Bu bölümde Zafer Dergisi ve Gerçeğe Doğru Ciltlerinden derlenen değişik konulardaki yazılar yer almaktadır ve Zafer Yayınları’nca çıkarılan gerek Zafer Dergisi, gerekse Gerçeğe Doğru Ciltleri herkesin kitaplığında bulunması gereken birer başvuru kaynağı niteliğini taşımaktadır, dolayısı ile herkese tavsiye ederim...

 

Ruh Üzerine

Ruh ile beden arasındaki münasebet bir bakıma, sesle mana arasındaki münasebete benzer. Söz mananın bedeni, mana sesin ruhudur. Bu ruh o bedenin ne sağındadır, ne solunda; ne içindedir ne dışında... Mana, hayatiyetini devam ettirmek için sese muhtaç değildir... O, hafızada sessiz olarak durur, dimağda sessizce yaşar, kalbde kelimesiz olarak bulunabilir. Ancak, görünmek ve bilinmek istedi mi, işte o zaman, sese müracaat eder... Ses, muhatabın kulağına varınca ömrünü tamamlar... Mana ise, ondan sonra da hayatiyetini sürdürür. Mana, sesten önce de vardı, sesle birlikte göründü, sesten sonra da varlığını devam ettirmekte... Bir başka açıdan; bedeni kafese, ruhu ise kuşa teşbih ederler. Bu güzel teşbihten alacağımız çok dersler var. Hemen aklıma gelenler şunlardır;

Beden ruh içindir, ruh beden için değil...

Kafesin boyanmasıyla kuş güzelleşmez. Beden sıhhati de ruhun olgunluğuna delil olamaz...

Kafesi büyütmekle kuşu geliştirmiş olamazsınız. Onun büyüme yolu daha başkadır...

Kuş, kafesten dışarıyı seyreder, ama gören kafes değildir; "göz bir hassedir ki ruh bu alemi o pencere ile seyreder" Bediüzzaman

Kuşsuz kafesi kimse evinde barındırmaz. En yakınımızı bile ölümünden sonra kaç gün misafir ediyoruz?..

Kuş kafesten önce de vardı, kafesten uçtuktan sonra da varlığını devam ettirir...

Şu koca kainat sarayı ruh için bir oda gibi... Beden ise kafes... Ruh kafesten uçtuğu gibi, saraydan da çıkar, gider... Daha geniş alemlere kavuşmak üzere... Kafeste boğulmayan, odaya aldanmayan, kendini unutmayan ruhlara müjdeler olsun!.. {Alaaddin Başar}

 

Fikir Eğlenceleri

Zevk için yaşayanlar, eşeğini doyurup, kendisi açlıktan ölenlere benzerler...

Fakire yardım etmez. Az mal bırakıp da mirasçılarını ağlatsın mı arkasından!..

Kazanç hırsı gözlerinde alev alev yanardı. Şimdi de kendisi yanıyor!..

Tuhaf adamdı. Ömrü, eğrileri doğrultmakla, doğruları eğriltmekle geçti. Mezarına eğri bir yoldan götürdüler, ama o dosdoğru "kimbilir nereye" gitti...

Ahirette insan kendi kendisinin şahididir. Başkasına ne hacet!..

Bir pazar yeri gördüm. Vicdan alınıp vicdan satılıyordu. Nerde olduğunu bir hatırlayabilsem!..

Mirasımız kendimize kalacak. Gün gelecek, günahlarımızı yiyeceğiz...

Allah dostu için ateş yaktılar. Alevler güle döndü. Aradan asırlar geçti, bize mirasları kaldı. Ateş size, gül bize... {Emre Kevser}

 

Güvende Miyiz?

"Yoksa siz, gökte olanın üzerinize taş yağdıran {bir fırtına} göndermeyeceğinden emin mi oldunuz?" {Mülk, 17} Ayet, göktaşı yağmurundan bahsediyor. Bunlardan bir kısmı kuyruklu yıldız kalıntılarıdır. 33 yılda bir, Arz onların içinden geçerken bu durum vuku bulur. Mesela 30 haziran 1868'de Polonya'da Pultuska'ya düşen göktaşları 100 binden fazlaydı... {Hüseyin Bayram}

 

Önemli Olan Nedir?

"Yaşamak" kelimesi, yanlış anlaşılmakta ve "hayvan gibi olmaya çalışmak"la karıştırılmaktadır. İnsan için "hakikaten yaşamak, hakikatle yaşamak"tır. Hayatının gayesini ve hakikatını bulup ona göre yaşamaktır. Hakikatı aramak, insanın asli vazifesidir. Ondan kaçmak veya akılsızca gözlerini kapamak, ancak bir sarhoşluk, gaflet veya uyku halidir. Hakikati kendimize uydurmaya değil, kendimizi hakikate uydurmaya mecburuz... {Mustafa Nutku}

 

Gönül Bağından

Şevk

Ümitsizlik adına ne varsa, sileceğim;

Benim de bahtıma gün doğacak.. güleceğim!

 

Rızık

Gülsün yüzü güneşin her sabah penceremde;

Az olsun, helal lokma kaynasın tenceremde!

 

Namaz

Seherlerde uyuyan gafilleri uyandır:

"Bak, herşey senin için.. şükretmemek isyandır!"

 

Çile

Kevser'inden sunmuş "iç!" diye tas tas kuluna...

Yaradan dert verirmiş sevdiği has kuluna!

 

Yakarış

Geçtim candan, canandan; geçtim "dünya" çulundan;

İlahi!.. Razı mısın bu biçare kulundan?

 

Hodri Meydan!

Nefsine zor gelenden hoşlanmaya var mısın?

Ömrünün yirmisinde yaşlanmaya var mısın? {Servet Yüksel}

 

İbret Alanlar İçin

"Ve yıldızla da onlar yol doğrulturlar" {16/16} Bir geminin bulunduğu yer, yıldız gözlemi yoluyla astronomik olarak tespit edilebilir. Resimde görüldüğü gibi, gemi, her iki yıldızın yeryüzündeki izdüşüm noktaları etrafına çizilen dairelerin kesişme noktasında bulunmaktadır...

Gece karanlığı herşeyi bürüdüğünde, gökyüzünün ziynetleri olan yıldızlar ortaya çıkar. Rabbimiz ibretli nazarın, ne derece ehemmiyetli olduğunu beyan eden ayet-i kerimesinde, yıldızlardan bahsederek, şöyle buyurmaktadur; "Biz gökyüzünde burçlar {yıldızlar} yarattık ve orayı nazar edenler için ziynetledik"

Bu ayet-i kerimede gökyüzünde süs olarak yaratılan yıldızların, onları tefekkür eden ve ibret alanlar için var edildiği bildirilmektedir ki, bu, ibret ile nazar etmenin ne derece ulvi bir fiil olduğunu göstermesi yanında, insanoğlunun kainat içindeki üstün makamına da işaret etmektedir. Şüphesiz ki yıldızlar, sadece süs olarak yaratılmamıştır. En'am suresinin 97. ayetinde, Cenab-ı Hak kendini tanıtarak şöyle buyurmaktadır; "O öyle Allah'tır ki, karanın ve denizin karanlıklarında yolunuzu doğrultasınız diye sizin için yıldızları yaratmıştır..."

Evet, gerek karada ve gerekse denizde olsun, karanlık gecede yol alanlar, nerede bulunduklarını ve rotalarının doğru olup olmadığını bilmek zorundadır. Bu husus, bilhassa deniz seyahatlerinde büyük önem kazanır. Ve özellikle açık deniz yolculuklarında, rotadan ufak bir sapma, yüzlerce millik yol kaybına sebeb olur. Hiç şüphe yok ki insanlar yıldızlara muhtaç oldukları gibi küfür, şirk, cehalet, dalalet gibi manevi karanlıklarda dahi, manevi yıldızlara muhtaçtırlar.

Sevgili Peygamberimiz "sav" bu yıldızlara işaret eden bir mübarek sözünde şöyle buyurmaktadır; "Benim ashabım, gökteki yıldızlar gibidir. Onlardan hangisine uyarsanız, doğru yolu bulursunuz" {Kemal Çinel}

 

Meryem Orucu

Meryem suresini her dinleyişimde gerçekleşen şey, bir kez daha vuku buluyor. Hayret... Hayranlık... Mest oluş... Bu sure, daha ilk ayetlerinden başlayarak, beni her daim belagatına hayran kılar. Gerçi surenin adı Meryem'dir, ama "Rabbinin kulu Zekeriya üzerindeki rahmeti"ni anarak başlar. Hz.Zekeriya bir peygamber, ve de çok yaşlı bir peygamberdir. Hanımı da kısırdır, çocukları yoktur. Zekeriya gizli gizli Rabbinden bir evlat için duacı olmaktadır.

Bir gün, Cebrail gelir ve Hz.Zekeriya'yı bir çocukla müjdeler. Hayy-ı Kayyum olan Zatın hayat vermek için sebeplere mahkum olmadığını göstereceği için de, bebeğin adı "Yahya" olacaktır. Zekeriya sevinir ve şaşırır. "Hanımım kısır" der, "Ben ise ihtiyarlığın son haddine varmış bulunuyorum" Cebrail "Dediğin gibidir" der. Ardından ekler; "Rabbin buyurdu ki: Bu işi yapmak bana kolaydır" Yahya doğar. Güzel bir kul ve bir peygamber olarak yaşar.

Meryem suresi, işte Zekeriya'nın bu duası ve Yahya'nın hayat serüveni ile başlar. Bu, ilk anda "Meryem" kıssası ile ilgisiz gibidir. Oysa, bu kıssayla, zihinler bir yerlere hazırlanır. Kısır bir anne ve çok yaşlı bir babanın çocuk sahibi oluşu anlatılırken, Rabbimizin mutlak irade ve kudret sahibi olduğu, sebeplere mahkum olmadığı, sebepler dairesinde bize imkansız gibi görünen şeylerin Onun kudretine ağır gelmediği ders verilmektedir.

Zihinler bu hakikate hazırlandıktan sonra, sıra Meryem kıssasına gelir. Kısır bir anne ve yaşlı bir babadan bir evlat yaratan Hayy-ı Kayyum, kulu Meryem'i de "babasız bir çocuk"la müjdeler. Ve Cebrail, Zekeriya'ya söylediği şeyi, Meryem'e de söyler; "Rabbin buyurdu ki: Bu işi yapmak bana kolaydır" Ve İsa da doğar.

Ne var ki, dünyayı "daire-i esbab"dan ibaret sananlar, bu mucizeyi anlamaz, inanmazlar. Rableri önce Hz.Meryem'in kısır ablası ve yaşlı eniştesine bir evlat göndererek kavimlerini "sebepler perdesi"ni yırtmaya hazırlamıştır. Ama, Yahya'nın bu mucizevi doğuşundan, kavimleri ders ve ibret almamış; bunu, esbabperest tavırlarını gözden geçirme vesilesi kılmamıştır. Bu yüzden, Hz.İsa'nın babasız doğuşunu da anlayamazlar. Bilakis, bu doğumu "esbab dairesi" içinde izaha kalkarlar. Allah'ı bir insan yaratmak için sebeplere, mesela bir "baba"ya mahkum gördükleri için, Hz.Meryem'i kötü bir fiil işlemekle suçlarlar...

Rabbimiz Meryem'e, bu olayı esbab dairesi içinde izaha kalkışarak kendisine soru yöneltecek olanlara karşı "susmasını emretmiştir". Bu susmanın Kur'an'da "savm" diye, "oruç" diye ifade edilişi, bize orucun sadece yeme-içmeyle sınırlı olmadığını ders verir... Onun yerine, beşikteki bebek konuştu. Bebek, "muhakkak ki, ben Allah'ın kuluyum" dedi... {Metin Karabaşoğlu}

 

Kafirin Hali

Öylelerine, iman ve İslamiyet'in lezzetlerinden söz etmek, fare peşinde koşan bir kediyi kulağından yakalayıp ona gelinciklerle süslü bir dağ yamacını seyrettirmeye çalışmak kadar beyhude bir gayrettir. Fare peşindeki kedinin hayat seviyesiyle bir kafirin hayat seviyesi arasındaki benzerlik, inanılmayacak kadar şaşırtıcı ve gerçektir. Delil mi? İşte, ömrünün sonlarına doğru yazdığı bir mektupta "en muhteşem manzaralar karşısında bile hiçbirşey hissetmediğini" söyleyen Darwin'in itirafı! İnkar cereyanlarının insanlığı kainat dolusu nimet ve saadetten mahrum bıraktığı, kafirin itirafıyla bizzat sabittir... Kafirin gözü güzelliği görmez veya görse de güzellik olarak görmez... {Ümit Şimşek}

 

Hakikat ve Serap

Onlar sanıyorlar ki, biz sussak mesele kalmayacak. Halbuki, biz sussak, tarih susmayacak. Tarih sussa, hakikat susmayacak. Onlar sanıyorlar ki, bizden kurtulsalar mesele kalmayacak. Halbuki bizden kurtulsalar vicdan azabından kurtulamayacaklar, vicdan azabından kurtulsalar, tarihin azabından kurtulamayacaklar, tarihin azabından kurtulsalar, Allah'ın gazabından kurtulamayacaklar! {Sezai Karakoç}

 

Madde Yok Olur Mu?

Görüldüğü gibi madde enerjiye dönüşmekle maddi alemi terkeder. Enerji de karadelikler vasıtasıyla yutulup bu alemi terkeder ve yokolur. Böylece hem maddeci görüş hem de Lavosier'in "hiçbirşey yok olmaz" kanunu, büyük bir darbe yemiş ve yürürlükten kalkmıştır... {Abdurrahman Eroğlu}

 

Değişen ve Değişmeyen

Her değişen, bir değişmeyene dayar sırtını. Değişmeyen olmasaydı, değişmek olur muydu? Değişen problemler, değişmeyen formüllerle çözülür. Değişen duygu ve düşüncelerimizi, değişmeyen prensipler disiplin altına alır. Değişmeyen, değişeni kararsızlıktan ve başıboşluktan kurtarır. Ona istikrar kazandırır. Yol gösterir, yön tayin eder. Çünkü yönü yanlış bir değişme, felakete yol açar. Dolayısıyla değişmeyenin, değişeni dışladığı söylenemez. Çünkü değişmeyen, bütün zamanı kuşatmıştır. Değişmek ise bugün içindir. Yani değişmeyenin, değişen üzerinde bir makamı vardır. Akılüstü bir fikrin, aklı dışlamayışına benzer bu. Neticede; değişmeyen sayesinde zamana ve mekana uygun şekle giren değişen, artık değişmeden kalabilmeyi arzular. Ve hakikat, işte bu değişenden değişmeyene doğru uzanan çizgi üzerinde tecelli eder... {Engin Gündoğar}

 

Bir Anlık Sonsuzluk

Zamanın yaratılmış olması, aynı zamanda, kaderin varlığını da açık seçik gözlerimizin önüne serer. Çünkü gözümüzün önündeki herşey harikulade bir planla yaratılmıştır. Herşey planlı yaratılırken herşeyi hükmü altına alan zaman nasıl plansız kalabilir? İncir çekirdeğinde nasıl incir ağacının programı saklıysa, zaman denen çekirdekte de tesiri altındaki herşeyin programı saklanmıştır... {Ümit Şimşek}

 

Vurun Osmanlı'ya!

İnanç gönül işidir, kalp işi, sevgi işidir... Zorbalık din konusunda netice verebilseydi, 70 yılda 70 milyon insanı katleden küfür rejimi {komünizm}, kökü "şamanlık"tı diye iddia ettiği Orta Asya milletlerini kendi "dinsizlik dini"ne döndürürdü...

Osmanlı Devleti'nde Roma İmparatorluğu'ndaki gibi bir asil-köle ayırması olmadığına göre "sömürme" dediğimiz o zorla servetini alma işi nasıl gerçekleşecek? Asker, subay, paşa, alim, talebe, tüccar, sanatkar, çiftçi; hepsi memleketin öz ve tek sınıf ahalisi içinden gelmekteydi...

Köylüler köye hapsedilmiş!.. "Zorla" demiyor, zaten diyemez... İktisadi sistem öyle kurulmuş demek istiyor... Demek çiftçiler, hayvancılar yerini yurdunu terkedip şehirlere akmaya mecbur kalmıyormuş... Şaşkınlığından, bilmeyerek ecdadımızı methetmiş oluyor...

"Kul" tabiri, "Türk" hitabı vs ise o günün halk dilinde teb'a yerine kullanılan kelimeler; bugünkü manaları farklı elbette... {İbrahim Erdinç Şumnu}

 

***

Zeynelabidin hazretleri abdest alırken sapsarı kesiliyor, sebebini sorduklarında şu cevabı veriyor; kimin huzurunda durduğumu düşünürseniz, sebebini anlarsınız...

 

***

Lokman Hekim'e; Bilgeliğini kimlerden aldın? diye sorduklarında "Körlerden" cevabını vermiş, "çünkü onlar, yoklamadan adım atmazlar"

 

***

Kendisine; "Artık evlenmeniz iyi olacak. Zamanınız geçiyor" diyenlere Davud Bin Nusayr şu cevabı vermiş;

- Kendi derdini çekemeyen bir gönüle bir de başkasının derdini yüklemek akıl karı mıdır?

 

Çağları Aydınlatan Kur'an

Cehennemi tasvir eden ayetlerde, inanmayanların daha dünyada iken büyük bir azaba düçar oldukları belirtilir ki, batı dünyasının intihar olayları ile dolu olan bunalımlı dünyası buna şahittir...

 

Yemin

Kur'an-ı Kerim'in davetine dikkati çekme yollarından birisi de yemindir. Yemin 15 surede başlangıç cümlesi olarak kullanılmıştır. Yemin, dinleyiciyi neden bahsedildiğini öğrenmeye psikolojik olarak hazırlar. Yeminle başlanması söylenecek şeyin çok önemli olduğuna işaret eder. Bu yolla insanlar münakaşa etme veya tartışma yerine, dinlemeye daha yatkın hale gelirler... {M. Osman Nagaty}

 

İdeolojiler

İster sağ, ister sol olsunlar, ideolojiler dünyaya yıkımlar, felaketler ve katliamlardan başka birşey getirmemiştir. Bu bir vebadır. Modern zamanların vebası. Sürekli entellektüel çakırkeyiflik halinde bulunan birtakım düşünürlerin yaydıkları bir veba. Bu öldürücü hastalık, daha önce hiçbir salgın hastalığın alamadığından çok daha fazla can almıştır. Artık bir tabipler heyetinin acilen toplanmasının tam zamanıdır. Belki bu heyet, hastalığı önleyemeyecektir. Fakat en azından, beyinleri buna yakalanmaktan kesinlikle koruyabilecek şekilde hastalığın sebep ve tesirlerini gözler önüne sermek zorundadır. Şimdi tabipler heyetinin önünde, hastalıkların daha iyi teşhis edilmesi ve tedbir alınması için Lenin, Stalin, Pol Pot, Hitler ve Mao gibi kadavralar var. Bunun için aslında uzman olmaya da gerek yok. Çünkü ideolojiler kokularından tanınırlar. {Andre Frossard}

 

Acıya Gülümsemek

Almando Valladares

Kim bu adam?

Hemen herşeyi alınan ama hala gülümseyen, ruhunun bahçesinde sonsuza dek güller açacak bu insan kim?

Bir şair işte...

Kübalı. Kastro'nun kızıl zindanında yirmiiki yıl çile çekmiş. Hem de ne çile; kemikleri kırılıncaya kadar dayak, felç olana dek işkence, iflas etmiş bir solunum sistemi...

Bunları herhalde insanlar yapamazdı!

Sebep?

Komünizme karşı çıkmak!

Karşı çıkmanın asaleti var burada. İnsan birtakım idealler uğruna ölümü göze alabiliyorsa, kıymetli bir insandır. Hele hele kıpkızıl bir haksızlık olan komünizme karşı çıkıyorsa, daha da kıymetlidir.

"Böylesi korkunç bir hayata nasıl dayandın?" diyorlar.

O; "Allah'a imanım sayesinde" diye cevap veriyor. Ardından da, hapishane duvarına kanı ile yazdığı şiirini okuyor;

"Herşeyimi aldılar

Hemen herşeyimi

Ama gülümsüyorum hala

Çünkü hür bir insan olmanın gururu içindeyim

Ve ruhumun bahçesinde

Sonsuza dek çiçekler açacak" İbrahim Erşahin

 

Bir Damla Su!

Bir damla deniz suyunda milyonlarca canlı bulunduğunu ve dolayısıyla okyanusların ağzına kadar hayat dolu olduğunu unutmayın. Sakın bir damla sudaki canlıları vazifesiz zannetmeyin. Yeryüzündeki mevcut oksijenin yaklaşık yüzde sekseni bunlar vasıtasıyla üretilir. Aynı zamanda da yediğimiz balıkların besin kaynağıdır onlar... {Adem Tatlı}

 

Damlalar

İnsan üç şeyin peşinde olmak için yaratılmıştır; hakikatin, hayrın, güzelliğin...

İnsan ruhunda bu üç şeye götüren üç kabiliyet vardır; zeka, duygu, irade...

Zeka üç yerde kullanılır; kazanmada, hilede, ilimde...

Kalb, üç şeyin mahfazasıdır; aşkın, ümidin ve imanın...

Üç şeyi sevmeyen ruh, ölü odaları gibi karanlıktır; çocuğu, Allah'ı, zalimle kaviden başkasına itaati...

Üç nesneden her yerde kaçmalıyız; yersiz şiddetten, açlık bırakmayan tatminden, kendimize çevrilmeyen tehditten...

Üç kişiden korkunuz; merhametsizden, müraiden, mürtekipten...

Üç musibetten uzaklaşınız; zulümden, küfürden, cehaletten...

Üç kişiye el uzatınız; hastaya, garibe, muhitinde anlaşılmayan bedbahta...

Üç türlü davranış kaba ve sahtedir; kendini belli eden sanat, nümayişçi ahlak, kendine güvenen dindarlık...

Üç şey saadetin sırrıdır; tevazu, kanaat ve ölümün eşiğinde sık sık dinlenme zevki...

Dünya üç şeyle cennet olur; elden, dilden ve gönülden vermekle, affetmekle, hidayet yolunu göstermekle...

Üç kişi karanlıkta kalmıştır; aşkından çok talakatını kullanan, imanını iddia yapan, aklın meyvasından lezzet almayan...

Üç hakimin hükmünde hata aranmaz; kalbin, kaderin, ölümün...

Üç yerde insan kendini tanır; tövbede, zalimin kahrı altında, son nefesinde...

Hayatın manası üç yerde hakkiyle anlaşılır; aşk ile birleşen ümidde, vecd ile yapılan ibadette, yeri yurdu unutturan seyahatte...

Gözyaşının üç yerde lezzetine doyulmaz; vuslatta, mağfirette, merhamette...

Üç yerde insan Allah sohbetindedir; kalabalıktan incinmeyen yalnızlıkta, bir ümidsizin yüzünü ümidle güldürdüğü yerde, zalimin zulmü kendinden şükür taşırdığı anda...

İnsanlat içinde kendini bilenler şu üç kişidir; rüzgarı bile incitemiyenler, kendi adlarını söylemekten utananlar, Allah emaneti olan insanlara katı katı gözlerle bakamıyanlar...

Üç türlü insan Allah'tan uzaktır; rahatlarını hesaplayarak hizmetten kaçanlar, duygulu olduklarını ileri sürüp de sefalet sahnelerinden uzak duranlar, sefil ruhlarda feyz arayanlar...

Üç türlü insan Allah'ı görmekle müjdelenmiştir; saf kalbler, gecenin karanlığında güneşi bulanlar, hayattayken ölümle birlikte yaşayanlar...

Üç şeyin hududunda durmasını bilmelidir; isteklerin, aklın, hayatın...

Üç şeyden ayrılınca diğer üç şeye geçmede acele etmelidir; insanlardan ayrılınca ibadete, hareketten çıkınca huzura, dünyaya vedalaşınca uhraya... {Nurettin Topçu}

 

Felah

"Müminler muhakkak felah bulmuşlardır"

Felah bulmak, kurtuluşa ermek müminin vasfı...

Mümin felah buldu... Kurtuldu... Neden yahut nelerden?.. Evvela, bizzat iman nimetine nazar ettiğimizde müminin, küfürden ve şirkten felah bulduğunu anlarız. Bu en büyük kurtuluş... Zira, aksi en büyük felaket ve ebedi hüsran...

Dünün körünün bugün gözü açılsa, onun kurtulduğunu söyleriz... Neden kurtuldu?

Karanlıktan... Gözü önündeki eşyayı fark edememekten...

Renk, şekil, güzellik ve daha nice mefhumların cahili olmaktan...

Sadece elinin ulaştığına erişebilme esaretinden...

Artık nazarını güneşe gönderebiliyor. Yıldızlarla bir manada musafaha halinde...

Körlük büyük esaret...

Gören kurtulmuştur...

İman en büyük nimet, imansızlık en ileri körlük...

Ve imana kavuşmak, görmeye kavuşmaktan çok büyük bir felah, çok ileri bir mazhariyet!..

Esere bakıp müessiri görememek bedbahtlığından kurtuluş...

Nimette, nakışta boğulup, Münimi, Nakkaşı bilememe zindanından halas!..

"Bu alemin bir sahibi var" deyip, kendisini O'na teslim ederek sahipsizlikten, hamisizlikten necat!..

Kainatı gerilerde bırakan bir ulviyete çıkmakla süfliyetten kurtuluş...

Bu alemin sahibi kim? Beni bu dünyaya kim getirdi? Elimi bileğime, gözümü yüzüme kim taktı? Damarlarımı kim döşedi? Sinir sistemimi kim kurdu?.. Ve daha nice mühim soruların cevabını bilememekten halas... Cehaletten kurtuluş...

Bir sonraki ayeti kerimede müminlerin en önemli sıfatı zikrediliyor;

"Ki onlar namazlarında huşu içindedirler"

Bu da bir başka kurtuluş müjdesi... Başıboşluktan, itaatsızlıktan kurtuluş... Enaniyetten, kibirden necat... Gafletten teberri...

Bundan sonra müminin çok önemli iki vasfı; "faydasız şeylerden yüz çevirme" ve "zekat verme" zikrediliyor ve bir diğer sıfata geçiliyor;

"Onlar ırzlarını korurlar"

İman ve ibadetin takipçisi olan güzel ahlakın en önemli sebebi böylece nazara veriliyor.

Irzlarını, namuslarını korumak... Yani, iffetsizlikten, hayasızlıktan kurtuluş...

İffetsizliğini teşhir eden insan, bunu inançsızlık adına ve belli bir ideoloji namına yapıyorsa; o bu haliyle "cehennem dilekçesi" yazıyor demektir... Bizim onunla bir işimiz olamaz. Zira, "zarara bilerek razı olana merhamet edilmez"

Biz ancak onun şerrinden diğer gençleri kurtarmaya gayret gösteririz...

Şu da gözden uzak tutulmamalıdır ki, bu gibi gayretlerimizden ancak kendi fiil, hal ve kal alemlerimizi İslam'a uydurabildiğimiz nisbette netice alabiliriz.

Felaha ermiyenin iflahta başarılı olması mümkün mü?

Kendini taşıyamayan kimi yüklenebilir?

Benliğini yıkamayan kimi alt edebilir?

Kolsuz adam kimin elinden tutabilir?

Nefsine söz geçiremeyen, kimin nefsini yola getirebilir?

Dünya kendini çeviriyor da, sırtına milyarlarca yük atmış... O bunun yolunu Güneşe bağlanmakta bulmuş.

Biz de herşeyden önce Güneşimizi bulacağız... Onun cazibesine kapılacak, etrafında döneceğiz... {Alaaddin Başar}

 

Bir Ara Cümlesi

Yunan ile İslam arasında bir parametre farkına dikkat çekmek istiyoruz. Yunan mitolojisine göre, insan yücelmek için tanrılara karşı başkaldırmak zorundaydı ve başkaldırarak hem yabancılaşmayı aştı, hem de hümanizmi gerçekleştirdi. İslam'a göre ise Allah, meleklerden de üstün tuttuğu insanı kendine halife seçerek onu bizzat yüceltti. Bu nokta, İslam kültüründe felsefi anlamda hümanizmin niçin ortaya çıkmadığını açıklamada bir fikir verebilir... {Ali Bulaç}

 

Hac Üzerine

Kişi önce "Hacc ne demektir?" diye sormalı. Hacc, temelde kişinin Allah'a doğru yükselmesidir. Hz.Adem'in yaratılış felsefesinin sembolik bir gösterisidir. Biraz daha açıklayacak olursak, hacc ibadeti pek çok şeylerin aynı anda gösterilmesidir, bir "yaratılış gösterisi", bir "tarih gösterisi", "birlik gösterisi", "İslami düzen gösterisi" ve bir "cemaat gösterisi"dir... Hacc, Kabe'ye doğru değil, Allah'a doğru sonsuz bir harekettir... {Ali Şeriati, s209}

Kabe çevresine öyle bir hava oluşturmuş ki, üstüne gece inmiyor. Hayat Kabe'de sürekli. Şiddetin, kavganın yok olduğu, otların koparılmadığı, ağaçların kesilmediği, hayvanların öldürülmediği bu yörede hayat bir değişik. İşte şehirciliğin ve tabiatı korumanın özü. Tabiatı ve onun içindeki canlıları korumak istiyorsak, yeryüzünü aynen burada olduğu gibi, harem bölgesi ilan etmemiz gerekir {Ersin Gürdoğan}

 

Dikkat edilirse insanın hiçbir yönünü ihmal etmeyen İslamiyet, beş vakit namazın cemaatle kılınmasını istiyor. Mutlaka haftada bir büyük topluluklar halinde bir araya gelmemizi şart kılarak cuma namazını apayrı bir farz olarak ele alıyor. Senede iki defa bayram namazlarında müslümanları daha geniş biçimde yan yana bir çizgide topluyor. Hacda ise bu durum zirve noktaya yükseliyor. {Safvet Senih}

 

"Eğer Kur'an Tevrat'tan nakledilmiş ise, Tevrat'ta görülen ve modern ilimlerle bağdaşmayan noktalara neden Kur'an'da rastlanmıyor? Kur'an-ı Kerim modern ilimleri çoktan geride bırakmış ve ilmin yeni keşfettiği gerçekleri, asırlar öncesinden ilan etmiştir" Maurice Bucaille

 

İtikad, amel, ahkam ve ahlak esaslarını tayin eden ayetler muhkem, yani açık oldukları halde, kevni {varlıkla ilgili} meselelerden bahseden bu kabil ayetlerin ekseriya müteşabih, yani geniş ve değişik anlayışlara imkan veren bir üslupta olması da, Kur'an'ın mucizevi hususiyetlerindendir. {Suat Yıldırım}

 

"Suçlu, ayağa kalk!.."

Bademcik savunma sisteminin kilit noktasıdır... Apandis bağırsağının görevinin bağırsakları korumak olduğu artık kesin olarak bilinmektedir... {Haluk Nurbaki}

 

"Acıkmak varsa, doymak da var. Arzusu varsa, sonsuzluk da...",

"Filmleri kaçırmayalım derken, hayatı kaçırmak da var",

"Gazetedeki çocuk resminin altında, hayat kavgasına hazırlık!, yazıyordu; hayatı kavgaya dönüştürenler değil miydi zaten, anarşist nesiller yetiştirenler?!..",

"Zaman bizimledir... Ama bizim midir?"

"Hayatın siyah rengidir keder"

"Yolumuzu beddualar keser..." (İbrahim Erşahin)

 

Kader Bizi Bağlamış Mı?

İnsan kendi hür iradesiyle yaptığı fiillerde kaderin zorlamasıyla değil, bilerek, isteyerek hareket etmektedir... Bir zat değerli bir hocaefendiye der; "Hocam, benim kaderimde namaz kılmamak var" Hoca efendi çeşmeyi gösterir ve der; "Kollarını sıvayıp şu çeşmede abdest al. Sonra şurada iki rekat namaz kıl. O zaman kaderinde namaz kılmak olacak"

Evet, Cuma günü ezan okunurken camiye koşanlarla aynı esnada meyhaneye doğru gidenler, kendi iradeleriyle bu işi yapmaktadırlar. "Kader beni bağlamış" diyenlere bir tokat atsalar veya eşyasını çalsalar, "Ne yapayım, benim kaderimde tokat yemek, soyulmak; onun kaderinde tokat atmak ve soymak varmış" dememeleri gösteriyor ki, bu inançlarında samimi değiller. Sırf ibadetten kaçmak, günahlara rahatça dalmak için böyle söylüyorlar.

Böyle utanmaz kimselerin "kader utansın" demeleri, haddi aşmaktan başka birşey değildir. Yüce Allah şöyle buyuruyor; "Biz insana doğruyolu gösterdik. İster şükreder, isterse küfreder" {İnsan, 3}

 

"Allah cennete davet ediyor" {Bakara, 221} Evet, cehenneme davet yok. Zira bu insan, cehennem için yaratılmamıştır. Fakat oraya gidenler de olacaktır. Mesela devlet, okulları insanlar yetişsin diye açar. Fakat sınıfta kalanlar da olur, anarşistler de çıkar. {Şadi Eren}

 

Hayat Bir Mücadele Mi?

Mr.Baker, bir gün bahçesindeki havuzun kenarına nefis renkli bir kuşun konduğunu gördü. Kuşun ağzında kurt ve solucanlar vardı. Onun geldiğini gören, kırmızı havuz balıkları, hemen yanına doğru yüzdüler. Kuş, ağzında getirdiği yemleri balıklara tek tek yediriyor ve yem bittikten sonra bir süre kaybolup, ağzında solucanlarla birlikte tekrar dönüyordu. Kuşun balıkları bir anne gibi beslemesi, uzun süre devam etti ve Mr.Baker, sonunda yukarıdaki fotoğrafı çekmeye muvaffak oldu. Bu fotoğraf "hayat bir mücadeledir" diyen ve İlahi Rahmeti görmezlikten gelenlere verilecek en güzel cevaplardan biri olsa gerek. {Özkan Öze}

 

“Kesime götürülen hayvanların, her şeyden habersiz olarak bir parça ot için verdikleri mücadeleye bilmem hiç şahit oldunuz mu? Ölüme sırt çevirip, haram-helal gözetmeden menfaat kavgası verenlerin halini ne güzel sergilerler”

 

Her İnsan Milyarderdir

"Ben de mi?" diyorsunuz. Evet, evet siz de!

Sahip olduğunuz inanılmaz nimetlere biraz olsun dikkat eder ve onlar üzerinde düşünecek olursanız, masallardaki Ali Baba'nın hazinelerinden çok daha fazlasının elinizde bulunduğunu hayretle göreceksiniz.

İki gözünüzü bir milyar dolara satar mısınız?

Veya ayaklarınızı kaç milyara verirsiniz?

Ya ellerinizi? İşitmenizi? Çocuklarınızı? Ailenizi?

Bütün mevcudunuzu toplarsanız göreceksiniz ki onları, Rockfeller'in veya Fordların edindikleri altınların toplamına değişmeyeceksiniz.

Fakat bunları takdir edip şükrediyor muyuz?

Maalesef hayır!

Schopenhaur'in dediği gibi, "Elimizde olan şeyleri çok seyrek düşünürüz, eksik olanları ise daima"

Şükredecek bu kadar nimete sahipken, acaba neden hep sızlanıyoruz? {Dale Carneige}

 

* Hikmet Pırıltıları'ndan *

 

Hatırlanması Gereken Kim?

İnsan bir heykele bakınca hemen ustasını hatırlıyor. Buna karşılık aynada kendisine bakınca, sadece kendisiyle alakadar oluyor. Oysa, bu halde kendisinin yaratıcısı olan Yüce Allah'ı hatırlaması gerekmez mi?

 

Arıya Hürmet!

Arının yaptığı işi yüzlerce fen adamı yapamadığı halde, odamızdan içeriye bir arının girmesi halinde ona ne hürmet gösteriyor ve ne de ayağa kalkıyoruz. Bal yapmak arıyı hayvanlıktan kurtaramadığı gibi, maneviyatı unutarak sadece dünyevi bir meslekte terakki etmek de, bir kimsenin insaniyetini tekamül ettirmemektedir. Madde ile manayı, akıl ile kalbi beraber götürenler bahsimizden hariçtir.

 

İş Odunda Değil

İnsanlar Cenab-ı Hakk'ın yarattığı odundan ancak tahta, tahtadan masa ve sandalye gibi şeyler yapabilmektedir. O Kadir-i Mutlak ise odundan meyve yapıyor, yaprak ve çiçek çıkarıyor. Demek ki iş odunda değil, ustadadır.

 

Dünya

Dünya süslü, bezekli bir gelin gibi herkesin yüzüne gülmüş, fakat kimseyle evlenmemiştir. Dünyanın bu keyfiyetini anlayan zatlar, ona yüz vermemişler...

 

İsyan

İnsanın sofrasıyla kedinin sofrasını mukayese ediniz. Buna rağmen, ikincisi büyük bir memnuniyet gösterirken, birincisi isyan etmekte...

 

İsteyen İnsan

Dünya gemisi üzerinde her an seyahat eden insanın "ben ahirete gitmem" demesi ne kadar ahmakanedir. Bu gemi ahirete gitmektedir. Gitmemeye kudreti yeten var ise, buyursun aşağı insin...

 

Görmek ve İnanmak

Bir adam bize hitaben, "ben senin varlığına inanıyorum; çünkü, seni görüyorum" dese, asabımız bozulur ve ona şöyle bir soru sorarız; senin gözlerin şu anda kör olsa, benim bu dünyadaki varlığım sona mı erecek?

İşte melekleri görmediği için inkar eden adam, hakikat nazarında olduğu gibi, melekler katında da böyle maskara olmaktadır... {Mehmed Kırkıncı}

 

Ateşten Kelimeler

Ders kitapları, cansız toprağın, suyun ve minerallerin bitkilerin yardımına, bitkilerin hayvanların imdadına, hayvanların da insanın yardımına koşturulduğu şu yardımlaşma dünyasını bir mücadele dünyası olarak görür. O yüzden de şefkat, merhamet, ihsan sahibi bir Rabb-ı Rahimi reddeder... {Metin Karabaşoğlu}

 

Determinizm

Sebeplere tesir veren bir felsefe. Bizim tefekkür dünyamızda icabiye diye bilinir. Bunlar, neticeleri sebeplerin, yani vesile ve vasıtaların yaptığını söylüyorlar. Kalemi yazar, fırçayı ressam ve çiviyi marangoz zannediyorlar. O aletleri kullanan sanatkarı unutuyorlar... {Ömer Sevinçgül}

 

İmtihan

Yahudinin biri, imtihan etmek gayesiyle Efendimizin "sav" yanına gelmiş ve elindeki yiyeceği göstererek;

- Ey İslam Peygamberi, diye sormuştu. Bu benim rızkım mıdır?

Yahudi, evet cevabını alsa elindekileri yemeyerek atacak, hayır cevabında ise onu yiyerek sözde akıllılık etmiş olacaktı. Yahudinin bu düşünce ile sorduğu soruya, Efendimiz hiç tereddüt etmeden cevap verdi;

- Yersen, rızkındır...

 

"Yüksel ki yerin bu yer değildir, dünyaya geliş hüner değildir..."

 

* Dünya Atasözleri *

Gök gürleyince, hırsız namuslu olur...

Kuyunun içine oturup göğe bakan, pek az şey görür...

Geleceğin çiçekleri, bugünün tohumları içindedir...

İşsize, şeytan iş bulur...

 

Beş Milyar İstanbul

Fethedilecek İstanbul yok diye niçin üzülüyorsunuz?

Dünyadaki beş milyar gönül, beş milyar İstanbul'dur...

Yeter ki sevmeyi bilin. Keşfetmeyi bilin... Fetih sizindir.

Gözyaşını tanıyın... Ellerinizi uzatın. Boş kalmayacaktır...

Ve o beş milyar İstanbul ki, fethedeni hem Yaradan'dan,

hem de sevgilisinden müjdeli...

Müjdeye koşun...

İnsanlara...

Ağlamayı keşfedin...

Beş milyar İstanbul, surlarının kapılarını size açacaktır...

Dünya arkanızdan koşacaktır... {Murat Başaran}

 

Görmek ve İnanmak

Biz, Mesnevi isimli kitabın mutlaka bir yazarının olacağına, olması gerektiğine aklımızla hükmederiz, ama yazarın isminin Mevlana olduğunu bilemeyiz. O zaman nakil devreye girer ve o zatın Mevlana olduğunu söyler, biz de inanırız; nitekim inanıyoruz. Pek tabii bu söz her söylenene körü körüne inanacağız anlamına gelmez. Eğer "görmediğime inanmam" diyorsak, o zaman ne Mesnevi'nin bir yazarı olması gerektiğine inanabiliriz, ne de isminin Mevlana olduğuna.

Akıl "her eserin bir ustası vardır, kainatın da bir sanatkarı olmalı" hükmünü verirken; nasil "o sanatkar zat Allah'tır" derken; göz, şaşkınlık içinde, "nerde, ben göremiyorum" diye sızlanmakta. Hangisine güveneceğiz? Benzeri hayvanlarda da bulunan göze mi, yoksa insanı diğer varlıklardan üstün kılan akla mı? İşte konunun can alıcı noktası! "Görmediğime inanmam" demekle, "ben gözlerimle düşünürüm" demek arasında fark yok. Şu halde akıl ne işe yarayacak?.. {Ömer Sevinçgül}

 

"Allah'a dönüş başladı;

* Kaybettiklerimizi kazanmak için,

* Mutlu bir gelecek için,

* Hayatımıza mana kazandırmak için,

* Çocuklarımıza sahip çıkmak için,

* Gerçek barışı bulmak için,

* Nikahı korumak için,

dine dönüyoruz..." Howard Means

 

Her bahar gül kokar

Herşey payına düşeni alacak. Rüzgar sesimizi, güneş gölgemizi, toprak bedenimizi; ama ruhumuz ebedi. İşte mühim olan da bu. En kıymetli malımız o değil mi? Onu bu davetin bir çiçeği, bir hediyesi olarak Rabbimize, yani verene götürüyoruz. Ölmemek için ölüyoruz. Hangi davete eli boş gidilir? Ahiret gibi saadete, cennet gibi bir davete, böyle bir hediye gerekir. Peygamberimiz Efendimiz "Ölüm, kulun canını Rabbine hediye etmesidir" buyurmuyor mu? Al Rabbim emanetini, verdiğin günkü gibi lekesiz olsun. Benim baharımın hediyesi de bu, yeter ki gül koksun... {Selim Güzdüzalp}

 

O'nu Öğretmediler

Bu ülkenin okullarında çok şey öğrendim...

Eklembacaklıları bile!

Solon'un kanunları için, kaç gecemi feda ettim...

Ve kilolarca kitabın seneler süren hamallığı...

Hesapta eğittiler bizi.

Ama eğemediler.

***

Yıllar geçti...

Çok şeyin hesabını yaptım inceden inceye...

Sinüsler, polinomlar hiç işime yaramadı.

Ben birşeyler arıyordum.

Gerçeği arıyordum.

Gerçek O'ndan ibaretti.

O'nu öğretmediler.

***

Sonra...

Bir aydınlık...

Bindörtyüzküsur sene evvel.

Buldum.

Gerçek sevgilinin sevgilisi...

Birden...

Bir cesaret, bir cesaret...

Dedim ki kendime;

"O'nun çektiği sıkıntının bir zerresine katlansak, dünya dize gelir..."

***

Ve sonra...

Ya Allah, Bismillah...

O'nun sevdasına tutunup çıktık meydana.

Biz kaç asırdır hep galip başlamışız mücadeleye...

Şuurumuzun hakim edasından korkmuşlar meğer...

***

O'nu öğretmediler...

İnsanların Efendisinden, bahsetmediler hiç, bu ülkenin okullarında...

Ama öğrendim... {Murat Başaran}

 

Farklı Güzellikler

Farklı mahlukların güzellikleri de farklılık arzediyor... Dağın güzelliği bağın güzelliğine benzemiyor. Rengin güzelliği başka, sesin güzelliği başka... Ruhun güzelliği bedenin güzelliğinden apayrı... Meleğin güzelliği de insanın güzelliği cinsinden değil... Elbette, bütün bu farklı güzellikleri yaratan Allah'ın mukaddes cemali, mahluk güzelliğine benzemekten münezzeh!..

 

Göz Kalbin Elçisidir

İnsan nefsi, güzel şeylere bakmaya düşkündür.

Göz, kalbin elçisidir. O'nun tarafından vazifelendirilir. Güzel ve manzaralı bir şey bulmuşsa, memnuniyet duyar.

Fakat göz, çoğu defa kalbin başını belaya sokar. Zira öyle güzellikleri haber verir ki; ne hepsini elde etmeye, ne de ayrılıklarına tahammüle kalbin gücü yeter.

Bakışlarını Allah'ın izni haricine salıverenlerin hasretleri devamlı olur. Çünkü bakmak, sevgiyi netice verir. Ve kalb, bir alakaya sahib olur. Sonra bu alaka kuvvetlenir; vurgunluk derecesine varır ve kalbi kaplar. Göz, bakmaya devam ettikçe, vurgunluk hali kalbden ayrılmayacak bir sevgi halini alır. Artık kalb, köle olmuştur ve layık olmayana kulluk yapmaya başlar. Bütün bunlar, bakmanın cinayetleridir. Bir emir {sultan} iken, şimdi bir esirdir o.

Kalb, düştüğü haller için gözden dert yanar. Göz ise, "Ben senin memurundum, der; bana vazife veren, sen değil miydin?"

Bütün bunlar, Allah'ın sevgi ve bağlılığından boş kalan kalblerin belasıdır. Kalb Allah'ı sevmek için yaratılmıştır. Bu yüzden sevgilisi "O" değilse, kulluğu başkasınadır {İbni Cevzi}

 

Ölüm Geliyorum Der

Sadi, Gülistan'ında anlatır; Bir adam, yıkılan evinin karşısına geçmiş bir yandan ağlıyor, diğer yandan da: "Ah evim! Çökmeden evvel bari bir haber verseydin de ona göre tedbir alsaydım" diye söylenip duruyormuş.

Birden o harebeden bir ses yükselmiş; "Be adam!.. Ben yıllardır sana, çatlayan duvarlarım ve dökülen sıvalarımla çöküyorum diye haber veriyordum. Fakat sen, her defasında bir avuç toprak ile çıkageliyor ve o çatlakları örterek verdiğim haberi adeta ağzıma tıkıyordun"

Hadise manidardır.

Çünkü bizim hayat apartmanlarımız da süratle tahrip olmakta ve ömür binamızdan her geçen gün bir taş daha düşmektedir.

Ve çok insaflıdır ölüm... Gelmeden önce nice elçiler gönderir de, biz bir türlü dönüp bakmayız o elçilerin bembeyaz ikazlarına...

Kaç keşif kolu yollamaktadır ölüm, hayat topraklarımıza... Lakin biz, "hastalıktır geçer" der, ehemmiyet vermeyiz...

Günbe gün tükenip gittiğimizi görmeyiz... Ömür, bitmeyecek bir hazine gibi görünür gözümüze; herşeyin bir sona mahkum olduğuna inanmak istemeyiz.

Zannederiz ki, ancak böyle mutlu olunabilir ve saadet denilen Anka Kuşu, sadece böyle bir vehmin semasında kanat çırpabilir.

Aldanırız, ama kabul edemeyiz bunu bir türlü...

Ve bir gün ölüm gelip dikiliverir karşımıza...

Şaşırır ve endişeli soruveririz; "Neden haber vermedin ki?"

Cevap vermek zorunda değildir ölüm... Çünkü o, haberini çoktan vermiştir...

 

Sayılı Günler

Yumurtanın çatlamasıyla civciv nasıl dünyaya adım atıyorsa, dünyamızın parçalanmasıyla da bizim "ahiret yurdu"na geçeceğimize iyice inansınlar. Dünya da bir yumurtaya benzemiyor mu; "sayılı günler"imizi tamamlamadıkça, biz de etrafımızı sımsıkı saran kabuğa mahkum değil miyiz? Çocuklarımıza "kabuktan öze" geçmeyi öğretelim. "Ölüleri dirilten, sonra öldüren ve ardından bir daha diriltecek olan"ı tanımak, onların da hakkı. Ne olur, çocuklar yumurtaların kanatlanıp kuş olduğunu göremeden, üstünde düşünemeden ve "yumurtaya can veren"i bilemeden büyümesinler! {Emre Kevser}

 

Sonsuza Açılan Güzellik

Kur'an-ı Kerim, kendine has diliyle ve yine çok hususi harfleriyle tam bir bütündür. Gül gibi... Kokusu, rengi ve biçimi birbirinden ayrılamaz bir bütün!.. Onu başka dillere çevirme hevesleri, papatya içinde gül kokusu aramak kadar abes... Latin yazısıyla seslerini taklide çalışmak ise, kargadan bülbül nağmesi beklemekten farksız. Mealini anlamak isteyen, geniş ve mükemmel tefsirlere müracaat etmeli!.. Esasen, dini ilimleri meslek edinmemiş olanların kendi akıllarınca Kur'an'dan hüküm çıkarmaları yasaktır! Tıp Kitabını heceleyip ilaç reçetesi yazan bakkal gibi... Biri dünya, diğeri ahiret hayatımızı zehirleyebilir! {Neslihan Baydemir}

 

* Kısaca *

Ezilen Benlik

Namaz, benliği en fazla kıran ve insana kul olduğunu en güzel ders veren kudsi bir ibadet... Önce kıbleye dönülür, nefsin değil Hakk'ın dilediği yöne teveccüh edilir. Tekbir ile başlanır, "en büyük ve mutlak büyük ancak Allah'dır" denilir, nefse haddi bildirilir. Huzurda el bağlanır, itaatın ancak O'na olması gerektiği nefse ders verilir, benlik yerini taate bırakır. Allah'ın Sübhan olduğu beyan edilir. O'nun noksan sıfatlardan münezzeh ve kemal sıfatlarla muttasıf olduğu zikredilir; nefse naks ve kusuru hatırlatılır. Hamd ile sürdürülür, medih ve senanın ancak Allah'a ait olduğu ilan edilir, nefis perişan olur. Yine tekbir ve rüku... Benliğin beli bükülür... Yine tekbir ve secde... Benlik yere sürtülür... Benlik ezildikçe kulluk inkişaf eder. Ve insan enaniyetten uzaklaştığı nisbette Hakk'a yakın olur...

 

Bir Başka Gaye

Cemiyet hayatı güzel şey... İnsan nevine bir İlahi armağan... Ama her insan şunu da hatırından çıkarmamalı; ben bu dünyaya şu hem cinslerimle tanışmak, onlarla medeni münasebetlerde bulunmak ve onları kendimden razı etmek için gelmedim... Bütün bunları yapacağım, lakin sadece bunun için yaratılmış olmadığımı da unutmayacağım... O rızalarını celbe çalıştığım insanlar da, benim gibi dünya misafiri ahiret yolcusu... Hepimiz bir başka gaye ve bir ayrı alem içiniz...

 

Ne Farkeder?

Bize sorulsa ki, yüz kiloluk şu taşı sırtına alsan, dünyanın yükü hafifler mi? Soruyu saçma bulur ve "ne farkeder ki?" diye karşılık veririz. Demek ki bizim kuvvetimiz öyle övünülecek kadar önemli değilmiş. Bu defa bir başka soruya muhatap olsak ve denilse ki, bütün astronomi bilginleri bir anda ölseler, sema aleminin hangi işi yarım kalır? Bu soruyu da en az birincisi kadar saçma bulur ve aynı şekilde cevaplandırırız; ne farkeder ki?O halde bizim ilmimiz de o kadar önemli değilmiş...Biz birbirimize nisbeten alim, birbirimize göre kuvvetliyiz... Bütün varlık alemi, İlahi ilim ve kudretle faaliyetini sürdürmekte... Herkes ve bütün eşya, kendisine bahşedilen ilme göre bilmede, kuvvete göre iş görmede... Ve Allah'ın bir ismi de Muhit... Yani, sıfatları bütün mahlukatı ihata etmiş... İnsan bu gerçeği hatırdan çıkarmasa, gurur belasından ve haddi tecavüz afetinden salim kalır...

 

Hazır Cevaplar

Papazlardan birisi, Şekspir'in eserlerini değiştirerek bir eser! yazmış ve incelemesi için tiyatro münekkidlerinden Şeridan'a göndermiş. Şeridan işi kavrayınca, papaza şunları yazmış; Sizin hissenize Tevrat ve İncil düşmüştür efendim. Onları istediğiniz gibi yazıp bozuyorsunuz. Tiyatro eserlerini de bırakın biz tahrif edelim...

 

Yaşadığımı Sanırken

"Hayatta büyük sıkıntıları olanlarla, aşılamayacak gibi görünen felaketlere düşenler, camiye mutlaka uğramalıdır. Orada herşeyin geçiciliği hemen anlaşılıyor. Hemen herşey, kubbeler, pencereler, içeriye sinen hava ile değişiveriyor. Bütün ıstıraplar ve yakamızı bırakmayacak gibi görünen bütün dertler, bizim için yabancı oluveriyor" Pablo Neruda

 

İki Yorum

Kur'an, edebiyat değil hayattır. Dolayısıyla ona bir düşünce tarzı olarak bakmaya başlanır başlanmaz güçlük ortadan kalkar. Kur'an'ın yegane hakiki tefsiri hayat olabilir ve bildiğimiz gibi Hz.Muhammed'in hayatı tam buydu...

Ahlaklı ateist olabilir, ama ahlaklı ateizm olamaz. Dindışı insanın ahlaklı olmasının kaynağı da dindir. Ancak geçmişteki eski bir dindir bu. Ve insanın ondan haberi bile yoktur. {Ali İzzet Begoviç}

 

Ruh Üflendi Kainata

O gelmeden önce Dünya garipti, güneş garipti, gökler ve yer garipti.

Çünkü onların ve içindeki varlıkların anlattığını anlayıp öğretecek kimse yoktu.

O gelmeden önce insanlık garipti. Çünkü nereden gelip nereye gittiğini bilen yoktu.

O gelmeden önce mazlumun elinden tutan yoktu. Yetimin yüzüne bakan yoktu. Zayıfa acıyan yoktu. Kadını insan yerine koyan yoktu.

O gelmeden önce ahlaktan ve faziletten eser yoktu.

O geldi.

Bizden biri gibi yaşadı.

Ve, bizden biri gibi yaşarken meydan okudu dünyaya.

Onun 23 senede yaptıklarının binde birini tarih boyunca hiç kimse yapamadı.

Çünkü hiç kimse, Onun anlattıklarını Onun gibi öğretmedi insanlığa.

Hiç kimse Onun gibi hükmetmedi kalblere.

Hiç kimse Onun gibi sevmedi insanları.

Ve hiç kimse Onun gibi sevilmedi.

O bizden biri gibi yaşadı, ama alemlerde Onun gibisi yoktu.

Çünkü alemlere rahmet olarak gelen Oydu.

Onun gelişiyle ruh üflendi kainata {Ümit Şimşek}

 

Her yerde hayat var

Görünmez yaratıkların varlığı, görünenler kadar katidir ve zaruridir. Nasıl bir kitap, göz ile görülüp el ile tutulabilen kağıt ve harflerin yanında bir de "mana" unsuru ile doluysa, şu "kainat kitabı" da maddenin ötesinde bir manevi alemi ihtiva eder.

Kainatı sadece maddeden ibaret sanmak, kitabı yalnız kağıttan ve harflerden ibaret sanmak kadar akıl dışıdır. Kitaptaki kelime sembollerinin ifade ettikleri manalara bedel, şu alemde de ruhlar, cinler ve melekler vardır.

Kainat, insan bedenine benzer. Nasıl insan vücudunun her noktası "hayat nurundan" nasib almışsa, bir büyük vücut diyebileceğimiz kainatın da her yeri hayattan pay almıştır. Samanyolunda bir toz zerresi kadar bile yer tutmayan dünyamızı sayılamayacak kadar çok hayat ve şuur sahibi varlıklarla doldurup boşaltan Allah'ın, şu uçsuz bucaksız fezayı bomboş bırakması mümkün mü?

Küçücük dünya kulübesi canlılarla dolu olsun da muhteşem "yıldız sarayları" idrak sahibi yaratıklardan mahrum bırakılsın, bunu hangi akıl kabul eder! Nitekim, Kur'an-ı Kerim'de ve Hadis-i Şeriflerde melek, cin ve ruhların varlığı açıkça anlatılmıştır. Surelerden birine de "Cin" adı verilmiştir.

Toprak gibi kesif bir maddeden insan bedenini yaratan Allah Teala'nın esir, hava, ziya, nur, koku ve manalardan da bir kısım latif mahlukatı yaratması gayet makuldür ve vakidir. Görünmemeleri ise, olmamalarına delil olamaz.

Bu latif yaratıklar maddi olmadıkları için, madde onların hareketlerine mani değildir. Mesela, mor ötesi ışınlardan, röntgen şualarından ve "esir" maddesinden yaratılan varlıklar, insan bedeninden rahatça geçebilirler. Bunlar aynı mekanı, aynı anda işgal etseler bile yer darlığı olmaz. Söz gelişi, bunlar bir sandalyeye otursa, sonra bir insan da oraya yerleşse en küçük bir müzaheme olmaz.

İşte, kainat o sandalyeye benzer. Sıcaklık ve elektrik nasıl demirden ve bakırdan rahatlıkla geçebiliyorsa, nasıl cam ışığa, su balığa engel olmuyorsa, öyle de melaike, cin ve sair ruhanilere de madde mani olamaz. {Ömer Sevinçgül}

 

Allah'ın Kainata İhtiyacı Mı Vardı?

Asla! Yaratmak bir ihtiyaçtan ileri gelmez. Allah'ın değil kainata, hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. O, her ihtiyacı karşılayan, fakat asla muhtaç olmayandır. Soruyu soran kişi, sonsuz acz içinde bulunan insanla, yine sonsuz kudret sahibi olan yaratıcıyı mukayese etmektedir. Bu kıyas en büyük mantık hatasıdır. Çünkü, karşılaştırma benzer varlıklar arasında yapılır. Allah ise, hiçbir yönden yarattıklarına benzemez.

Meşhur kaidedir; "Her cemal ve kemal sahibi kendi cemal ve kemalini görmek ve göstermek ister" Bu hakikat, mahir sanatkarlarda daha açıktır. Mesela, usta bir ressam, çeşitli resimler yapar. Eserlerini önce kendisi seyreder, onlarda sanatının güzelliğini görür. Tarifsiz bir lezzet alır. Sonra sergiler açar, sanatını seyircilere gösterir. Takdir ve tebriklerinden memnun olur.

Değerli bilgilere sahip bir alim, faydalı kitaplar yazar. İlminden başkalarının da faydalanmasını ister. Bu faaliyetinden dolayı mesud olur. Okuyucularının istifade ettiğini görüp, teşekkürlerini işittikçe saadeti daha da artar.

Allah'ın kainatı yaratmasındaki hikmetlere bu örneklerin dürbünüyle bakılabilir. Fakat nasıl Allah, yarattıklarına asla benzemezse, "görmek ve görülmek" arzusu da insanlarınkine benzemez. Muhabbeti, şefkati, süruru, lezzeti ve memnuniyeti bizim bildiğimiz cinsden değildir. İsimleri ve sıfatları gibi bunlar da İlahidir. Allah, kainata isimleri ve sıfatlarıyla tecelli etmiştir. Bu tecellinin zaman zaman yanlış anlaşıldığını da hemen kaydedelim. Yaradan'ı, denize, varlıkları dalgaya benzeten ve "dalga ayrı gibi görünürse de aslında denizdendir" diye misal veren anlayış, yanlış manalara kapı açmaktadır. Allah'ın kainattaki tecellisi, bir sanatkarın eseriyle münasebeti gibidir. Resim, ressamını gösterir, sanatına şahitlik eder, lakin ressamın vücudundan bir parça değildir. Rabbimizin de kainatla alakası yaratıcılıktır. Usta eserin içinde olamaz. Kainat, Allah'ın varlığına delildir, isimlerini gösterir, fakat O'ndan bir parça değildir.

Kainat manalı bir kitaba benzer. Kelimeleri cisimlenmiş bir kitap! Dünya bir sayfa! İnsan, akıllı bir kelime! Cansız taşlara, ruhsuz bitkilere ve akılsız hayvanlara kıyasla ne kadar mükemmel! Alemin sultanı, Allah'ın muhatabı!

 

Elhasıl

Biz, "inanmak" için değil, "inandığımız" için tevhidden bahsediyoruz...

Kainatı yalnız maddeden ibaret sanmak, kitabı yalnız kağıttan ve harflerden ibaret sanmak kadar akıl dışıdır. Kitaptaki kelime sembollerinin ifade ettikleri manalara bedel, şu alemde de ruhlar var, cinler ve melekler vardır...

Şeytan kötüdür, ama nice iyiliklere basamak olmuştur. İblise her itaat alçalış, her isyan yükseliştir. Ondan kaçan, Rabbe koşmaktadır...

Hayaline gelen her ne olursa olsun, o Allah değildir. Çünkü senin hayalin sınırlı. Sınırlı olan sınırsızı içine alamaz. Sen ancak yaratılanları tasavvur edebilirsin. Allah ise, yarattıklarına benzemez...

Gül bir nebi değil, ama Rabbimden haber veriyor...

 

Kısaca

"Tuhaf Şey"

Melekler, "yemekle yaşamanın ne alakası var?" diye hayrette kalırken, insanlar, "yemeden de yaşanır mıymış" diye dudak bükerler. Balık için uçmak, kuş için de yüzmek akıl alacak işlerden değil... Sinek ipek örmeyi, yılan da bal vermeyi aklına sığıştıramaz... Bütün bu hayat çeşitlerinin yaratıcısı olan Allah'ın hayatı, yarattığı hayatlara benzemekten münezzeh... Henüz birbirini anlamaktan aciz olan bu hayat sahiplerinin, Allah'ın mukaddes hayatını anlamak davası gütmeleri tuhaf şey!..

 

"Nispet"

Arslan için ceylan güzel bir sofra... Ceylana göre arslan korkunç bir mahluk... Bu iki farklı değerlendirmede insan kendi aklınca, ceylana hak verir gibi olur. Ama ne var ki, bu hükmünü verirken, az önce kesip pişirdiği bir tavuğu yemekle meşguldur...

 

"Terslik"

Kapısını kilitleyen hırsız... Sigara içen oğluna kızan sarhoş... Aldatılmaya köpüren sahtekar... Arkasından konuşanlara öfkelenen dedikoducu... Bütün bunlar bize şu dersi veriyor; demek ki manevi hastalıkları muhatablarında görünce rahatsız oluyor, kendi ruhi ve kalbi bozukluklarını ise görmezden geliyor...

 

"Üç Cümle"; "Bugün hava çok soğuk...", "İçimde bir sıkıntı var", "Başım çok ağrıyor"

Birincisi insanın harici alem karşısındaki aczini sergilerken, ikincisi kendi öz ruhuna, üçüncüsü de bedenine hakim olamadığını ilan eder. İşte hariçte ve dahilde böyle mahkum ve aciz olan insanın gurura kapılması ve Allah'a isyan etmesi ne kadar tuhaf, değil mi?

 

"İkisi De Hoş"

Bir hocanın öğrencisini teşviki de hoştur, tehdidi de... Birincisi ilme koştururken, ikincisi cehaletten uzaklaştırır... Her ikisinin de sonu aynı noktaya varır...

 

Hazır Cevaplar

Rabia-i Adeviye'ye soruldu; Bir kulun Allah'ın takdirine razı olup olmadığı nasıl bilinir? Cevaben şöyle buyurdu; Gelen nimetlerden sevinç duyduğu gibi, gelen musibetlerden de üzüntü duymadığı, bilakis ders ve ibret aldığı zaman...

*

Mehmed Kırkıncı Hoca, "Hocam namaz kılmamla Allah'a ne menfaatim oluyor?" diye soran birine şöyle cevap verir;

- Sen kılmamakla kendine ne menfaatin oluyor?

*

Niyazi Bekki Hoca, "Allah beni yaratırken bana niye sormadı?" diyen birine şu cevabı verir; Sen yoktun ki kardeşim, sana sorsun!..

*

İki küçük çocuk konuşuyorlardı. Biri diğerine; "Ağaçların yaprakları niye düşüyor? dedi. Diğeri filozofca cevap verdi;

- Allah, bize kışın yaklaştığını haber veriyor...

*

Bir kitap fuarında arının bal peteğine yazdığı Allah lafzını gösteren bir arkadaşımıza biri yaklaşıp;

- Arıya Arapça yazmayı kim öğretti? diye takılır.

Arkadaşımızın cevabı hazırdır;

- Bal yapmasını kim öğretmişse yazıyı da öğreten aynı Zattır...

*

Alaaddin Başar'a, "Materyalistler, evrimde niçin propaganda yolunu seçmişlerdi?" diye sorulunca;

- Cevabı gayet açık der. İspat yolunun kapalı olduğunu çok iyi bildiklerinden...

 

"Hikmet Pırıltıları"

 

Hayatın Gayesi Nedir?

Hayatının son dakikalarını yaşadığını bilen bir kimseye, "bütün servetini verdiği takdirde ömrünün bir ay daha uzayabileceği" söylense, elbette ki hiç tereddüt etmeden bütün servetini verecektir. Demek ki bir ömür boyu kazanılan servet, bir ay ömre mukabil gelmiyor

O halde, hayatımızın kıymetini bu misale göre ölçüp, ona göre değerlendireceğiz. Bir günü dünyalara değen ve göz, kulak, dil, akıl gibi küçük bir organı bile kainatla değişilmeyen insan hayatı, elbette ki ebedi saadetin kazanılması için verilmiştir. Dünyevi işlerimiz ise beşeriyet itibarıyla ferdi veya içtimai hayatımızın devamı için gereken birtakım faaliyetlerdir. Bu faaliyetler hayatın gayesi olamaz...

 

Bunun İçin Mi?

Bir kimyager büyük bir itina ve çalışma sonucu her yaprağı on milyon lira kıymetinde olan gayet güzel ve eşsiz çiçekler yapsa ve sonra bunları adi bir saman çöpüymüş gibi keçilere yedirse ne kadar abes olur. O halde, her bir organı milyarlara değişilmeyecek kadar kıymetli olan bu insanları, elbette ki Hakim-i Zülkemal olan Allah sadece ve sadece toprak altındaki kurt ve böceklere yedirtmek için yaratmamıştır. İşte ahiret olmasa insanın akıbeti ve sonu bu tarzda olur...

 

Bilim Allah'tan Uzaklaştırır Mı?

"Beynimiz, bir ceviz gibi iki yarım küreden oluşuyor. Sol yarım küremizde dil ve rakamların üretimi ve idraki bulunuyor. Bu taraf mantıklı düşünmenin merkezidir. Sağ yarım küremiz ise, sanat ve sezginin merkezidir. Burası sembollerin doğduğu yerdir. Allah'a iman, bu yarım küre ile hissediliyor"

"Yani Allah'a inanma, beynimizin sağ yarım küresinin işi mi?"

"Beynimizin sağ yarım küresi, Allah'a inanmaya programlanmıştır. Onun için tarihin ta ilk zamanlarından başlayarak her döneminde ve her ırk ve millette Allah inancına, din gerçeğine rastlanır"

"İlim bugün, bizi Allah'tan uzaklaştırmak şöyle dursun, bizi Allah'a daha çok yaklaştırmaktadır. İman ile aklın birbiriyle tamamen ahenk içine girdiği ve tam olarak uyuştuğu bir çağda yaşıyoruz. Beynimizin sağ yarım küresi ile sol yarım küresi bugün gerçek bir barışı yaşıyorlar" {Prof.Jean-Marie Pelt, Paris Match}

 

Sebepler Yaratıcı Mı?

Atom-altı alemde, büyük alemde alıştığımız gibi belli şartlar, belli sonuçları getirmiyor. Dolayısıyla olayları sebep-sonuç münasebetleri ile açıklamak mümkün değildir. Çünkü sebep-sonuç alakası kurabilmek için gerekli kesinlik yok

Mesela, "Fotonun şu şekilde ortaya çıkmasına şu yol açtı" diyebileceğimiz bir şey yok. Birşey bulsak bile, foton bazen o şey olmadan da ortaya çıkıyor. Yani "hiç sebepsiz", "yoktan yere" ortaya çıkıyor...

 

Kader Üzerine

"Bir şey hakkında verilen karar kader demektir. O kararın infazı kaza demektir. O kararın iptaliyle, hükmü kazadan affetmek, ata demektir.

Herşey kader ile takdir edilmiştir. Kısmetine razı ol ki, rahat edesin" Mesnevi

Bir iş yaparken, aniden bırakıp başka bir iş yapmaya başlayarak, "işte  kaderimi değiştirdim" diyenleri gördüm. Her defasında güldüm ve dedim ki, " Sen kaderi değil, yaptığın işi değiştiriyorsun. Kader okyanusunda yüzen bir gemi gibisin. Rotanı ne yana çevirirsen çevir, yine okyanusun içindesin", "Belalar ya hatalarımızın sonucudur veya imtihan sorusudur" {Ömer Sevinçgül}

 

Sanatkar mı, Eser mi?

Sanatkarın eserden daha mükemmel olması lazımdır, ta ki eser vücud bulabilsin... Akılsız, şuursuz ve hayatsız olan yumurtanın civciv yapması muhal olduğu gibi, kainatın da insan yapması imkan haricidir... O halde yumurta, civcivin yaratılmasında pek çok sebeplerden sadece bir sebep oluyor

 

Keşif mi, İcad mı?

Amerika'yı keşfeden adamın, o kıtayı kendisinin vücuda getirdiğinden bahsedilemediği gibi; aynı şekilde elektriği keşfedenin de elektriği icat ettiği iddia edilemez... Bütün ilimler bu kainatta mevcut olup, alimlerin vazifesi sadece bu ilimler üzerindeki perdeyi kaldırmaktan ibarettir

 

Felsefi Bakış Nedir?

Felsefeciler, bir kazığa bağlanmış on tane at ile karşılaşsalar, derhal atları tetkike, kazığı incelemeye ve iplerle meşgul olmaya başlarlar. Bu atları bu kazığa kimin ve niçin bağladığını ise hiç hatırlarından geçirmezler

İşte, güneş bir kazık, gezegenler birer at, çekme ve itme yasaları ise birer ip derecesindedir. Dinsiz felsefenin kainata ve ondaki hadiselere bakış tarzının isabetsizliğine bu misalle bakılırsa bir derece anlaşılabilir

 

Nasıl Oluyor Da!..

Ağzından çıkan tek kelimeye dahi manasız denilmesine razı olmayan insan, nasıl oluyor da ahireti inkar etmek suretiyle koca kainatı manasızlıkla itham edebiliyor?

 

Mutlak Eşitlik Mümkün Mü?

Mutlak eşitlikle düzen arasında çelişki vardır. Bir bedende mutlak eşitlik olabilmesi için organların ya tamamının beyin olması veya hepsinin ciğer olması veya kemik olması vb lazım gelir. Bu takdirde ise insan vücuda gelmez. Elde, mutlak eşitlik olması halinde, bütün parmakların baş parmak veya şehadet parmağı olması icab eder. O zaman el bir iş yapamaz

Aynı şekilde bütün kainatın, ya güneş, veya ay veya toprak vb olması lazım gelir. Bu takdirde de kainat neticesiz kalır

Bu durum bir atom içerisindeki çekirdekle elektronlar için de söz konusudur

Mutlak eşitliğin bir ailede dahi tatbiki mümkün değildir. Bir ailede mutlak eşitlik olabilmesi için, ya bütün aile fertlerinin baba olması veya anne olması veya evlat olması icabeder. Böyle bir ailenin ise meydana gelmesi dahi düşünülemez. Aynı şekilde büyük bir aile olan devlette de bütün fertlerin mutlak manada eşit olmaları mümkün değildir

Eşitlik ancak hukukta olur. Baba da, evlat da, anne de hukuk karşısında eşit olmanın yollarını arasınlar. Zira, bunun yolunu bulamadıkları takdirde bir gün merkepler boykot ederek onların kapılarına dayanıp: "Yeter, şimdiye kadar siz insan oldunuz, bundan sonra da biz olacağız" diyebilirler...

Kainatta eşitlik yok, ama adalet vardır...

 

Kur'an'ın Benzeri Neden Getirilemesin?

İnsanlar, Yüce Allah'ın yarattığı odundan ancak tahta, tahtadan masa ve oturacak gibi şeyler yapabilmektedir. O Kadir-i Mutlak ise odundan meyve yapıyor, yaprak ve çiçek çıkarıyor. Demek ki iş odunda değil, ustadadır. Aynı şekilde insanlar topraktan çanak-çömlek yapmakta, Allah ise topraktan insan yapmaktadır, örnekler çoğaltılabilir...

 

Peygamberlerin Beşer Seviyesine Göre Gönderilmeleri

20-30 kuzuyu idare etmek için birkaç kişi gerekirken yüz koyunu idare etmek için bir çoban kafi gelir. Ve yine ilkokulda, her 30-40 öğrenciye bir öğretmen icab ederken, üniversitede 500 kişi bir hocadan ders alabilir. İşte, beşerin tufuliyet devrinde, muhtelif kavimlere aynı zamanda ayrı ayrı peygamberler gönderildiği halde, beşeriyet tekamül edip tek bir muallimden ders alacak seviyeye gelince Mütekellim-i Ezeli, Peygamber Efendimiz'i "sav" bütün beşeriyete muallim olarak göndermiştir. Onun okuduğu Hutbe-i Ezeliye, Devr-i Saadet'i tenvir ve tatmin ettiği gibi bütün asırları da nurlandırmıştır ve kıyamete kadar da nurlandıracaktır... {Mehmed Kırkıncı}

 

Vahşi Zevk

Servetine, makamına, rütbesine başkasını imrendirmekten zevk duyan insanlar, Allah'ın kendilerine bahşettiği bu nimetleri, O'nun kullarını parçalamakta kullanan vahşi ruhlulardır... Bunlar, gerçek insanlığın şuuruna varabilselerdi, kulları kıskandırmaktan alacakları lezzetin kat kat fazlasını onlara yardımda bulacaklardı...

Kabbala