BOSTAN

 

Çok yiyen çok uyur

     Gönül insanlarından biri sıtmaya yakalanmıştı. “ilacı şekerdir bunun” dedi bir dostu, “filan kişide var, ondan biraz iste.”

     Adam, “ölüm acısı, onun ekşi suratının verdiği sıkıntıdan iyidir.” Diye cevapladı. Aklı başında olan kendini beğenlenmişlikle dolu kimsenin elinden şeker yemez. Çünkü onun eli şeker, yüzü sirke yapar.

     Nefsin isteklerini izleme. Beden semirdikçe ruh güçsüzleşir. İnsanı aşağılık durumlara nefsi düşürür. Nefsin istediği her şeyi yiyecek olursan, zaman seni birçok isteğinden geri bırakır.

     Mide tandırını durmaksızın yakmak, yokluk gününde bela getirir. Obur kişi mide yükünü bulamayınca, gam yükünü taşımaya mecbur kalır. Bollukta midesini küçültenin, darlıkta yüzü solmaz. Midesine kul olan çoğu zaman utanılası hallere düşer.

     Çok yiyen öküze acınmaz.

     Çok yiyen çok uyur.

     Öküz gibi semiren, eşek gibi, insanların mihnetine uğrar.

 

AKLI KIT KURT

 

    Gün görmüş, cefa ve eza çekmiş, dünyanın keyfini de cevrini de yaşamış bir adam, oğluna şöyle nasihatte bulunuyordu:

     “Sevgili yavrum! Saygı ve sevgi görmek istiyorsan, akıllı insanlara kulak ver. Onların öğüdünü tut.

     Özellikle çocuklara eziyet etme. Allah’ın emanetidir, onlara sakın sıkıntı verme, haklarını gözet. Sevgi ve şefkatle davran. Birgün kendinden güçlüsüne rastlar, sende zulme uğrarsın.

     Ey aklı kır kurt! Birgün karşına ansızın azgın bir kaplan çıkar ve seni  paramparça eder. Bundan korkmuyor musun?”       

 

Aman beni acele çin’e gönder

    Hazret-i Süleyman aleyhisselamın yanında bir zat oturuyordu. Ölüm meleği geldi ve o kimseye öyle bir baktı ki, kendisine korku ve ürperme geldi. Bu gelenin kim olduğunu Süleyman aleyhisselam’dan sordu. Ve ölüm meleği olduğunu öğrenince: “Ey Allah’ın peygamberi, ben ondan çok korktum. Beni Çin’e gönder de, ondan uzakta olayım.” dedi.                Hazret-i Süleyman aleyhisselam, rüzgara emrederek o kimseyi Çin’e gönderdi. Biraz sonra ölüm meleği tekrar yanına geldi ve Süleyman aleyhisselam ölüm meleğine sordu: “Biraz önce buraya geldin baktın ve gittin. Bu meraklı bakış ve aniden gidişinin sebebi neydi?” Ölüm meleği cevap verdi: “Burada yanınızda oturan bir kimsenin, ruhunu Çin’de almakla emrolundum. Halbuki onu sizin yanınızda Kudüs’te görünce gayet şaşırdım ve hayret ettim. Oysa o kimse sizden Çin’e gönderilmesini istedi ve sizde bu isteği kabul ederek onu Çin’e gönderdiniz. Böylece bende aldığım emir gereğince Çin’e giderek onun ruhunu aldım.

      Allah kulun bir yerde ölmesini takdir etmiş ise, onun için o yerde bir ihtiyaç hâlk eder.                                                                                                                Ramuz   Matar ibn-i Ukamis

 

Ecel gelirse, kargı zırhı deler

    Erdebil’de demir pençeli bir yiğit yaşardı bir zamanlar. Okunu sapan demirinden bile geçirirdi.

     Kepenekli bir adam çıkageldi onunla dövüşmek için. Korkusuzluğu ve gücüyle dünyayı yıkabilecek biriydi bu. Behram Gür gibiydi savaşta.

     Omzunda yaban  eşeğinin derisinden bir kemend taşıyordu.

     Erdebilli adamı görünce yayını gerip onlarca ok fırlattı, fakat birini bile tutturamadı.

     Adam Rüstem gibi atıldı önce. Kemendini attı ve Erdebilli’yi kıskıvrak yakaladı, çadırına sürükledi. Kanlı bir hırsızmış gibi ayaklarını boynuna bağladı. Erdebilli’nin gözüne uyku girmedi utancından.

     Sabah, Kepenkli’nin adamlarından biri, “okla demiri delen bir cengaverdin sen, Kepenkli’ye nasıl yenildin?” diye sordu. Yanağından yaş süzüldü Erdebillinin, hüzünlendi.

     “Eceli gelenin artık yaşayamayacağını bilmiyor musun?” dedi.

     “Rüstem’e karşı savaş dersi verebilecek biriyim ben. Bahtımın kolları güçlüyken kalın demir okuna keçe gibi geliyordu. Şimdi ikbal yok avucum da, uçup gitti. Bu yüzden okumun karşısında keçe demirleşiyor, delinmez oluyor. Ecel gelirse, kargı zırhı delermiş. Eceli gelmeyenin gömleğinden hiçbir kargı geçemez. Ecelin kılıç çektiği kimse kat kat zırh giymiş olsa bile çıplak sayılır. Zamanın kendisine arka çıktığı, talihi yaver kişiye ise, çıplak iken satır vursalar işlemez.

     Bilgin ne kadar çalışırsa çalışsın ecelden canını kurtaramaz, ömrü olan cahil de ne denli önemli davranırsa davransın ölmez.”

 

EL ÜSTÜNDE EL VARDIR

    

Hazret-i Ömer bir gün daracık bir yerde adamın birinin ayağına basmış. Yoksulmuş adam. Ayağına basılınca fena halde canı yanmış. Fakat ayağına basanın Hazret-i Ömer olduğunu fark edememiş. Böyledir. Canı yanan kimse, dostu düşmandan ayıramaz. 

     Kızmış Ömer’e (r.a.), “kör müsün be adam?” diye çıkışmış. Adaletle dünyaya şöhret salmış olan Halife, “kör değilim, kaza oldu, özür dilerim” demiş, “beni bağışlayın”

     Onlar öyleydi. İnsaflı, insanlara karşı hoşgörülü, adil ve sevgi doluydular. Akıllı insanlar alçakgönüllü olur. Meyvesi çok olan dal, yere eğilir, kavis gibi kıvrılır. Hayatında tevazu gösterenlerin başı hesap günü dik durur.

     Kıyamet gününden korkuyorsan, senden korkanların hayatından geç.

     Ey aşağılık insan!

     Buyruğundakilere kötü davranma. Unutma, el üstünde el vardır.      

 

Hüner Ağacı

    Adamın biri düşünde diriliş meydanını gördü. Yer kabuğu güneşin ısısından demirci ocağından kızarak bakıra dönmüştü. İnsanların çığlıkları göğe yükseliyor, sıcağın etkisiyle beyinler fokurduyordu. Orada bulunanlardan biri ayrı bir yerde, gölgede, cennet giysisi giyinmiş oturuyordu.

     Düşü gören ona sordu: ‘Ey bulunduğu yeri süsleyen kişi! Buna sahip olmak için sana kim şefaat etti?’ Adam şöyle cevap verdi: ‘Vaktiyle, dünyadayken yani, evimin önünde bir üzüm asması vardı. Birgün Allah dostlarından birisi gelip gölgesinde uyumuştu. Şimdi, kıyametten sonra, o adam geldi, Allah’a yakararak, ey Allah’ım ben bu adamın asmasının gölgesinde uyumuş ve dinlenmiştim, bunu bana bağışla, dedi. Onun yakarışı üzerine Allah beni bağışladı ve ödüllendirdi.’

     Bu rüyanın verdiği esinle bende diyorum ki, Şiraz ülkesinin sultanına müjdeler olsun! Milyonlarca insan, onun himmetinin gölgesinde ve bağış sofrasında oturuyor. Asma altında uyuyanın niyazıyla böyle bir mutluluk kazanılırsa, milyonlarca kişinin sultanımın adalet gölgesinde yaşaması, yiyip içmesi ne gibi bir saadete neden olacağını anlamak kolaydır. Bu kıssadan alınacak hisse budur.

     Cömert kök salan bir ağaçtır. Cimri ise dağlarda odun gibidir. Ey hüner ağacı! Uzun yaşa. Hem meyveli, hem de gölgelisin.

 

HAYAT BİR OYUN, BİR OYALANMADIR

 

    Yaşlı adam hekime gitti ve sızlanarak, ‘ey iyi düşünceli hekim’ dedi, ‘nabzıma bakar mısın, ayaklarım uyuşuyor, çamura batmış gibiyim, ayak üstünde duramıyorum.’

     Hekim, ‘artık dünyadan el çekmen lazım’ dedi, ‘yarın hesap gününde ayağının çamura                                 batmasını istemiyorsan’.

Yaşlılardan gençlikteki çevikliği bekleme. Akan su ırmağı geri dönmez. Gençliğin günahlarla doluysa, yaşlılıkta aklını başına topla. Kırkını aşınca çabalamayı bırak.

Benim keyfim, akşamımın sabah olmasıyla birlikte kaçtı. Artık benliğin isteklerine elveda! O arzuların zamanı geçti .Toprağımdan otların bitmesi yakındır, gönlüm nasıl yeşillenir, tazelenir ki... Eğlene oynaya çokların yattığı toprağı çiğnedik. Bir gün bizim de    toprağımız çiğnenecek. Gençlik gelip geçti, hayatım oyun ve eğlenceyle yitip gitti.

Yazık! Canı besleyen zaman Yemen şimşeği gibi görünüp kayboldu. Boş işlerle uğraştım, gerçekten habersiz yaşadım. Öğretmen çocuğa ne güzel uyarıda bulunmuş: ‘İş yapmadın,zaman geçti.’   

 

Harp Hiledir

    Savaş kılıcını kuşanırken bir yandan da gizliden gizliye barış yolunu araştır. Ordular kuran, güçlerini harekete geçiren kumandanlar açıktan savaşırlarsa da barış ararlar.

     Yiğitliğiyle meydan tutanın gönlünü al, ona iyi davran. Gerektiğinde top gibi ayağına düşebilmeli, başını yoluna adayabilmelidir. Düşman komutanları esir aldığında gurur sarhoşluğuyla kendinden geçip, onu öldürmeye kalkışma. Sende tutsak düşebilirsin, adamların da. Esir düşmanı öldürürsen, onlarda senin tutsaklarını katleder.

Esirlere kötü davranan, birgün kendisinin de o duruma düşebileceğini düşünmeli. Düşman büyüklerinden sana teslim olana saygılı ol. Ona imrenip yenileri de gelebilir.

 

 

Kötüler de iyiler sayesinde yaşar.

 

Gecelerini kulluk ve Allah’ı anmakla geçiren kutlu bir adam yaşardı Tebriz’de.

Bir gece hırsızın kemendini dama fırlattığını ve bir yere iliştirdiğini gördü.

“Hırsız vaar!” diye bağırarak herkesi uyandırdı.

Bir gürültü- patırtı koptu. Ellerinde sopa, evlerinden dışarı fırladı insanlar. Hırsız, “tutun, tutun!”, “vurun!” diye bağrıştıklarını görünce, korkudan ne yapacağını şaşırdı, tabanları yağladı.

Adam, hırsızın gece boyu uğraştığı halde eli boş olarak kaçmasına acıdı. Gönlü mum gibi eridi. Gecenin karanlığı içinde hırsızı izlemeye başladı. Sonunda yetişti hırsıza.

İlkin iltifatlar etti, “senin dostunum ben. Eskiden tanışıklığımız var. Senin ne kadar yiğit biri olduğunu biliyorum” dedi.

Hırsız şaşırdı. Kimdi bu adam? Tanımıyordu, neden kendisine övgüler yağdırıyordu. Bir anlam veremedi.

Adam sürdürdü konuşmasını; “yiğitlik iki türlüdür: biri düşmanın karşısına açıkça çıkıp dövüşmek, diğeri tehlike anında kaçmaktır. Sen ikisinde de ustasın. Adını bağışlar mısın? Eğer uygun bulursan sana kılavuzluk edip başka bir yere götürmek istiyorum. Alçak damlı eve... Kapısı kilitli. İçinde kimsecikler yaşamıyor. İki tuğlayı üst üste koyar, üzerine çıkarsan, olmazsa ben de sana omuz veririm. İçeri rahatlıkla girebilirsin. Ne geçerse eline alırsın, yardımcı olurum, birlikte taşırız, elin boş dönmezsin.”

Adam hırsızı ikna için epey dil döktü. Sonunda razı etti. Yola koyuldular.

Adam kendi evine götürdü hırsızı. Omzunu dayanak yaparak duvardan atlattı.

Kapıyı kırmadan rahatlıkla içeri girdi hırsız. Giysi, sarık, cüppe, kapkacak ne varsa çıkardı evden.

Hırsıza hemen kaçmasını söyledi. Ardından “hırsız var! Koşun, yakalayın!” diye bağırmaya başladı:

Evin boş olduğunu sanan hırsız, ev sahibinin geldiğini düşünüyordu kaçarken. Kısa bir sürede gözden kayboldu.

İyi kalpli adam çaresiz hırsızı mutlu ettiği için rahatladı. Kimseye acımayan hırsıza acıdı.

İyi yürekli insanların ahlâkına şaşmamalı.

Onlar öylesine bir bağış ve kerem sahibidirler ki, kötülere de iyilikte bulunurlar.

Kötüler, iyiliğe layık değilseler de, iyiler sayesinde onlar da mutlu olabilirler.                  

 

Kadere İnanan Kederden Kurtulur

   

     “Sultanlıktan daha yüce bir değer olmaz” diyenler yanılıyorlar. Bu rütbe, yoksulun derecesinden üstün değildir. Yükü hafif olanlar hızlı ve rahat yürür. Sözün doğrusu budur. Yüreğinde Allah korkusu olanlar bunu kabul ederler.

     Dünya ağırlığından kurtulan bir lokmadan başka kaygı çekmez. Sultan ise omzunda bütün bir ülkeyi taşır. Yoksul bir öğün yemek elde edince, Şam Padişahı gibi huzur içinde  yastığa koyar. Sevinç ve kaygı birgün biter. Saat gelince ikisi de yok olur.

Ölüm bir rüzgar gibi esince bütün çanlar susar. Madem böyledir. O halde başında taç ve boynunda vergi yükü olmuş... Ne çıkar!

Biri zuhal yıldızına yükselse, öteki zindana kapatılsa, ölüm gelince herkesi eşitler. Padişahlık büyük bir sınavdır. Dilenciyi küçümseme. Belki de asıl sultan odur.                         

 

Nasıl Yaşadığın Kadar Nasıl Öldüğünde Önemlidir

 

      Vaktin birinde yoksul mu yoksul bir adam, padişahın huzurunda onun gücüne onun gücüne gidecek doğru bir söz söylemiş. Bu padişaha dokunmuş, onu incitmiş ve kızdırmıştı. Adamı zindana attırmış, cezalandırmıştı bu yüzden. Zindana gizlice giden bir arkadaşı, yoksul adama: ‘sen de diline hakim olup onu kızdıracak söz söylemeseydin’ diye çıkışmıştı. Adam, dostunun sözlerine karşı, ‘doğruyu söylemek, Allah’ın buyruğunu bildirmek bizim boynumuzun borcudur. Gerçeği haykırmanın karşılığı zindansa buna seve seve razıyım.’ diye konuşmuştu.

     Bu konuşmayı gizlice dinleyen biri durumu padişaha iletince. Gülmüş ve ‘zavallı yanlış düşünüyor, zindanı küçümsüyor, oysa orası mezar olacak orası’ demişti. Sultanın bu sözü de kölelerinden biri tarafından yoksul adama iletilmişti. Yoksul, köleye: ‘padişahına ilet, bundan dolayı üzgün değilim, zindan geçici, dünya da’ dedi ve ekledi: ‘dünyanın kendisi bir zindandır bizim için. Sonsuz aleme göre dünya bir tutuk evidir. Bir anlık... Konar ve göçeriz. Beni elimden tutup buradan çıkarsalar da sevinmem. Başımı kesecek olsalar da gam yemem. Onun hazinesi ve gücüde olsa, ben geçim derdiyle kıvranıyor, yitecek bulmakta zorlanıyor da olsam bir gün ölüm gelir ve ikimizi de eşit kılar. Şu birkaç günlük dünyaya değer vermesin. Halkının gönlünden çıkan ah dumanıyla kendisini yakmasın. Ondan önce de nice padişah geldi, geçti. Onlarda servet edindi, güç kazandı, halka zulmettiler. Öyle yaşamalı ki, öldüğünde mezarına lanet savrulmasın, adı iyilik tahtasına yazılsın.’

     Bunları duyan padişahın kızgınlığı daha da arttı, ‘bu adamın dilini ensesinden çekip çıkarın’ diye buyurdu. Buyruk kulağına gidince yoksul adam: ‘padişahım, bu sözlerinden de korkmuyorum. Dilsizlikten de çekinmiyorum. Allah kalbimizden geçeni de bilir. Yoksulluk da zulümde sonumun iyi olmasından hayırlı değildir.’

     Ey insan! Sonun iyi olursa yaşadığın üzüntüler senin için güveyliktir.             

 

 

Sırrı Saklamak

    Düşmana savaş açtığında her türlü önlemi gizlice almayı, tedbirli ve temkinli olmayı ihmal etmemelisin.

     Sırrını sakla.

     Aynı sofradan yemek yiyen iki dosttan birisinin öteki aleyhinde casusluk yaptığını çok gördüm. İskender’in doğuya sefer düzenlediğinde, çadırını batı yönüne kurduğu söylenir. Zibilistan’dan yola çıkan Behmen Şah’ın “sola gidiyorum” diyerek, sağa yöneldiği bilinir.

     Amacını gizli tut.

     Senden başkası sırrını bilmemeli. Herkese savaş açmaktansa, iyilik ve güzellikle davranmak daha akıllıcadır.

     Yumuşaklık ve sevgiyle çözülecek bir işte çatışmacı olmak akıl kârı değildir. Gönlüne dert inmesini istemiyorsan dertli gönüllerden derdi uzaklaştır. Sadece orduya güvenme. Düşkünlerin de yardımını al.

     Umudunu sana bağlamış zayıfların duası, yiğitlerin kılıcından daha etkilidir.

     Allah dostlarının sevgisini kazanan kimseye, Feridun’u yenmek kolay gelir.              

 

Sonbaharda Gül Ağacı

    Nahseb Ovası’nın Cenah adlı mevkiinde bir Türk şehzadesinin tacındaki akik taşı bir taşlığa düştü. Geceydi.

     Padişah ‘oğlum’ dedi, ‘karanlıkta bir şey görünmüyor, düştüğü yerdeki taşların tamamını topla, yarın ayıklar, akikini bulursun.’

     Bilgisizlerle veliler tıpkı bunun gibidir. Çakıl taşlarının arasındaki elmasa benzer halkın içindeki gizli Allah dostları.

     Gerçek dervişi bulmak için cahillerin yükün çekmek, anlara tahammül etmek gerekir. Gül’le başı hoş olan, çok rakibin eziyetine katlanır. Gül dikenin ezasına dayanamaz. Giysisini parçalar. Aşk öyle değildir, yüreğine kan otursa da nar gibi güler. Birinin hatırı için çoklarının cefasına katlanmalısın.

     Madem kalbi temiz veliler cahillerle karışmıştır ve insanların gözünde değersiz, basit ve sıradan insanlardır; senden de itibar beklemezler.

     Kötü sandığın insanın yüreği iyilik ateşiyle yanıyor olabilir. Nice düşkün, garip ve yoksul insan vardır ki onlar eteklerini sürüyerek cennete giderler.

     Sonbaharda gül ağacını yakma.

            İlkbaharda onun güzel görünümünden mahrum kalabilirsin. 

 

Su ve Ayna              

    Çin padişahının askerlerinden birine eşi şöyle dedi: “Haydi, yiyecek bulmaya git. Padişahın mutfağından çocuklarına yemek getir. Bak uyandılar, yemeği gözlüyorlar.”

     Adam, “Padişahımız bugün oruçlu, mutfakta yemek olduğunu sanmıyorum” dedi. Kadın üzüldü, başı öne düştü. Yokluktan incinerek, kendi kendine, “sultan bu oruçtan ne bekler ki? Onun iftarıyla çocuklarım sevinecek.”

     Bir yıl nafile oruçtansa bir iyilik yap. Bir yoksula kuşluk yemeği veren adam oruç tutabilir. Böyle olmadıktan sonra sıkıntı çekmeye ne gerek var. Yiteceğini kendinden sakınıyor, sonra kalkıp yine kendin yiyorsun.

     Su da parlaktır, ayna da. Fakat o kadar farklıdır ki, parlaklıkları.

 

Toprağa Can Veren

    Bir zamanlar tıpkı benim gibi gönlünü bir güzele veren bir insan yaşardı. Yüreği  sevdiğinin kemendine tutulmuş, kurtulamıyordu. Akıllı biriydi fakat bu sevda yüzünden deli diye hakaretler görüyordu. Dostunun yolunda çok eziyet çekti düşmanlarından. Fakat yaşadığı üzüntüden bir an olsun şikayet etmedi. Dostun sunduğu zehri, derinin dermanı bildi, çekinmeden ve kana kana içti. Arkadaşlarından bile kötülük gördü, ihanete uğradı.

     Gönlünü sevgilinin hayâli öylesine kuşatmıştı ki, dimağının damında bu resim titreşir durdu. Gözü başkasına kördü. İmâlı sözleri duymadı. Denize dalmıştı bir kez, artık yağmurdan çekinmenin anlamı yoktu.    

 

 

UMUT

    Sürekli gezinen deveye yavrusu, bir gün, “anne”, dedi, “hep ayaktasın, yürüyorsun. Hiç dinlenmez misin sen? Biraz ara versen, uzanıp dinlensen.”

     “Yavrum” dedi anne deve, “eğer yularım elimde olsaydı, kimse katarda yük taşırken göremezdi beni.”

     Gemici istediği kadar paralasın kendini, Allah gemiyi dilediği yöne yürütür.

     Ey Sadi!

     Kimsenin eline bakma! Ancak Allah verir.

     Eğer doğruluk üzereysen başka kapı gerekmez. Hüdâ kapısı yeter. Oradan ayrılma.

     Kovulursan kimse istemez seni. Başına taş koymak isterse Allah, uzatmaktan geri durma. Eğer Allah istemiyorsa bunu, otur umutsuzca başını kaşı! 

         

 

 

Yaşlanmadan gençliğin değerini bilmeye dair

    Ey gençlik sarhoşuyla kendinden geçen kişi! Kulluk ve erdem yolunu genç iken seçmeli ve bu yolda yürümelisin. Yarın yaşlanacaksın, gençlik elden gidecek.

     Gönlün huzur içinde, gücün yerinde ve saha genişken topu çeliver.

     Ben o kıymetini bilemedim.

     Şimdi aklım başıma geldi, fakat gençlik geri gelmiyor.

     Kadir gecesinden daha değerli günlerim birer birer elimden alındı.

     Yaşlı merkep yük altında ne yapabilir?

     Rüzgar kanatlı bir ata binmişsin sen, sür atını.

     Kadeh kırılınca artık onu eski haline döndürmek imkansızdır. Fakat kırılan kadehi yapıştırmaktan da geri durmamalı.

     “Kendini Ceyhun Irmağı’na at” diye kim söyledi sana. Fakat bir kez düştüysen kurtulmak için çırpınmalısın.

     Su varken elinde, onu yitirmişsin.

     Şimdi abdest alman gerekiyor.

     Su bulamayınca temiz toprakta teyemmüm yapmalısın.

     Yarışa girmiş oldun, birinciliği kaçırsan da sürdürmelisin, düşe kalka da olsa mutlaka hedefe ulaşmaya çalışmalısın.

     Rüzgar kanatlılar uçup gitti çoktan.

     Sen elsiz ayaksız bekleme.

     Ey akıllı kişi!

Sözlerime kulak ver. Sadi’nin sözlerine uyarsan, feleği ayak altı edersin.

 

Yedi Belâ Kahyâ

    Bir zamanlar bir ülkede, belasının korkusundan erkek aslanın dişiye dönüştüğü fitneci bir kahyâ yaşardı. Birgün kör bir kuyuya düştü.

     Başkasının fenalığını isteyen fenalığa uğrarmış.

     Kahyâ, kuyuya düşünce çaresizlik ve acıya düşmüş, kıvranır olmuştu. Sabaha dek gözüne uyku girmedi, imdat istedi, sesini duyurmak için avaz avaz bağırdı. Bağırtısından kendisini tanıyan biri oradan geçiyordu. Durdu. Bir taş alıp fırlattı kuyuya. Taş başına isabet etti ve kafasını yardı. Acıyla kıvranırken taş atanın kararlı sesini duydu.

     “Şimdiye dek kimsenin yardımına koştun mu ki, diliyorsun? Nefret ve kötülük tohumunu ekmekle geçti ömrün, meyvesini topla bakalım. Derdine derman bulabilecek misin? Yüreği yaralıkları bir gün düşündün mü? Başkalarına kazdığın kuyuya düştün.

     Fenalık eden iyilik ummasın. Ilgın ağacının yemiş verdiği görülmemiştir. Zehirli ağaç diken tatlı meyveyi boşuna bekler.

 

Yetim Ağlamasın

    Babasını yitiren çocuğu koru, üzüntüsünü paylaş, derdiyle hemdert ol. Öksüzün halini bilir misin? Köksüz ağaca benzer o. Ağaç kökünü kaybedince yeşerip, sümbüllenebilir mi?

     Başı eğik, boynu bükük ve çaresiz bir yetim görünce, kendi çocuğuna meyletme. Ağlayan yetimin nazını kim çeker? Öfkesini kim hoş görür? Ağlayınca göğün en yüksek tabakası titremez mi?

     Öksüze karşı merhametli ol. Gözyaşını kurut. Yüzünden mutsuzluk tozunu temizle. Babasızlığın acısını dindirmek için yetimi gölgende büyütmelisin. Babam, ‘yavrum’ diyerek kucağına bastığında beni, kendimi ‘zümrüt taşlı sultan gibi’ hissederdim. Üzerime bir sinek konsa, ev halkını azarlardı babam. Şimdi, düşman beni tutsaklaştıracak olsa yardım elini uzatacak bir dostum yok.

     Yetimlerin derdini bilirim ben. Çünkü çocukluğumda beni bırakıp öte dünyaya göçmüştü babam.

 

Yoklukta varlık

     Bir adam ölmüş ve geride yüz bin altın bırakmıştı. Bu adamın akıllı ve hayırlı bir çocuğu vardı.

     Babasından sonra kendisinde kalan mirası harcamakta cimri davranmadı. Dünya malına değer vermeyerek kapısını ve sofrasını yoksullara açtı. Altınları kese içinde tutmayarak, tanıdık tanımadık kendisine başvuran, düşkün ve gariplere dağıttı.

     Bundan dolayı çoğu dostu kendisini ayıplıyor ve “sen ne yapıyorsun, çıldırdın mı? Varını yoğunu tüketip kendini perişan mı etmek istiyorsun?” diyordu.

     Bir yakını durumuna uyan bir hikayeden bahsetti. “Nasıl bir hikaye bu?” diye sordu çocuk.   Adam anlatmaya başladı:

     “Bir Allah dostu çocuğuna şöyle demiş: “Ey babasının canı. Bekar olarak yaşa. Elinde ne var ne yoksa yoksullara dağıt. Eli açık ol. Dünya malı geçicidir, değersizdir, ona kapılanma.”

     Çocuk babasına teşekkür ederek şöyle cevap vermiş:

     “Bir harman bir yılda birikir. Bir dakikada onu yakmak insan olana yakışmaz. Yoksulluğa katlanmazsan, varlıkta ölçülü davranmalısın.” 

 

 

İyiliğin Kudreti      

     Adamın biri, çölde giderken, susuzluktan ölmek üzere olan bir köpeğe rastladı. Az ilerdeki kuyuya götürdü onu.

     Başında ki, külahı çıkardı, sarığını çözdü, kuyuya kova gibi sallandırarak su çekti. Köpek suyu içince canlandı, gözleri açıldı, adama sevgiyle baktı. Allah’ın elçisi bunu duyunca: “Allah onun günahlarını bağışlamıştır” buyurdu.

     Arkadaş,

     Eğer zalim isen sonunu düşünerek bundan vazgeç. İnsanlara karşı vefalı ol. İyilik üzere bulun.

     Bir köpeğe yapılan iyiliği karşılıksız bırakmayan Allah, insanlara yaptığın iyiliklere karşı vermez mi?

     İyilik güce göredir. Allah herkese bu kuvveti vermiştir. Zenginin servetinden altınlar saçması, yoksulun ekmeğinden bir parça vermesine benzemez.

     Yükünü gücüne göre taşırsın. Çekirgenin ayağı karıncaya ağır gelir.