Annenin, babanın razı olmamalarına
rağmen kızları sevdigi erkeğe kaçar ve dinî nikâh
kıydırırlarsa bu nikâh geçerli olur mu?
Hanefi mezhebine göre geçerli olur. Ancak kız ergin
değilse, ya da dengini bulamamışsa, velisi nikâhı onaylamayabilir.
Onaylamayınca da nikâhı geçerli olmaz: Ama kız ergin ise ve
nikâhlandığı erkek dengi ise, baba ya da veli izin vermese ve
nikâhı onaylamasa da nikâh geçerlidir. Fakat Şâfîî mezhebine göre
velinin bizzat bulunup onaylamadığı nikâh geçerli değildir.
Islam, erkeğe
karısını dövme hakkı(!) verir mi?
Önce bu konu ile ilgli görüşleri âyet ve hadisleri
meallendirecek sonra da bunlarlâ ilgili mülâhazalarımızı
arzetmeye çalışacağız.
1- Nisâ Suresinde,
meâlen şöyle buyurulur: "Erkekler kadınlar üzerine kavvâm
(muhâfiz, veliyyülemir, yönetici, gözetici, kayyûm) dırlar. Çünkü bir kere
Allah onların bazısını bazısından üstün
yaratmıştır. Bir de erkekler mallarından infak
etmektedirler. Onun için, iyi kadınlar itaatkârdırlar. Allah'ın
kendilerini saklaması yönüyle kendileri de gaybi muhâfaza ederler.
Serkeşliklerinden (nüsûz) endişe ettiğiniz kadınlara
gelince: Evvelâ kendilerine nâsihat edin, sonra onları yataklarında
yalnız bırakın, (kâr etmezse) dövün. Dinlerlerse incitmeye bahane
aramayın. Çünkü Allah çok yücedir, çok büyüktür. Eğer karı-koca
arasının açılmasından endişeye düşerseniz bir
hakem onûn tarafından, bir hakem de bunun tarafından
gönderin..." Âyetin geliş sebebi (sebeb-i nüzûlü) şudur:
Ensâr'ın ileri gelenlerinden Sa'd b. Rabî'aya karşı,
karısı Habîbe nüsûz göstermiş (serkeşlik ve dik
kafalılık etmiş), o da ona bir tokat vurmuştu. Babası
hemen kızını alıp Rasulüllah'a giderek şikâyet etmiş,
Rasûlüllah (s.a.s.) da, "Mutlaka ondan kısas alırız."
buyurmuşlardı. Bunun üzerine bu âyet geldi. Allah Rasûlü (s.a.s.)'de
"Biz birşey yapmak istedik, Allah ise başka bir şey murad
etti. Şüphesiz hayır, Allah'ın diledigindedir."
buyurdular.(bk. Elmalılı N/1350; Ibn Kesir N/256; Kurtubî V/168)
2- Rivâyete göre Hz.
Eyyûb (a.s.) bir olay sebebiyle karısına yüz deynek vurmaya yemin
etmişti de Allah (c.c.) ona şöyle vahyetti.(age VI/4101) "Eline
bir deste (sap) al da onunla vur ki, yeminini bozmuş
olmayasın..." (K. Sâd (38) 44) Konumuzla ilgili görülen âyetler
bunlardır. Hadîslere gelince: 1- "Kadınlar hususunda Allah'tan
(c.c) korkun. Çünkü siz onları Allah'ın emânıyla
aldınız ve onları kendinize Allah'ın kelimesiyle helâl
kıldınız. Döşeklerinize, sevmediğiniz bir kimseye ayak
bastırmamaları sizin onlar üzerindeki hakkınızdır.
Bunu yaparlarsa onları; zarar vermemek sârtıyla dövün. Onların
sizin üzerinizdeki hakkıda, yiyeceklerini ve giyeceklerini, marûf
şekilde vermenizdir..." (Müslim, hac 147) Hadis Rasûlüllah
Efendimizin (s.a.s.) vedâ haccında irad buyurdukları hutbede geçen
cümlelerden biridir. Kocalarının döşeklerine onların
hoşlanmadığı kimselere ayak bastırmaları,
yabancı erkekleri, ya da yakınları olsa dahi
kocalarının hoşlanmadığı erkekleri eve alıp,
kocaları yokken. onlarla sohbet etmeleri demektir, zinâ etmeleri
değildir. Çünkü zinânın "had" cezâsı vardır ve
bellidir.( bk. Davudoğlu VI/433)
2- "Sizden
biriniz karısını köle döver gibi dövmesin. Sonra aynı günün
akşamında beraber yatacaklardır..."( Buhârî, nikâh 93,
tefsir, sûre (91) 1; Müslim, Cennet 49; Ibn Mâce, nikâh 51)
3- Rasûlüllah (s.a.s.)
"Allah'ın kulları olan kadıncağızları
dövmeyin!" buyurmuşlardı. Bir süre geçince, Ömer gelip, "Ey
Allah'ın Rasûlü, kadınlar kocalarına karşı
başkâldırdılar", diye şikâyette bulununca
dövülmelerine izin verdi. Arkasından da pek çok kadın Rasûlüllah'ın
hanımlarını çevirip kocalarını şikayette
bulundular. Bunun üzerine Allah Rasûlü: "Bir çok kadın Muhammed'in ev
halkına gelip kocalarını (dayak yüzünden) şikâyet
etmişler. Bu kocalar sizin iyileriniz değillerdir." buyurdu.(
Ebu Davud, nikah (N/245); Ibn Mâce, nikâh 51)
4- Âişe vâlidemiz
dediler ki: "Allah Rasûlü, ne bir hizmetçisine bir tokat vurdu, ne de bir
karısına..."( Ibn Mâce, nikâh 51)
5- Kâsım b.
Muhammed'in nakline göre: "Rasûlüllah kadınları dövmeyi
yasakladı. Bunun üzerine dediler ki, "Ey Allah'ın Rasûlü,
kadınlar işi azıttılar." O da: "Öyleyse dövün
ama; kötü olanlarınızdan başkası da dövmez."
buyurdular: (el-Hâzimî, el-itibâr 142; Burhanuddîn el-Câberî, Rusûhul-ahbâr 232)
Bu hadisle anlatılan olay, üçüncü hadisle anlatılan olayın
değişik ifadelerle nakledilmesinden başka bir şey
olmamalıdır.
6- Habibe bt. Sehl,
Sâbit b. Kays b. Semmâs'ın nikâhında idi. Sâbit ona vurdu ve bir
tarafını kırdı. Habibe gelip durumu Allah Rasulüne
anlattı.
O da Sâbit'i
çağırdı ve "bir miktar malını al ve ondan
ayrıl." buyurdu. Sâbit: "Bu uygun olur mu, ey Allah'ın
Rasulü?" diye sordu. "Evet olur." cevabını aldı.
Sâbit:"Ben ona iki bahçe mehir olarak vermiştim, şu anda da
onlar elinde" dedi. Allah Râsulü; "O halde onları al ve ondan
ayrıl." buyurdu. O da öyle yaptı.(Ebû Dâvûd, No: 2228; Ibn Kayy
im, Zâdü'1-Mead V/189)
Konuyla ilgili belli
başlı naslar bunlardır. Şimdi bunlarla ilgili
değerlendirmelerimize ve mutâlâalarımıza geçebiliriz.
Önce başta mealini
verdiğimiz âyetlerle ilgili bazı noktalara işaret etmekle
işe başlayalım:Erkeklerin "kavvâm" (hakim, idareci,
kayyum) olmasına iki sebep gösteriliyor: Bunlardan birisi vehbî (Allah
vergisi) dir ki, "Insanların bazısını-diğerlerine
üstün kılması" cümlesiyle ifade edilmiştir. Ancak bu ifade
öyle ince bir güzelliğe sahiptir ki, en azından ev reisliği
konusunda erkeklerin üstünlüğüne işaret etmekle beraber, açıkça
"erkekleri kadınlara üstün kıldığı için"
denmemiş de, "Insanların bazısını
bazısına üstün kıldığı için" buyurularak,
üstünlük her bakımdan (mutlak manada) erkeklere verilmemiş, böylece
kadının da erkekte bulunmayan bazı meziyetlere sahip olmakla,
ondan üstün olabileceği yönlerinin bulunabileceğine işaret
edilmiştir.(Elmalılı N/ 1348-19) Bu vehbî (Allah vergisi) olan
sebepte, yani idarecilik kabiliyetinde nâdir de olsa bazı kadınlar
kocalarından daha başarılı olabilirler. Bu durumda ikinci
ve kesbî (iş sahasında, cinsiyete dayalı rolle ilgili) olan
sebep yine erkeklerin "kavvâm" olmasını gerektiriyor ki,
bu, ev için harcama yapma, dolayısıyla kazanma sorumluluğunun
erkeğe yüklenmiş olmasıdır. Bu erkeğin
"kavvâm" oluşunun kesbî (kendisinin oluşturduğu)
sebebidir. Elmalılı Merhumun ifadesi ile, "şu halde,
eşinin hakkını yerine getirmeyen, kadın malına göz
diken ve harcama (infak) görevini yapmayan ve ailenin ırz ve namusunu
korumayan erkekler "ricâl= kâmil erkekler" den
sayılmazlar"(age. N/1350) dolayısı ile dövme izni verilen
erkeklerden olamazlar. Kurtubî de aynı şeyi söyler: "Erkekler,
mallarından harcamaları sebebiyle..." cümlesinden âlimler
şunu anlamışlardır: Erkek, kadının
nafakasını temin edemezse."kavvâm" olma yetkisini kaybeder:
Erkek "kavvâm" olamayınca da kadın için, nikâhı fesih
hakkıdoğar, (bk. Kurtubî V/169. Ancak bu, Mâlikî ve Şâfiîlerin
görüşüdür. Hanefiler ise fesih olmayacağı görüşündedirler.
(Aynı yer)) der.
Ikinci anahtar kelime
"nüsûz" kavramıdır. "Nüsûz" .kelimesinin
kökündeki "yükseklik" ânlamından hareketle; baş
kaldırma, isyan, hukukunu tanımama, eşlerden her birinin
diğerini ikrah etmesi gibi manalara gelir. (bk. Kurtubî V/ 170-171;
Elmalılı N/1351; Ibn Kesîr N/257) Şu halde bu âyetle kendisine
dövme hakkı verilen erkek "kavvâm" olabilme vasfına sahip
"kâmil erkek" (bk. Elmalılı, agk.) tir ve dövülmesine
müsaade edilen de kadın değil, "nâsize" dir: Zâten âyet-i
kerîmenin devamından da anlaşılacağı üzere, artık
durum o kerteye gelmiştir ki "sikak" tan, yani evliliğin
parçalanmasından endişe edilmektedir. Bir başka ifade ile; bu
noktada ya "kâmil racul" olan erkeğe, işi yuvanın
yıkılması kertesine geçiren "nâsize"ye, karakol
komiseri gibi küçük bir ceza uygulama yetkisi verilip, mesele
dallandırılmadan, âilenin parçalanmaması için en son ihtimale de
başvurulacak, ya da her türlü sosyal, psikolojik ve ekonomik zararına
rağmen derhal yuvanın yıkılmasına müsaade edilecektir.
Âyet birinci yolu tavsiye etmektedir. Bunda aynı zamanda âile
sırlarının mahkemelerde fâs olmaması hikmeti de söz
konusudur.Naslardan sonra bunlar da naslarla ilgili bazı noktalara
işaretlerdir. Şimdi de işin felsefesine geçebiliriz:
1- Önce Islâm
kadın dövme meselesini ihdas etmemiş, aksine pek çok yönden. bunu
önlemeye çalışmıştır. Hanımının gözünü
şişiren, kolunu, kafasını kıran, mahkemeye intikal
ettirilirse, eş (yaralama bedeli) öder, diyet öder, ya da kısas
olunur. Kadın ona Allah'ın bir emanetidir ve Rasûlüllah (s.a.s.)
"AIlah'ın kızcağızları" tabir ettiği
kadınların dövülmemesini istemiştir. Müslümaların en büyük
örneği olarak kendisi hiç dövmemiştir; kadınlarını
dövenlerin iyi müslümanlar olmadıklarını haber vermiştir.
Hiç bir hukuk sisteminin, jandarmasının sokamadığı
dört duvar arasında, yani âilede, güçlü olanın kafası
kızdığında ezebileceklerini ezmesine bu ölçüde mâni
olabilecek bir müeyyide yoktur. Gazâplanıp karısını dövme
noktasına geldiği halde, sırf müslüman olduğu ve
Rasûlüllah'ın bu tavsiyelerini düşündüğü için
karısını dövmeyen pek çok insân vardır ama, Insan
Hakları Dernegi ya da Feminizm öyle istiyor, diye karısını
dövmekten vazgeçen birisinin olacağını sanmıyoruz. Çünkü
mer'î kanunların ulaşamadığı yerlerdeki zulümleri,
eğitim de, medeniyet de önleyemez. Zavallı Şirin Tekeli,
yukarıda söz konusu edilen âyetle ilgili olarak : "Bu bin yıldan
eski klasik metni ayrıca yorumlamaya herhalde hiç gerek yok"(S.
Tekeli Kadınlar Için s. 410) diyor ama,"yapılan kısmî
araştırmalar, kadının sosyo -ekonomik düzey , eğitim
vb. den bağımsız olarak hemen her durumda dayak
yiyebildiğini ortaya koyuyor."(age. s. 403) demekten de kendini
alamıyor. Keşke müslüman âileleri de tanıma fırsatı
bulabilselerdi.
Eşini Gıybet Etmek
Bir araya geldiklerinde
hanımların, ailesinden, eşlerinin iyi ve kötü yönlerinden
bahsetmeleri uygun olur mu?
Bu sorumuzla ilgili olarak hadîs
kitaplarımızda çok ilginç bir ömek vardır. Âişe Vâlidemiz,
oturup kocalarının herşeyini birbirlerine anlatma sözü veren
onbir kadının konuşmalarını hikâye eder. Içlerinden
birisi kocanın kendine yaptığı iyilikleri
anlatmıştır. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.s) Âişe
Vâlidemize: "Işte ben de sana göre öyleyim"
buyurmuşlardır.( Buhârî, nikâh 82; Müslim, fedâil 92;) O
kadınlar, birbirlerine kocalarını vasfetmekle kötü
etmişlerdir, dememişlerdir. Gerçi o kadınlar Islâm'dan önceki
kadınlarmış, ve kim oldukları da belli değilmiş.
Her neyse, bu uzun hadiste kadınların bu huyunun kötülügünden söz
edilmiyor. Ama böyle olması elbette bunun iyi olduğunu da göstermez:
Kur'an-ı Kerim'de kadınlar için: "Onlar size bir elbise, siz de
onlara bir elbisesiniz..."(K. Bakara (2) 287) buyurulur. Bunun bir
anlamı da; karı ile kocadan her birinin, aralarında cereyan eden
şeyleri başka insarlardan gizlemesidir.( bk. Taberî N/163) Yani her biri
diğeri için, başkalarının görmesini ve duymasını
istemediği yönlerine bir örtü olmalıdır. Sonra gıybette
karı ile koca istisna edilmemiş ve "din kardeşinin,
gıyabında söylenen ve duyduğunda hoşlanmayacağı
her şey gıybettir." buyrulmuş ve kötülenmiştir. Buna
göre böylece kocanında gıybeti yapılmış olur. Bir
hadîs-i şerifte: "Kıyamet gününde Allah indinde emanete
hiyanetin en büyüklerinden biri, karı-koca birbiriyle
haşır-neşir olduktan sonra kocanın karısının
sırını yaymasıdır." buyurulur.(Müslim, nikâh
123,124) Karının kocanın sırrını yayması da
elbette bundan hafif olmaz: Bir başka hadîs-i şerifte:
"Kadın kadınla (bir elbise içerisinde) cilt cilde gelmesinler,
çünkü gider onu kocasına vasfeder; o da sanki ona bakıyor gibi
olur." denir:(Buhârî, nikâh (son kısımlar)) Sebep, karı ile
koca arasına fıtne girmesi, kocanın diğer kadını
düşünüp, kendi karısındân soğuma ihtimalinin
bulunmasıdır.(bk. aynî XVI/423) Râsûlüllah Efendimiz bir hadislerinde
de kadınlâra: "Cehennem ehlinin çoğunun sizlerden olduğunu
gördüm, çünkü siz çok lânet okur ve kocanızın iyiliklerine
karşı nankörlük edersiniz... Aman, siz çok sadaka verin..."
buyurmuşlardır.(Buhârî, hayz 9; Müslim, imân 132) Demek ki,
kadınların oturup kocalarını çekiştirmeleri,
onların hep kötü yönlerini dillerine dolamaları çirkin birer
davranıştır.
Kısaca:
l- Kadınların
başkalarına, kocasıyla kendi ârasındaki her türlü cinsel
davranışları gerek yokken söz etmesi çirkindir, hafifliktir ve
belki de bir cinsel sapma ve hastalık belirtisidir.
2- Kocanın cinsel
ilişkiler dışındaki iyi yönlerini, övünme biçiminde
olmaksızın dile getirmesinde mahzur yoktur.
3- Karı-kocanın,
başka kadın ve erkekleri, vücut güzellikleriyle birbirlerine
vasfetmeleri çirkindir. Başkalarının da avret yerlerini
arkadaşlarına gösterip buna imkân vermemeleri gerekir.
Kocanın Malından Sadaka
Kadın, kocanın izni olmadan onun malından
sadaka, hediye, hibe vb. şeyler verebilir mi? Her defasında izin
almak zorunda mıdır?
Allah Rasulü Efendimiz (s.a.s.) buyururlar ki:
"Kadın kocanın evinden birşey tasadduk
ederse (sadaka verirse) kendisi bir ecir, bir o kadar da kocası ve bir o
kadar da hizmetçi alır ve hiç biri diğerinin sevabından bir
şey eksiltmez. Koca bu sevâbı o şeyi kazandığı
için, kadın da hayırda harcadığı (infak) için haketmiştir"(
Ebû Dâvûd, buyû 84; Nesâî, zekât 57)
Mekke'nin fethinin ardından yaptığı
konuşmada da şöyle buyurmuştur: "Hiç bir kadının,
kocanın izni olmaksızın bir atiyye (bahşiş, hediye)
vermesi câiz değildir." (Nesâi, zekât 58)Ibn Mâce'deki rivayetinde:
"Kocası ondan sorumlu olduğu sürece hiç bir kadının
kocanın malından, ondan izinsiz vermesi câiz olmaz."(Nesâi,
zekât 58) denir. Bir defasında Kâ'b'ın karısı Allah
Rasûlüne bir mücevher getirmiş ve "ben bunu tasadduk ettim."
demişti. Bunun üzerine Allah Rasullü: "kadının,
kocasından izinsiz onun malından vermesi câiz olmaz. Sen Ka'b'dan
izin aldın mı?" diye sordu. O da, "evet", dedi, ama
Allah Rasulü adam gönderip Kâ'b'a yine de sordurdu: Onun da, "evet",
demesi üzerine Hayra'nın tasaddukunu kabul etti.(agk. (zayıf
isnadla)Fıkıhçılar her konuda olduğu gibi, bu konudaki
nasları da (hadisleri) toptan göz önünde bulundurmuşlar ve ona göre
hüküm çıkarmışlardır. Buna göre:
1- Benim malımdan
kimseye bir kuruş vermeyeceksin, diyen (cimri) kocanın malından
karısı hiç bir şey tasadduk edemez. Nitekim kadın da
kocasına böyle söylemiş olsa, o da onun malından birşey
veremez., Verirlerse haram işlemiş ve günah almış olurlar.
2- Koca herhangi
birşey söylememiş olsa, karısı onun malından âdeten
hediye ve sadaka verilmeyecek kadar çok ve değerli bir şeyi, izin
âlmadan yine veremez.
3- Koca,
karısına: "Benim malımdan, istediğin zaman,
istediğin kimseye, istediğin kadar verebilirsin." gibi genel bir
izin vermişse kadın da bu konuda serbest olmuş olur. Artık
her defasında izin almasına gerek kalmaz.
4- Koca,
karısına bu konuda birşey söylememişse, kadın da,
kocanın cimri olmadığını biliyorsa, örfen ve âdeten
verilmesi normal sayılan ufak tefek para ve eşyayı onun
malından verebilir. Işte bu durumda sevap her ikisine de gider.
5- Kocası hiç bir
şey söylememiş olsa, ancak verdiği duyduğu zaman
kızacağını bildiği şeyleri, ona sormadan veremez.
Imam Nevevi meseleyi böyle açıkladığı gibi(Nevevi'nin
görüşleri için bk. Suyûtî, Zehru'r-rubâ-ale'1-müctebâ (Sü- nenü'n-Nesâî)
V/50), Hanefi fıkıhçılarının görüşü de
böyledir.(Hidâye (Fethu'l-Kadîr ile) IX/292; Akkirmânî, Serhu'1-erbâin 185)
KADIN ELBİSESİNİN BELİRLENEBİLEN
ÖZELLİKLERİ
1- Bütün bedeni örten
bir elbise olması,
2- Ince ve şeffaf
olmaması: Zira böyle olan bir elbise, görmeye mani değildir. Yada
daha doğru bir ifadeyle "göstermesinler" nehyinin icabına
uygun değildir. Çünkü altını gösterir. Hz. Resulullah, ince
elbise ile yanına giren Esma'dan yüzünü çevirmiştir. (Ebû Davûd. )
Hz. Aişe, yanına ince bir başörtü ile giren Hafsa binti
Abdurrahman'ın başörtüsünü yırtmış ve ona kalın
bir başörtü örtmüştür. (Ibn Sa'd, Tabakât, VNI/7l -72. )
3- Dar olmakla vücut
hatlarını belli etmemesi: Dar elbiseler giyen kadını Allah
Resulü çıplak saymış ve cehennemlik olduğunu
bildirmiştir. (el-Câmiu's-Sağir 232 (Müslim'den)) "Allah'ın
lânetine uğradığı" ve "cehennemde
olacakları" bildirilen, "giyinik çıplaklar"ı,
Serahsî, "ince elbiseler giydiklerinden dolayı çıplak gibi olan
kadınlar" diye açıklamıştır. (Serahsî, Mebsût
8/155.) Hz. Ömer, halka dağıttığı bir çeşit
elbisenin, vücut hatlarını belli edeceği için, kadınlara
giydirilmemesini emretmiştir. (Beyhakî, N/234-35'ten: Serahsî, Mebsût,
X/155.) Kadının vücut hatlarını belli eden elbisesine
bakmak, o uzuvlara bakmak sayılmıştır. (ez-Zeyla'î, Tebyinü'l-Hakâik,
VI/17.) Ibn Abidin, "Kim bir kadını arkadan hayâle dalar,
elbisesini görür, nihayet kemiklerinin şekli kendisine belirirse, cennetin
kokusunu duyamaz" hadisini delil tutarak, uzuvların şeklini
belli eden elbise, kalın olsa ve cildi göstermese bile yasaktır,
diyor. (Ibn Abidin.)
4-Kokusunun duyulmaması:
Aslında Allah Resûlü kokuyu çok meth-ü sena etmekle beraber,
başkaları duysun diye koku sürünüp çıkan kadını zinâ
etmiş olarak nitelemiş (Ebû Davûd, tereccül, 7, Tirmizî, edep, 35;
Neseî, Zîne, 35; Dârimî, isti'zân 18.) ve koku sürünüp camiye giden
kadının namazının kabul olunmayacağını
bildirmiştir.
5- Erkek elbisesine
benzememesi: Allah Resulü, hem erkeğe benzeyen kadına, hem de
kadına benzeyen erkeğe lanet etmiş ve böyle davrananların
evlere sokulmamasını emretmiştir. (Buharî, libâs, 62; Ebû Davûd,
edep, 53; Tirmizî, edep, 34.)
Modern tıbbın bu kabil
davranışları dengesizlik sayması ve gerek giyim
kusamında, gerekse tuvaletinde, karşı cinse benzeme eylemini,
homoseksüellikle izah ederek seksüel slimulus bozuklukları cümlesinden
değerlendirmesi, bu maddenin izahı için ilginçtir. (Songar Ayhan,
Psıkıyatri, Psikoloji ve Ruh Hastalıkları, Ist. 1980 s. )
6- Elbisenin bizzat
kendisinin de zînet olmaması: Zira zinetlerin gösterilmesi ayetle
yasaklanmıştır. (Sâbûnî, N/384-86'dan ihtisâr.) Allah Resulü,
kendisine biat eden kadınlardan, câhiliye kadınları gibi
zînetlerini göstererek dışarı çıkmamaları için biat
alıyordu. (Nasiru'd-Dîn el-Elbânî, Hicâb (T'erc.) 52. )
7- Gayr-i müslimlerin
özel elbiselerine benzememesi: Zira bu konudaki naslar, biraz sonra
göreceğimiz gibi mutlaktır; kadına da erkeğe de
şâmildir.
8- Üzerine Kur'an
ibâreleri işlenmemesi. (Muhammed Ravvâs Kal'acî, age. N/590-9l.
Eşit
Oldukları Konular
Başlangıçta Islâm ve Kadın
başlığını işlerken, aslında
kadının erkeğe eşit olduğu noktaları da;
göstermiş sayılırız. Burada da öncelikle şunu
söyleyelim ki, Islâm'da erkeğin kadından mutlak anlamda üstün
olduğunu bildiren hiçbir nas yoktur. "Erkek kadın gibi değildir"
(K.K. ÂI-i imrân (3) 36 ), demek, erkek üstündür demek değildir.
"Erkekler, kadınların kayyûmudurlar. Bu, Allah'ın
onların bazısını, bazısına üstün
kıldığından ve erkeklerin mallarını
harcadıklarındandır." (K.K. Nisâ (4) 34) âyeti de
erkeğin mutlak üstünlüğünü göstermez. Önce burada "erkekleri
kadınlara üstün kıldığı için..."
denmemiştir. Demek ki üstünlük nisbîdir. Idare kabiliyeti erkeklere
verilmiştir. Bir başka konuda da kadınlar üstün olabilir.
Kadının şefkat dolu bağrı olmasa erkek evlâtları bir
robot gibi yetiştirir. Demek ki bu konuda da kadın üstündür. Hem
Allah, kadın erkek ayırmadan, "en üstün olanınız,
Allah'tan en çok sakınanızdır." (K.K. Hucurât (49) 13 )
buyurur.Demek ki kadın, insan olarak erkeğe eşittir. Ikisinin
yaratılışı da bir "nefis"tendir. (K.K. Nisâ (4)
1) Kökenleri birdir. Biri kaliteli, öbürü adı bir maddeden
yaratılmış değildir.
Kadın da kötülük yaparsa günah, hayır yaparsa
sevap alır. Dua ederse Allah ona da "icabet" eder. Demek ki,
kadın, Cennete ya da Cehenneme gitmekte de erkekten farklı
değildir.Dünyada iken iş başarırsa kazanç, suç işlerse
ceza bulur. Ticarethanesi varsa kadın olduğu için kazanç oranı
düşük olmadığı gibi, meşru bir iş görüyorsa
kadın olduğu için ücreti de düşük olmaz. Tersine bazı
suçlarda kadın erkeğe göre daha az ceza görür.
Insanlar arasındaki saygınlık ve hürmette,
erkeklerden geri değil, tersine bazı hallerde ileridir.
"Insanlar içerisinde iyilik ve hürmet yapmama en lâyık olan
kimdir?" diye soran sahabîye Efendimiz; "annendir"
cevabını vermiş ve arkasından, "sonra kimdir?"
diye iki defa daha tekrarlanan bu soruya, "annendir" dedikten sonra,
dördüncüde "babandır" buyurmuştur. (Buhârî, edep 2; Müslim,
bir 1) "Namazda iken, babanın çağırması halinde namaz
bozulmaz, ama annenin çağırması halinde namaz bozulur ve ona
cevap verilir." Sözünün aslı nedir, şu anda bilmiyorum ama, dînî
bir düşünceden kaynaklandığı açıktır. "Ana
gibi yâr olmaz" atasözümüz herhalde kadını küçültüyor değildir.
Demek ki, yaratılışta, Allah'a kul olmakta,
ibadette, duada, suç ve cezada, yani kullukta, hürmet ve saygınlıkta,
kısaca insan oluşta kadınla erkek arasında fark yoktur.
KADIN LA ERKEĞIN EŞİT OLMADIKLARI KONULAR
Özet olarak söyleyeceklerimize şu soruyla
başlayalım: Eşitlik mi yoksa adalet mi tercih edilir? Kadın
erkeğe eşit değildir, denilince niçin bundan, erkeğin
değil de kadının aşağılandığı
anlamı çıkarılıyor? Iki şeyin birbirine eşit
olmadığını söylemek, birinin diğerinden üstün
olduğu anlamına mı gelir? Böyle olmadığı halde
bundan kadının aşağılandığı
anlamını çıkaranlar aslında bu tavırlarıyla
eşitsizliği kabullenmişler demektir.
Vida somuna eşit değildir. Ama hangisi daha
üstündür? Bir hüküm verilebilir mi? Ya da ikisinin görevi de aynı
mıdır? Inek boyunduruğa koşulursa haksızlık
edilmiş olunmaz mı? Burada eşit davranmak mı daha
akıllıcadır, yoksa adaletli davranmak mı?
Kadının, hayatın zorluklarına tahammül edecek,
ağır işleri görecek, makineleri ve yükleri indirip bindirecek
gücü var mıdır? Bu işler kadına
yaptırılırsa, fıtrata, yani tabiî ve doğal olana
karşı çıkılmış olunmaz mı? Batılı
bir düşünür: "Tüketim uygarlığı kadınları
ikiye bölüyor, gittikçe de daha fazla bölecek: Tüketen kadın. üreten
kadın. Birincisi kadınlıktan, gün geçtikçe dişiliğe,
ikincisi kadınlıktan gün geçtikçe erkekliğe doğru
kayıyor." diyor. (Attılâ Ilhan, Yanlış Erkekler,
Yanlış Kadınlar 63) Bu acaba iyi bir gidiş midir? dersiniz.
Tüketen kadın, israf eden kadın demek değildir. Üreten
kadın ise her konuda erkekler gibi çalışan kadındır.
Zerafette, duygusallıkta, nezakette, şefkat ve
merhamette erkek kadına yetişemez. Aklî muhakemede,
soğukkanlılıkta, fikri tahlil, yani çözümlemede de kadın
erkeğe yetişemez. Tarihte; Aristo, Sokrat, Beydaba, Sekspir, Mevlânâ
gibi kaç tane kadın düşünür vardır? Hangi önemli buluşu
kadınlar gerçekleştirmiştir? Uzaya kaç tane kadın
gitmiştir? (götürülmüş değil. Çünkü fare de götürüldü).
Dünyadaki iki yüze yakın devletten kaç tanesinin başı
kadındır? Demek ki bu konular da, erkeğin görev sahasıdir.
Bazı kadınların erkeklere ait bazı
işleri başarıp birçok erkeği geride bırakması,
tamamen istisnaî durumlardır. Ayrıca öne geçmekle öne geçirilmeyi
birbirine karıştırmamak gerekir. Erkeklerin bir kadına
ileri bir görev verip te, bakın işte, kadınlar da bu makamlara
yükselebiliyor demeleri, kandırmacadır. Bu kadının değil,
yine erkeğin başarısıdır.Soruları çogaltabiliriz:
Onbeş yaşından doksan yaşına kadar teorik olarak
hergün bir kaç tane çocuğa sebep olma gücüne sahip olan erkeğin
yanında bir kadın, yine teorik olarak ömrü boyunca en fazla kaç çocuk
doğurabilir? Niçin dünyaca meşhur boksörler, güresçiler, halterciler,
futbolcular, kısaca sporcular hep erkektirler? Dünya devletleri kadın
haklarını gasbettikleri ve kadın-erkek eşitliğini
tanımadıklan için mi? Eğer bundansa, niçin bu gücü erkekler
elinde bulunduruyor da kadınlar değil?
Tarih boyunca kadınların idareyi ele
aldıkları imparatorluklar niçin hep yıkılıp
gitmişlerdir? Örnek mi? Roma, Endülüs. Emevîler, Abbasîler, hattâ
Osmanlılar... Bu durum aynı zamanda Peygamberimizin (s.a.s.) bir
mûcizesini de gösterir. "Idaresini kadınlara teslim eden hiçbir
millet iflah olmaz." (Buhâri, megâzî 82; fıten 18; Tirmizî, fiten 75;
Nesâî, âdâbül-kudât) Ama bunlar, erkeğin kadından mutlak
üstünlüğünü elbette göstermez.
Ikiyüz yıla yakın süredir kadının
erkeğe eşit olduğunu savunan zavallılar (zavallı
diyorum, çünkü iddialarını ispatlama gücüne bir türlü
kavuşamıyorlar) niçin hâlâ bunu ispatlayamadılar?
Ispatladılar da kasıtlı olanlar görmezlikten geliyor, denilirse
niçin tuvaletlerini "Baylara" "Bayanlara" diye
ayırıyorlar? Kanunlarında zorlayıcı bir hüküm
bulunmadığı halde, niçin erkekleri ile kadınları
genellikle ayrı elbiseler giyiyorlar? Kanunlarıyla,
kadınların çalıştığı genelevler kuruyorlar
da, niçin erkeklerin çalıştığı genelevler kurmuyorlar,
kuramıyorlar? Niçin dünya kupalarına kadın, ya da karma
sporcularla çıkmıyorlar? Fabrikalar niçin kadın isçi
çalıştırmak istemiyor?
Ama niçin hastabakıcılar, hemşireler, çocuk
yuvaları gibi şefkât ve merhamet isteyen kurumlarda
çalışanların çoğu kadındır?
Demek ki kadın ile erkek görev ve misyon
açısından da birbirinden farklıdırlar. Tıpkı
fiziksel ve psikolojik bünye açısından farklı oldukları
gibi.
Demek ki, kadınla erkek arasında mutlak bir
eşitlikten sözetmek imkânsızdır. Bunu savunmak, ya psikolojik
hastalıktan, ya da başka sinsi duygulardan kaynaklanır.
Onların neler olduğuna "Feminizm ve Kadın"
başlığı altında kısaca değinecegiz.
Peşin fikir ve kabullenişlerden uzak olarak
düşünebilen herkes; mutlak anlamda kadın erkek eşitliğini
savunanların, bu tür bir eşitliği bir türlü
gerçekleştiremedikleri gibi, kaş yaparken göz
çıkardıklarını ve bu uğurda insânî eşitliği
de ortadan kaldırdıklarını kabullenmek zorunda
kalacaktır. Çünkü girift bir makinede, kendi yerinde çok büyük görevler
yapan bir dişliyi, aynı makinedeki bir başka dişliye
benzemiyor diye yerinden alıp, onun gibi yapmaya çalışmak, hem
her iki dişlinin görevini aksatmak, hem de makineyi bozmak demektir. Çünkü
bu her iki dişlinin de, kendi yerinde çok önemli görevleri vardır.
Hiçbiri değersiz olamaz. Ve bu onların birinin diğerinden mutlak
üstünlüğünü de göstermez.
Bunlar eşit yapacağız diye sokaklara
döktükleri kadını erkek yapamamışlar ama,
kadınlığından da çıkarmışlar ve maskaraya
çevirmişlerdir. Kadın, bu gayretlerle tavus kusuna özenen karga
durumuna düşmüştür.
Bu durumdan kadınlar da razı, onlar da
kendilerine bu tür hakların verilmesini istiyorlar, denirse; insan,
haklarına kavuşmakla mı, yoksa haklarını elden
çıkarmakla mı daha huzurlu olur? diye sorarız. Cevabın ne
olacağı elbette bellidir; öyleyse bu tür hakların en ileri
düzeyde verildiği Iskandınav ülkelerindeki ahlâkî çöküntü niçin?
Niçin dünya üzerinde kadınlar arasındaki en ileri düzeyde intihar
olayları oralarda görülüyor? Kırkını geçmiş kadınların
%12'si intihar ediyor? Kırk yaşına gelince bunlara hayatı
çekilmez kılan nedir? Elde ettikleri hakları mı? Buna kargalar
bile güler. Niçin batı, ekonomik sahada bunca ilerlemişken, her
aradıkları maddî gereci otomatik olarak elleri altında
bulurlarken, Doğu Islâm Dünyası, Islâm'dan da teknolojiden de uzak
olmasına rağmen; her yıl yüzlerce batılı kadın bu
ülkelerin insanlarıyla evleniyor? Sözkonusu edilen haklarına
kavuşmak için mi? Demek ki, samanda protein ya da A vitamini yok diye ata
et vermek, ya da ite saman vermek eşitlik olabilir ama, adalet ve akıllılık
asla!
Bu çelişkileri ciltler dolusu olacak kadar çogaltmak
mümkündür. Ama burada anlatmak istediklerimiz bunlar
olmadığından, bu konuyu son olarak çarpıcı bir örnekle
bitirecegiz. Bu örnek bize, tabiîliğe karşı çıkmanın
insanı hangi noktaya götüreceğini, mutlak eşitliği
savunanların ne gülünç durumlara düştüklerini göstermeye yetecektir.
Bu örnek; Amerika'da kadın haklarını savunan derneklerden SCUM
(Society For Cutting Up Men)'in, eşitliği bozduğu için
erkeklerin "şey" lerinin kesilmesini öneren tutumudur.
(Attılâ Ilhan age 196 ) Bu tür bir eşitlik savunulunca, bunu daha
ileriye götürmek kaçınılmazdır, hattâ gereklidir. Erkeğin
"şey"i kesilince onlar da kadınların meselâ
memelerinin kesilmesini isteyecekler ve insanlık tek cinse doğru yol
alacaktır. Ama şimdilik buna AIDS müsaade etmiyecek gibi görülüyor.
Demek ki, fıtrat onu bozmaya kalkışanlara dersini veriyor.
Demek ki, kadınların hukukunu korumak, onlara
her istediklerini yapma hürriyeti vermek demek değildir. Bu, elbette
erkekler için de aynıdır. Hürriyetler eğer başka
hakları engelliyorsa, ikisi arasında bir tercih yapmak gerekir. Bir
hukukçumuzun dediği gibi: "Mao Çin'de fuhşu önlemeye
kalkışmıs, iktisadî yapının bozukluğundan
dolayı biçarelikten fuhşa sürüklenen kızcağızlara
iş vermiş, "alışmış kudurmuştan
beterdir" diye direnen bataklık ve kaldırım güllerini ise,
seralarda toplayarak islah etmeye çalışmıştır.
Işte aydınlarımıza bir "pratik çalışma"
sorusu: Bu tutum kadını hor görmenin mi, yoksa insanlık
değeri bakımından erkeğe eş saymanın mı
belirtisi idi? Ikinci soru: Bu tutum anti demokratik ve ilkel bir tutum mudur,
yoksa "çagdaşlık" adına onaylanması gereken bir
davranış mıdır? Üçüncü soru: Iyi bir
davranıştır derseniz, niçin aynı şeyi bir müslüman
söylerse gericilik oluyor da Mao söylerse hikmet oluyor?" (Hûşeyin
Hatemî "Davacının Yargısı" zaman 16.1.1988 s. 2.)
Islâm'da temizlik esas olmakla beraber, avretine ve
mahremiyetine dikkat etmek de önemlidir. Eğer bir helâl, bir haram
işlenmeden yapılamıyorsa, o helâl da terkedilir.
Kadınların da erkekler gibi
vücutlarını hem maddi hem de manevî pisliklerden temizlemeleri
şarttır. Ancak kadınlar da, yine erkekler gibi, avret yerlerini
yasaklananlara göstermemek zorundadırlar.
Umumi hamamlar, yıkanma ve temizlenme yerleridir.
Havasi ve suyu sıcak ve şartları, evlerdekine göre genellikle
daha elverişli olduğu için, oralarda daha rahat ve daha hoşa
gider biçimde yıkanılır. Ayrıca tellaklar da
bulunduğundan, insan hamamlarda vücudunun rahat uzanamayacağı
yerlerini keselettirebilir. Bazı rahatsızlıklara sıcak
duş ve terleme iyi gelebileceği için hamamlar bu bakımdan da
tercih edilebilir. Bunlar hamamın iyi yönleridir ve herkes için helâldir
ve tabiî olandır. Ancak helâl olan bu nimetlerden harama bulaşmadan
yararlanıyorsa, bunlar terkedilir ve evindeki imkânlar ölçüsünde
yıkanılır. Su ısıtacak banyosu ve şofbeni
olmayanlar, güğümle su ısıtır, öylece yıkanırlar.
Zaman zaman keselenme ihtiyacı duyulduğunda da, karıkoca bir
birbirlerini keselerler. Çünkü hayâ ve utanma duygusu, etkisini günümüzde
geçmişten çok daha fazla yitirmiştir. Bu duygu silindikten sonra
insanın herşeyi yapabileceğini Peygamber Efendimiz haber
vermiştir.(Buhârî, enbiyâ 54, edep 78; Ebû Dâvûd, edep 6; Ibn Mâce, Zühd
17) Kur'ân-ı Kerîm'de "Allah kadını erkeğe eş olarak
yarattı ki, onda huzur bulsun" denilir. (Rûm (30) 21) Demek ki,
evlenmenin bir gayesi budur. Peygamberimiz bir hadîslerinde, "Evlenin
çoğalın, çünkü ben kıyâmet günü ümmetimin çokluğu ile
övünürüm" buyurmuştur. (Nesâî nikâh 11; Ibn Mâce, nikâh 8; Müsned
Ill/158) Demek ki evlenmenin bir gayesi de çocuk dünyaya getirmektir. Bir
diğer hadîslerinde gençlere evlenmeyi öğütler. "Çünkü o, gözü
harama bakmaktan ve insanı zinadan korur", buyurur. (Buhâri, savm 10;
Mûslim, nikâh 1, 3; Ebû Dâvûd, nikâh 1) Demek ki, bir gaye de budur. Öyleyse
evlilik bu gayeleri gerçekleştirdiğinde ibâdet olmuş olur.
Evlenmenin tek amacı çocuk yetiştirmek
olmadığı için, Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bazı
hadîsleriyle "azıl" yapılmasına izin vermiştir.
(Örnek olarak bk. Ebû Dâvûd, nikâh 48; Nesâî, nikâh 55) "Azıl",
cinsel ilişkide erkeğin menisini dışarı
boşaltması demektir. Ancak Peygamberimiz "azli" teşvik
etmemiş, ona izin vermiştir. Hattâ bazı hadîslerinde
"azıl" yapmanın kötülüğüne de işaret
etmiştir. Ama Hanefi bilginleri, kadının izni olması
halinde "azlin" câiz olduğu görüşündedirler. (Ibn Abidîn
VI/374)
"Azil" korunma yollarından sadece bir
tanesidir. Bugün ilkel ve modern usullerle uygulanan daha bir sürü korunma
metodu vardır. Bu korunma yollarının bazıları,
çocuğu olma özelliğini sürekli ortadan kaldırır ve
artık bu uygulamaya konu olan kadın, ya da erkeğin çocuk yapma
kabiliyeti kalmaz. Kadının yumurtalıklarının
alınması, erkeğin hadımlaştırılması ve
(x) ışınları ile kısırlaştırma, bu tür
yöntemdir. Bu insan fıtratına aykırı bir uygulamadır.
Peygamberimiz aynı sonucu veren uygulamaları
yasakladığından; Islâm âlimleri bunun câiz
olmadığına sözbirliği halindedirler. Ancak her konuda
olduğu gibi, bu konuda da zorunlu haller haramları ortadan
kaldırır.
Ameliyatla tohum yollarının bağlanması
da, hüküm olarak kısırlaştırma gibi olmalıdır.
Çünkü buda fıtrata müdahale etmek demektir ve bu yöntemde de
kısır kalma tehlikesi yüksektir.Kadınların kendi kendilerine
kullandıkları ilkel yöntemlerin hemen hepsi zararlı
olduğunu, çoğu zaman da bu yöntemlerin gebeliği
önlemediğini, hattâ sakat ve özürlü doğumlara sebep olduğunu
tıp uzmanları söylemektedir. Bu yolla bulaşan mikroplar ve
yapılan tahrişlerle doğan rahim hastalıkları da
işin cabasıdır. Islâm, adil tıbbın zararlı
dediği uygulamaları, o konuda bir hüküm olmadıkça haram sayar.
Takvim usülünü uygulayıp, kadının gebe
kalma ihtimali az olan günlerde ilişki yapmak suretiyle korunmanın
haram olduğunu söyleyen birisi, ya da gösteren bir belirti yoktur. Ancak
bu da ihtiyaca dayalı ilişki esasına aykırı bir
yöntemdir.Erkeğin kılıf kullanması, "azil" den
daha hafif olduğu için, "azil"e câiz diyenlerin ona da câiz
diyeceği açıktır. Çünkü "azil" de kadının
isteğinin tamamlanmama ihtimalı daha çoktur. Halbuki, Islâm,
ilişkide kadının da tatmin edilmesine çok önem verir.
Erkeğin kılıf kullanması halinde bundan kadın zaman
kazanacaktır.
KADIN, KOCANIN KESİN İZİN
VERECEĞİ KOMŞUSUNA KOCASINDAN İZİN ALMADAN
GİDEBİLİR Mİ?
Konunun iki yönü vardır.
a) Kocanın hukuku
ve izni ile ilgili yönü. Buna göre kadın, kocanın izin edeceğini
bildiği komşusuna ondan izin almadan da gidebilir. Hattâ izin edip
etmeyeceğini bilmediği komşusuna da gidebilir. Mübah olan bir
şey yasak sözkonusu oluncaya kadar mübah olmaya devam eder.
Komşularına, akrabasına gitmek, kadın için de erkek için de
mübahtır; bu yüzden bunun için izin almaya bile gerek yoktur.
b) Allah'ın
hukuku ile ilgili yönü: Buna göre de bir kadın, kocanın izni olsa
dahî, Allah'ın hukukunun gözetilmediği ve gittiği takdirde de
gözetilmesine bir katkısının olmayacağı komşuya
gidemez.Bu konuda zâten kadınla erkek arasında bir fark da yoktur.
Kısaca: Komşu ya gayrı müslimdir, ama saygısız
değildir. Faydalı olacağı düşünüldüğü sürece ona
gidilir. Ya müslümandır ve Islâmi ölçülere riâyetkârdır. Ona gitmek
zâten bir görevdir. Ya müslümandır, cahildir. Islâmî ölçülere riâyet etmez
ama, anlatıldığında dinler. Ona anlatılabilecekse
gidilmelidir. Ya müslümandır; Islâmî ölçülere riâyetsizdir ve mukaddesatla
istihza eder, dinlemez. Ona gitmekte bir fayda yoktur, yerine göre zarar
olabilir. Bütün bunlar biraz da gidenin durumu ile ilgilidir. Kültürüne,
ağırlığına ve etkinligine güvenen, Islâmı ve onun
şiarı olan örtüyü onurluca savunabilecek bir bayan, erkeklerle
beraber oturulmayan,her komşusuna aslında gidebilir. Bu biraz da onun
Islâmi temsil gücüne bağlıdır.
Kadın, yabancı erkeklerin görecegi yerlerde;
avret olan tüm bölgelerini örten, vücut hatlarını belli etmeyen,
süslü, kokulu ve çekici olmayan elbise giymelidir. Yabancıların
bulunmadığı evde kadının geniş ve her
tarafını örten elbise giyme zorunluluğu yoktur. Başı,
kolu, bacağı açık dolaşabilir. Hele kocası istiyorsa,
çarşıda pazarda görülecek en etkileyici açıklık, makyaj ve
elbise ile bulunabilir. Gözleri ve ilgiyi sokaktan evine çekmek ve böylece
haramdan korunmak isteyen bazıları için bunun bir ibadet olduğu
da söylenebilir. Rasûlüllah Efendimizin:"Sizden birinize bir kadın
câzip gelecek olursa derhal evine ve kendi hanımına gitsin; aynı
şey onda da mevcuttur" buyurmalarında buna işaret
vardır sanıyorum. Özellikle günümüzdeki Müslüman kadının,
başka erkekler için süslenip, sokaklara çıkan,
başkalarının kadınlarından daha çok süsü ve câzibeyi
kendi kocası için becermesi gerekir. Bu elbette gözü harama
takılıp kalma ve dışardakileri "elin tavuğu
kaz..." fehvasınca ideal görme eksikliği ve problemi olan
erkekler için böyledir. Yoksa kadının evinin içinde dahi, ânî bir
durum sözkonusu olması halinde utanmayacağı bir kıyafetle
bulunması, çıplak denecek ölçülerle dolaşıp hem melekleri
utandırmaması, hem de böylece "vuslat" ile sonuçlanacak
cinsel ilgiyi köreltmemesi elbette daha iyidir. "Allah utanılmaya
daha lâyıktır."
"Birisine bir kız çocuğu müjdelenirse,
üzüntüsünden yüzü simsiyah kesilir..." (Kur'ân-ı Kerîm 16
(en-Nahl)/58 ) Bu âyette Allah (c.c.) cahiliyyet insanının
kadına bakışını anlatır ve takbih eder. Halbuki,
"Allah diledigine kız, dilediğine erkek, dilediğine ikisini
birden verir, dilediğini de kısır yapar." (Kur'ân-ı
Kerîm 42 (es-Sûrâ)/49)
Kadın da tıpkı erkek gibi doğar, erkek
gibi insan yavrusudur. Şefkatte ve hediyede aralarını
ayırırlarsa, anne baba sorumlu olurlar. Peygamberimizin vasiyyetini
gözetmemiş olarak şefaatten mahrumiyeti hak ederler. Cahiliyyet
duygularının insanlarda zaman zaman depreşeceğini
bildiği için, Efendimiz kız çocuklarının, eğitimini
özellikle vurgular ve "üç, iki, hattâ bir kız çocuğunu,
haklarını koruyarak yetiştiren babanın, Cennette kendisiyle
beraber olacağını" (Ibn Mâce, edep3) duyurur. Çocuğun
kız doğmasında da erkekte olduğu gibi,
"Şükür" olarak "akîka" kurbanı kesilir. Ismi
güzel verilir, zorunlu eğitimi yaptırılır. Gerekli cinsel
bilgileri anneden alır. Kur'ân'da ve Sünnette ilme teşvik eden hiç
bir nas, kadınları bundan ayırmaz. Tersine, ihmale
uğrayacaklarını bildiği için, Peygamberimiz özellikle
kadın eğitimini tavsiye etmiş. haklarının
korunmasını emretmiştir. Onun devrinde "müctehid" olan
kadınlar yetişmiştir. (Meselâ Resûlüllah'ın (s.a.)
zevceleri Âişe validemiz bunlardan biridir.)
Kadın hiçbir konuda erkekten ayrı tutulmadan
büyütülmüş ve yetiştirilmiş, sıra evlenmesine
gelmiştir. Damat adayını görmesi bir hakkı ve aynı
zamanda bir sünnettir. Beğenmezse reddeder, velîlerin ve damat
adayının ısrarı hiçbir şeyi değiştirmez.
Evlenirken ağırlığını koyar,
damat adayından istediği kadar "mihir" alır. Mihir
onun Allah'ça belirlenmiş en tabii hakkı ve hayat garantisidir.
Harcama sahası, meşru çerçevede tamamen kendi iradesine
bağlıdır. Mihrini, ya da varsa diğer mal
varlığını, hayır yolunda harcayabileceği gibi ticarî
işletmelerde kullanabilir, şirketler kurar, şirketlere hisse
senetleriyle ortak olur, kazanır ve kazandığını da
istediği yerde harcar. Çünkü kendi sosyal güvenliği, kocaya varmakla
garanti altına alınmıştır. Ev için ve kendisi için
gerekli bütün zarûri harcamalar erkeğin sırtınadır. Erkek,
elbiseni ya da süs malzemeni kendi kazancınla al, diyemez. Kendi
varlığı ölçüsünde kadının nafakasını
sağlamak zorundadır. Sağlayamayacaksa evlenemez. Evlendikten
sonra sağlamazsa kadının boşanma talebi olumlu sonuçlanır.
Kocası onu tahkir edemez, onun hayat
arkadaşı olduğunu unutmamak zorundadır, darılıp
evinde yalnız bırakamaz. Erkeğin en hayırlısı,
kadına en iyi davranandır. (Bk. Buhâri, nikâh 43; Müslim, fedâil 68)
Evde hanımıyla şakalaşmak,
eğlenmek ve onu eğlendirmek kocanın görevlerindendir.
Kadının hak-hukuk tanımayıp isyan
etmesi dışında, sudan bahanelerle erkek karısını
dövemez, (Karının dövülmesi konusunda Kur'ân-ı Kerîm 4
(en-Nisâ)/34 âyeti ve tefsirlerine bakılabilir. Örnek olarak bk. Ibn Kesîr
N/257; Kurtubî NI/170,172,173; Elmalı N/1351; Ebû Dâvûd, menâsik 56; Ibn
Mâce, menâsik 84; Müslim hac 147; Tirmizi, Rada'11; Ebû Dâvûd, menâsik 56;
Halebî Sağîr s. 395; Halebî Kebîrs. 621; Canan, Terbiyes. 391;)
hastalık kıskançlığından kaynaklanan şüphesinden
ötürü karısını anî baskınlarla rahatsız edemez.
Peygamberimiz (s.a.s.) bir hadîslerinde ailesinden uzun zaman ayrı kalan
birisinin, haber vermeden gece ansızın eve gelmesini
yasaklamıştır. Bunda ayrıca koltuk altı, etek
tıraşı ve süslenip taranmayla kocasına hazırlık
yapabilme imkânı bulması da, sebep olarak zikredilmiştir. (Bu
konuda bir hadîs-i şerîfin meâli şöyledir: "(Uzaklardan)
geceleyin geldiğinde hanımmn yanına girme ki, bıçak
kullanıp tıraş olsun, dağınıksa tarasın.
(gelişine hazırlansın)" Buhârî, nikâli 121,122; Müslim,
radâ' 58, imâret 181,182; Dârimî, nikâh 32, cihâd 163; Müsned NI/298. Hadîs
şerhleri buna sebep olarak bir de, eve geceleyin aniden girmesinin,
hanımının ihanetinden şüphelendiği anlamına
gelebileceği ihtimalini gösterirler.)
Kocanın karısını cinsel yönden tatmin
görevi de vardır. Peygamberimiz, karısını düşünmeden,
işini bitirerek hemen inen insanları horoza, yani hayvana
benzetmiş ve sevişip okşama olmadan cinsel ilişkiye
geçilmemesini tavsiye etmiştir. (Deylemî'den, Gazâlî, Ihyâ N/52 (Terc.
N/129); Ayrıca bk. Suyutî, el Camiu's-sağîr (Fethu'I-Kadîr ile)
VI/323) Çünkü erkek bakmakla hemen tahrik olabilir, ama kadın cinsel
ilişkiye ancak uzun bir okşama döneminden sonra hazır hale
gelir. Iyi bir erkek, karısını bu işe hazırlamayı
başarabilen ve kendi doyduğu gibi onu da doyurabilen erkektir. Cinsel
ilişkide sadece kendisini düşünen erkekler,
karşısındakine zulmettiklerini ve işkence ederek zevk
aldıklarını unutmamalıdırlar.
Evlendikten sonra bir yıl içerisinde hiç cinsel
ilişki yapamayan erkekten kadının ayrılma hakkı
vardır. Kadın "peşin mihrini" almadan kendisini
erkeğe teslim etmeyebilir.
Kadının nafakası gibi, tedavisi ve ilâç
harcamaları da kocaya aittir. Kadın ekmek yapamayan birisi ise, erkek
hazır ekmek almak zorundadır. Süslenmesini istiyorsa, süs malzemeleri
ve koku masrafi erkeğe aittir. Yılda yazlık ve
kışlık olmak üzere iki takım elbise erkeğe aittir.
Anlaşmazlik söz konusu olursa elbisenin nitelikleri mahalli idarelerce
tesbit edilir. Kadın, kocası sefere çıkarken, gelmediği
günler için nafakasına, ondan kefil alabilir. Âdetli günlerinde
kocasından ayrı yatmak isterse, ayrı bir yatak istemek
hakkıdır.
Durumuna göre kadın kocasından hizmetçi
isteyebilir. Hizmetçinin ücreti kocasına aittir. Örfe göre
kadınların yapmaması ayıplanan ev işleri
dışında kadın, hiçbir iş yapmak zorunda değildir.
Ihtiyaç duyarsa kocasıyla aylık nafaka
miktarında anlaşırlar. Yetmediğini anlarsa
artırmasını ister, koca kabul etmezse mahkemeye
başvurabilir.
Kadın kocanın yakınlarını
istemediği takdirde, kocası onu müstakil bir evde oturtmak
zorundadır. Buna sebep olarak, kocasıyla oynaşmak ve yararlanmak
arzusuna, onların bulunmasının engel olacağı
gösterilmiştir. Hattâ cinsel ilişkiyi bilmeyecek kadar küçük olan
çocuğu dışındakiler için de aynı sebeble ayrı
odalar istemek, kadının hakkıdır.
Kadının, haftada bir kez anne-babasını
ziyaret hakkıvardır, erkek buna engel olamaz.
Erkeğin haklarına bir zarar vemeyen meşru
işlerde; kadının meşru çerçevede çalışmak
hakkıdır.
Âdet ve lohusalıktan ötürü hamama gitmek
istediği takdirde, hamam parasını erkek verir, ancak hamamda
avret yerlerinin açılmamasına riayet edilmediği biliniyorsa,
kadın hamama gönderilmez.
"Ric'î" (dönülebilir) ya da "bâin"
talakla boşanan karısının her türlü nafakasını,
iddeti içerisinde erkek verir.
Bu söylediklerimiz bütün fıkıh kitaplannda
kadının erkek üzerindeki hakları sayılırken
açıklanan konulardan sadece birkaç örnektir. Sonra bunlar birer tavsiye
niteliğinde değil, yaptırımı olan kanûni
haklardır. Karadeniz'de, Anadolu'da. şurada-buradâ kadınlar
çalıştırılıyor ve ancak erkeğin yapabileceği
zor işler altında eziliyorlarsa, bunun suçu İslam'ın
değil, Islâmı onların hayatından uzaklaştıranların
olsa gerektir.,
Bir seçim sözkonusu olduğunda kadının seçme
hakkının bulunduğunu çoğu Islâm bilginleri
söylemişlerdir. Çünkü onların böyle bir hakkının
olmadığına dair hiçbir delil yoktur. Kaldı ki seçme,
"bey"at"tan ibarettir. Halbuki, Peygamberimiz kadınlardan
da bey'at almıştır. (bk. Kur'ân-ı Kerîm 60/12 âyeti ve
tefsirleri.) Hz. Ömer'den sonra seçilecek halife için, evlenmemiş genç
kızlar dahil, herkesten fikir alınmıştır.(bk. Muhammed
Hamîdullah, Islâm Müesseselerine Giriş Ist.1981, s. 112 (Ibn Kesîr'den
nakil))
Nihayet kadın öldüğünde kefeni de kocasına
aittir. (Özet olarak sunduğumuz bu maddelerin daha geniş bir
açıklaması için bk. Ibn Âbidîn, Reddü'l-muhtâr, Mısır 1380
(1960) NI/571 vd. Ayrıca bütün fıkıh kitaplarının
nafaka bölümleri ve özellikle Serahsî, Mebsût V/180 vd.)
Görüldüğü gibi kadın geçim konusunda hiçbir
derdi ve endişesi olmayan, yani alabildiğine sosyal güvenliği
bulunan bir insandır. Ve bütün bunlar bir anlaşmazlık sözkonusu
olduğunda mahkeme kararı ile belirlenecek olan kanunî haklardır.
Yoksa Islâm'da karı-koca birbirinden devamlı hak koparmak için
çekişip duran iki düşman kutup değildirler. Birbirlerini
tamamlayan, birbirlerine yardım eden, destek olan, huzur ve moral
kaynağı oluşturan, bir bütünün iki yarım
parçasıdırlar. Tıpkı Peygamberimiz'in ev işlerine
yardım etmesi, Hz. Ali ile eşi Fatıma arasında iş
bölümü yapması gibi.
a) Bir Yatakta Yatma:
Allah Resûlü Efendimiz bir hadîslerinde :
"Çocuklarınıza yedi yaşında namazı emredin; on
yaşında kılmazlarsa onları namaz için dövün ve
yataklarını ayırın" buyurur. (Ebû Dâvud, salât 26;
Müsned N/180,187) Yataklarının yedi yaşında
ayrılmasını isteyen hadîsler de vardır. Âlimler
bunların hepsini bir arada değerlendirerek, çocukların
yataklarını yedi yaşına geldiklerinde ayırmak güzel
bir davranıştır, on yaşına geldiklerinde ayırmak
ise vâciptir demişlerdir. Ayırma; hem kızları erkeklerden,
hem erkekleri erkeklerden, hem de kızları kızlardan ayırma
demektir. Buna göre, karı-koca olmadıktan sonra, daha yukarı
yaşlardakilerin aynı yatakta yatmaları daha büyük haramdır.
Hattâ yatak büyük olup birinin bir kenarında diğerinin öbür
kenarında yatmasının da haram olduğunu söylemişlerdir.
(Ibn Âbidîn VI/382) On yaşını aşanlar, bir yatakta
başkalarıyla yatamayacakları gibi, anne-baba ve
kardeşleriyle de yatamazlar.
Çocuğun yedi yaşından önce anne ve
Babasıyla yatmasının bir sakıncası yoktur. (agk.)
b) Âdetli'nin Kestiği ve Pişirdiği:
Eti yenen hayvanların boğazlanmasında
müslümanlardan istenen şey Allah'ın adıyla
boğazlamalarıdır. Erkeğin boğazlama şartı
diye birşey yoktur. Böyle bir tereddüt, kadınları genellikle
hayvan boğazlamaktan ürperdikleri için çıkmış olsa
gerektir. Kadının âdetli olması da durumu değiştirmez.
Çünkü âdetli kadının diğerlerinden ayrı olarak pis olan
yönü kanından ibarettir. Sair bedeni ise hakiki pislikle pis
değildir. Pişirdiği yemek, elini soktugu su, tükrügünün
değdiği kap, Yahudilerin inandıgi gibi pislenmez. Onunla
yenilir, içilir, yatılır, öpülür, kucaklanır,
pişirdiği yenir, kestiği helâldir. (bk. Müslim, hazy 3;
Davudoğlu N/478 vd) Kısaca o, âdet ile insan olmaktan
çıkmamıştır. Bu tür inanışlar,
değindiğimiz gibi, Yahudilikte bulunan inanışlardır.
Kaldı ki bize, Yahudi ve Hiristiyan olanların kestiği ve
pişirdiği de helâldir.
KADININ KOCANIN SOYADINI ALMASI
Resmi evlenmelerde kadın kocanın
soyadını alıyor. Bu mesele Islam'da da böyle midir?
Soyadı meselesinin tarihi henüz yenidir ve Islâm
tarihi boyunca uygulânmamıştır. "Soyadı"
kişinin hangi soya ait olduğunu, kimlerden geldiğini ve bir
anlamda kimin çocuğu olduğunu gösteren bir işarettir.
Soyadı sayesinde insanın nesepli ya da nesepsiz olduğu
anlaşılmış olur. Bu açıdan,
bakıldığında, eğer bugün millet içinde ya da
milletlerarası bir kolaylık sağlıyorsa ve de bu
kolaylığı bizim tarihimizde kullanılan "künye" ve
"lakap" gibi uygulamalar bugün artık temin edemiyorsa.
soyadı uygulamasında bir mahzur olmaz denebilir. Çünkü Islâmda da
önemli olan, kişinin nesebinin belli olması,(bk. Kâsimî,
Serafu'1-esbhat 5) ve kimlerden doğmuşsa onlara nisbet edilmesidir.
Soyadı uygulamasının câiz olmadığı konusunda da
bir nas yoktur: Ancak kadının kocanın soyadını
alması bize en az iki yönden mahzurlu ve gayr-i Islâmî geliyor:
a- Kişinin kendi Babasına nisbet edilmesi
esastır.(bk. K. Bakara (2) 233; Ahzâb (33) 5) Soyadı demek, bir
bakıma falancalanın soyundan ve filancaların çocuğu demek
olur. Başkasının soyadını alan kadın, kendi
soyundan koparılmış,ve sanki
soysuzlastırılmış olacaktır. Meselâ Ali Gül ile Fatma
Sümbül evlenir ve Fatma Sümbül, Fatma Gül adını alırsa Fatma
nın artık soyu belli değildir. Sırf bu adıyla onun
artık soylu bir âileden olup olmadığını anlamamız
mümkün olmayacaktır.
b- Bu uygulamada kadının değersiz ve ikinci
sınıf insan olduğu manası vardır. Halbuki; kadın
ile erkek, misyon ve fonksiyon olarak farklı olmakla birlikte insan olarak
eşit varlıklardır. Buna göre niçin kadın erkeğin
soyadını alıyor da erkek kadının soyadını
almıyor, sorusuna kadının insanlıkta ikinci sınıf
kabul edilmesinden başka bir cevap bulunamaz. Oysa Rasulüllah Efendimiz
(s.a.s) "Muhammed b. Abdullah" ise, mesela Âişe validemiz de
"Âişe bt. Ebûbekr" dir ve öyle kalmıştır. Hattâ
Efendimizin "Ebu'1-Kâsım" künyesine karşılık o da
"Ümmü Abdillah" künyesini almıştır.
Bu konuda ki fikrimiz
nas değildir ve tartışmaya açıktır.
KADININ KOCANIN KOLUNA GİRMESİ
Bu konuda naslarda ve fıkıhta bir şeyin
söylendiğini bilmiyoruz. Anlaşılan bu bir âdet gelenek ve örf
meselesidir.Buna göre batı kökenli olan bu adeti, sırf bizde
olmadığı, büyüklerimiz yapmadığı için
uygulamayanlar bir şey kaybetmiş olmazlar, aksine "gayret-i diniyye"lerini
başkalarına karşı böyle küçük konularda bile canlı
tuttukları için takdir görürler. Uygulayanlar da dinen mahzurlu bir
iş yapmış sayılamazlar. Çünkü bunu yasaklayan hiçbir dinî
ibâre yoktur. Kaldı ki, âdet olarak çarşıda pazarda kol-kola
volta atmakla, yolun kaygan olması, vücutta bir
rahatsızlığın bulunması, kalabalık vb.
ihtiyaçlardan ötürü koluna girmesi birbirinden farklı şeylerdir. Âdet
olarak uygulandığı yerlerde bu müslümanların örfünce
hoş karşılanmıyorsa terketmek evlâdır. Ama
söylediğimiz ihtiyaçlardan ötürü her yerde uygulanabilir. Hattâ kadın
gözetmek erkeğin bir görevi olduğuna göre, gerek duyulduğunda
ona destek olması, el tutması bir zorunluluktur.Konumuzla direkt
alâkası olmamakla beraber, bu vesile ile şu hadîs-i şerifi de
hatırlamakta yarar olur: "Günün birinde sizler de öncekilerin yoluna
santim santim , karış karış gireceksiniz. Hattâ onlardan
biri gidip bir keler deliğine girse, siz de oraya gireceksiniz; onlardan
biri hanımıyla yolda cima etse o yaptı diye siz de öyle yapacaksmz."
(Hâkim IV/455 (Hâkim sahih'tir demiş, Zehebî de onu desteklemiştir.))