|
Ahmed-i
Bican
|
|
|
On
beşinci yüzyılda Gelibolu'da yetişen velîlerden.Yazıcızâde lakabıyla
tanınmıştır. Babası âlim bir zât olan ve kâtiplik yapan Sâlih Efendi,
ağabeyi ise meşhur âlim Yazıcızâde Muhammed Efendidir. Doğum târihi
belli değildir. Eserinde yer alan "Hak teâlâ hazretleri, miskîn Ahmed-i
Bîcân'ı, deniz kenarında, gâziler şehrinde Gelibolu'da yarattı."
ifâdesinden onun Gelibolu'da doğduğu anlaşılmaktadır.
Babası Yazıcı Sâlih Efendi,
bâzı
rivâyetlere göre, Ankara veya Bolu civârında devlet hizmetlerinde
kâtiplik yapmıştır. 1408'de tamamladığı, Anadolu'da astroloji sâhasında
ilk Türkçe manzum eser olan Şemsiyye'sini Ankara'da İskender bin Hacı
Paşaya ithâf etmiştir. Sonra Gelibolu'ya gelip yerleşmiştir.
Ahmed-i Bîcân küçük yaşta
ilim tahsîline
başladı. Zamânın ilimlerini tahsil etti. Arapça ve Farsçayı çok güzel
öğrendi. Zâhirî ilimlerdeki tahsîlini tamamladıktan sonra ağabeyi
Muhammed Bîcân ile birlikte mânevî ilimlerde de yükselmek istiyor,
kendilerini irşâd edecek, doğru yolun mânevî zevklerini tattıracak bir
evliyâ arıyorlardı.
İki kardeş arayış içinde
iken, devrin
büyük velîsi Hâcı Bayram-ı Velî hazretleri misafir olduğu Edirne'den
ayrılarak yanındakilerle birlikte Ankara'ya gitmek için yola çıkmıştı.
Epey yol aldıktan sonra, yanındakiler Gelibolu'ya yaklaştıklarında yolu
şaşırdıklarını anlayıp, telaşlandılar. Hâcı Bayram-ı Velî durumu fark
edince; "Evlatlarım! Devâm ediniz. Belki orada bekleyenlerimiz vardır."
dedi. Gelibolu'ya vardıktan sonra, Hâcı Bayram Velî odasında dinlendiği
sırada, huzûruna girmek için Muhammed ve Ahmed Bîcan kardeşler izin
istediler ve içeri girip selâm verdiler. Kendilerini tanıtmak
istediklerinde Hâcı Bayram-ı Velî; "Biz sevdiklerimizi daha iyi
tanırız." dedi. Onlara muhabbet nazarları ile bakıp duâ etti, sonra;
"Yağ ve kandil hazırmış, bize yalnız kibriti yakmak kalmış." buyurdu.
Ahmed-i Bîcân ve ağabeyi,
Hâcı Bayram-ı
Velî hazretlerinin huzûrunda mânevî ilimlerde yükseldikten sonra
Bayramiye tarîkatına göre insanları terbiye etmeye başladılar.
Bayramiye esaslarından olan devamlı oruç tutup çile çıkardıkları, aşk
ve muhabbet çokluğundan yemeden içmeden kesildikleri için Bîcân
lakabını aldılar. Eserinde geçen; "Elhamdülillah ki Gelibolu'da nice
kez kâfir ile cenk idüp gazalar idüp dururuz. Gâh kâfir bize geldi. Gâh
biz kâfire varup dururuz." sözünden birçok savaşlara katıldığı
anlaşılmaktadır. Ahmed Bîcan böylece sünnete uyarak, nefsini ıslâh için
yaptığı halvet, yalnızlık, çile ve riyâzetleri yâni cihâd-ı ekberi yâni
büyük cihadı cihad-ı asgarla, küçük cihadla tamamladı.
Ahmed Bîcân hazretleri bir
vâzında şöyle
buyurdu:
"Dünyâ, çok gün geçirmiş
fitneli ve nazlı
bir ihtiyara benzer. O, dışını gençler gibi giyecekler ile süsleyip,
halk arasında naz eder. Böylece insanlar da onun tuzağına düşer. Dünyâ
zâlim bir padişah gibidir. Halka bazı şeyler bağışlarsa da dostluğu
yoktur. Hepsini öldürmek ister.
Akıllı kimseler kışın
ihtiyâcını yazdan
hazırlar. Ölümün hazırlığını da diri iken yaparlar. Dünyâ, içi
cevherler ile dolu bir denize benzer. Kimileri ondan cevher çıkarır.
Bâzıları da boğulur. Sözün kısası, Resûlullah sallallahü aleyhi ve
sellem şöyle buyurmuştur; "Dünyâ fitne ve belâdır. Her ümmetin bir
fitnesi vardır. Benim ümmetimin fitnesi dünyâyı sevmek ve mal
toplamaktır."
Ahmed-i Bîcân hazretleri
insanlara doğru
yolu göstermeye devam ederken bir gün Ağabeyi Muhammed Bîcân'a;
"Ağabey! İlim ve irfanın ziyâdedir. Tek arzum ve sizden dileğim,
yâdigâr bir eser yazmanız ve bunun her yerde okunmasıdır. Dünyâ geçici,
günlerin ise hiç vefâsı yok." dedi. Muhammed Bîcân hazretleri onun bu
isteği üzerine Megârib-üz Zeman adlı eserini yazdı. Bir süre sonra
Muhammed Bîcân, kardeşine gelerek; "Kardeşim Ahmed! Bizi memnun etmek
istersen Megârib-üz-Zaman'ı Türkçeye tercüme et. Güzel üslûbun ile
herkes istifâde etsin." dedi. Bunun üzerine Ahmed-i Bîcân hazretleri
eseri Envâr-ül-Âşıkîn ismiyle tercüme etti.
Talebelerine bir sohbet
esnasında buyurdu
ki:
Allahü teâlâ, Kur'ân-ı
kerîmde meâlen
buyurdu ki: "Ey îmân edenler! Din uğrundaki eziyetlere sabredin ve
düşmanlarınızla olan savaşlarda üstün gelmek için sabır yarışı yapın.
Sınır boylarında cihad için nöbet bekleşin ve Allah'tan korkun ki,
felah bulasınız." (Âl-i İmrân sûresi: 200). "Sabrediniz." buyurması,
belâlara sabretmeye işârettir. Bu, halk yâni avam içindir. "Nöbet
bekleşin" buyurması, günah işlemeyi terk etmeye işârettir. Bu, havâs
içindir. "Sabır yarışı yapınız" buyurması, İbâdet yapmaya katlanmaya
işârettir. Bu da seçilmişlerin seçilmişlerine mahsustur. Bunun için,
kişinin rahatlığı yakînde, şerefi tevâzuda, saâdeti, kurtuluşu
İslâmdadır. İsmeti, günahsız olması Allahü teâlâya güvenmekte,
akıllılığı dinde, gayreti dünyâyı terk etmektedir. Helakı günah
işlemeye cüret etmekte, pişmanlığı uyumakta, şekâveti cehâlettedir.
Saâdeti ilimdedir. Olgunluğu aşktadır. Güzel yaşaması sabırdadır.
Sabır; halkın içinde nefsânî arzuları terk etmek, yapmamaktır. Eğer
dünyânın bütün belâları onun üzerine gelse "Âh" bile demeyen; vefâdan,
cefâdan, acıdan, zenginlikten ve her çeşit nîmetten dolayı değişmeyen,
mağrûr olmayan ve bunlar karşısında hep aynı kalan kimse sabırlıdır.
Bilakis o, kendini bela mancınığına kor ve kazâ denizine atar. Sonundan
hiç endişe etmez. Vesselâm.
Ahmed-i Bîcan hazretleri
Gelibolu'da
vefât etmiştir. Kaynaklarda vefât târihi ihtilaflı olup, 1453 (H.857)
veya 1455 (H.859) olarak kaydedilmiştir. Ahmed-i Bîcân birçok eser
yazmıştır. Eserlerinde son derece sade bir dil ve anlaşılması kolay ve
akıcı bir üslûb kullanmıştır. Genellikle babasının ve ağabeyinin
yazdıkları Arapça eserleri Türkçeye tercüme ve şerh etmiştir. Başlıca
eserleri şunlardır:
1. Envar-ül-Âşıkîn: Dört-beş
asırdan beri okuna gelmiş, çok sevilip, benimsenen bir eseridir. Eser
1451 senesinde tamamlanmıştır. Eserin çeşitli yazma nüshaları olduğu
gibi, pekçok baskısı da yapılmıştır.
Envâr-ül-Âşıkîn kitabının
tertibi, ana
hatlarıyla beş bölümdür. İçinde şunlar yer almıştır: Varlıkların tertib
ve nizâmı, Âdem aleyhisselâmın yaratılışı, peygamberler ve kıssaları,
ilâhî kitaplar, dünyâ ile ilgili fazîletler, kıyâmet alâmetleri,
Kur'ân-ı kerîm, mahşer, sırat, Cennet, Cehennem, melekler, hûrîler,
gılmanlar, cennetliklerin makamları ve Cennet nîmetleri.
2. Dürr-i Meknûn: Bu
eserini,
insanların, Allahü teâlânın kudretini ve azametini bilmeleri için,
onlara bunu anlatmak gâyesi ile yazdığını belirtmiştir. Bu eser, on
sekiz bölümdür. Gökler, Arş, Kürsî, Cehennem, ay, yıldızlar, güneş,
yeryüzü, ilim, hendese (geometri), iklimler, dağlar, denizler,
şehirler, mescidler, Süleymân aleyhisselâmın tahtı ve saltanatı,
Belkıs'ın saltanatı ve ömürleri, helâke uğrayan beldeler, otlar,
yemişler, sûretler ve kıyâmet alâmetleri anlatılır.
3. Müntehâ Tercümesi: Bu
eser,
Kitâb-ül-Müntehâ el-Müştehâ alel Füsûs adlı eserin şerhinin Türkçeye
tercümesidir. Eserin aslı Muhyiddîn Arabî hazretlerinin Füsûs-ül-Hikem
adlı eseridir. Bunu, Ahmed-i Bîcân'ın ağabeyi Yazıcızâde Muhammed
şerhetmiştir. Arapça olan bu şerhi de Ahmed Bîcân Türkçeye tercüme
etmiştir. Eser otuz bölümdür. Peygamberlerin aleyhimüsselâm makamları,
kıssalar, mîrâc, gazâ etmek, Muhammed aleyhisselâmın gazâları,
şehîdlerin namazının kılınışı, kıyâmet alâmetleri, Cennet, Cehennem,
nebîler, velîler, güneşe göre vakit bulmak, haftanın günleri, çeşitli
sûrelerin tefsîri, Peygamber efendimizin vefâtı, hazret-i Ebû Bekr,
hazret-i Ömer, hazret-i Osman, hazret-i Ali, hazret-i Fâtıma, hazret-i
Hasan ve hazret-i Hüseyin'in vefâtları, Peygamberimizin mübarek
zevceleri gibi konular yeralmıştır.
4. Rûh-ul-Ervah: Peygamberlerin
aleyhimüsselâm kıssalarından bahseden bir eserdir.
5. Bostân-ul-Hakâyık: Bu
eseri
babasının yazdığı Şemsiyye adlı eserin nazım şeklinde tercümesidir.
Bâzı bölümlerini yeniden ele almıştır.
6. Acâib-ül-Mahlûkât: Bu
eseri,
Zekeriyyâ Kazvînî'nin Acâib-ül-Mahlûkât adlı eserini ana kaynak tutarak
hazırlamıştır. Kendi zamânına kadar yazılmış olan coğrafya, kozmoğrafya
ve biyoloji kitaplarından faydalanmıştır. Ay, yıldızlar, göklerdeki
melekler, Azrâil aleyhisselâm, günler, aylar, rüzgârlar, denizler,
deniz canavarları ve denizdeki mahlûkât, çeşmeler, mâdenler, nebatlar,
insan âzâları, cinler, yiyecekler, kuşlar, haşerât gibi daha pek çok
şeyden bahsetmektedir. Coğrafya ile ilgili olan eserin Türkçede ilk
defâ olduğu kayıtlı ise de aynı eser daha önce Rükneddîn Ahmed
tarafından tercüme edilmiştir.
ABDESTSİZ SÜT VERMEDİM
Ahmed-i Bîcân bir gün,
Gelibolu'nun en
büyük câmisinde vâz veriyordu. Herkes huşû içinde söylenenleri
dinliyordu.
"Kardeşlerim! İnsanı
Rabbinden
uzaklaştıran perdelerin en büyüğü, kalbi öldürmek, karartmaktır. Kalbin
ölmesine kararmasına sebep de dünyayı sevmektir. Bir hadîs-i kutsîde
buyruldu ki:"Ey Âdemoğlu! Kanâat et zengin ol. Hasedi terket, râhat ol!
Dünyâyı terket, dînin halis olsun."
Kim gıybeti terkederse,
Allahü teâlâya
karşı olan sevgisi çoğalır. Kim az ve doğru konuşursa, aklı tam olur.
Kim aza kanâat ederse, gerçekten Allahü teâlânın ahdine inanmış olur.
Kim dünyâ için kaygılanırsa Allahü teâlâdan uzaklaşır."
Ahmed-i Bîcân hazretleri vâz
ettiği
kürsüden bir ara başını kaldırdı. Câminin giriş kapısında ağabeyini
gördü. Ayakta bekliyor ve kendisine tebessüm ediyordu. İçeri girip bir
yere oturmamasına hayret etmişti. Sonra mânevî bir huzurla vâzına devâm
etti. Ağabeyinin bu şekilde beklemesi bir türlü aklından çıkmıyordu.
Akşam annesi ile sohbet
ederken bu
aklından çıkmayan şeyin sebebini öğrenmek istedi ve; "Anneciğim! Bugün
dikkatimi çeken bir şey oldu. Vâz ederken ağabeyim câmi kapısında
durmuş, bana bakıyor ve tebessüm ediyordu. Ama içeri girip oturmadı.
Sebebini ondan bir suâl eylesen." dedi. Evlâdını kıramayan anne ertesi
gün büyük oğlu Muhammed Bîcân'a giderek sohbet arasında kardeşinin vâzı
arasında niçin câmiye girmediğini sordu. O da; "Kardeşim âlim, ârif
biridir. Hâcı Bayram-ı Velî hazretlerini görünce bir başka Ahmed oldu.
Sözleri hikmet dolu. Gönülleri alan, ruhları cezbeden bir üslûbu var.
İlminden, irfânından istifâde edenlerin sayısı belli değil. Ben de
mübârek sözlerini dinlemek için gitmiştim. Meleklerin kanatlarını
sererek vâzını dinlediklerini gördüm. Basmamak için içeriye girmedim."
dedi.
Bu duruma çok sevinen annesi,
eve dönerek
durumu küçük oğlu Ahmed-i Bîcân'a anlattı. Ahmed Bîcân sevineceği yerde
durgunlaştı. Bunu fark eden annesi sebebini sorunca; "Ağabeyim
melekleri gördüğü hâlde ben niçin göremiyorum, acabâ sebebi nedir?"
dedi. Annesi hiç beklemediği bu soru karşısında şaşırdı. Ahmed-i Bîcân
hazretleri sonra ilâve etti; "Anneciğim bunun sebebini senin bilmen
lâzım. Biraz düşün bulacaksın." dedi.
Annesi bir süre düşündükten
sonra yaşlı
gözlerle oğluna; "Sen henüz süt emme çağında idin. Namaza durmuştum. O
esnada komşularımdan bir hanım geldi. Sen ağlamaya başladın. Selâm
vermeme de az kalmıştı. Kadıncağız ağlamayasın diye seni emzirmeye
başladı. Selâmı vermemle birlikte mâni oldumsa da sen bir kaç yudum
almıştın. Sonra sordum hanım abdestsiz imiş. Ben seni hiç abdestsiz
emzirmedim. Her halde sebebi odur." dedi. Ahmed Bîcân; "Doğru
söyledin." dedi.
|
|