| 
        MİRASYEDİ 
          Mal, mülk,
          para, kumaş, hanlar, hamamlar, atlar, davarlar bir bir çıktı
          elinden mirasyedinin. Miras malının vefası olmaz derler zaten. Alın
          teri ile kazanılmadığından, kıymeti bilinmez, kolay elde edildiğinden;
          geldiği gibi kolayca gider. Allah’ta bu canı bedava verdiğinden,
          canın kıymeti bilinmez!.. 
          Adam
          kala kaldı ortalıkta. Ne bir geçim yolu, ne karın doyuracak kuru
          ekmek!... Başını sokacak bir evinden başka hiç bir şeyi kalmadı!..
          Eski dostlar mı?.  Eskidi onlar!.. Eskiyen, dost edinilirse;
          malum akıbet kaçınılmaz olur!.. Sen sen ol; eskiyecekleri dost
          edinme!.. Ne terk et, ne terk edil!.. Seven ile sevilenin bir olduğudur
          dost!... Onda ırak düşme olur mu? 
          Zaten
          kendisi!.. 
          Bir!.. 
          Yalvardı
          Allah’a, yalnızlığı kalbinin köşesinde hissedince: 
          - Ya
          Rabbim!. Beni kurtar, yardım et!.. Lûtfet, bir geçim ihsan eyle!..
          Verdiğin malın, mülkün hepsi gitti. Kıymetini bilemedim.. 
          Ne bana bir hayırı oldu, nede yoksullara yardımda bulunamadım!..
          Affet Allah’ım, acı bana!... Bir ışık göster!.. Diye yalvardı
          günler, geceler boyu. 
          Mirasyedinin
          azgınlığı gitti, gözlerinden yaşlar boşaldı. 
          Gözyaşları,
          din mahsulüne su verdi!.. 
          İhlas
          sahipleri; ağlar, sızlar, dua ederler. Onların istekleri Arş-ı Âla’ya
          kadar yükselir. Bunun üzerine melekler: 
          - Ya
          Rabbi!.. Sen ki her duayı kabul edensin. Sığınılansın. Mü’min
          kulun yalvarmada, onun senden başka kimsesi yok!.. Yabancılara bile
          ihsanda bulunursun. Her istekli, dileğini senden ister!.. 
          Allah: 
          - Bu onu
          horlamak için değildir. Geç ihsanda bulunmam, onun faydasınadır.
          İhtiyacı onu gafletten ayılttı, bana çevirdi.. Dileğini hemen
          verirsem; yine döner, o oyuncağa kapılır, gaflete dalar gider.. 
          Gerçi: 
          -
          "Ey sığınılan, en düşkünlere yardım eden!.. Allah’ım!.." 
          Diye gönlü kırık, perişan bir halde ağlayıp, sızlanmada, ama,
          bırakın ağlasın, sızlasın!.. Bana onun sesi hoş gelmekte..
          "Ya Rabbim!.." demesi, sırlarını söylemesi hoşuma
          gidiyor. Yalvarması, başından geçenleri anlatarak beni kandırmaya
          çalışması hoş geliyor!.. Dudu kuşları ile bülbüller, sesleri 
          nedeniyle kafeslere konur. Siz hiç kuzgunla, baykuşun kafese konulduğunu
          gördünüz mü?.  Güzel seven bir fırıncının yanına iki kişi
          gelse, biri ihtiyar, diğeri genç ve güzel bir delikanlı!.. Ekmeği
          kime önce verir fırıncı?.. İhtiyara!.. Neden?.. 
          Onu savıp, diğeriyle daha fazla kalabilmek için.. Geciktirmek için
          bir çok hileler, nazlar yapar!.. 
          - Evden
          taze ekmek gelecek!.. 
          - Biraz
          daha bekle de sana helva da vereceğim, der... 
          Türlü oyunlarla onu geciktirmenin yollarını arar!... Anladınız mı?...
          İşte mü’minlerin; bir murada  hemencecik erişememeleri,
          iyice bil ki bu yüzdendir!.. 
          Yalvarıp
          yakarmaları, gözyaşları işe yaradı, tesirini gösterdi sonunda.
          Israrla çalınan kapı açılır mutlaka.. Rahmetler saçan bu kapıyı
          kim dövdü de açılmadı ki?.. 
          Rüyasında
          müjdeci ona: 
          -
          "Allah dualarını kabul etti... Mısır’a, şeker kamışlığına
          kadar git, filan mahallede, falan yerde bir define var. Çok değerlidir
          oradaki gömü.  Kaz çıkar.. Senin nasibindir o!.." dedi. 
          Sevinçle uyandı, ne bulabildi ise kalanlardan, yanına aldı, Bağdat’tan
          ayrılarak Mısır’a doğru yola koyuldu. Kalbinde zengin olmanın
          hayalleri, zorluklara perde oluyor, ne yorgunluk, ne meşakkat... gözü
          bir şey görmüyor, ha bire yürüyor, yürüyor... 
          Vasıl
          oldu sonunda istediği yere. Lakin takati kesilmiş, yanına aldıkları
          da tükendiğinden, açlıktan kıvranırken, çaresizlik içinde,
          kendi kendine: 
          - "
          Dilenmekten başka çıkar yol kalmadı.. Geceleyin çıkarım, yüzümü
          göstermem, yarım dirhem olsun bir şeycikler verirler herhalde..
          Karnımı doyururum onunla!.." dedi. 
          Bu düşünceyle
          çıktı, uzun uzun dolaştı mahalleler arasında. Bazen utanıyor
          isteyemiyor, açlık galip gelince de:" Haydi iste!.."
          diyor... Gece yarısını geçinceye kadar böyle bîkarar dolaştı
          durdu. Ansızın bekçi yakaladı adamı, sokağın başında.. Civarın 
          sakinleri çok çekmişti hırsızlardan, onun için bekçi tutmuşlardı.. 
          Padişah
          da: 
          -
          Geceleyin kimi sokaklarda dolaşırken görürseniz yakalayıp elini
          kesin hemen, velev ki benim akrabam dahi olsa!.. Onlara merhamet yok,
          yalanlarına zinhar kanmayasınız!.. diye ferman çıkarmıştı. 
          Hırsız
          yakaladığını sanan bekçi önce, hiç bir şey sormadan evire çevire
          bir güzel dövdü, taa ki yoruluncaya kadar!.. 
          - Dur,
          ne olur yapma!.. Söyleyeceğim!.. diye yalvarıp yakardı bizim
          mirasyedi. 
          Bekçi:  
          -Peki, söyle
          bakalım; gecenin bu vaktinde ne arıyorsun buralarda?.. Sen buralı
          değilsin, belli .. doğruyu söyle.. arkadaşların var mı?..
          Yerlerini söyle ki kurtulasın, yoksa, bundan öncekilerin de öcünü
          senden alırız, diye tehditler 
          savurmayı da ihmal etmedi. Adam ağız dolusu yeminler etti, 
          - Ben ne
          ev yakan birisiyim, ne de yankesici!.. Hırsız veya zalim hiç değilim.
          Ben Bağdatlıyım, dedi... Başından geçenleri, rüyasını, bir
          bir anlattı. 
          Yemininden
          doğruluk kokusu geliyordu. Bekçinin gönlü rahatladı, adamın doğru
          söylediğini anladı. 
          - Evet
          senin hırsız olmadığına inandım. Kötü de değilsin ama aptalsın,
          ahmaksın!. Bir rüyaya inanmış, bir hayale kapılmış, bu kadar
          yol aşıp buralara kadar gelmişsin!.. Aklın yok galiba!.. Ben yıllardır,
          devamlı; Bağdat’ta, filan mahallede, falan sokaktaki filanca adamın
          evinin bahçesinde ki elma ağacının, 
          kıble tarafında  define gömülüdür, git onu çıkar, dediler
          de, rüyaya inanıp, bir serabın peşinden koşmadım!.. Ahmak adamın
          rüyası da ahmakça olur. 
          Bil ki;
          aklı da, ruhu da zayıf olduğu için kadının rüyası, erkeğin rüyasından
          daha aşağıdır, daha değersizdir. 
          Adam
          aptallaşmıştı, kendinden geçmiş gibiydi. 
          - "Şimdi
          de bir başka rüya da mıyım?.. Bekçi tam da Bağdat’taki evimizi
          tarif ediyor!.. Allah Allah!.. Ululuğuna hudut yoktur Allah’ım!..
          Hazine evimdeymiş de haberim yokmuş. Definenin başında
          yoksulluktan ölüyormuşum!.." diye geçirdi 
          içinden. Ne derdi kaldı, ne yoksulluğu.. Ne açlığı kaldı ne
          susuzluğu.. 
          -
          "Nasibime ermek için bu sıkıntıya uğramam lazımmış,
          halbuki ölümsüzlük suyu benim bahçemde imiş... Kendimi müflis
          sanıyordum, o körlüğe rağmen bu nimete nail oldum .. Bana ister
          ahmak de, ister aşağılık bir adam.. O define benim 
          oldu ya, sen ona bak!.. Muradıma erdim şüphesiz, dertli de desen
          fark etmez. Sence dertli olabilirim ama, kendimce hoşum!.. Eğer bu iş
          aksine olsaydı, sana gül bahçesi, bana hor hakir.. Ne yapardım o
          zaman!..." 
          Bunları
          düşünürken; bekçinin yüzüne baktı,ışıldayan gözlerle ve gülümseyen
          yüzüyle...  
          - Kal sağlıcakla,
          Allahaısmarladık  bekçi baba, sağol!.. dedi, yüzü Bağdat’a
          dönük, yorgun adımlarına taşıtmaya çalıştığı bedeniyle süzüldü
          karanlıkta kayboldu.... 
           
          Mesnevi:6.Cilt-Sayfa:334-........-344
          |