| 
        ŞÂNIM
          NE YÜCE
           O muhteşem
          fakir Bayezid, dervişlerine: 
          - "İşte Hakk benim, benden başka Hakk yoktur, bilin de bana
          tapın..." dedi, sarhoşça ve apaçık olarak. O hal geçince
          sabahleyin: 
          - Sen böyle dedin... bu doğru değil, diye kendisini uyardılar. 
          - Dalar da, bunu bir daha söylersem, hemen o anda beni bıçaklayın, 
          Hakk tenden münezzehtir, benim ise tenim var, böyle söylediğim
          zaman öldürülmem lazım,  dedi o er kişi. 
          Bu tavsiyede bulununca Sultan, her derviş bir bıçak hazırladı.
          Derken... Bayezid yine o koca kadehi dikip sarhoş oldu, tavsiyeleri uçuverdi
          aklından. Meze geldi; akıl âvâre oldu, sabah geldi; mumu çaresiz
          kaldı. Akıl şahneye benzer... sultan gelince biçare şahne bir
          kenara büzülür. Akıl Hakkın gölgesidir. Güneş olan Hakka karşı;
          gölge  durabilir mi?.. Peri ve cin; insana üstün olunca,
          insandaki insanlık sıfatı kaybolur!.. Ne söylerse o peri söyler,
          sözler insanın ağzından çıksa bile...  Perinin dahi yolu
          yordamı böyle olursa, o perinin rabbi nasıl olur?  Varlığı
          gider, insan ; peri kesilir!.. İlhama nail olmayan Türk, Arapça
          konuşmaya başlar. Lakin kendine gelince hiç bir lisan bilmediğinin
          farkına varır.  İnsanın ve perinin Rabbi  nasıl olur da
          periden aşağı olur?... Şarapta dahi bu zor, bu kuvvet olursa; Hakk
          nurunda olmaz mı hiç?... Kur’an, gerçi Resulün dudağından 
          dökülür ama, kim Hakk söylemedi derse kâfir olur!.. 
          Kendinden geçip hüması uçmaya başlayınca Bayezid ; yine o söze
          koyuldu, hatta daha zorlarını söylemeye başladı: 
          - Hırkamda, varlığımda Hakk’tan başka bir şey yoktur!...
          Yerde, gökte nice bir arayıp durursunuz?.. dedi. 
          Dervişler deli, divane oldular, bıçaklarını tertemiz bedenine
          sapladılar, pirlerini bıçaklamaya koyuldular. Fakat şeyhe vurulan
          her bıçak; tersine dönüyor, kendilerini yaralıyordu. O hünerli
          şeyhin vücudunda bir eser bile görünmezken, dervişler perişan
          oldular, kanlara battılar. Boynuna bıçak sallayanın boynu, göğsünü
          yaralamaya çalışanın göğsü yarıldı. Ebedi bir surette geberip
          gitti. O sultanın mertebesini bilen ise böyle bir şeye hiç kalkışmadı,
          gönül vermedi. Yarı aklı; ellerini bağladı da, canını kurtardı...
          Yoksa onlar da kendilerini perişan ederlerdi. 
          Sabah oldu, o dervişler eksilmiş, evlerinden gelen feryat her tarafa
          yayılıyordu. Bayezid’in huzurunu bir çok kadın ve erkek üşüştü: 
          - Ey iki alemi de bir gömleğine sığdıran er: Senin şu bedenin
          insan bedeni olsaydı, hançer yarasıyla mahvolur giderdi... "
          Kendisinde olan, bir kendinden geçmişe gelip çattı... kendisinde
          olan, kendi gözüne diken batırdı!..." 
          Ey kendinde olmayanlara Zülfikar vuran; aklını başına al, Zülfikarı
          sen kendi bedenine vurmaktasın. Çünki; kendinden geçen
          fanidir,kurtulmuştur... ebedi olarak emniyettedir... Sureti fanidir;
          o bir ayna kesilmiştir, o aynada başkalarının yüzünden gayri bir
          şey görmez!.. Tükürürsen; kendi yüzüne tükürmüş olursun,
          Vurursan ; kendine vurursun!.. Orada çirkin bir sûret görürsen;
          bil ki o sensin!.. İsa ve Meryem’i dahi görsen, gördüklerin
          senden ibarettir. O ; ne budur, ne o... O her şeyden arı ve durudur.
          Yalnız senin önüne , senin suretini kor. 
          Söz buraya gelince; dudak yumuldu, kalem durdu, kırıldı!... 
          Vesselam!..... 
           
          Mesnevi:4. Cilt    Sayfa:170-...-174  |