DİN İŞLERİ YÜKSEK KURULU KARARI (Türkçe İbadet) KARAR TARİHİ : 04.12.1997 Son günlerde Türkçe ibadet ve özellikle Kur’an-ı Kerim’in
namazda Türkçe tercemesinin okunmasına dair tartışmaların yoğunluk kazanması
üzerine konu Kurulumuzda görüşüldü. Yapılan inceleme ve müzakere sonunda: Bütün ilahi kitaplar, onları insanlığa tebliğ ile
görevlendirilen Peygamberlerin konuştukları dille indirilmişlerdir. Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.) Arabistan’da Araplar arasında
yetiştiği ve Arapça konuştuğu için, O’nun tebliğ ettiği Kur’an-ı Kerim de
Arapça olarak indirilmiştir. Ancak Yüce Rabbımızın bütün insanlığa son kitabı ve ebedi hitabı
olan Kur’an-ı Kerim, sadece Araplar ve Arapça’yı bilenler için değil, bütün
insanları sapıklıklardan korumak, onlara Hakkı ve hakikati öğretmek, hidayet
ve gerçek saadet yolunu göstermek için indirilmiştir. Bunun gerçekleşebilmesi
için de, Kur’an-ı Kerim’in bildirdiği ilahi gerçek ve öğütlerin herkese,
bütün insanlığa tebliğ edilmesi, herkes tarafından öğrenilmesi, anlaşılması,
üzerinde düşünülmesi, kavranması ve kalplere yerleşmesi gerekir. Nitekim
Kur’an-ı Kerim’de: “Bu Kur’an, bütün insanlara bir açıklama, sakınanlara yol
gösterme ve bir öğüttür.” (Al-i İmran, 3/138) “Ey Peygamber, Rabbından sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu
yapmazsan, O’nun elçiliğini yapmamış olursun...” (Maide 5/67) “Kendilerine, indirileni insanlara açıklayasın diye sana
Kur’an’ı indirdik.” (Nahl, 16/44) “Bu Kur’an, ayetlerini iyiden iyiye düşünsünler, tam akıl
sahipleri ibret alsınlar diye sana indirdiğimiz feyz kaynağı bir kitaptır.”
(Sad, 38/29)buyurulmuştur. İfade edildiği üzere Kur’an-ı Kerim Arapçadır. Cenab-ı Hakk’ın
yüce kelamı kutsal kitabımızın dilinin her müslüman tarafından bilinmesi ve
anlaşılması, arzu edilen bir durum ise de, âdeten mümkün değildir. O halde
Kur’an-ı Kerim’in Arapça bilmeyenlere tebliğ edilebilmesi ve onların da bu
Yüce Kitapta bildirilen ilahî gerçek ve öğütleri anlayıp üzerinde
düşünebilmeleri ve O’nun hidayetinden yararlanabilmeleri için, başka dillere tercüme
edilmesine, kısa ve uzun açıklamalarının yapılmasına kesin ihtiyaç hatta
zaruret vardır. Nitekim, İslamın ilk dönemlerinden itibaren buna ihtiyaç
duyulmuştur. Ashabın ileri gelenlerinden Selman-ı Farisî’nin İranlı
hemşehrilerinin isteği üzerine Fatiha Sûresini Farsçaya çevirip onlara
gönderdiği bazı kaynaklarda (bk. Serahsi, el-Mebsut, I, 37, Beyrut,
1398/1978) yer almıştır. Günümüzde Kur’an-ı Kerim, dünyadaki belli başlı
hemen bütün dillere çevrilmiş durumdadır. Dilimizde de yüzün üzerinde meal, terceme
ve tefsiri bulunmaktadır. Kur’an-ı Kerim’in namazda Türkçe tercemesinin okunmasına
gelince: Kur’an-ı Kerim’de “Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun”
(Müzzemmil, 73/20) buyrulduğu gibi, Hz. Peygamber (s.a) de bütün namazlarda
Kur’an-ı Kerim okumuş ve namaz kılmayı iyi bilmeyen bir sahabiye namaz
kılmayı tarif ederken “... sonra Kur’an’dan hafızanda bulunanlardan kolayına
geleni oku.” (Müslim, Salat, 45) buyurmuştur. Bu itibarla namazda kıraat yani
Kur’an okumak, Kitap, Sünnet ve İcma ile sabit bir farzdır. Bilindiği üzere Kur’an, Cenab-ı Hakk’ın Hz.Muhammed (s.a,)’e
Cebrail aracılığı ile indirdiği manaya delalet eden elfazın (nazm-ı
münzel’in) ismidir. Sadece mana olarak değil, Resülüllah (s.a.)’in kalbine
elfazı ile indirilmiştir. Bu itibarla bu elfazdan anlaşılan ve başka
lafızlarla (sözlerle) ifade edilen mana Kur’an değildir. Çünkü indirildiği
elfazın dışında, hatta Arapça bile olsa, başka sözlerle ifade edilen mana
Cenab-ı Hakk’ın kelamı değil, mütercimin ondan anladığı yorumdur. Oysa Kur’an
kavramının içeriğinde, sadece mana değil, bir rüknü olarak onun elfazı da
vardır. Nitekim:
“Şüphesiz O, alemlerin Rabbı tarafından indirilmiştir. Onu
Ruhu’l-emin (Cebrail), uyarıcılardan olasın diye, senin kalbine apaçık Arap
diliyle indirdi.” (Şuara 26/192-195) “Böylece biz onu Arapça bir Kur’an olarak indirdik.” (Ta-Ha
20/113) “Korunsunlar diye dosdoğru Arapça bir Kur’an indirdik.” (Zümer,
39/28) “Bu bilen bir toplum için, ayetleri Arapça bir Kur’an olmak
üzere ayrıntılı olarak açıklanmış bir kitaptır.” (Fussilet, 41/3) gibi tam on ayrı yerde (Yusuf, 12/2; Ra’d, 13/37; Nahl, 16/103;
Şura, 42/7; Zuhruf, 43/3; Ahkaf, 46/12) nazm-ı münzel’in Arapça olduğunu
ifade eden ayetlerden, sadece mananın değil, elfazının da Kur’an kavramının
içeriğine dahil olduğu açık ve kesin bir şekilde anlaşılmaktadır. Bu
sebepledir ki, tercemesine Kur’an denilemeyeceği ve tercemesinin Kur’an
hükmünde olmadığı konusunda İslam bilginleri görüş birliği içindedir. Bilindiği üzere terceme, bir sözün anlamını başka bir dilde
dengi bir sözle aynen ifade etmek demektir. Oysa her dilin, başka dillerde
bulunmayan (kendine ait) ifade, üslup ve anlatım özellikleri vardır. Bu
yüzden, edebî ve hissî yönü bulunmayan bazı kuru ifadeler dışında, hiçbir
terceme aslının yerini tutamaz ve hiçbir terceme de her bakımdan aslına tam
bir uygunluk sağlanamaz. O halde, Kur’an-ı Kerim gibi, ilahî belağat ve
i’cazı haiz bir kitabın aslı ile tercemesi arasındaki fark, yaratan ile
yaratılan arasındaki fark kadar büyüktür. Çünkü biri Yaratan Yüce Allah’ın
kelamı; diğeri ise yaratılan kulun aciz beyanı. Hiç böylesi bir tercemenin,
Allah kelamının yerine konulması ve aynı hükümde tutulması mümkün olur mu? Kaldı ki, İslam dini evrensel bir dindir. Değişik dilleri
konuşan bütün müslümanların ibadette ortak bir dili kullanmaları onun
evrensel oluşunun bir gereğidir. Herkesin konuştuğu dil ile ibadet yapmaya kalkışması,
Peygamberimizin öğrettiği ve bugüne kadar uygulana gelen şekle ters düşeceği
gibi içinden çıkılmaz bir takım tartışmalara da yol açacağı muhakkaktır.
Konuya ülkemiz açısından baktığımızda ise böyle bir uygulamanın dışarıda
Türkiye aleyhinde, içerde ise Devlet aleyhinde bir malzeme olarak
kullanılacağı, vatandaşların birlik ve beraberliğini zedeleyeceği, sonuç
olarak bir takım huzursuzluklara sebebiyet vereceği dikkatten uzak
tutulmamalıdır.
Diğer taraftan, yüzleri aşan terceme ve meal arasından din ve
vicdan hürriyetini zedelemeden, üzerinde birlik sağlanacak birisinin namazda
okunmak üzere seçilmesi ve buna herkesin benimsemesi mümkün görülmemektedir. Türkçe namaz ile Türkçe dua birbirine karıştırılmamalıdır. Çünkü
dua kulun Allah’tan istekte bulunmasıdır. Bunun ise herkesin konuştuğu dil
ile yapılmasından daha tabii bir şey olamaz ve zaten genelde de ülkemizde
Türkçe dua yapılmaktadır. Diğer taraftan, Kur’an-ı Kerim’in en önemli özelliklerinden biri
de i’cazdır. Bir benzerinin ortaya konulması konusunda, Kur’an bütün
insanlığa meydan okumuştur. Bu i’cazın sadece anlamda olduğu söylenemez.
Aksine, “onun Allah katından indirildiğinde şüpheniz varsa, haydi bir
benzerini ortaya koyun” anlamındaki tehaddi (meydan okuma) ayetlerinden
(Bakara 2/23-24; Yunus, 10/37-38; Hud, 11/13; İsra, 17/88; Tur, 52/33-34) bu
özelliğin daha çok lafızla ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca bir benzerini ortaya koymak için, insanlar ve cinler bir
araya toplanıp birbirlerine destek olsalar bile bunu başaramayacaklarını
ifade eden ayet-i kerime (İsra, 17/88) den de, Kur’an’ın bir benzerinin
yapılamayacağı ve bu itibarla tercemesinin Kelamullah sayılamayacağı, o hükümde
tutulamayacağı ve dolayısıyle namazda tercemesinin okunamayacağı açıkça
anlaşılmaktadır. Nitekim, 1926 yılında İstanbul Göztepe Camii İmam-Hatibi
Cemal Efendi’nin Cuma namazında Kur’an-ı Kerim’in Türkçe tercemesini
okumasıyla ilgili olarak İstanbul Müftülüğü(nün 20 Mart 1926 tarih ve 92-93
sayılı yazısı üzerine, altında Atatürk tarafından göreve getirilen ilk
Diyanet İşleri Reisi Rifat Börekçi’nin imzası bulunan 9 Ramazan 1324/23 Mart
1926 tarih ve 743 numaralı Müşavere Hey’eti kararında: “Namazda kıraet-i Kur’an bi’l-icma farz ve Kur’an’ın hangi bir
lügat ile tercemesine Kur’an itlakı kezalik bi’l-icma gayr-ı caiz ve namazda
kıraet-i Kur’an mahallinde terceme-i Kur’an’ın adem-i cevazı da bi’l-umum
mezahib fukahasının icmaı ile sabit olduğundan, hilafına mücaseret, namazı
vaz’-ı şer’isinden tağyir ve emr-i dini istihfaf ve mel’abe şekline vaz’ı
mutazammın olduğu gibi, beyne’l-müslimin iftirak ve ihtilafa ve memlekette
fitne hûdusuna bâis olacağından, fiil-i mezbure mecasereti sabit olan merkum
Cemal Efendinin uhdesindeki vezaif-i ilmiye ve diniyenin ref’i, emr-i zaruri
halini almış olmakla ol vechile tebligat icrası...” denilmiştir. Şüphesiz bir müslümanın en azından namazda okuduğu Kur’an-ı
Kerim metinlerinin anlamlarını bilmesi ve namazda bunları anlayarak ve
duyarak okuması son derece önemlidir ve bu zor da değildir. Ancak manasını
anlamak, onun hidayetinden faydalanmak ve Yüce Rabbimizin emir, yasak ve
öğütlerinin neler olduğunu öğrenmek için Kur’an-ı Kerim’i terceme etmenin ve
bu maksatla meal, terceme ve tefsirlerini okumanın hükmü başka; bu
tercemeleri Kur’an yerine koymanın ve Kur’an hükmünde tutmanın hükmü yine
başkadır. Namazda ve ibadet olarak Kur’an-ı Kerim asli lafızları ile okunur. Yüce Rabbımızın bize olan öğüt, buyruk ve yasaklarını öğrenmek, onun irşadından yararlanmak maksadıyla ise, terceme, meal ve açıklamaları okunur. Bu maksatla Kur’an-ı Kerim’in terceme, meal ve açıklamalarını okumak ta çok sevaptır ve genel anlamı ile ibadettir. |