DİN İŞLERİ YÜKSEK KURULU KARARI (Organ Nakil) KARAR TARİHİ : 03.03.1980 Hacettepe Üniversitesi Tıp. Fakültesi Öğretim Üyelerinden Doç.
Dr. Mehmet Haberal’ın ölmüş kimselerden alınacak organ ve dokuların,
tedavileri ancak bu yoldan yapılabilecek hastalara nakli konusunda, Başkanlık
Makamından havale olunan dilekçesi Kurulumuzca incelendi. Yapılan müzakere sonunda : Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde, organ ve doku nakli konusunda
sarih bir hüküm bulunmamaktadır. İlk müçtehit ve fakihler de, kendi
devirlerinde böyle bir mesele söz konusu olmadığı için, bu ameliyyenin
hükmünü geniş şekilde açıklamamışlardır. Ancak dinimizde, Kitap ve Sünnet’in
delaletlerinden çıkarılmış umumi hükümler ve kaideler de vardır. Kitap ve
Sünnet'te açık hükmü bulunmayan ve her devirde karşılaşılan yeni yeni
meselelerin hükümleri, İslam fakihleri tarafından bu umumi kaideler ile hükmü
bilinen benzer meselelere kıyas edilerek çıkarılmış, hiçbir mesele cevapsız
bırakılmamıştır. Organ ve doku nakli konusunda hükmünü tayinde de aynı yola
baş vurulması uygun olacaktır. Bilindiği üzere, insan mükerrem bir varlıktır. Mahlukatı içinde
Allah onu mümtaz kılmıştır. Bu itibarla normal durumlarda ölü ve diri kimselerden
alınan parça ve organlardan faydalanılması, insanın hürmet ve kerametine
aykırı görüldüğünden, İslam fakihlerince caiz görülmemiştir. Ancak, zaruret
durumunda, zaruretin mahiyet ve miktarına göre bu hüküm değişmektedir. Nitekim dinimiz, bir kısım fiil ve davranışları yasak kılmış,
Kitap ve Sünnet bunları tespit etmiştir. Sözgelimi murdar hayvan (meyte),
kan, domuz eti, şarap... vb. şeylerin yenilip içilmesi, alınıp satılması,
ilaç olarak kullanılması haram kılınmıştır. Ancak zaruret halinde bunlardan
zaruret miktarında (ölmeyecek kadar) yenilip içilmesinin (el-Bakara, 173;
el-Maide, 3; el-En’am, 119) meşru olduğu beyan buyrulmuştur. Söz konusu ayet-i celilelerden, İslam fakihleri, zaruretlerin
bir ölçüde dinen yasaklanmış şeyleri mübah kıldığı ve zaruret halinde sadece
ayet-i kerimelerde beyan edilen yasakların değil, zaruret halinin giderilmesi
için yapılması zorunlu ve başka bir çare olmayan bütün yasakların zaruret
miktarınca işlenmesinin caiz ve mübah olduğu sonucuna varmışlardır. O halde, ölmüş kimselerden tedavi maksadıyla organ ve doku alma
ve bunları hasta veya yaralı kimselere nakletme konusunda bir hükme
ulaşabilmek için; Zarurete binaen, cesedin kesilmesi, organ ve dokularından bir
kısmının alınmasının caiz olup olmadığı, Hastalığın tedavisinin zaruret sayılıp sayılmayacağı (Haram ile
tedavinin hükmü)
Organ ve doku nakli caiz ise hangi şartlarla caiz olduğunun
bilinmesi gerekmektedir. İslam fakihleri, karnında canlı halde bulunan çocuğun
kurtarılması için ölü annenin karnının yarılmasına, Başka yoldan tedavileri mümkün olmayan kimselerin kırılmış
kemiklerinin yerine, başka kemiklerin nakline, Bilinmeyen hastalıkların öğrenilmesi ve hayatta bulunmaları
sebebiyle ölülere nisbetle daha çok şayan-ı ihtiram olan hastaların
tedavilerinin sağlanabilmesi için, yakınlarının rızası alınmak suretiyle,
ölüler üzerinde otopsi yapılmasının caiz olacağına, Fetva vermişler, canlı bir kimseyi kurtarmak için, ölünün bir
parçasını itlaf etmeyi caiz görmüşlerdir. Nitekim, Müşavere ve Dini Eserleri
İnceleme Kurulu’nun 16.4.1952 tarih ve 211 sayılı kararında, özetle; “...âmmenin menfaat ve maslahatı göz önünde tutularak,
bilinmeyen bir hastalığın bilinir hale gelmesi, hastalığın bilinmemesinden
doğacak âmme zararının önlenmesi, hayatta bulunmaları sebebiyle daha şayan-ı
ihtiram olan hastaların tedavilerinin sağlanması gibi maslahat ve şer’î
hikmetlerin husule gelmesini temin için, yakınlarının rızası alınarak, ölüler
üzerinde otopsi yapmanın caiz olacağı ve bu gibi sebepler dolayısıyle ölüye
gösterilmesi gereken hürmet ve tekrimin zevaline katlanmanın, İslamî
hükümlerin bir gereği olduğu...” ifade olunmuştur. İslam fakihleri, açlık ve susuzluk gibi, hastalığı da haramı
mübah kılan bir zaruret saymışlar, başka yoldan tedavileri mümkün olmayan
hastaların haram ilaç ve maddelerle tedavilerini caiz görmüşlerdir. Günümüzde
kan, doku ve organ nakli ve tedavi yolları arasına girmiş bulunmaktadır. O
halde, hayatı veya hayatî bir uzvu kurtarmak için başka çare olmadığında,
kan, doku ve organ nakli yolu ile de bazı şartlara uyularak, tedavinin caiz
olması gerekir. Nitekim, Müşavere ve Dinî Eserleri İnceleme Kurulunun
25.10.1960 tarih ve 492 sayılı kararında, “tedavileri için kan nakline
zaruret bulunan hasta ve yaralılara başka kimselerden kan naklinin; başka
kimselerden alınacak parçaların takılmasıyla görmeleri mümkün olduğu
takdirde; hayatında buna izin vermiş olan kimselerin, ölümlerinden sonra
gözlerinden alınacak parçaların bu durumdaki kimselere takılmalarının caiz
olacağı...” beyan edilmiştir. Din İşleri Yüksek Kurulu’nun 19.01.1968 gün ve 3 sayılı
gerekçeli kararında ise “yalnız hayatı kurtarmak için değil, bir organı
tedavi etmek, hastalığın tedavisini çabuklaştırmak için de kan naklinin caiz
olduğu, tıbbi ve hukuki kaidelere riayet edilmek şartıyla kalp naklinin de
caiz olacağı...” ifade olunmuştur. Yurdumuz dışında, çeşitli İslam Ülkelerinin yetkili kişilerince
de aynı yolda fetvalar verildiği bilinmektedir. Kurulumuzca da aşağıdaki şartlara uyularak yapılacak organ ve
doku naklinin caiz olacağı sonucuna varılmıştır. Zaruret halinin bulunması, yani hastanın hayatını veya hayatî
bir uzvunu kurtarmak için, bundan başka çaresi olmadığının, meslekî ehliyet
ve dürüstlüğüne güvenilen bir tabip tarafından tespit edilmesi, Hastalığın bu yoldan tedavi edilebileceğine tabibin zann-ı
galibinin bulunması, Organ veya dokusu alınan kişinin, bu işlemin yapıldığı esnada
ölmüş olması,
Toplumun huzur ve düzeninin bozulmaması bakımından organ veya
dokusu alınacak kişinin sağlığında (ölmeden önce) buna izin vermiş olması
veya hayatta iken aksine bir beyanı olmamak şartıyla, yakınlarının rızasının
sağlanması, Alınacak organ veya doku karşılığında hiçbir şekilde ücret
alınmaması, Tedavisi yapılacak hastanın da kendisine yapılacak bu nakle razı
olması gerekir.
el-İsra Suresi , 70; et-Tin Suresi, 4 el-Hidaye, el-İnaye ve Feth’ül-Kadir 1/65; Fethu babi’l-İnaye,
1/126; Fetevay-ı Hindiye, 2/390 Cessas, Ahkamü’l-Kur’an, 1/156; İbnü’l-Arabi, Ahkamü’l-Kur’an,
1/55; Kurtubi, 2/232 ve 7/73; İbn Hazm, el-Muhalla, 7/426 Fetevay-ı Hindiye, 2/296; el-Va’yü’l-İslami, Sayı 137, Yıl 1396,
Kuveyt; Istılahat-ı Fıkhiye,3/157 Fetevay-ı Hindiye 2/390 |