| 
        
           NİYAZİ
           Savaş ansızın
          başladı. Sofi de askerlerin arasına karışarak ilerledi. Erler
          harp meydanına at sürerken, onu zayıflarla beraber geride kalan ağırlıkların
          yanına bıraktılar. Nihayet ileri gidenler bir çok ganimet ve
          esirle döndüler.
           - Sen de al,
          diyerek Sofi’ye de armağanlar sundular, ama O hiç bir şey almak
          istemedi. 
          - Neden kızgınsın, dediler. 
          - Savaştan mahrum kaldım, dedi. Bunun üzerine bir esirin ellerini
          bağlayarak yanına getirdiler, 
          - Al bunu, çadırların arkasına götür, başını kes, öldür,
          gazi ol, dediler. Sofi buna sevindi. Harp meydanına gidip hançer çekip,
          kılıç sallayıp savaşamamıştı ama, şimdi muradına ereceğini
          düşünüyordu. Bağlı esiri alıp çadırın arkasına dolandı.
          Ama geciktikçe gecikti. Herkesi bir merak sardı. 
          - Neden o yoksul bu kadar gecikti ki, diye konuşurlarken kendi aralarında,
          gidip bakmaya karar verdiler. Gittiklerinde, gördüklerine inanamadılar.
          Erkeğin, dişinin üzerine bindiği gibi, esir de sofinin üzerine
          binmiş, elleri bağlı olmasına rağmen, dişlerini bizimkinin boğazına
          geçirmiş, kan revan içerisinde bırakarak, berbat etmişti. Akan
          kanlar sakalını kızıla boyamış, yarı baygın, daha doğrusu yarı
          ölü bir halde öylece altında duruyordu esirin.
           Sen de nefsinin
          elinde  tıpkı o sofi gibi alta düşmüş, kendinden geçmişsin.
          Yoldaki bir tepecikte âciz kalmışsın, halbuki önünde yüzlerce
          dağ var. Gaziler hemen o kâfiri acımadan kılıçlayıp öldürdüler.
          Kendine gelsin diye de Sofi’nin yüzüne sular serptiler. Ayıldığında: 
          - Ne oldu, Allah hakkı için söyle... Yarı ölmüş, elleri bağlı
          bir tutsaktan neden böyle korktun, kendini kaybettin de, bu hâle düştün?...
          Sofi dedi ki: 
          - Başını keseceğim sırada bana öyle bir hışımla baktı ki,
          aklım başımdan gitti. Sanki karşımda bir ordu vardı, gözüme öyle
          göründü... Anlatamam!... Gaziler dediler ki: 
          - Sende bu yürek varken sakın savaşa girişmeye yeltenme. Hem de
          eli bağlı olan bir kafirin göz süzmesiyle gemin kırıldı da,
          deryaya gark oldun sanki. Sen, bir fareden ürküp uçan akılla o
          savaş safına karışıp ta ne yapacaksın, nasıl kılıç
          sallayacaksın? Savaş bu!... Bulgur aşı değil ki, yenlerini sıvayıp
          girişesin!.. Erkek arslanlar saldırdığında, başlar top gibi
          yuvarlanır da, başsız bedenler yerlerde çırpınır, kan denizinde
          kaybolurlar. Savaş; öyle hayal gibi bir hayalden ürküp kaçan yüreksizlerin
          işi değildir!.. Savaş; erlerin işidir, nazenin kadınların değil.
          Onların yeri evidir, sen de eve git!...
           Mesnevi:5.Cilt.
          Sayfa:304-...........-307
          
          |