HEVA 
         
        Çok malı mülkü, köleleri, altınları olan birisiydi Efendi. Zenginliğinin yanında;
        gönlü aydınlık, zekî bir zat idi aynı zamanda.  
        Bu zengin adamın evlenme çağına
        gelmiş güzeller güzeli bir kızı vardı ve alemde ona talib olmayan kalmamıştı. En
        nüfuzlu ve hatırı sayılırlar, zenginler, yakışıklılar, soylular... biri biri
        ardına dünür gelip meziyetlerini sayıp öğünürler ama nafile. Efendi hiç birine
        vermez: 
        -Malın devamlılığı olmaz, bugün
        var, yarın yok, 
        Güzelliğin değeri yoktur. Bir diken
        batar, sönüverir, 
        Büyük adamların oğlu olmak kolay
        değil, bunlar genelde; malla, servetle gururlanırlar, 
        Nice büyük adamların oğulları
        vardır ki, yaptıkları kötü işler yüzünden ailelerinin utanç kaynağı olurlar, 
        Hünerli, bilgili kişi iyidir amma,
        İblisten ibret al, ona da tapma... bilgisi vardı lakin din aşkı yoktu.. Onun için
        Adem’in yalnız topraktan yaratılan yüzünü gördü, 
        Bilgide ne kadar ileri gidersen git,
        onunla gaybı göremezsin, 
        Can gözü açık olmayan sakaldan,
        sarıktan başka bir şey görmez.. Gibi mazeretler ileri sürerek hiç birine vermedi;
        malı, mülkü, asaleti, yakışıklılığı olmayan birine verdi kızını, ve: 
        -O dine, zahitliğe uymuş kimsedir,
        altını olmayan bir definedir, diyordu damadı olacak hakkında. 
        Nişan yapıldı, armağanlar
        gönderildi, kızın verildiği ortalığa yayıldı.  
        Efendinin Hintli bir kölesi vardı,
        küçüklüğünden beri yanında büyümüş, ona yol yordam öğretilmiş, adeta ailenin
        bir ferdi gibi görülür olmuştu. Bu sırada hastalanmış, hummaya tutulmuş gibi
        yanıp yakılmakta, günden güne eriyip solmakta idi. Hekim hastalığını bulamadı,”
        bununki gönül illeti, beden ilacı gönüle tesir etmez ki...” diye düşündü. 
        Efendisinin kızına sevdalanan Hintli
        köle;sevdiğinin nişanlandığını duyduktan sonra, için için eriyip giderken derdini
        de kimselere diyemiyordu.  
        Durumun vahametini fark eden Efendi,
        karısına dedi ki: 
        -Sen O’nun anası sayılırsın.
        Derdini sana açar her halde. Bir yokla bakalım neymiş derdi? 
        Kadın ertesi gün yanına vardı
        kölenin. Çok sevecen görünerek, nazlandırarak, bir ana gibi davranarak derdinin ne
        olduğunu sordu. Bu yumuşaklıktan cesaret alan köle: 
        -Sizden bunu ummazdım. Kızını gidip
        bir inat adama verdin . Biz Onu sevip tutuşurken bu olmamalıydı, dedi. 
        Kadın o kadar kızdı ki, tutup damdan
        aşağı atmak geldi içinden. Bir köle, efendisinin kızına aşık oluyor, olacak iş
        değildi. Ama belli etmedi, kocasına gelip durumu haber verdi. 
        Efendi, karısına: 
        -Sabret O’na de ki: Biz bunu önceden
        bilmiyorduk. Bilse idik olmazdı. Ama sen merak etme, ondan alıp sana veririz, gönlünü
        ferah tut... Bu sözler onu cana getirir, yer içer semirir. Ondan sonra ben bilirim
        yapacağımı. 
        Kadın denilenleri aynen söyledi Hintli
        köleye. Gözleri parladı, canına can katılmıştı adeta. Sevincinden ne yapacağını
        bilmiyor, çocuklar gibi zıplıyor, ellerini çırpıyordu. İştahı da yerine gelmiş;
        yiyor, içiyor, günden güne düzeliyor, eski sağlıklı haline kavuşuyordu. 
        Efendi eşini dostunu çağırdı, Hintli
        kölemi evlendiriyorum diye davet yaptı, gelenler de O’na “hayırlı olsun,tebrik
        ederiz” gibi şeyler söyleyince, iyice inandı kızı alacağına. 
        Gerdek gecesi gürbüz bir erkeği kadın
        kılığına soktular; başını bağlayıp, elini kınaladılar, halvet zamanı odada
        yalnız kalmadan önce Efendi mumu üfledi, Hintli köle ile, güçlü kuvvetli erkek
        yalnız kaldılar. Erkek, köleye saldırınca, Hintlicik feryadı bastı ama,
        dışarıdaki tef gürültüsü, el çırpmaları, kadın erkek naraları arasında
        kaynadı gitti. Sabaha kadar berbat edip durdu köleyi, adam. Hintli adeta köpeğin
        önündeki un çuvalına dönmüştü. 
        Sabahleyin tas ve bohça hazırlayıp,
        damatlar gibi hamama yolladılar köleyi. Gitti ama bitkin bir halde idi, ayakta zor
        duruyor, ardı külhancıların yırtık peştamalına dönmüştü. 
        Zavallı hamamdan dönünce, Efendinin
        kızı, gelin gibi odaya geçip oturdu. Anasıda:”Ne olur ne olmaz!..”diye
        yanlarından ayrılmıyordu. Köle bir müddet kinle kıza baktı, parmaklarını
        sallayarak: 
        -Gündüzün yüzün kadınlar gibi
        ter-ü taze, geceleyin ise eşekten betersin. Dilerim kimse seninle buluşmasın, senin
        gibi kötü ve pis birine düşmesin. 
        İşte şu âlemin bütün nimetleri,
        uzaktan pek hoştur ama, yaklaştımı, sınanmadan ibarettir . 
        Uzaktan su görünür, yanına varırsın
        ki, serapmış. 
        Dünya bir kocakarı gibidir, ama kendini
        taze gelin gibi gösterir. 
        Sakın yüzündeki boyaya aldanıp
        tadına bakmaya kalkma!. 
        Tuzağın tanesi meydanda kendisi
        gizlidir. Zannedersin sana bir nimet erişti!.. 
        Ama öyle olmadığını bil!.. 
        Sabret!.. Sabır sıkıntıları
        aşmanın anahtarıdır. Sabret, sabrette Hintli köle gibi sıkıntılara düşme. 
        Mesnevi:6.Cilt-Sayfa:23-24-25-26-27-28  |