| 
        MİSAFİR-2-
           Bir
          köylü ile şehirlinin tanışıklığı vardı. Köylü her geldiğinde
          şehirlinin evine adeta çadır kurar, iki- üç ay misafir kalır, dükkanına
          geçer oturur, sofrasına çökerdi. Şehirli; köylünün ne kadar
          ihtiyacı varsa bedava yerine getirir, dizer, koşardı. Köylü bir gün
          şehirliye dönerek, dedi ki: 
          -
          A efendim ; sen hiç köye gelmez, hiç seyre, seyrana çıkmaz mısın?
          Allah aşkına olsun, çocuklarını da al getir. Mevsim ilkbahar, şu
          anda gül mevsimidir... İstersen yazın, meyve zamanı gel. Göreceksin
          hizmette kusur etmem. Bütün akrabalarını getir dilersen, üç, dört
          ay kalırsınız köyde .. Pek hoş olur, gönüle rahatlık veren çayırlıklar,
          çimenlikler ... lâle bahçesi kesilir her yer!. 
          Şehirli
          başından savmak, oyalamak için vaatte bulundu  
          ama , vaadinin üzerinden tam sekiz yıl geçti.  Köylü her yıl geldiğinde: 
          -
          Ne zaman geleceksin, kış yaklaşıyor, der , O da: 
          -
          Bu yıl filan yerden konuk geldi, onun için gelemedik, inşallah
          seneye , dediğinde: 
          -
          Ey kerem sahibi , ailem, çoluk çocuğum bekleyip duruyor!.. derdi. 
          Her
          yıl leylekler geldiğinde köylü de gelir, şehirlinin evine konardı.
          Şehirli de ; altınından, malından mülkünden harceder, konuğunun
          üzerine kol kanat gerer , sabah akşam sofra yayar, yedirir içirirdi.
          Köylü utanır, sıkılır : 
          -
          Efendim;kaç keredir vaadettin ise her seferinde de aldattın beni, bu
          niceyedir , dediğinde de: 
          -
          Canım da, bedenim de buluşmayı istiyor ama, her şey Allah’ın
          takdiriyledir. İnsan bir yelkenli gemiye benzer. Rüzgarı estiren
          bakalım onu ne yana sürükler, cevabını verirdi. 
          Bunun
          üzerinden de on yıl geçti. Her yıl benzer konuşmalar olur,
          vaatlerde bulunulur, oyalanır, geçer giderdi. Bir gün şehirlinin
          çocukları dediler ki: 
          -
          Baba: Ay da sefer eder, bulutlar da, gölge de... Köylüye bunca hakkın
          geçti, onun için nice zahmetler çektin. O da; sen ona konuk olasın
          da, hiç olmazsa bu hakların bir kısmını ödemek ister. Bize dahi;
          “Babanızı kandırın, gizlice köye getirin “ diye kaç kere
          ricada bulundu , dediler. 
          Babaları
          : 
          -
          Yavrucuğum, doğru söylüyorsunuz ama, “iyilik ettiğin kişinin
          şerrinden sakın” demişler. Dostluk son demdedir. Korkarım ki,
          bir şeyler olur da tohum bozulur, dedi ise de, köylünün
          yaltaklanması, çocukların ısrarı karşısında şehirlinin
          tedbiri elden gitti, şaşırdı, ahmaklaştı... Verdiği kararı bir
          kenara bıraktı,işe koyuldu, hazırlıklarını tamamladı, azim kuşu
          köye doğru koşmaya, uçmaya başladı. Ehli, çoluk çocuğu neşeli
          bir halde, gülüşe , konuşa yola dizildiler. 
          -
          Çayırlıklar, çimenlikler!... Orada bir de kerem sahibi 
          dostumuz var ki değme gitsin... Zaten bizi binlerce istekle çağırdı.
          Kış ihtiyaçlarımızı da tedarik ederiz , bakarsınız dostumuz
          bizlere bağ bile hediye eder, canından yer verir bizlere, diyorlardı,
          yolları tüketmeye çalışırken. 
          Sevinecekseniz
          Allah’ın ihsanına sevinin,neş’elenin. Sizi işgal eden şey,
          sizi Hak’tan alıkor,aldatır. Gamdan neş’elen. Ondan başkasından
          Neş’elenme sevinme. Dert ve gam bahardır. Başka şeyler kış!..
          Gamdan sevin. Gam;vuslat tuzağıdır. Bu yolda aşağıya düşüş,
          hakikatte yükseliştir.  
          Köye
          doğru uçan bir kuş görseler sabırsızlıkta elbiselerini yırtıyorlar,köyden
          gelmekte olan bir adam görseler yüzünü gözünü öpüyorlar:”
          Sen bizim dostumuzun yüzünü gördün, canımızın canısın sen
          ..” diyorlardı. 
          Gittiler,
          gittiler. Yolda bir köye rastladılar, ama dostlarının köyü değilmiş
          orası. Bir aya yakın köyden köye dolaştı durdular. Çünki yolu
          iyi bilmiyorlardı. Karada yaşayan kuşun, suda çektiği zahmetleri
          çektiler. Bir ay sonra kendileri perişan, hayvanları yemsiz bir
          halde o köye vardılar. Kötü niyetli köylü; bağına , bahçesine
          girmesinler diye tanımamazlıktan gelip, yüzünü örtüp savuştu
          oralardan. Konuklar sorarak köylünün evini buldular, kapıya koşuştular,
          lakin içeridekiler kapadılar kapıyı, açmadılar. Şehirli bu
          hareketten deliye döndü ama, sertlik gösterecek zaman değildi. Tam
          beş gün , geceleri soğuktan üşüyerek, gündüzleri sıcaktan yanıp
          yakılarak kapının önünde beklediler. Onların bu kalışları ne
          gafilliklerindendi, ne de eşekliklerinden. Zaruretten, açlık ve
          susuzluktandı. Şehirli köylüyü her gördükçe selam vermekte: 
          -
          Yâ hu!.. Ben filan kişiyim. Adım da şu!.. demekteydi. 
          -
          Olabilir. Fakat sen kimsin, nesin, ben nereden bileyim?.. Belki temiz
          bir adamsın ama, belki de kötü bir kişisin... 
          Ben
          gece gündüz, Allah’ın işlerine hayran kalmış, dalmış gitmişim!... 
          Seninle
          hiç bir sûrette kayıtlanamam. 
          Kendi
          varlığımdan bile haberim yok!..  
          Bir
          kıl ucu kadar da varlığımdan eser kalmadı!..  
          4Aklım , Allah’tan başka hiç
          bir şeyden agâh değil, 
          Gönlümde Allah’tan başka bir şey yok, canımda da ,
          diyordu. 
          Şehirli
          dedi ki: 
          -
          Soframda ne kadar yemek yedin?.. Ben o adam değil miyim?.. Filan
          zaman sana şunları almadım mı?.. Seninle buluşup görüşmez
          miydik?.. Aylarca bana konuk olmaz mıydın?.. Sayısız in’amlarıma,
          ihsanlarıma nail olmadın mı?.. 
          Köylü
          dedi ki: 
          -
          Saçma sapan ne söylenip duruyorsun ki?.. Ne seni tanıyorum, ne adını,
          ne yerini ... 
          Beşinci
          gece gökyüzünü bulutlar kapladı. Bir yağmur başladı ki, gök
          bile bu yağışa şaşa kaldı. Artık bıçak kemiğe dayanınca şehirli; 
          -
          Ev sahibini çağırın , diye  kapının
          halkasını dövmeye başladı. Köylü yüzlerce ısrarlardan sonra
          nihayet kapıya gelip, sertçe: 
          -
          Ne var, ne istiyorsun, dedi. 
          Şehirli
          dedi ki: 
          -
          Bunca haktan vazgeçtim. Bütün zanlarımı, düşüncelerimi terk
          ettim . Zavallı cancağızım, beş günde sıcaktan yanarak,soğuktan
          donarak beş yıllık zahmet çekti. Kanımı bile döksen helal
          ederim. Yalnız şu yağışlı gecede bize bir bucak ver de, kıyamette
          sen de bunun ecrine nail ol. 
          Köylü: 
          -
          Orada, bağcının sığınıp kurtları beklediği bir bucak var.
          Okunu yayını eline alır bekler. Eğer o zahmeti çekebilirsen ne âlâ,
          orası senin olsun. Fakat işi başaramazsan kendine yer ara, dedi. 
          Şehirli: 
          -
          Sana yüzlerce hizmette bulunurum, sen tek yer ver. O yay ile oku da
          ver elime . Uyumam, beklerim üzümlerini. Kurt gelirse tam
          kellesinden vururum. İki yüzlü münafık: Allah için olsun, sen
          beni bu gece vakti yağmur altında, çamur üzerinde bırakma da!.. 
          O
          bucak boşaltılınca, şehirli çoluk çocuğuyla beraber, o daracık,
          dönüp kımıldanmaya bile müsait olmayan yere gitti. Selden, mağara
          köşesine sığınmış çekirgeler gibi , adeta bir birlerinin üzerine
          binmişlerdi. Bütün gece boyunca dua ve yakarışta bulundu: 
          -
          Aman Yarabbi. Sen acı bizlere. Biz değil buna,bunun iki yüz misline
          bile layığız. Aşağılık kişilerle 
          dost olanın, adam olmayanlara adamlık gösterenlerin layığı
          budur. Ham tamaha düşüp, ulular tapısındaki
          hizmeti bırakan, bunlara layıktır. Gönlü aydın bir ere kul
          olmak, padişahların başına taç olmaktan iyidir. Ey yol çavuşu;
          ey aykırı yollarda koşup duran;sen şu toprak yüzündeki padişahlardan
          davul sesinden başka bir şey bulamazsın ki!.. Şehirliler bile ruha
          nispetle yol uran hırsızlardan ibaretken, köylü dediğin kim
          oluyor ki?!..  Aklına,
          tedbirine uymayıp ta, duyduğu gulyabani sesine tabi olanın layığı
          budur!... 
          Yaptığı
          işten çoktan pişman olmuştu şehirli ama,artık bir faydası yoktu
          nedametin. Elinde ok ile yay ; bağı gezip, kurt aramaktaydı artık.
          Halbuki asıl kurt, kıvılcım gibi ona sıçrayıp, musallat olmuştu
          da, o bundan habersizdi. Dertleri aşırı derecede, yürekleri ağızlarına
          gelmiş bir halde beklerlerken, ansızın tepeden gelmekte olan bir
          kurdun karartısını gördüler. Şehirli yayını kurup bir ok attı,hayvanı
          vurup tepeden aşağı düşürdü. Düşerken hayvan bir yellendi ..
          Bunu duyan köylü: 
          -
          Eyvah, dedi, ellerini dizlere vurdu, be hey mürüvvetsiz, eşeğimin
          sıpasını vurdun, 
          Şehirli: 
          -
          Yok canım. Dev gibi bir kurt o, dedi. Karartısına baksana. Hiç sıpaya
          benziyor mu?.. Şeklinden de kurt olduğu anlaşılıyor zaten,
          diyince, 
          -
          Hayır. Yellendi ya, tanıdım ben. Onun yellenmesini; suyu, şaraptan
          nasıl ayırt edersem, öylece ayırt eder tanırım , dedi köylü. 
          -
          İyi bak. Vakit gecedir, insan kolay göremez , ekseriyetle yanıltır
          insanı. Her kes gece gördüğünü fark edemez. Hem bulut var, hava
          karanlık, yağmur da yağmakta. Bu üç karanlık insanı pek yanıltır,
          dedi şehirli. 
          -
          Hayır, hayır!.. Bu bana gün gibi âşikâr. Tanırım ben. Bu
          yellenme ,eşeğimin sıpasının yellenmesi. Yolcu, azığı nasıl
          tanırsa; ben de, yüz yel arasından o yeli tanırım, dedi köylü. 
          Şehirli
          artık dayanamadı, sıçrayıp köylünün yakasına yapıştı, dedi
          ki: 
          -
          A hilebaz sersem!... A ahmak bunak!... Mendebur!.. Sen hem afyon yutmuş,
          hem esrar içmişsin. Bu üç karanlığın içinde eşeğinin sıpasının
          yellenmesini tanıyorsun da, beni nasıl tanımıyorsun be hey âvâre!..
          Ömer’i , Ebuleheb’den ayırdedemem diyorsun, ama eşek sıpasının
          yellenmesini tanırım diyorsun ha!.. Senin gibi bir eşeğin sözüne
          inanan da , kendisini, hatır için kör ve sağır eden bir eşektir.
          Kendini öyle pek yol erlerinden sanma. Sen yol kesicilerin adamısın. 
          Sersemlikten uç, akla doğru koş. Mecâzî
          akıl, göklere uçabilir mi hiç?... 
          Mesnevi:3.Cilt
          - Sayfa:19-....-57 
          Düzenleyen: Hamdi Cenik  |