır. Buna göre; nesep, dindarlık ve takva, meslek,
hürriyet ve servet konularında kendisinden daha aşağı
itibar edilen bir erkeğe nikahlanan kadının velileri,
denksizliği bahane ederek evliliğe mani olabilirler. Kabul ederlerse
sahih olan bu nikah yürür ve artık vazgeçme hakları olmaz.
Denksizlige bir Islâm ülkesinde kız velisinin başvurusu ile mahkeme
karar verir. Diğer yerlerde bunu "Eminül-kavm" yani
inananların güvendigi ehl-i ilim belirler. Ancak bunun bir
bağlayıcılığı olmaz. Bu yüzden günümüzde, Imam
Serahsî'nin tercihiyle, dengini bulmadan nikah yaptıran kadının
nikahını velileri-istemiyorlarsa-hepten geçersiz saymaları ve
kabul etmemeleri uygun olur. Buna göre dini bütün ve kapalı bir bayan,
namazsız-niyazsız birisine, toplumda cazip itibar edilen bir meslek
erbabının kızı, bayağı, sayılan bir meslek
erbabına, zengin bir aile kızı, kendisinin nafakasını
dahi teminden aciz bir erkeğe sırf kendi isteğiyle varması
ve meselâ dinî nikah yaptırmaları halinde velilerin bu nikahı
hiç hesaba katmamaları mümkündür ve doğru olandır. Nesep ve
hürriyet şartı ülkemiz için artık geçerli değildir.
Yalnız bu müessesenin iyi anlaşılmaması halinde
başkalarınca istismar edilmesi mümkündür. Onun için şu
noktaların tekrar hatırlatılmasında yarar vardır:
1. Denkliğin bulunmaması nikahın
sıhhatine mani değildir. Binaenaleyh, kız da velileri de
istiyorlarsa kadın istediği ile evlenebilir.
2. Denklik müessesesi kadın lehine bir sonucu
hedefler. Çünkü genellikle kadın ve onun velileri daha
aşağı itibar edilen birisine eş ya da hısım
olmayı kendilerine yediremezler ve böyle bir şeyin olması
halinde kadın erkeği küçümseyici ve hukukunu tanımaz bir
tavır alır, huzur ortamı olması gereken aile, Cehennem'e
dönüşür, boşanmalar ve yıkımlar olur.
3. Meşru olan her türlü işin adisi ve
şereflisi olmaz. Şeref, insanlara ve Hakk'a hizmetle ölçülür. Ibadet
duygusu ile sokağı süpüren bir çöpçü şerefli, istediği
parayı veremeyen hastasını ameliyat etmeyip ölüme terkeden
doktor ise şeref sizdir. Ancak halkın genel kabullenişinin bu
müessese için etkisi vardır. Bu yüzden sırf öyle itibar edildiği
için hesaba katılması aklın gereğidir.
4. Günümüzde velilerinin kabulu olmadan kendi kendisini
evlendiren kadının velileri, güvenilir bir ehl-i ilimden onun dengine
gitmediğini tesbit ettirmeleri halinde kendi başına
yaptırdığı dini nikahı geçersiz sayar ve
kızlarını geri alabilirler. Ancak denksizlik sözkonusu
olmaması halinde kendi rızası ile evlenen bir kadının
nikahını geçersiz saymak kimsenin elinde değildir. Böyle bir
durumda velilerin kızlarını almaları, erkeğin de
boşamıyorum demesi halinde kadının bir başkası
ile evlenmesi -Hanefi mezhebine göre- gayr-i meşru olur ve zinayı
sonuç verir.
EVLENMELERİ EBEDİ YASAK OLANLAR (HÜRMET-İ
MÜEBBEDE)
Hürmet; Evlenmeleri yasak
olanların arasındaki haramlık; yasaklanmış olmak,
mümkün olmamak. Müebbede; ebedî olarak, sonsuza kadar. Hürmet-i müebbede;
"ebedî haramlık; sonsuza kadar mümkün olmamak". Bir İslâm
hukuku terimi olarak; bir kimsenin kendileriyle evlenmesi ebedî olarak haram
kılman bazı hısımları ifade eder. Buna, mutlak evlenme
engelleri de denir. Bu engellerin menşei; dinî, ahlâkî, sosyal, tıbbî
ve fizyolojik düşüncelere dayanır. Eski ilkel toplumların
çoğunda bugünkü anlamda evlenme engelleri yoktur.
Çeşitli hukuk sistemlerinde,
evlenme engelleri arasında esaslı yakınlıklar olduğu
görülür. Meselâ; kilise hukuku ile, İslâm hukukunun evlenme engeli
saydığı haller arasında esaslı bir benzerlik
vardır. Bunların bazıları geçici engel teşkil eder,
şartlar değişince engel de ortadan kalkar. Din
ayrılığı veya başkası ile evli bulunmak gibi...
Bir kısmı ise hiçbir şekilde ortadan kalkmayan sürekli engeller
olup hürmet-i müebbede meydana getirirler (el-Kâsânî, Bedâyîu's-Sanâyi', II,
256 vd.; İbnü'l-Hümâm, Fethu'lKadîr, II, 357 vd.; İbn Rüşd,
Bidâyetü'l-Müctehid, II, 28-42; el-Fetâvâ'l-Hindiyye, 1, 273 vd.; M. Zihnî,
MünâkehâtşşşMüfarakât, s. 29-45).
Mutlak evlenme engelleri Nisâ
Sûresi yirmiüçüncü âyette şöyle sıralanmıştır:
"Analarınız, kızlarınız
kızkardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeş
kızları, kızkardeş kızları ve sizi emziren süt
analarınız, süt kardeşleriniz, karılarınızın
anaları, kendileriyle zifafa girdiğiniz karılarınızdan
olup himayelerinizde bulunan üvey kızlarınızla (evlenmeniz) size
haram kılındı"
Bu âyetin hükmünden üç çeşit
mutlak evlenme engeli ortaya çıkıyor. Kan
hısımlığı, sihrî hısımlık ve süt
hısımlığı.
Kan
hısımlığı: Bir erkeğe nesep veya
hısımlık sebebiyle dört grup kadın haram olur. Anası
ve yukarıya doğru bütün nineler; kızı ve
aşağıya doğru bütün kız torunları; kız
kardeşi, erkek üvey kız kardeşinin aşağıya
doğru kız çocukları. Burada erkek veya kız kardeşin
ana baba bir, baba bir veya yalnız ana bir kardeş olması sonucu
etkilemez. Halalar ve teyzeler, büyük hala ve büyük teyzeler ebedî evlenme
yasağı kapsamına giren nesep hısımlarıdır.
Alman hukuku ile diğer
bazı batılı devletlerin hukukunda amca, hala, dayı ve teyze
ile yeğenler arasında evlenme engeli yer almamıştır.
Macaristan'da kardeş çocukları da evlenmez. Katolik kilise hukukunda
eskiden yedinci dereceye kadar kan hısımları arasında
evlenme yasak idi. Sonradan bu da dördüncü dereceye kadar indirildi. Yani, usûl
fürûu ve kardeşlerle bunların fürûu arasında cereyan eden bir
engel halini aldı. Mûsevilerde, bir kimsenin yeğeni ve yeğen
çocukları ile evlenmesi yasak değildir.
Sıhri
hısımlık: Sıhriyet, eşlerden birini diğerine
bağlayan hukukî bir rabıtadır. Sonradan boşanma veya ölümle
evlilik sona erse bile, sıhri akrabalık ortadan
kalkmadığı için, bu mutlak bir evlenme engeli teşkil eder.
Bunlar dört grupta toplanabilir: Üvey kızlar, kayın valideler, üvey
ana ve nineler ile gelinler bu engelin kapsamına girer.
Üvey kız; bir erkeğin
evlendiği kadının başka bir erkekten olma
kızıdır. Böyle bir kızın annesiyle evlenip, cinsî
temas olduktan sonra,artık bu üvey kız, üvey babasına sonsuza
kadar haram olur.
Kayın valideler: Bir erkek,
evlendiği kadının annesi veya nineleri ile ebedî olarak
evlenemez.
Üvey ana ve nineler de ebedî
haramdır (en-Nisâ, 4/22).
Gelinler: Bir erkek, oğlunun
veya torunlarının hanımı ile, boşanma veya ölümle
gelinler dul kalsa bile artık evlenemez (en-Nisâ, 4/23).
Ebû Hanîfe'ye göre zina da
evlilikte olduğu gibi sıhrî hısımlık meydana getirir.
Buna göre, bir erkek bir kadınla zina edince, bu kadının annesi,
ninesi... ile kızı veya kız torunları zina eden erkeğe
haram olur. Zina eden kadın da, zina ettiği erkeğin usûl veya
fürûu ile evlenemez. İmam Şâfiî ile İmam Mâlik'ten bir rivâyete
göre zina sıhrî hısımlık doğurmaz ve
dolayısıyla bir evlenme engeli meydana getiremez (es-Serahsî, a.g.e,
IV" 204 vd.; el-Cassas, Ahkâmü'l-Kur'ân, II, 137; el-Mevsılı,
el-İhtiyar, III, 88; Ö.N. Bilmen, İstilâhât-ı Fıkhiyye
Kamusu, II, 97).
Süt
Hısımlığı: İslâm hukuku, kan ve sıhriyet
yoluyla hısımlıktan başka bir hısımlık daha
kabul etmiştir. Kendinden olmayan bir çocuğu emziren kadınla o
çocuk arasında süt hısımlığı doğar.
Kadın süt ana, çocuk da süt evlat olur. Süt
hısımlığı bazı istisnalar dışında
kan hısımlığı ile aynı yasağı
doğurur. Kilise hukukunda da mânevî hısımlık
diyebileceğimiz buna benzer bir hısımlık vardır. Buna "vaftiz
etme" denir. Vaftiz âdeti, vaftiz baba ve vaftiz ana ile vaftiz edilen
çocuk arasında mânevî bir hısımlık doğurur ve bu
hısımları birbirleriyle evlenemez (Halil Cin, İslâm ve
Osmanlı Hukukunda Evlenme, s. 105; Hukuku A ile Kararnâmesi, madde 29).
Âyet-i kerimede yalnız süt
ana ve süt kardeşten söz edilmiş (en-Nisâ, 4/23), diğer süt
hısımlarına temas edilmemiştir. "Nesepçe haram olanlar
süt cihetiyle de haram olurlar" (Buhârî, Şehâdet, 7; Müslim, Radâ, l)
hadisi bu konudaki genel prensibi oluşturur. İslâm
hukukçularının büyük çoğunluğuna göre, çocuğun ilk iki
yaş içinde emdiği sut, hısımlık doğurur
(el-Bakara, 2/233). Ebû Hanîfe'ye göre ise bu süre otuz aydır. Zira
".. (Çocuğun ana karnında taşınması ile sütten
kesilmeşinin süresi otu: aydır" (el-Ahkaf, 46/15) âyeti buna
delildir. Otuz ay, hem hamileliğin hem de sütten ayrılmanın
ayrı ayrı süresidir. Ebû Hanîfe ile İmam Mâlik'e göre,
haramlığın doğması için emilen sütün az veya çok
olması arasında fark yoktur. Çünkü âyet ve hadiste emilecek sütün
miktarı belirtilmemiştir. İmam Şâfii ise, beş doyurucu
ve fasılalı emişi şart koşar. Dayandığı
delil Hz. Âişe'den nakledilen ve emme sayısını on'dan
beş'e indiren rivâyettir. Hz. Âişe bunu âyet olarak nakletmişse
de ispât edilemediği için Kur'ân'a yazılmamış ve
Şafiîlerce Kur'ân'a yazılıp okunması neshedilmiş fakat
hükmü bâki kalmış âyetlerden sayılmıştır (Ahmed,
Davudoğlu, Sahîh-i Müslim Tercemesi ve Şerhi, VII, 368, 369).
Hanefilere göre bu, tilâveti de hükmü de mensûh âyet kabul edilmiştir (İbnü'l
Hümâm, Fethu'l-Kadîr, Radâ bahsi).
Süt
hısımlığı meydana gelince nesep bakımından
hısımlık gibi mutlak evlenme engelleri doğar. Bunları
şu prensipte toplamak mümkündür. Emenin kendisi, süt emzirenin nesline
haram olur. Bunlar şu hısımlardır: Süt emen bir erkek
çocuğunu esas alırsak; usûlü yani süt anası, süt ninesi.... süt
kızı, süt çocuklarının kızları, süt kız
kardeşi veya süt kardeşlerinin ilânıhaye kızları, süt
hala ve süt teyze ile ebedi evlenme yasağı doğar.
Süt hısımlığı olan kimseler her nasılsa evlenmişlerse nikâhları Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed'e göre bâtıldır. Süt hısımları birbirine yabancı olmazlar. Bir fitne tehlikesi yoksa birbirine bakabılirler.
EVLENME YASAĞI OLANLAR (HÜRMET-İ MUSÂHARE)
Evlenme sonucu meydana gelen
akrabalarla evlenme yasağı. Sıhriyete dayanan haramlık. Sıhriyet,
eşlerden birini diğerine bağlayan hukuk; bir
râbıtadır. Sonradan boşanma veya ölüm sebebiyle evlilik sona
erse bile sıhfi akrabalık devam ettiği için, bu, mutlak bir
evlenme engeli teşkil eder.
Kur'ân-ı Kerîm'de evlenme
engeli doğuran sıhrî hısımlar dört gruba ayrılır.
Üvey kızlar; Bir erkeğin evlendiği kadının, başka
kocadan olma kızları, oğlunun kızları yahut
kızının kızları bulunursa, üvey baba bunlarla ebedî
olarak evlenemez."... Kendileriyle zifafa girdiğiniz
karılarınızdan olup himayelerinizde bulunan üvey
kızlarınızla evlenmeniz size haram kılındı"
(en-Nisâ, 4/23). Bu engelin doğması için üvey baba ile,
kızın annesinin cinsi temasta bulunması veya sahîh halvetin
olması gerekir.
Kayın vâlideler: Bir erkek
evlendiği kadının anası ve nineleri ile ebedî olarak
evlenemez. Kendi evliliği boşanma veya ölümle sona erse bile engel
devam eder. "...Eşlerinizin anneleri.. . ile evlenmeniz size haram
kılındı" (en-Nisâ, 4/23).
Baba ve dedenin kızları:
Bir kimse babasının ve dedelerinin karısı ile, yani üvey
ana ve nineleriyle evlenemez. "Babalarınızla evlenmiş olan
kadınlarla evlenmeyin. Ancak (Câhiliyyet devrinde geçen) geçmiştir.
şüphe yok ki o, bir hayasızlıktı" (en-Nisâ, 4/22). Bir
kadının üvey baba ve dedeleriyle evlenmemesi hususu ilk maddede
incelenmişti .
Gelinler: Bir kimse oğlunun
karısı veya torunlarının karısı ile evlenemez.
Âyette; "Kendi sulbünüzden gelmiş oğullarınızın
karısı sizlere haram kılındı" (en-Nisâ, 4/23)
buyurulur. Buna göre himaye veya evlatlık maksadıyla alman
çocuklarla, himayeye alan arasında bir evlenme engeli
doğmayacağı gibi, himayedeki bir erkeğin karısı
ile himaye eden arasında da sıhrî bir hısımlık
doğmaz.
İslâm hukuku temelde evlatlık müessesesini kabul etmemiştir. Câhiliyye devrinde evlât edinme çok yaygındı. Evlât edinen, evlatlığının karısıyla evlenemiyordu. Kur'ân yerleşmiş bu cahilî adeti ilelebed kaldırmak, Allah'ın rızasına uygun olanı yerleştirmek için Hz. Zeyd'in boşadığı hanımı Zeyneb'i Hz. Peygamber'e nikahlamıştır.
Diğer yandan zina ile sihrî evlenme engelleri doğar mı? Bu konuda iki görüş vardır: Ebû Hanîfe'ye göre, zina aynen evlilik gibi sihrî hısımlık meydana getirir. Çünkü nikâh cinsî temas anlamına gelir. Bunun meşrû veya gayr-i meşrû olması arasında bir fark yoktur. Hatta, bir kadını yalnız şehvetle öpmek veya okşamak, tenasül uzuvlarına bakmak evlenme yasağı doğurmaya yeterli sayılır. Aynı şey kadın için de geçerlidir. Böylece bir erkek bir kadınla zina edince, bu kadının annesi, ninesi... ile kızı ve kız torunları zina eden erkeğe haram olur. Aynı şekilde, zina eden kadın da, zina ettiği erkeğin usûl ve furûu ile evlenemez. Ahmed b. Hanbel ile İmam Mâlik'ten bir rivâyete göre de zina sıhrî hısımlık meydana getirir.
İmâm Şâfiî ve İmam Mâlik'ten diğer bir rivâyete göre, zina, sıhrî hısımlık doğurmaz ve dolayısıyla bir evlenme engeli meydana getirmez. Çünkü nikâh akit anlamındadır. Bu bakımdan, bu husustaki nassların akitle ilgisi olmayan gayri meşrû ilişkilerin şümûlü yoktur. Diğer yandan haramın, helalı haram hale getirmeyeceği hadisle sabittir. Sıhrî hısımlık eşler için bir nimet ve kolaylıktır. Daha önce hiç görüşüp tanışmayan kimselerin samimiyetle ve bir âilenin fertleri olarak görüşmelerini sağlar. Onları çeşitli fitnelerden korur. Zina edenlerin ise bu sıhrî hısımlık nimetinden yararlandırılması düşünülemez. Bununla birlikte Şâfiîlerde bu çeşit sıhrî hısımlarla evlenmek mekruh sayılmıştır (es-Serahsî, el-Mebsût, IV, 204 vd.; el-Cassas, Ahkâmü'l-Kur'ân, ll, 137; eş-Şîrazî, el-Muhezzeb, l l, 45; eş-Sevkânî, Neylü'l-Evtâr, VI, 57; el-Mevsılî, el-İhtiyâr, 111, 88; Bilmen, Astilâhât-ı Fıkhiyye Kâmusu, II, 97; Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslâm Hukuku, İstanbul, 1983, s. 215. 216).
İslâm'da evlilik dışı cinsî yakınlaşmanın evlenme engeli doğurması, yüksek ahlâkî düşüncelerle kabul edilmiştir. Aile fertleri arasına fitne sokacak ve onları bunalıma itecek davranışlar yasaklanmıştır. Diğer yandan yakın akraba ile evlenmenin tıbbî ve fizyolojik zararları düşünülürse, aynı tehlikenin zina mahsulü çocuklar hakkında da söz konusu olduğu anlaşılır .
Evlilik dışı ilişkilerden bir evlenme yasağı doğacağı görüşü modern hukuka girmemiştir. Evlilik dışı çocuğun nesebi, babanın çocuğun kendisinden olduğunu kabul etmesi, hâkimin çocuğun babaya ait olduğuna karar vermesi sonucu babaya bağlanırsa, evlenme engeli doğabilir.