| 
           YEDİ
          BARSAKLI KÂFİR 
          Akşam
          namazı vakti kâfirler mescide gelip Rasûlullah'a  konuk
          oldular, dediler ki: 
          -
          Uzaklardan geldik, üstelik azığımız da yok. Hemencecik başımıza
          rahmet ve nur saç!.. 
          Rasulullah,
          sahabeye dönerek: 
          -
          Benimle ve benim huyumla dolu olan dostlarım, bunları paylaşın,
          dedi. 
          Her kes
          konuklardan birini aldı. Lakin kâfirlerin arasında öyle iri yarı
          birisi vardı ki, o zamana kadar misli görülmemişti. Bundan dolayı
          cesaret edip onu kimse götürmedi, kadehteki tortu, posa misali
          kalakalınca mescitte arkadaşsız, sahipsiz, Mustafa götürdü
          haneye. 
          Yedi keçileri
          vardı sürüde süt verir. Vakit tamam olunca eve gelip sağılırlar,
          her kes doyardı sütlerinden. Misafir de olunca; evde bulunan üç
          ekmek, yemek, yedi keçinin sütü kondu sofraya. Bedavacı herif ne
          var, ne yok silip süpürdü on sekiz kişinin yiyeceğinin tamamını.
          Bu yüzden ev halkı kızdılar, yattığı zaman odasının kapısını
          dışarıdan zincirle bağladılar. Kâfirin gece vakti karnı
          guruldamaya başladı, dışarı gitme ihtiyacı oldu. Kapıya koştu,
          elini attı, kapalıydı. Aklına gelen her yolu denedi, her hileye baş
          vurdu, faydasız, bir netice alamadı. Sıkışıklığı arttıkça
          arttı.  Şaşırmıştı.. Yapabileceği hiçbir şey kalmamış,
          çaresizlik içinde bir çıkış ararken: 
          -
          "Uyuyayım, buruntuyu geçiştirmeye çalışayım, belki
          rahatlarım!.." dedi. Uyumak için sarf ettiği çabalar sonuç
          verdi, uyudu. Rüyasında kendini bir viranede gördü. 
          -
          "Hah tamam!.. Zaten aradığım da böyle bir yer idi!.. "
          Dedi, başladı ihtiyacını gidermeye. 
          Uyanınca
          bir de baktı ki, yatak pislik içinde. Deliye döndü, coştu, köpürdü!.. 
          -
          "Bu rezillik toprakla bile örtülmez, uykum uyanıklığımdan
          beter, şurada yiyor, burada pisliyorum, keşke geberseydim!.." 
          Diye dövünmeye,
          çırpınmaya koyuldu. Yapılacak bir şey olmayınca; sabahı
          bekleyip, kapı açılır açılmaz kimselere görünmeden kaçıp,
          uzaklaşmayı tasarladı kafasında, ve beklemeye başladı kurtulacağı
          o kutlu ânı.. 
          Mustafa'ya
          âyandı olup biten. Lakin onun hatasını bildirmeden bir yol açmasını,
          görülmediğini düşünmesini istemekteydi. Allah  boyası
          bazen örter, neliksiz, niteliksiz bir halde perdesi bakanın önüne
          geriliverir. 
          Sabah
          kimselere belli etmeden açtı kapıyı, yolunu sapıtmış kişiye
          yol verdi. Kendi saklandı bir yerlere ki görülmesin. 
          Fakat
          birisi o pis yatağı Rasûlullah'ın yanına getirerek: 
          - Gör,
          konuğun neler yapmış ,dedi. 
          Alemlere
          rahmet Mustafa güldü: 
          - İbriği
          getirin, kendi ellerimle yıkayacağım, dedi. 
          - Aman
          ya Rasûlullah!.. Allah hakkı için yapma. Canımız da sana kurban
          olsun, tenimiz de. Sen bırak bu pisliği biz yıkayalım. Bu iş el işidir,
          gönül işi değil ki!.. Hakkında Allah'ın: "Le amruke= ömrün
          için" diye ant içtiği zat!.. Seni halife yaptı, kürsüye
          oturttu; biz sana hizmet için yaşıyoruz, sen hizmet etmeye kalkışıyorsun
          .. Dediler orada bulunanlar. 
          Rasulullah
          dedi ki: 
          - Ben de
          biliyorum, fakat bunu şimdi benim yıkamamda hikmetler var!.. 
          Bu sözün
          sahibine olan saygı, susup beklemelerini icap ettirdiğinden, işin sırrını
          anlamak için beklemeye koyuldular. 
          Pislik
          adam akıllı yıkandı, tertemiz oldu yatak. Tam bu sırada sabah
          kimselere görünmeden kaçan kafir, yattığı odada unuttuğunu
          zannettiği heykelini bulmak umuduyla, her şeyi göze alarak döndüğünde;
          gördükleri karşısında aklı başından  gitti, ne heykel
          kaldı hatırında, ne de başka bir şey!.. İki elini kafasına
          vuruyor, yakalarını yırtıyor, duvarlara çalıyor başını,
          naralar atıyor, feryat ediyordu: 
          - Ey akılsız
          kafa!.. Ey nursuz göğüs!.. Ey yeryüzünün küllü; senden şu aşağılık
          cüz utanmakta, secde etmektedir!.. Sen küll olduğun halde O'nun
          emrine boyun eğiyorsun da, ben cüz olduğum halde zulmediyor, kötülüklerde
          bulunuyorum!.. Sen onun karşısında titrerken, ben aykırı hareket
          ediyorum!.. Ey cihanın kıblesi: Yüzüm yok!.. Diye feryat ediyor,
          çırpınıyordu. 
          Mustafa; kucakladı, yatıştırdı, iltifatlar etti, gözünü açtı,
          kendini tanıttı ona!.. 
          Bulut ağlamadıkça
          yeşillikler nasıl güler?. Çocuk ağlamadıkça süt nasıl coşar?.
          Bir günlük çocuk bile: "Ağlayayım da dadım yetişsin"
          der.. Dadılar dadısı da sen ağlamadıkça bedavadan, çok az süt
          verir.. "Çok ağlayın" dendi. Ağlayın da Yaratan Allah'ın 
          ihsan sütü aksın!.. 
          Rasûlullah
          iman etmesini söyledi, oda kabul etti. Ve: 
          - Bu
          gece de bizim konuğumuz ol, dedi. 
          Adam: 
          -
          Vallahi ebedi olarak senin konuğunum, nerede olursam olayım, nereye
          gidersem gideyim sana misafirim. Beni dirilttin, iki alamde senin
          sofrandır, azatlın, kapıcınım. Bu seçilmiş sofradan başka
          sofra seçenin boğazını kemik yırtar. Kim senin sofrandan başka
          sofraya giderse bilsin ki; şeytan onun kâsesinden yer, komşu olur,
          sensiz gittiği yolda da yoldaş olur ona!.. Ey Allah Rasûlü, nübüvvetin
          tamamlayıcısı ve nuru: Senin bu yaptığını kimse yapmaz, yüzlerce
          ana dahi olsa!.. İsa bile Azer'e yapmadı bu kadarı.. dedi. 
          Arap o
          gece de Rasûlullah'a konuk oldu. Bir keçiden sağılan sütün ancak
          yarısını içebildi, ağzını silip kenara çekildi. 
          Rasulullah: 
          - Süt iç,
          yufka ekmeğinden de ye, diye ısrar etti ise de o: 
          -
          Vallahi, riyasız doydum. Bunda ne sıkılma var, ne de bir hile!..
          Hatta dün gecekinden bile fazla doydum!.. Dedi. 
          Bütün
          ev halkı şaşırdılar, hayretler içerisinde kaldılar, kendi
          kendilerine fısıldaşmaya başladılar. 
          Kâfirliğin
          vehim ve hırsı gidince, ejderha bir karınca gıdasıyla doyar... İman
          gıdası semirtip, geliştirir... Öküz açlığı gidince, Meryem
          gibi cennet meyvasını görür... Cennet meyvasını görünce de
          cehennem gibi olan mide yatışır, rahatlar. Ey imana erişen: Zaten
          iman yüce bir nimettir, büyük bir gıdadır!... 
          Kâfir
          yedi barsakla yemek yer, inanan bir barsakla... 
          Mesnevi:5.Cilt-Sayfa:10-......-27 
         |