SANDIK 
         
        Cuha; çalışıp kazanmayı, bununla ailesinin nafakasını temin etmeyi hiç sevmeyen,
        kaynağına aldırış etmeden, nereden olursa olsun, yeterki gelsin diyebilen birisi idi.
        Genelde de karısını alet ederek bir şeyler koparmanın yolunu bulur, bitene kadar onu
        yerler, daha sonra başka kurnazlıklar aramaya 
        koyulurlar. 
        Kesede para, çuvalda un
        bitmiş, Cuha karısına: 
        -Ey güzeller güzeli!..
        Allah sana yay gibi kaşlar, ok gibi bakışlar vermiş. Endamını, işveni bilen bilir.
        Peki niye vermiş Allah bunları sana?. Hıı?.. Bunları adam avlamaktan başka ne için
        verdi?... Yürü bizi abad edecek bir kuş için tuzak kuralım!. Taneyi göster, ama
        sakın sen yem olma ha!. Onu muradına erdirecekmiş gibi görün, bütün maharetini,
        aklını kullan, gönlünü çel. Tuzağa tutulan kuş hiç yem yer mi? 
        Oturdular; düşündüler,
        taşındılar... Kendilerinin  zarar görmeyecekleri ama, iyi para
        koparabileceklerini umdukları bir  plan yaptılar. 
        Cuha’nın karısı
        koşarak Kadı’nın huzuruna geldi: 
        -Şikayetçiyim Kadı
        Efendi, dedi nefesini toparlamaya çalışırken. 
        -Kimden şikayetçisin
        kızım? Diye sorarken Kadı, bir yandan da kaşının, gözünün güzelliğini,
        sesindeki titrekliğin verdiği çekiciliği, kadına ve orada bulunanlara hissettirmemeye
        çalışarak inceliyordu. 
        -Kocam olacaktan
        şikayetçiyim Kadı Efendi, gönlü hep başka yerlerde dolanır da benimle meşgul olmaz
        hiç, dedi kadın. 
        Kadı; kadının
        güzelliğine, işvesine, davasının sağlayacağını tahmin ettiği avantajları da
        göz önüne alarak: 
        -Mahkemede bu gürültü
        varken şikayetini dinleyemiyor, anlayamıyorum. Yalnız olacağımız bir yerde
        şikayetlerini rahatça anlatırsın, dedi. 
        Kadın: 
        -Senin evine iyi kötü,
        hırlı hırsız her kes derdini dökmeye, şikayetlerini anlatmaya gelir gider. Ayak
        altı, göz önüdür. Bu cariyenin evi bom boştur. Düşmanım sayılan kocam köye
        gitti. Zaten bizim oralarda bekçi filan da yoktur. 
        Derdimi anlatmak için çok güzel ve rahattır. Mümkünse bu gece oraya gel. Geceleyin
        görülen işte ne düzen vardır, ne riya!.. Bütün gözler kapalı, uyku şarabıyla
        sarhoştur!. Kimsecikler görmez. 
        Hasılı; kadın bütün
        zekasını, güzelliğini, işvesini kullanıp, zaten arzularının esiri olarak yaşayan
        Kadıyı kendine bendetti, geleceği sözünü aldı. Evinin yolunu tuttu, akşamın
        hazırlığına başladı. 
        İblis; Âdem’e nice
        defalar masallar okudu ama, Havva ye dedi de Âdem, Allah’ın yasakladığı meyveyi
        ondan sonra yedi. Âlemde zulümle dökülen ilk kan kadın yüzünden ve Kaabil’den
        çıktı. Kadının hilesine son yoktur. Gece oldu, akıllı (!) 
        Kadı, kadına kavuşmak için yavaş yavaş kalktı, yola düştü. Kadın mumlar
        yakmış, yemek ve çerez hazırlamıştı. Oturdular, yemeye başladılar, tam o sırada
        kadının kocası Cuha gelip kapıyı vurmaya başladı. Kadı, yerinden fırladı,
        saklanacak bir yer aradı, ortada duran sandıktan başka saklanacak yer 
        yoktu, hemen girdi içine, ağzını üzerine kapadı. 
        Derken Cuha içeri girdi
        söylenmeye başladı: 
        -A kadın. Neyim var da sana
        feda etmiyorum. Neden benim elimden her an öyle feryadedip durmadasın?. Bana kötü
        sözler söylüyorsun, bazen müflis, bazen kaltaban diyorsun. Benim olsa olsa iki derdim
        var: Biri senden biri Allah’tan. İnsanlar üzerinde, senin yanında, şüphe
        uyandıracak şu sandıktan başka neyim var? Görünüşü pek hoş ama, içinde ne
        altın, ne gümüş, nede top top kumaşlarım var. Hani güzel ve vakarlı, ama, riyakar
        birinin bedeni gibi. Beni töhmet altında bırakan şu sandığı yarın götürüp,
        pazarda her kesin gözü önünde yakacağım. Ben de kurtulurum şüpheci
        bakışlarınızdan... El alem de. 
        -Yapma, vazgeç, dedi ise de
        kadın, Cuha:  
        -Hayır Vallahi de Billahi
        de yapacağım, yapacağımı, kat’iyyen vaz geçmem, dedi. 
        Yattı üstüne sandığın
        sabaha kadar. Kuşluk vakti sürükleyerek dışarı çıkardı, kapıdan geçmekte olan
        hamala seslenerek sandığı sırtına yükledi, pazarın yolunu tuttular. 
        Kadı sandığın içine
        eziyetler içinde iken: "Hamal, hamal.." diye seslendi. 
        Hamal sağına, soluna
        bakındı.. Allah Allah!.. dedi. 
        -Rüya mı görüyorum
        acep?.. Yoksa perilendim mi?.. 
        Ses üst üste gelmeye devam
        edince, ayıldı, sesin sandıktan geldiğini anladı. 
        Kadı: 
        -Ey hamal!. Ey sandık
        götüren!. Ben Kadıyım. Sandığı mahkemenin önüne koy, içeri gir, halimi Naibime
        anlat. Bu sandığı sahibinden satın alsın. Açmadan bizim eve 
        götürsün. 
        Naip gelip: 
        -Bu sandık kaça, dedi. 
        Cuha: 
        -Dokuz yüz altın
        veriyorlar ama, ben binden aşağı satmıyorum, eğer alacaksan içini de açayım gör,
        dedi. 
        -Utan utan, bu sandığın
        bu kadar edecek ne özelliği var ki?.. İşte sandık, her kes görüyor, dedi Naip. 
        -Hayır, senin dediğin gibi
        değil. İçini görmediğin için böyle konuşuyorsun. Bunun içinde ne işçilik var
        bilir misin?. Alemde böyle iş görülmemiştir. 
        Naip: 
        -Ey sırları örten! 
        Sırrı açma. Ört ki, senin de ayıbını örtsünler. Benimle uyuş, bunu böyle
        kapalı olarak alacağım.. dedi. 
        Hasılı bu alım satımda
        macera uzadı. Naip yüz altın verip sandığı satın aldı. 
        Göklerin yücesine
        yücelmeyen baş, hevasına kapılmış, sandık içine girmiştir.  
        Beden sandığından çıksa
        bile körlüğünden bir körün yanına gider ancak. 
        Ya Rabbi!.. Ruh sahibi bir
        kavim gönder de, bizi de beden sandığından satın alsın!.. 
        Sandık içinde olduğunu,
        gönül gözü açık olan binde bir kişi bilebilir. 
        Yahut daha çocukken esir
        olan, veya anasından tutsak olarak doğan kişi, hürlük zevkini görmemiştir, onun
        meydanı suretler sandığıdır. 
        Aklı daima suretlerde
        mahpustur, kafesten kafese gezer durur. 
        Allah Kur’anda:
        "Gücünüz yeterse çıkın bakalım" demiştir, insanlara da, cinlere de. 
        Sandıktan sandığa giden
        adam; gökyüzüne mensup değildir, sandığa mensuptur. 
        Sandığın yarığı,
        insanın aklını başından alır, ama sandıktaki bunu anlayamaz. 
        Bu sandıklara kapılmazsa,
        o vakit kadı gibi kurtulmanın yollarını 
        arar, korkusuz, feryatsız durmaz. 
         
        Bir yıl sonra Cuha yine paraları bitirmiş, ne yapalım, kimi kafesleyelim derken, yine
        geçen yıl ki oyunu oynamaya karar verdiler karısıyla.. Ama tanınmamak için daha
        dikkatli, daha tedbirli olarak... 
        Kadın başka kadınları da
        alarak yanına Kadının huzuruna vardılar. Tanınmamak için peçelenip, bir kadını da
        kendine tercüman tutmuştu. Onu konuşturacak ki sesinden tanınmasın. Onun ağzıyla
        kocasından şikayette bulundu, gençliğini, tazeliğini, kocasının kendisiyle
        ilgilenmediğini, yarın köyüne gidip 
        kendisini yalnız bırakacağını saydı döktü. 
        -Yürü getir kocanı.
        İkinizi de dinleyip, ona göre hüküm vereyim, dedi kadı. 
        Önceden Kadı Cuha’yı
        görmemişti, onun için gönül rahatlığı ile geldi huzura. 
        Kadı onu hemen tanımadı.
        Cuha: 
        -Ben dine, şeriata bağlı
        bir insanım. Lakin bir kere şeytana uydum, kumar oynadım. Şeş beş derken elde
        avuçta ne var ne yok utuldum hepsini. 
        Der demez sesinden tanıdı
        Cuha’yı Kadı. Ona dönerek dedi ki: 
        -Sen o şeş beşi geçen
        yıl oynamıştın da beni tuzağa düşürmüştün. Ben sıramı savdım. Bu oyunu bu
        yıl başkasıyla oyna... 
        Arif; şeş beşten
        kurtulmuş, tek kalmıştır. 
        O; beş duyguyla, altı
        cihetten kurtulmuştur. Onun ötesinden haber verir sana. 
        Artık böyle bir can nasıl
        olur da bedene layık olur?. Kendine gel ey beden!. Bu candan ellerini çek artık. 
        Ey cana bucak olan beden!.
        Yeter artık!. Deniz, bir mataraya ne kadar sığabilirki?. 
        Ey insandaki binlerce
        Cebrail!. Ey adı bir kalıpta gizli Mesih’ler!.. 
        Ey kilisede gizli binlerce
        Kabe!. Ey İfriti, İblisi yanıltan, yanlışlara sevkeden!. 
        Sen mekan ilinde
        mekansızlık secdegahısın... İblislerin dükkanı senin yüzünden yıkılmıştır. 
        Mesnevi:6.Cilt-Sayfa:354-..........-365  |