HÂDİMÎ

Büyük velî, fıkıh ve tasavvuf âlimi. İsmi, Muhammed bin Mustafa, künyesi Mevlânâ Ebû Saîd'dir. 1701 (H.1113) senesinde Konya'nın Hâdim kasabasında doğdu.

Mevlânâ Ebû Saîd Muhammed Hâdimî'nin dedeleri Buhârâlıdır. Dedelerinden Hüsâmeddîn Efendi, Buhârâ'nın tanınmış asîl âilelerinden olup, âlim ve velî bir zâttı. Anadolu'ya gelerek, Hâdim kasabasında yerleşti. Muhammed Hâdimî'nin babası Fahr-er-Rûm (Rûm diyârının seçilmişi, herkesin onunla övündüğü) nâmıyla meşhûr Kara Hacı Mustafa Efendidir. Mustafa Efendi, tanınmış âlimlerdendi.

Muhammed Hâdimî, ilk tahsîlini babasından gördü. On yaşında Kur'ân-ı kerîmi ezberledi. Arabî ve Fârisîyi öğrendi. Babasının emriyle Konya'daKaratay Medresesine yazıldı. Burada beş sene ilim öğrendikten sonra, hocası İbrâhim Efendinin tavsiyesi ile İstanbul'a gitti. İstanbul'da zamânın meşhûr âlimlerinden Kazâbâdî Ahmed Efendiden ilim öğrenerek icâzet aldı. Yirmi yedi yaşında yüksek tahsîlini bitiren Muhammed Hâdimî, dört katır yükü kitapla Hâdim'e döndü. Babasının boş bıraktığı Hâdim Medresesinde ders vermeye başladı.

Kısa zamanda nâmı İstanbul'a kadar varan Muhammed Hâdimî hazretleri, öncePâdişâh Üçüncü Ahmed Han, sonra da Birinci Mahmûd Han tarafından İstanbul'a dâvet edildi.

Hâdimî hazretleri talebelere ders vermenin yanısıra, insanların hidâyete gelmesine, İslâm ahlâkını ve hukûkunu öğrenmesine vesîle olmak için çok çalıştı. Pekçok kitap yazdı. Bu eserlerden, İmâm-ı Birgivî hazretlerinin Tarîkat-ı Muhammediye isimli kitâbına yaptığı şerhi çok kıymetlidir. Bu şerhe Berîka ismini vermiştir. Muhtelif târihlerde sık sık basılmıştır.

Muhammed Hâdimî hazretleri, eserlerine aldığı hadîs-i şerîflerin, sahih olup olmadığını iyice araştırırdı. Eğer şüphelenirse, bizzat Peygamber efendimizden sorup öğrenirdi. Medîne-i münevverede, Ravda-i mutahhera harem ağalığı vazîfesini yapan Beşir Ağa, bu mevzûu şöyle anlattı: "İstanbul'a gelmiştim. Pâdişâh Birinci Mahmûd Han, Harem-i şerîften mâlûmât almak için beni huzûruna çağırmıştı. Hâl hatır sorduktan sonra; "Haremeyn-i şerîfeynde nelere muttalî oldun?" diye suâl ettiler. Ben de gördüklerimi şöyle anlattım: "Hayretle gördüğüm hâdiselerden biri şudur: Ravda-i mutahherada (Peygamber efendimizin mübârek kabr-i şerîflerinde) gece temizlik yapmak için çalışıyordum. Gece yarısına doğru Cebrâil aleyhisselâmın Resûlullah efendimizle görüşmek için geldiği Cibrîl kapısı birden açıldı. Bu saatte gelen kimdir? diye kapıya koştum. Sakallı, nûr yüzlü biri ile karşılaştım. Bana selâm verdi. Selamı aldım ve; "Hoşgeldiniz efendim." dedim. Bana, gâyet sessiz bir şekilde cevap verdikten sonra, Peygamber efendimizin mübârek kabrinin ayak ucuna doğru gitti. Arkasından bakakalmıştım. Orada bir müddet bekledi. Kabr-i şerîfe karşı bâzı şeyler söyledi. Çok dikkat etmeme rağmen anlayamadım. İşi bitince arka arka giderek huzurdan ayrıldı. Çok merâk etmiştim. Yanıma geldiğinde büyük bir edeple; "Siz kimsiniz ve nerelisiniz?" diye sordum. O da; "İsmim Muhammed, Diyâr-ı Rûm'danım. Hâdim'de ikâmet ediyorum." dedi. Bu gece yarısı ziyâretinizin hikmeti nedir?" diye suâl edince de; "İmâm-ı Birgivî'nin Tarîkat-ı Muhammediye isimli kitabını şerh ediyorum. Bir hadîs-i şerîfin sahih olup olmadığında şüpheye düştüm. Hemen gelip gördüğünüz gibi, Resûlullah efendimizin huzûr-ı şerîflerinde, bunu suâl eyledim. Sahih olduğu buyruldu." dedi.

Ondan sonraki günlerde yine aynı saatlerde zaman zaman geldi. Geldiğinde odama götürür kısa bir süre de olsa sohbet ederdik. Artık onunla dost olmuştuk."

Beşir Ağanın konuşmasını hayretle dinleyen Pâdişâh Birinci Mahmûd, Hâdim'e bir haberci göndererek, Muhammed Hâdimî'yi İstanbul'a dâvet etti. Dâvetnâmeyi bizzât Konya Vâlisi Ali Paşa, Hâdim'e giderek takdim etti. O geldiği gün, Pâdişâh ona simâ olarak çok benzeyen birkaç kimseyi daha saraya getirtti. Maksadı Beşir Ağayı imtihân etmekti. Beşir Ağayı da huzûruna çağırdı. Müsâfirlerin huzûra gelmesi bildirildi. Biraz sonra Muhammed Hâdimî ve ona çok benzeyenler odaya girdiler. Beşir Ağa, girenlerin arasından Muhammed Hâdimî'yi göstererek; "Bahsettiğim zât işte budur." dedi. Birinci Mahmûd Han, Hâdimî hazretlerine çok iltifât edip ihsânlarda bulundu.

Muhammed Hâdimî'den Ayasofya Câmisinde bir ders vermesi istendi. Derste pâdişâh, sadrâzam, Hâdimî'nin hocası olan Şeyhülislâm, Müderris Kazâbâdî Ahmed Efendi ve diğer devlet ricâli de bulunacaktı. Hâdimî, hocasının bulunduğu mecliste vâz edemeyeceğini edeple belirterek affını istedi. Ancak şeyhülislâm, irâde-i seniyye (pâdişâh emrinin) bulunduğunu, dersin mutlaka yapılması gerektiğini söyleyerek, onu mahşerî bir kalabalık ile dolu olan Ayasofya Câmisinin kürsüsüne çıkardı.

Sonradan bir risâle hâlinde neşredilen Fâtihâ Tefsîri'ni kürsüde büyük bir vukufla ve şâhâne bir hitâbet örneği hâlinde takrîr edip anlatan Hâdimî'nin bu dersi, hocası olan Şeyhülislâmın sevincinden ağlamasına sebeb oldu. Bu takrirden sonra, Topkapı Sarayına çağrılıp tebrik ve taltîf edilen Hâdimî'ye İstanbul'da kalması teklif edildi. Bu iltifâtlara teşekkür eden ve lisân-ı münâsiple Hâdim'e avdet etmek istediğini arz eyleyen Hâdimî, İstanbul'dan bâzı kitâplar satın alarak, bu defâ iki deve yükü kitapla Hâdim'e döndü.

Bundan sonra, okuyup araştırma ve eğitimin yanısıra, eser yazmaya da başladı. Kur'ân-ı kerîm sûrelerinden bâzılarının ciltler hâlinde tefsîri olan ilk eserlerini, talebeleri temize çekip çoğaltarak, kitap hâline getirdiler. Medresesinde Arabî, Fârisî, usûl-i fıkıh, fıkıh, tefsîr, hadîs, kelâm, edebiyât gibi dersler okuttu. Pekçok âlimin yetişmesine vesîle oldu. Bunların içinde başta oğulları Saîd, Abdullah, Emîn, Nûmân gelmekteydi. Ayrıca "Ayaklı Kütüphâne" lakabıyla anılan Müftîzâde Muhammed Antâkî, İsmâil Gelenbevî, Mehmed Kırkağacî, Hâfız Osman Üskübî, Ahmed Ürgübî, Konyalı İsmâil Hakkı, Hacı İsmâil Kayserî gibi âlimler meşhûr oldular.

Muhammed Hâdimî hazretleri, 1762 (H.1176) senesinde Hâdim'de, son hastalığına yakalanmıştı. Çocuklarını, talebelerini ve dostlarını çağırıp herbiriyle helallaşıp, vedâlaştı. Çocuklarına ve talebelerine vasiyetini bildirdikten sonra; "Vefât ettiğimde, daha önce vasiyet edip anlaştığım kimse gelene kadar beni soyup gaslimi yapmayın." buyurdu. O gece sabaha karşı, talebelerinin Yâsîn-i şerîf kırâatları arasında mübârek rûhunu teslim eyledi. Kuşluk vakti sıralarında daha önce anlaştığı Trabzonlu Hacı Mehmed Efendi gelip, gasil, techîz ve tekfîn işlerini yaptı. Kabrini babası Mustafa Efendinin yanında kazdırdı ve oraya defni yapıldı. Âşıkları, uzak yakın yerlerden gelerek kabrini ziyâret etmektedir.

Mezar taşında şunlar yazılıdır: "Bütün dînî bilgileri kendisinde toplayan ve Târîkat-i Muhammediye kitabını şerheden, âriflerin kutbu, Allahü teâlâya kavuşmak isteyenlere yardım eden Ebû Saîd Muhammed Hâdimî'nin rûhuna Fâtiha."

Hâdimî'nin oğluna yaptığı vasiyeti şöyledir:

Allahü teâlâya hamd, Habîb-i ekremine, âl u eshâbına ve O'nun sünnetlerine tâbi olan ve yolunu sevenlere salât ve selâm olsun.

Ey nasihat kabûl edici, pek aziz oğul Saîd! Allahü teâlâ seni uzun ömür içerisinde sevdiği ve râzı olduğu şeylerle azîz eylesin. Ziyâde ilmin hâsıl edeceği takvâ, istikâmet, korku ile mesûd kılsın.

İmâm-ı Gazâlî'nin de buyurduğu gibi, nasihat etmek kolaydır. Zor olan, onu yerine getirmektir. Çünkü nefsin fıtratında, yaratılışında nefsânî arzu ve istekleri sevmek vardır. Yine nefsin fıtratında, yaratılışında hep kendi temenni ve arzu ettiklerine meyletme vardır. Kişi, sevdiğinin aybına karşı kördür ve kişinin düşmanı, kendi evinin içindedir. Binâenaleyh o düşmanın zarârından ve hîlesinden emin olmak zor ve güç olur. Nefsin kılıcından ve oklarından, ancak kendi Rabbine ve nefsinin Rabbine yalvararak kurtulabilirsin.

Sonra bil ki, ben günahkârım, hatâlı nefsime, sana ve bütün kardeşlerime, bilhassa talebelerime ve sevdiklerime, âlemlerin rabbi olan Allahü teâlânın peygamberlerine, evliyâsına ve bütün kullarına yaptığı tavsiyeyi yaparım. Cenâb-ı Hak Nisâ sûresi 131. âyet-i kerîmesinde meâlen şöyle buyurmuştur: "Sizden önce kitap verilenlere ve size emrettik ki Allahü teâlâdan ittikâ edin (korkun, takvâ sâhibi olun)..."

İmâm-ı Nevevî, El-Minhâc kitabında buyuruyor ki: "Eğer âlemde takvâdan başka hayrı daha çok toplayan, sevâbı daha büyük olan, ubûdiyette, kullukta daha yüksek, kemâle erdirmekte daha evlâ, dilekleri daha çok birleştiren bir haslet olsaydı, Allahü teâlâ onu tavsiye ve emrederdi. Çünkü O, kullarına en merhametli, en şefkatli olan ve en çok nasihat edendir."

İşte bunun için Peygamber efendimizin sevdiklerinden birine yaptığı bir vasiyetinde; "Sana Allahü teâlâdan korkmayı (takvâyı) tavsiye ederim. Çünkü o her şeyin başıdır." buyurmuştur.

Takvâ, dünyâ ve âhiretin hayırlarını toplayan bütün mühim işlere kâfi gelen, insanların ulaşabilecekleri en yüksek derecelere ulaştıran, üzerine ilâve yapılamayacak vazgeçilmeyen bir esastır. Hadîs-i şerîflerde buyruldu ki: "O kökü sâbit, dalları semâda olan güzel bir ağaçtır." ve; "Çirkin bir söz de yerden koparılmış, kökü olmayan kötü bir ağaca benzer." Takvâ her türlü kötülüğü zorluğu ve zihni bulandıran, sarhoş eden şeyleri kökünden sökücüdür. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki: "Allahü teâlâ muttakîlerle (takvâ sâhipleri ile) berâberdir."

O halde sen, Allahü teâlânın râzı olmadığı şeylerden uzuvlarını koruyarak, cenâb-ı Hakk'ı ululayıp, tesbîh ederek, her türlü noksan sıfatlardan uzak bilerek kalbini aydınlat. Bütün gayretini harcayarak ve bütün gücünü sarf ederek onun en üst makâmını elde etmeye, ihtimâm göstermeye çalış. Bu konuda dikkatli ol ve sıkı sıkıya ona bağlan.

Bu ise ancak, yapılması mahzurlu olan şeylere düşmemen ve yapılması mahzurlu olmayan, fakat terki daha iyi olan şeyleri terk etmen sûretiyle mümkün olur. Bu da ancak inanılacak esaslar, amel edilecek hususlar, normal işler ve muâmelâtta (günlük işlerde) zarûrî bir sebeb olmaksızın, ruhsatlardan kaçınman ve İslâmiyetin azimetlerine sarılmaya devâm etmenle mümkündür.

Bu da, dünyâ ehlinden kaçmakla hâsıl olur. Çünkü dünyâya düşkün insanlarla berâber olmak, tecrübe edilmiş bir zehirdir. Onlarla haşır neşir olmak, kesici bir oktur. Onlardan çekin ve hîlelerine karşı müteyakkız, uyanık ol. Onlarla berâber olmak bulaşıcı, tabiat da onu bulaştırıcıdır. Dâvetlerine mümkün mertebe gitme. Onları dost edinmekten yüz çeviren biri demiştir ki: "Onların zararlarının en azı, kendilerine yaptığın ziyâretler sebebiyle, vakitlerini çalmalarıdır." Vakit de senin malının sermâyesidir. Ondan bir an geçer de, ömrün müddetince, askerleriyle birlikte meliklerin hazinelerini sarf etsen bile, onu tekrar ele geçirmek mümkün değildir.

Hazret-i Ali'den gelen bir sözde denilmiştir ki: "Ahâlisi senden şikâyetçi olan bir beldede oturma. Zîrâ sen onlarla berâber olmakla küçülürsün." Ahlâkı ve sireti güzel, salâh ve tevâzuu görülen kimse ile arkadaşlık etmek çok güzel olduğu gibi, bu kötülüklere karşı keskin bir panzehirdir ve muazzam bir iksirdir. Sen böyle bir kimsenin sohbetinde hattâ mümkünse hizmetinde bulun. Sen onlardan olmasan da, ahlâkıyla ahlâklanmak, gidişât ve hikmetlerini anlamak maksadıyla sâlihleri sev.

Haramlardan çekindiğin gibi şüphelilerden de uzak dur. Çünkü haramlar, şüphelilerle sâbit olur. Nitekim: "Kim şüpheli şeye düşerse, harama da düşer." hadîs-i şerîfi bunu göstermektedir. Kimin söylediğine bakma, ne söylediğine bak. Dünyâdan az bir şeye kanâat et. Çünkü kimin gâyesi, kendisine kâfi gelecek şey olursa, o hususta olanın en azı bile kendine yeter. Eğer gâyesi zengin olmak ise, onu ihtiyaçsız kılmak mümkün değildir, vâdiler altın olsa, başka bir vâdi ister.

Dedenin vefâtından sonra, rüyâda tavsiye ve nasihat isteyen babana yaptığı vasiyeti al. O şöyle demişti:

Şunlar sana nasihat olarak kâfidir. Bak benim yanımda dünyâ malından bir şey var mı? Dünyâya kıymet verme. Ona ve dünyâ ehline ihtiyacını açma. İhtiyaç gösterirsen, her şeye muhtaç olmaktan kurtulamaz, ömrün boyunca düşkün ve aşağı olursun ve hiçbir şey elde edemezsin. İhtiyâcını yalnız Rabbine aç ve dâimâ O'nun emrine uy. İşte o zaman her şey sana muhtâc olur ve her şey hattâ pâdişâhlar senin peşine düşer. Bunlar nasihatların anasıdır, onlarla amel edersen hiç bir şeye muhtâc olmazsın."

Kalk git. Ömrünü seni ilgilendiren faydalı şeylerde harca. Fırsat varken, seni ilgilendirmeyen mâlâyâni şeylerde zâyi etme. Şu hadîs-i kudsîye sarıl: "Ey dünyâ, bana hizmet edene, sen de hizmet et. Sana hizmet edeni ise yor." Kim dünyâya tâbi olursa, felâh bulamaz. Âhirette ise kurtuluşa eremez. Dünyâdan ve ona düşkün olanlardan, arslandan kaçtığın gibi kaç. En yüksek olanı, en alçak olanla ifsâd etme. Sermâyeni bâki zillette olan amellere harcama. Resûlullah efendimizin şu hadîsini düşün; "Dünyâ için, orada kalacağın kadar çalış. Âhiretin için de orada kalacağın kadar amel et. Allahü teâlâ için, O'na ihtiyâcın miktarınca amel eyle. Cehennem için, ona sabredebileceğin kadar günâh işle. Dilediğin gibi yaşa; muhakkak ki sen öleceksin. Dilediğini sev, muhakkak ki ayrılacaksın. Dilediğini yap, muhakkak sûrette sen onun karşılığını göreceksin."

Peygamber efendimizin şu hadîsine de dikkat et: "Dünyâda sanki bir garip veya bir yolcu gibi ol." O halde ömrünü boş şeylerle zâyi etme. Tâatlere, ibâdetlere devâm et. Özellikle tefekkür, düşünme, tecvid ve edeple Kur'ân okuma gibi en fazîletlilerini yap. Şüphesiz ki bu, Allahü teâlâ ile konuşma gibidir.

(Farzlarla berâber) nâfilelere devâm et. Teheccüd namazını kıl. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen şöyle buyurmaktadır: "Şüphesiz, gece kalkışı daha tesirli ve o zaman okumak daha elverişlidir." Yine meâlen buyuruyor ki: "Ey Muhammed! Geceleyin uyanıp, yalnız sana mahsus olarak fazladan namaz kıl. Tâ ki Rabbin (âhirette) seni övülecek bir makâma yükselte."

Bâzı âlimler demişlerdir ki: Geceleri ihyâ etmek, Allahü teâlânın aşağıdaki âyet-i kerîmesinde işâret buyrulan hakîki saltanat ve mülktür: "Ey Muhammed! De ki! Mülkün sâhibi olan Allah'ım! Mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden çekip alırsın. Dilediğini azîz kılar, dilediğini alçaltırsın. İyilik elindedir. Doğrusu sen, her şeye kâdirsin."

İnsanlara davranışın, hilm, sevgi, merhamet, şefkat, rıfk, yumuşaklık, tevazu ve kötülüğü affetme gibi güzel ahlâkla olsun. Sevgili Peygamberimiz; "Fazîletlerin en üstünü, senden kesilene gitmen, seni mahrûm bırakana vermen, sana zulmedeni affetmen, sana kötülük yapana iyilik etmendir." buyurmuşlardır.

Sükûtu tercih et. Çünkü güzel huyların efendisi, âlimin zîneti, ibâdeti yükseltendir. Dilini sana lâyık olmayan şeylerden koru. Sana iyi davranmayanları bırakıp, kendine lâyık bir arkadaş seç. Gaybleri bilen Allahü teâlânın nazargâhı olan bâtını, kalbi harâb edecek şekilde, zâhirinin zînetlenmesi için çalışma.

Vaktin darlığı bu kadarla yetinmeyi îcâb ettirdi. Eğer daha fazla bilgi almak istersen selefin nasihatlarına mürâcaat et. İmâm-ı A'zam'ın birinci talebesi ve Hanefî mezhebinin ikinci imâmı olan Ebû Yûsuf'la yaptığı ve El-Eşbah ven-Nazâir kitabının sonunda yazılan nasihatlar, İmâm-ı Gazâlî'nin Eyyühe'l-Veled kitabındaki nasihatları İmâm-ı Süyûtî ve diğer âlimlerin nasihatları gibi. Eğer tevfik yetişirse, inşâallahü teâlâ gerisi tamamlanır.

Bu vasiyeti, bereket kazanmak için nasihat kitabı yap. Her şeyin üstünde tut. Ona tekrar bak. Umulur ki, onunla nefsini tezkiye eder, temizler, bize diri iken de, ölü iken de duâ edersin. Allahü teâlâ, bizi mârifetini tatmakla rızıklandırsın ve o şekilde öldürsün. Sen, Allahü teâlânın, en üstün Nebîsine kâmil olarak tâbi olmalısın. O'na ve tâbilerine en üstün tehiyye ve selâm olsun."

Muhammed Hâdimî hazretlerinin mühürlerinde şu yazı vardı:

"Ey bâr-i Hudâ be Hakkı hestî,
Şeş çîz merâ medet firistî,
İlim u amel, ferağ-ı destî.
Îmân u emân, ten dürüstî.
Mezhebi Nu'mân, Es-Seyid Muhammed."

Mânâsı: "Yâ Rabbî! Varlığın hakkı için şu altı şeyi bana ihsân eyle: Îmân, vücûd sıhhati, ilim, amel ve ihlâs, cömertlik ve emirlerini yapabilmek. Hanefî mezhebinden Seyyid Muhammed."

Muhammed Hâdimî hazretlerinin insanlığın saâdeti için hazırladığı eserleri pek çoktur. Bunlardan bâzıları şunlardır:

1) El-Berîkat-ül-Mahmûdiyye fî Şerhi Tarîkat-il-Muhammediyye, 2) Dürer Hâşiyesi, 3) Hâşiyetün alâ Tefsîr-i Sûret-in Nebe' lil-Beydâvî, 4) Risâletün fî Sülûk-in-Nakşibendiyye, 5) Risâlet-ül-Huşû'i fis-Salâti, 6) Risâletün fî Hakk-ıl-Istihlaf, 7) Arâyis-ün-Nefâisi fî İlm-il-Mantık, 8) Menâfî-ud-Dekâik fî Şerhi Mecâmi-ul-Hakâik. Bu eseri Mecelle'nin küllî kâidelerine kaynak olmuştur.

İŞTE BENİ GÖRÜYORSUN YA

Muhammed Hâdimî, Rum diyârının seçilmiş âlimlerinden olan mübârek babası Mustafa Efendinin kabrini ziyârete gitmişti. Kabrinin başında Yâsîn sûresini okuyup sevâbını, Peygamber efendimize bütün peygamberlere (aleyhimüsselâm), Eshâb-ı kirâma (radıyallahü anhüm) ve bütün ehl-i îmânın rûhlarıyla birlikte, babasının da rûhuna hediye etti. Sonra murâkabeye dalmış halde beklerken, Allahü teâlânın izniyle babası âniden mezarından kalktı. Çok heyecanlandı. Onu bu şekilde ilk defâ görüyordu. Sessizce bir müddet bekledikten sonra, ondan nasihat istedi. "İşte beni görüyorsun ya. Dünyânın sebep ve alâkalarından hiçbir şey fayda vermiyor. Geçim husûsunda hırs ve kötü emelden sakınarak, cenâb-ı Hakk'a tevekkül et ve O'nun verdiklerine râzı ol! Dünyâda sebeplerini yaratanı unutup, ihtiyâcını, görünüşte buna sebeb olan kula bildirirsen, cenâb-ı Hak seni elinden bir şey gelmeyene muhtâc eder. Eğer ihtiyâcını herkese söylemeden sâdece Allahü teâlâya arz edersen, dünyâ bile sana muhtac olur." dedi.

1) Tabakât-ül-Usûliyyîn; c.3, s.116
2) Osmanlı Müellifleri; c.1, s.296
3) El-A'lâm; c.7, s.68
4) Esmâ-ül-Müellifîn; c.2, s.313
5) Mu'cem-ül-Matbûat; s.808
6) Mu'cem-ül-Müellifîn; c.11, s.301
7) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı) s.1080
8) Rehber Ansiklopedisi; c.7, s.17
9) İslâm Ahlâkı
10) İslâm ÂlimleriAnsiklopedisi; c.16, s.334
11) Osmanlı Târihi Ansiklopedisi; c.3, s.138
12) Hâdimî ve Hâdimîler; s.85
13) El-Mecmû fil-Meşhûd; s.46