| 
        AT 
          Bir
          beyin çok güzel bir atı vardı. O kadar güzeldi ki sultanın 
          sürülerinde
          dahi onun ayarında olan yoktu.Bir gün,bu bey atına binip sultanın süvari alayı ile resmi geçide 
          katıldı.
          Harzemşah’ın gözü ata takıldı. Yürüyüşü, rengi, çalımı,
          çevikliği
          aklını başından
          aldı, gözü başka şey görmez oldu. Hangi uzvuna baksa diğerinden
          daha güzel
          görünüyor, eşsiz bir güzelliği seyretmenin sarhoşluğunda, başka
          bir alemde,
          mest olmuş vaziyette idi. Kendine gelir gibi oldu bir ara, gözlerini
          ovuşturdu: 
          
          - "Allah... Allah!... Bu nedir ki aklımı çeldi, beni benden aldı
          götürdü
          sanki!.. Gözüm bunun gibi yüzlerce, binlerce at görmüştür,
          toktur...
          Bu at nasıl
          olur da aklımı çeler?.. Yoksa büyü mü yaptılar at ile?.. " 
          
          Fatihalar okudu içinden defalarca, Lâhavle çekti tespihler dolusu.. Nafile!..
          Azalmak şöyle dursun, daha da artmıştı içindeki tutku. Çünki
          Sultan Harzemşah’ı
          çeken zaten Fatiha’nın kendisiydi. Fatiha bir dileğin olmasında,
          bir kötülüğü 
          def etmede bire birdir ama, ona bu derdi veren  zaten Fatiha’nın
          sahibiydi. 
          
          Göze başkalarını göstermesi O’nun işidir. Gözden, kendisinden
          başkasının
          kaybolup, göz yalnız Hakk’ı görürse bu da O’nun uyandırmasıdır. 
          
          Harzemşah iyice anladı ki gönlünün akması Allah’tan, O’nun
          her an eşsiz şeyler
          yaratmasındandır.. O’nun hilesiyle taştan öküzler, atlar
          yaparlar secde ederler
          ve de onlara göre de bu putların ikincisi yoktur. Halbuki putta ne
          bir kuvvet, ne
          de kudret vardır da; gizliden gizliye gönülleri çeken nedir?.. O,
          bu aleme başka
          bir alemden patlamadır. Bu pusuyu akıl da göremez, can da. Ben göremiyorum,
          sen
          görebiliyorsan gör!... 
           
          Gezintiden dönünce saltanat erkanının ileri gelenlerini topladı,
          sırrını
          açtı. 
          
          Adamlarına derhal o atı , beyden alıp getirmelerini emretti. 
          Ateş gibi koşup
          vardılar beyin yurduna askerler, tuttukları gibi küheylanı, o dağ
          gibi beyin gık
          bile demesine fırsat bırakmadan aldılar, getirip sarayın tavlasına
          bağladılar. 
           
          Sultanın yurdunda İmadülmülk bir bayrak, bir sembol, sığınılan
          bir liman, her
          kesin boyun büküp, kararlarına teslim olduğu bir ulu zattı. 
          Ulular içinde ondan
          ulusu yoktu. Sultanın tapısında adeta bir peygamberdi. Vezirliğe,
          mala,
          mülke hiç
          tamahı olmayan; soyu sopu temiz bir zahit idi.. Gece gündüz demez,
          zamanını
          kullukla değerlendirir, çok da cömert idi.  Tedbir ve yönlendirmelerinde
          yanıldığı görülmemişti. Ama kimi kimsesi olmayan bir garipti!..
          Her ihtiyaç
          sahibine baba, sultan katında şefaatçi, huyu kimselere benzemez, halkın
          ahlakından
          farklı, sözü dinlenir bir yardımsever idi!.. Derdi olan ona koşar,
          anlatır, derman
          arar idi. 
          
          Beyde ona koştu, derdini anlatmaya başladı: 
          -
          Haremimde neyim varsa hepsini alsın, varımı yoğumu yağma
          ettirsin, lakin şu tek
          at yok mu?.. O benim canımdır, ciğerimdir!.. Elimden alınırsa,
          bil
          ki
          yaşayamam, ölürüm. Kadına sabrederim, altınım, akarım olmasın...
          gam çekmem.
          Sözlerimde hiç bir yalan ve ilave yoktur. Anla halimi de bir tedbir
          eyle!.. 
           
          Gözleri yaşardı İmadülmülk’ün. Doğruca koşarak sultanın huzuruna vardı. Saygılı
          bir biçimde ellerini birleştirdi önünde, ağzı yumuk, devamlı
          yalvarıyor, dualar
          ediyordu Allah’a içinden: "Senden başkasına sığınmak doğru
          değil. Onun
          yaptıklarına bakma. Sen, sana layık olanı yap .. O; tutsak olan
          kullarından,
          kurtuluş beklemede.  Yoksulundan sultanına kadar bu halkın
          hepsi muhtaçtır.. 
          
          Yüceliklere sahip güneş dururken, mumdan yollarını aydınlatacak
          medet beklerler. 
          
          Parlak güneş meydandayken, mumdan, kandilden aydınlık istemek ahmaklıktır.
          Fakat
          şüphe yok ki bizim şanımız; edebi terk etme, nimete karşı küfranda
          bulunma, heva
          ve hevesimize uymadır... Sen; kendi şanına uygun olanla onurlandır..." 
          İmadülmülk’ün gönlünden geçen bunlar idi. 
          
          Harzemşah: 
          - Söyle;
          mülkümüzdeki kutlu kişi, söyle de isteğini yerine getirelim.. Bu kapıdan
          döndürülmeyensin... Bilirsin!...  
          - Bu bey bana müracaat etti, sen onun kusuruna bakma. Olanları anlattı.
          Ben de
          meraklandım: Sultanımın beğendiği at alelade bir şey olmamalı
          diye
          düşündüm, meraklandım. O atı bir de ben görmek isterim, dedi İmadülmülk. 
          
          Harzemşah emir verdi, çavuşlar atı bahçeye çıkardı, her kes
          etrafını
          sardı, hayranlıkla seyrederlerken: 
          - Ey büyük
          adam, güzel bir at değil mi? Sanki yeryüzünden değil
          de, cennetten
          gelmiş, dedi Harzemşah.. 
          
          İmadülmülk: 
          - Pek güzel,
          pek dilber bir at ama, sultanım; dikkat ederseniz bedenine
          göre başı
          kusurlu!.. Adeta öküz başına benziyor!.. 
          Bu söz Harzemşah’ın gönlüne tesir etti, at gözünden düştü!.. 
           
          "Allah’ın ipine sarılınız!.."  Allah’ın ipi
          nedir?. Heva ve hevesi terk
          etmektir. 
          
          Ad kavmine kasırga olandır heva ve heves.. 
          
          Halk heva ve heves yüzünden zindandadır!... 
          
          Balık heva ve hevesi yüzünden tavaya düşer!.. 
          
          Sultan Harzemşah: 
          - Tez götürün bu atı sahibine teslim
          edin, beni de bu günahtan
          kurtarın, dedi... 
          
          Dedi ama; öküz başıyla aldatıldığını anlayamadı bile. Şöhret
          sahibi bir mimar; sanatına uygun  yapar. Balkonları, sarnıçları yerli
          yerindedir. İçlerinde
          sonsuz alemler vardır. Bir kara çadıra bunca boşluğu sığdırmıştır.
          Gâh ayı bir
          kâbus gibi gösterir, gâh koyunun dibini bir bahçe gibi.. İmadülmülk’ü
          de yaptığı
          hileye sevk eden kendisi idi. O’nun hilesi her hilenin kaynağıdır.
          "Kalb, Allah’ın iki parmağı arasındadır!.." Gönlüne hile
          ve kıyası veren, hırkanı
          ateşe vermeyi de bilir!... 
          
          Mesnevi:6.Cilt-Sayfa:264-..........-278 
         |