| 
        İNAT 
         
        Ticaretle iştigal eden "Sofi"nin bir gününde yaptıkları hemen hemen her
        gün tekrarlanır, evinden camiiye, oradan gidip dükkanını açar, Allah ne verdiyse
        bereketli olmasını rıza ile diler, öğlen evde yemeğini yedikten sonra biraz
        kestirir, tekrar dükkanına, işinin başına döner... devam eder gider... Gönlü 
        tok, dünya malında fazla gözü olmayan, insanlara iyilik etmek, öğrenme ve onları
        yaşamaya adanmış bir ömür. 
         
        Bütün bu hasletlere rağmen içini kemiren bir kurt vardı. Uzunca zamandır
        karısının kendine karşı tutumu değişmiş, sözünü dinlemez, yıllardır beraber
        yaşadığı, bir  yastığa baş koyup, acı ve tatlı günleri birlikte
        paylaştıkları kocasını küçümser olmuştu. 
        -Acaba?.. Yok canım...
        Tövbe tövbe... Nasıl içinden böyle şeyleri geçirebilirsin?... Yıllardır karın o
        senin.. İnsan karısından şüphelenir mi hiç?... Diye zaman zaman düşünceler
        beliriyor, olmayacağına kanaat getirmek için kendini motive ediyor ama, büsbütün de
        içinden çıkarıp atamıyor.. Nihayet takip etmeye, içinin rahat olması için olmadık
        bir zamanda eve gitmeye karar verdi. 
        Sofinin karısı şeytanın
        hilelerine aldanmış, kunduracıya kul köle 
        kesilmiş, kocasının hiç eve gelmediği zaman olan kuşluk vakitlerinde onu içeri
        alıp, buluşur olmuştu. 
        Sofi düşündü ki: 
        -"Eve en az gittiğim,
        hatta hiç gitmediğim zaman hangisi?.. Kuşluk vakti tabiiki.. Bu gün bir şey
        unutmuş gibi yapıp varayım eve de, huzursuz olan gönlümüz mutmain olsun" dedi,
        tuttu evin yolunu. Kapıya sert sert vurdu... İçeride kunduracıyla birlikte bulunan
        kadın şaşırdı, ürperdi, korktu... Ne kaçıp kurtulacak bir başka kapı, ne de bir
        hileye baş vurmaya  fırsat ve zaman yoktu. 
        Ne bir tandır vardı evde
        oynaşını gizleyecek, ne bir çuval vardı, perde gibi önüne gerecek. Evin içi
        "Arasat meydanı" gibi düm düz. 
        Kadın hemen çarşafını
        oynaşının üstüne attı,erkeği kadın şekline sokup, kapıyı açtı. 
        Çarşafın altında, kadın gibi gözükmeye çalışan kunduracı, rezil rüsvay olmuş,
        deve gibi dikilip durmakta idi merdiven başında. 
        Kadın, oynaşı için kocasına dedi ki: 
        -Şehir büyüklerinden
        birinin karısı, çok malları var, devletli kişiler, zenginler. Yabancı birisi,
        kapıyı vurmadan gelir, mahrem rahatsız olmasın diye kapıyı kapamıştım. 
        -Böyle zengin birinin,
        bizim gibilerle ne işi ola ki?. Neden gelmiştir acep?. Bilelim de kusur etmeyelim, dedi
        Sofi.. 
        -Bize akraba olmak istiyor.
        Kızımızı görmüş, onu ister oğluna. İyi birilerine benziyor lakin içini Allah
        bilir. Öyle bir oğlu var ki şehirde menendi yok, geçimleri dersen yerinde,
        anlayışlı, yakışıklı... 
        Sofi: 
        -İyi ama biz yoksuluz,
        perişanız. Bunlar ise mallı, mülklü kişilermiş dediğine göre. Kapının bir
        kanadı fil dişinden, diğeri tahtadan.. Uyar mı, geçim olur mu hiç? Nikahta iki
        tarafın da denk olması lazım ki uyum olsun, biz onlara nasıl uyarız?.. 
        Kadın dedi ki: 
        -Ben de bu özürü
        söyledim, lakin O: "Çeyiz filan arayanlardan değilim, biz mala altına doymuş da
        usanmışız, başkaları gibi hırs sahibi değiliz, mal ve para toplama düşüncesi yok
        bizde. Bizim istediğimiz şey; temiz, namuslu, kapalı oluşudur, zaten iki alamde de
        kurtuluş bunlarla olur.." dedi.  
        Aslında Sofi durumu ta
        başta kavramış, "bakalım mendebur karı ne yalan uyduracak, yalanında daha ne
        kadar ayağını direyecek" diye düşünüyor, o yalan söyledikçe de işi sonuna
        kadar götürmeye daha çok istek duyuyordu. 
        Dedi ki: 
        -Zaten neyimiz varsa
        gördü, gizli bir şeyimiz kalmadı!!!. Kızın namusunu da babası anlatacak değil
        ya!.. Senin de yalanın çıktı ortaya rezil oldun. Bakın size bir kıssa anlatayım: 
        Hz.Ömer halifeliği
        zamanında bir hırsızı cellada teslim etti. 
        Hırsız: 
        -Ey ülkenin beyi, beni
        öldürtme. Bu ilk suçum. 
        -Haşa!.. Dedi Ömer. Allah
        ilk suçta hemen gazaba gelip ceza vermez. Lûtfunu meydana çıkarmak için onu defalarca
        örter de, sonunda adaletini âşikar etmek için cezalandırır. Bu surette iki
        sıfatının da meydana çıkmasını; Lûtfunun muştucu (müjdeci), kahrının da
        korkutucu olmasını diler. 
        -Sen beni çobansız bir
        kuzu gibi yapayalnız gördün de, bekçim, gözcüm yok sandın. Âşıklar bakılmaması
        lazım gelen yere bakarlar da o yüzden dertlenirler, o dert sebebiyle de ağlarlar,
        inlerler. O ceylanı çobansız, o esiri sahipsiz sanırlar. 
        Sonunda "Gözcüsü, bekçisi benim.. az bak!.." diye bir bakış oku gelir,
        ciğerine saplanır!.. Ben bir hayvancağızdan daha aşağı mıyım ki; ardımda
        gözcüm bekçim olmasın. Öyle bir bekçim var ki; saltanat O’na yaraşır, bana
        nasıl bir yel esmekte, O bilir .O yel soğuk mudur, sıcak mıdır? Allah gafil
        değildir, gaip de değildir. Bilir a kötü kişi.. Fakat şehvete mensup olan nefis
        Hak’tan sağırdır, kördür... Ben de senin körlüğünü ta uzaklardan görürüm,
        görürüm de sekiz yıldır ses çıkarmam. Çünki seni bilgisizlik içinde görürüm. 
        Vesselam.... 
         
        Mesnevi:4.Cild-Sayfa:13-......-20  |