| 
        BEHLÜL'ÜN
          SORUSU
           Behlül
          dervişin birine : 
          -
          Anlat bakalım , nasılsın ?.. dedi. 
          Derviş
          dedi ki : 
          -
          Dünyadaki işler daima bir adamın dilediği gibi olur ; seller, ırmaklar
          dilediği gibi akar, yıldızlar hükmünce hükmeder ; hayatla ölüm
          ona çavuş olur, emrine uyup dilediği yere gider ... Nereye dilerse
          baş sağlığı haberi yollar, nereye dilerse kutlu olsun 
          derse ...  Yolcuların
          hepsi onu izler, yolda kalanlar onun tuzağına tutulursa ... Onun
          fermanı ve rızası olmadıkça âlemde hiç bir ağız gülmezse ,
          bu adamın hâli nasıl olur?... İşte o haldeyim ben!. 
          Behlül: 
          -
          Doğru söyledin padişahım, dedi. Böylesin, hatta yüz mislisin!..
          Zaten bu halde olduğun yüzünden de belli, nurundan da. 
          Ama bunu öyle bir anlat ki; duyduğunda fazilet sahibi de
          kabul etsin, bir şeyden anlamaz adam da!.. Söz
          söyleyen kemâl sahibi olursa ; sofrası her çeşit aşlarla dolu
          olur. Hiç bir konuk mahrum kalmaz, her kes o sofrada kendi gıdasını
          bulur. O sofra Kur’an’a benzer... yedi mana vardır ya onda!...
          alelâde halk da ondan doyar; ilimde , irfanda ileri gelenler de!.. 
          Derviş
          dedi ki: 
          -
          Herkes takdir eder ki âlem; hakkın emrine râm olmuştur. O padişahın
          kaza ve kaderi olmadıkça ağaçtan bir yaprak bile düşmez...
          Lokmaya; boğazdan içeri gir demedikçe, giremez... İnsanların
          yuları, dizgini hükmünde olan ; insanları dilediği yere sürüp götüren
          istekler de , o Gani Allah’ın 
          emriyle meydana gelir... Yerde , gökte bir zerre bile O’nun
          hükmü olmadıkça kanat çırpmaz, harekete 
          gelemez... Bunları anlatmaya imkan yoktur. Ağaçların
          yapraklarını kim sayabilir?.. Sonu olmayan şey nasıl söze sığar?..  Şu kadarını duy ki ; mademki bütün işler Allah’ın
          emrine tâbi... emir olmadıkça hiçbir şey olmuyor... Allah’ın
          takdiri, kulun rızası olur,kul Allah’ın takdirine rıza verir,
          onun hükmünü diler, isterse... sevap için veya zorla değil , razılık;
          kendiliğinden oluşursa, artık o kul; yaşamayı hayattan zevk
          almak için istemez. Hayatı ; kendisi için istenen bir şey
          olmaktan çıkar. Ezeli emir neyse ona uyar. Hayatla ölüm onun için
          birdir. Yaşarsa Allah için yaşar ; mal, mülk,hazine için değil.
          Ölürse Allah için ölür ; korkudan hastalıktan değil. İmanı rıza
          içindir...cennet, ağaç veya ırmaklar için değil. Küfrü terk
          edişi de; cehennem korkusundan değil, Allah içindir. Bu ahlak
          ona ezelde verilmiştir. Gözü sevgilinin cemaliyle dolmuş, aydın
          olmuştur. Bu çeşit kul ; Allah rızasını görünce güler, neşelenir,
          kaza ona şekerle yapılmış helva gibi gelir. Bu kulun huyu ve yaratılışı
          böyle olursa; âlem onun emrinde, onun fermanına tabi değil de
          nedir?... Peki... neden dua edip de : “Yarabbi, bu takdiri sen
          tebdil et, değiştir!..” diye yalvarsın ki?!...Bu kulun şefaati
          de, duası da acımaktan değildir. 
          O, Allah aşkının mumunu yakar yakmaz, kendi acımasını
          da yakmış, yok etmiştir. Onun aşkı; vasıflarına cehennem
          kesilmiştir. Kendi vasıflarını tamamiyle yakmıştır. Fakat
          geceleyin yol alanlar; bunları nereden anlayacaklar. Bunları ancak 
          “Dekûki”
          gibi yalnız bu devlete koşan ve ulaşan kişi bilir. Dekûki
          ?... Bir başka kıssada İnşallah. 
          Mesnevi:3.Cilt
          - Sayfa:153-...-156 
          Düzenleyen: Hamdi Cenik
            |