HÂDİMÎ
Büyük
velî, fıkıh ve tasavvuf âlimi. İsmi, Muhammed bin Mustafa, künyesi
Mevlânâ Ebû Saîd'dir. 1701 (H.1113) senesinde Konya'nın Hâdim
kasabasında doğdu.
Mevlânâ Ebû Saîd Muhammed Hâdimî'nin
dedeleri Buhârâlıdır. Dedelerinden Hüsâmeddîn Efendi, Buhârâ'nın
tanınmış asîl âilelerinden olup, âlim ve velî bir zâttı. Anadolu'ya
gelerek, Hâdim kasabasında yerleşti. Muhammed Hâdimî'nin babası
Fahr-er-Rûm (Rûm diyârının seçilmişi, herkesin onunla övündüğü) nâmıyla
meşhûr Kara Hacı Mustafa Efendidir. Mustafa Efendi, tanınmış
âlimlerdendi.
Muhammed Hâdimî, ilk tahsîlini babasından
gördü. On yaşında Kur'ân-ı kerîmi ezberledi. Arabî ve Fârisîyi öğrendi.
Babasının emriyle Konya'daKaratay Medresesine yazıldı. Burada beş sene
ilim öğrendikten sonra, hocası İbrâhim Efendinin tavsiyesi ile
İstanbul'a gitti. İstanbul'da zamânın meşhûr âlimlerinden Kazâbâdî
Ahmed Efendiden ilim öğrenerek icâzet aldı. Yirmi yedi yaşında yüksek
tahsîlini bitiren Muhammed Hâdimî, dört katır yükü kitapla Hâdim'e
döndü. Babasının boş bıraktığı Hâdim Medresesinde ders vermeye başladı.
Kısa zamanda nâmı İstanbul'a kadar varan
Muhammed Hâdimî hazretleri, öncePâdişâh Üçüncü Ahmed Han, sonra da
Birinci Mahmûd Han tarafından İstanbul'a dâvet edildi.
Hâdimî hazretleri talebelere ders
vermenin yanısıra, insanların hidâyete gelmesine, İslâm ahlâkını ve
hukûkunu öğrenmesine vesîle olmak için çok çalıştı. Pekçok kitap yazdı.
Bu eserlerden, İmâm-ı Birgivî hazretlerinin Tarîkat-ı Muhammediye isimli
kitâbına yaptığı şerhi çok kıymetlidir. Bu şerhe Berîka ismini
vermiştir. Muhtelif târihlerde sık sık basılmıştır.
Muhammed Hâdimî hazretleri, eserlerine
aldığı hadîs-i şerîflerin, sahih olup olmadığını iyice araştırırdı.
Eğer şüphelenirse, bizzat Peygamber efendimizden sorup öğrenirdi.
Medîne-i münevverede, Ravda-i mutahhera harem ağalığı vazîfesini yapan
Beşir Ağa, bu mevzûu şöyle anlattı: "İstanbul'a gelmiştim. Pâdişâh
Birinci Mahmûd Han, Harem-i şerîften mâlûmât almak için beni huzûruna
çağırmıştı. Hâl hatır sorduktan sonra; "Haremeyn-i şerîfeynde nelere
muttalî oldun?" diye suâl ettiler. Ben de gördüklerimi şöyle anlattım:
"Hayretle gördüğüm hâdiselerden biri şudur: Ravda-i mutahherada
(Peygamber efendimizin mübârek kabr-i şerîflerinde) gece temizlik
yapmak için çalışıyordum. Gece yarısına doğru Cebrâil aleyhisselâmın
Resûlullah efendimizle görüşmek için geldiği Cibrîl kapısı birden
açıldı. Bu saatte gelen kimdir? diye kapıya koştum. Sakallı, nûr yüzlü
biri ile karşılaştım. Bana selâm verdi. Selamı aldım ve; "Hoşgeldiniz
efendim." dedim. Bana, gâyet sessiz bir şekilde cevap verdikten sonra,
Peygamber efendimizin mübârek kabrinin ayak ucuna doğru gitti.
Arkasından bakakalmıştım. Orada bir müddet bekledi. Kabr-i şerîfe karşı
bâzı şeyler söyledi. Çok dikkat etmeme rağmen anlayamadım. İşi bitince
arka arka giderek huzurdan ayrıldı. Çok merâk etmiştim. Yanıma
geldiğinde büyük bir edeple; "Siz kimsiniz ve nerelisiniz?" diye
sordum. O da; "İsmim Muhammed, Diyâr-ı Rûm'danım. Hâdim'de ikâmet
ediyorum." dedi. Bu gece yarısı ziyâretinizin hikmeti nedir?" diye suâl
edince de; "İmâm-ı Birgivî'nin Tarîkat-ı Muhammediye isimli
kitabını şerh ediyorum. Bir hadîs-i şerîfin sahih olup olmadığında
şüpheye düştüm. Hemen gelip gördüğünüz gibi, Resûlullah efendimizin
huzûr-ı şerîflerinde, bunu suâl eyledim. Sahih olduğu buyruldu." dedi.
Ondan sonraki günlerde yine aynı
saatlerde zaman zaman geldi. Geldiğinde odama götürür kısa bir süre de
olsa sohbet ederdik. Artık onunla dost olmuştuk."
Beşir Ağanın konuşmasını hayretle
dinleyen Pâdişâh Birinci Mahmûd, Hâdim'e bir haberci göndererek,
Muhammed Hâdimî'yi İstanbul'a dâvet etti. Dâvetnâmeyi bizzât Konya
Vâlisi Ali Paşa, Hâdim'e giderek takdim etti. O geldiği gün, Pâdişâh
ona simâ olarak çok benzeyen birkaç kimseyi daha saraya getirtti.
Maksadı Beşir Ağayı imtihân etmekti. Beşir Ağayı da huzûruna çağırdı.
Müsâfirlerin huzûra gelmesi bildirildi. Biraz sonra Muhammed Hâdimî ve
ona çok benzeyenler odaya girdiler. Beşir Ağa, girenlerin arasından
Muhammed Hâdimî'yi göstererek; "Bahsettiğim zât işte budur." dedi.
Birinci Mahmûd Han, Hâdimî hazretlerine çok iltifât edip ihsânlarda
bulundu.
Muhammed Hâdimî'den Ayasofya Câmisinde
bir ders vermesi istendi. Derste pâdişâh, sadrâzam, Hâdimî'nin hocası
olan Şeyhülislâm, Müderris Kazâbâdî Ahmed Efendi ve diğer devlet ricâli
de bulunacaktı. Hâdimî, hocasının bulunduğu mecliste vâz edemeyeceğini
edeple belirterek affını istedi. Ancak şeyhülislâm, irâde-i seniyye
(pâdişâh emrinin) bulunduğunu, dersin mutlaka yapılması gerektiğini
söyleyerek, onu mahşerî bir kalabalık ile dolu olan Ayasofya Câmisinin
kürsüsüne çıkardı.
Sonradan bir risâle hâlinde neşredilen
Fâtihâ Tefsîri'ni kürsüde büyük bir vukufla ve şâhâne bir hitâbet
örneği hâlinde takrîr edip anlatan Hâdimî'nin bu dersi, hocası olan
Şeyhülislâmın sevincinden ağlamasına sebeb oldu. Bu takrirden sonra,
Topkapı Sarayına çağrılıp tebrik ve taltîf edilen Hâdimî'ye İstanbul'da
kalması teklif edildi. Bu iltifâtlara teşekkür eden ve lisân-ı
münâsiple Hâdim'e avdet etmek istediğini arz eyleyen Hâdimî,
İstanbul'dan bâzı kitâplar satın alarak, bu defâ iki deve yükü kitapla
Hâdim'e döndü.
Bundan sonra, okuyup araştırma ve
eğitimin yanısıra, eser yazmaya da başladı. Kur'ân-ı kerîm sûrelerinden
bâzılarının ciltler hâlinde tefsîri olan ilk eserlerini, talebeleri
temize çekip çoğaltarak, kitap hâline getirdiler. Medresesinde Arabî,
Fârisî, usûl-i fıkıh, fıkıh, tefsîr, hadîs, kelâm, edebiyât gibi
dersler okuttu. Pekçok âlimin yetişmesine vesîle oldu. Bunların içinde
başta oğulları Saîd, Abdullah, Emîn, Nûmân gelmekteydi. Ayrıca "Ayaklı
Kütüphâne" lakabıyla anılan Müftîzâde Muhammed Antâkî, İsmâil
Gelenbevî, Mehmed Kırkağacî, Hâfız Osman Üskübî, Ahmed Ürgübî, Konyalı
İsmâil Hakkı, Hacı İsmâil Kayserî gibi âlimler meşhûr oldular.
Muhammed Hâdimî hazretleri, 1762 (H.1176)
senesinde Hâdim'de, son hastalığına yakalanmıştı. Çocuklarını,
talebelerini ve dostlarını çağırıp herbiriyle helallaşıp, vedâlaştı.
Çocuklarına ve talebelerine vasiyetini bildirdikten sonra; "Vefât
ettiğimde, daha önce vasiyet edip anlaştığım kimse gelene kadar beni
soyup gaslimi yapmayın." buyurdu. O gece sabaha karşı, talebelerinin
Yâsîn-i şerîf kırâatları arasında mübârek rûhunu teslim eyledi. Kuşluk
vakti sıralarında daha önce anlaştığı Trabzonlu Hacı Mehmed Efendi
gelip, gasil, techîz ve tekfîn işlerini yaptı. Kabrini babası Mustafa
Efendinin yanında kazdırdı ve oraya defni yapıldı. Âşıkları, uzak yakın
yerlerden gelerek kabrini ziyâret etmektedir.
Mezar taşında şunlar yazılıdır: "Bütün
dînî bilgileri kendisinde toplayan ve Târîkat-i Muhammediye kitabını
şerheden, âriflerin kutbu, Allahü teâlâya kavuşmak isteyenlere yardım
eden Ebû Saîd Muhammed Hâdimî'nin rûhuna Fâtiha."
Hâdimî'nin oğluna yaptığı vasiyeti
şöyledir:
Allahü teâlâya hamd, Habîb-i ekremine, âl
u eshâbına ve O'nun sünnetlerine tâbi olan ve yolunu sevenlere salât ve
selâm olsun.
Ey nasihat kabûl edici, pek aziz oğul
Saîd! Allahü teâlâ seni uzun ömür içerisinde sevdiği ve râzı olduğu
şeylerle azîz eylesin. Ziyâde ilmin hâsıl edeceği takvâ, istikâmet,
korku ile mesûd kılsın.
İmâm-ı Gazâlî'nin de buyurduğu gibi,
nasihat etmek kolaydır. Zor olan, onu yerine getirmektir. Çünkü nefsin
fıtratında, yaratılışında nefsânî arzu ve istekleri sevmek vardır. Yine
nefsin fıtratında, yaratılışında hep kendi temenni ve arzu ettiklerine
meyletme vardır. Kişi, sevdiğinin aybına karşı kördür ve kişinin
düşmanı, kendi evinin içindedir. Binâenaleyh o düşmanın zarârından ve
hîlesinden emin olmak zor ve güç olur. Nefsin kılıcından ve oklarından,
ancak kendi Rabbine ve nefsinin Rabbine yalvararak kurtulabilirsin.
Sonra bil ki, ben günahkârım, hatâlı
nefsime, sana ve bütün kardeşlerime, bilhassa talebelerime ve
sevdiklerime, âlemlerin rabbi olan Allahü teâlânın peygamberlerine,
evliyâsına ve bütün kullarına yaptığı tavsiyeyi yaparım. Cenâb-ı Hak
Nisâ sûresi 131. âyet-i kerîmesinde meâlen şöyle buyurmuştur: "Sizden
önce kitap verilenlere ve size emrettik ki Allahü teâlâdan ittikâ edin (korkun,
takvâ sâhibi olun)..."
İmâm-ı Nevevî, El-Minhâc kitabında
buyuruyor ki: "Eğer âlemde takvâdan başka hayrı daha çok toplayan,
sevâbı daha büyük olan, ubûdiyette, kullukta daha yüksek, kemâle
erdirmekte daha evlâ, dilekleri daha çok birleştiren bir haslet
olsaydı, Allahü teâlâ onu tavsiye ve emrederdi. Çünkü O, kullarına en
merhametli, en şefkatli olan ve en çok nasihat edendir."
İşte bunun için Peygamber efendimizin
sevdiklerinden birine yaptığı bir vasiyetinde; "Sana Allahü
teâlâdan korkmayı (takvâyı) tavsiye ederim. Çünkü o her şeyin
başıdır." buyurmuştur.
Takvâ, dünyâ ve âhiretin hayırlarını
toplayan bütün mühim işlere kâfi gelen, insanların ulaşabilecekleri en
yüksek derecelere ulaştıran, üzerine ilâve yapılamayacak vazgeçilmeyen
bir esastır. Hadîs-i şerîflerde buyruldu ki: "O kökü sâbit, dalları
semâda olan güzel bir ağaçtır." ve; "Çirkin bir söz de yerden
koparılmış, kökü olmayan kötü bir ağaca benzer." Takvâ her türlü
kötülüğü zorluğu ve zihni bulandıran, sarhoş eden şeyleri kökünden
sökücüdür. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki: "Allahü
teâlâ muttakîlerle (takvâ sâhipleri ile) berâberdir."
O halde sen, Allahü teâlânın râzı
olmadığı şeylerden uzuvlarını koruyarak, cenâb-ı Hakk'ı ululayıp,
tesbîh ederek, her türlü noksan sıfatlardan uzak bilerek kalbini
aydınlat. Bütün gayretini harcayarak ve bütün gücünü sarf ederek onun
en üst makâmını elde etmeye, ihtimâm göstermeye çalış. Bu konuda
dikkatli ol ve sıkı sıkıya ona bağlan.
Bu ise ancak, yapılması mahzurlu olan
şeylere düşmemen ve yapılması mahzurlu olmayan, fakat terki daha iyi
olan şeyleri terk etmen sûretiyle mümkün olur. Bu da ancak inanılacak
esaslar, amel edilecek hususlar, normal işler ve muâmelâtta (günlük
işlerde) zarûrî bir sebeb olmaksızın, ruhsatlardan kaçınman ve
İslâmiyetin azimetlerine sarılmaya devâm etmenle mümkündür.
Bu da, dünyâ ehlinden kaçmakla hâsıl
olur. Çünkü dünyâya düşkün insanlarla berâber olmak, tecrübe edilmiş
bir zehirdir. Onlarla haşır neşir olmak, kesici bir oktur. Onlardan
çekin ve hîlelerine karşı müteyakkız, uyanık ol. Onlarla berâber olmak
bulaşıcı, tabiat da onu bulaştırıcıdır. Dâvetlerine mümkün mertebe
gitme. Onları dost edinmekten yüz çeviren biri demiştir ki: "Onların
zararlarının en azı, kendilerine yaptığın ziyâretler sebebiyle,
vakitlerini çalmalarıdır." Vakit de senin malının sermâyesidir. Ondan
bir an geçer de, ömrün müddetince, askerleriyle birlikte meliklerin
hazinelerini sarf etsen bile, onu tekrar ele geçirmek mümkün değildir.
Hazret-i Ali'den gelen bir sözde
denilmiştir ki: "Ahâlisi senden şikâyetçi olan bir beldede oturma. Zîrâ
sen onlarla berâber olmakla küçülürsün." Ahlâkı ve sireti güzel, salâh
ve tevâzuu görülen kimse ile arkadaşlık etmek çok güzel olduğu gibi, bu
kötülüklere karşı keskin bir panzehirdir ve muazzam bir iksirdir. Sen
böyle bir kimsenin sohbetinde hattâ mümkünse hizmetinde bulun. Sen
onlardan olmasan da, ahlâkıyla ahlâklanmak, gidişât ve hikmetlerini
anlamak maksadıyla sâlihleri sev.
Haramlardan çekindiğin gibi şüphelilerden
de uzak dur. Çünkü haramlar, şüphelilerle sâbit olur. Nitekim: "Kim
şüpheli şeye düşerse, harama da düşer." hadîs-i şerîfi bunu
göstermektedir. Kimin söylediğine bakma, ne söylediğine bak. Dünyâdan
az bir şeye kanâat et. Çünkü kimin gâyesi, kendisine kâfi gelecek şey
olursa, o hususta olanın en azı bile kendine yeter. Eğer gâyesi zengin
olmak ise, onu ihtiyaçsız kılmak mümkün değildir, vâdiler altın olsa,
başka bir vâdi ister.
Dedenin vefâtından sonra, rüyâda tavsiye
ve nasihat isteyen babana yaptığı vasiyeti al. O şöyle demişti:
Şunlar sana nasihat olarak kâfidir. Bak
benim yanımda dünyâ malından bir şey var mı? Dünyâya kıymet verme. Ona
ve dünyâ ehline ihtiyacını açma. İhtiyaç gösterirsen, her şeye muhtaç
olmaktan kurtulamaz, ömrün boyunca düşkün ve aşağı olursun ve hiçbir
şey elde edemezsin. İhtiyâcını yalnız Rabbine aç ve dâimâ O'nun emrine
uy. İşte o zaman her şey sana muhtâc olur ve her şey hattâ pâdişâhlar
senin peşine düşer. Bunlar nasihatların anasıdır, onlarla amel edersen
hiç bir şeye muhtâc olmazsın."
Kalk git. Ömrünü seni ilgilendiren
faydalı şeylerde harca. Fırsat varken, seni ilgilendirmeyen mâlâyâni
şeylerde zâyi etme. Şu hadîs-i kudsîye sarıl: "Ey dünyâ, bana
hizmet edene, sen de hizmet et. Sana hizmet edeni ise yor." Kim
dünyâya tâbi olursa, felâh bulamaz. Âhirette ise kurtuluşa eremez.
Dünyâdan ve ona düşkün olanlardan, arslandan kaçtığın gibi kaç. En
yüksek olanı, en alçak olanla ifsâd etme. Sermâyeni bâki zillette olan
amellere harcama. Resûlullah efendimizin şu hadîsini düşün; "Dünyâ
için, orada kalacağın kadar çalış. Âhiretin için de orada kalacağın
kadar amel et. Allahü teâlâ için, O'na ihtiyâcın miktarınca amel eyle.
Cehennem için, ona sabredebileceğin kadar günâh işle. Dilediğin gibi
yaşa; muhakkak ki sen öleceksin. Dilediğini sev, muhakkak ki
ayrılacaksın. Dilediğini yap, muhakkak sûrette sen onun karşılığını
göreceksin."
Peygamber efendimizin şu hadîsine de
dikkat et: "Dünyâda sanki bir garip veya bir yolcu gibi ol." O
halde ömrünü boş şeylerle zâyi etme. Tâatlere, ibâdetlere devâm et.
Özellikle tefekkür, düşünme, tecvid ve edeple Kur'ân okuma gibi en
fazîletlilerini yap. Şüphesiz ki bu, Allahü teâlâ ile konuşma gibidir.
(Farzlarla berâber) nâfilelere devâm et.
Teheccüd namazını kıl. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen şöyle
buyurmaktadır: "Şüphesiz, gece kalkışı daha tesirli ve o zaman
okumak daha elverişlidir." Yine meâlen buyuruyor ki: "Ey
Muhammed! Geceleyin uyanıp, yalnız sana mahsus olarak fazladan namaz
kıl. Tâ ki Rabbin (âhirette) seni övülecek bir makâma
yükselte."
Bâzı âlimler demişlerdir ki: Geceleri
ihyâ etmek, Allahü teâlânın aşağıdaki âyet-i kerîmesinde işâret
buyrulan hakîki saltanat ve mülktür: "Ey Muhammed! De ki! Mülkün
sâhibi olan Allah'ım! Mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden çekip
alırsın. Dilediğini azîz kılar, dilediğini alçaltırsın. İyilik
elindedir. Doğrusu sen, her şeye kâdirsin."
İnsanlara davranışın, hilm, sevgi,
merhamet, şefkat, rıfk, yumuşaklık, tevazu ve kötülüğü affetme gibi
güzel ahlâkla olsun. Sevgili Peygamberimiz; "Fazîletlerin en
üstünü, senden kesilene gitmen, seni mahrûm bırakana vermen, sana
zulmedeni affetmen, sana kötülük yapana iyilik etmendir." buyurmuşlardır.
Sükûtu tercih et. Çünkü güzel huyların
efendisi, âlimin zîneti, ibâdeti yükseltendir. Dilini sana lâyık
olmayan şeylerden koru. Sana iyi davranmayanları bırakıp, kendine lâyık
bir arkadaş seç. Gaybleri bilen Allahü teâlânın nazargâhı olan bâtını,
kalbi harâb edecek şekilde, zâhirinin zînetlenmesi için çalışma.
Vaktin darlığı bu kadarla yetinmeyi îcâb
ettirdi. Eğer daha fazla bilgi almak istersen selefin nasihatlarına
mürâcaat et. İmâm-ı A'zam'ın birinci talebesi ve Hanefî mezhebinin
ikinci imâmı olan Ebû Yûsuf'la yaptığı ve El-Eşbah ven-Nazâir kitabının
sonunda yazılan nasihatlar, İmâm-ı Gazâlî'nin Eyyühe'l-Veled kitabındaki
nasihatları İmâm-ı Süyûtî ve diğer âlimlerin nasihatları gibi. Eğer
tevfik yetişirse, inşâallahü teâlâ gerisi tamamlanır.
Bu vasiyeti, bereket kazanmak için
nasihat kitabı yap. Her şeyin üstünde tut. Ona tekrar bak. Umulur ki,
onunla nefsini tezkiye eder, temizler, bize diri iken de, ölü iken de
duâ edersin. Allahü teâlâ, bizi mârifetini tatmakla rızıklandırsın ve o
şekilde öldürsün. Sen, Allahü teâlânın, en üstün Nebîsine kâmil olarak
tâbi olmalısın. O'na ve tâbilerine en üstün tehiyye ve selâm olsun."
Muhammed Hâdimî hazretlerinin
mühürlerinde şu yazı vardı:
"Ey bâr-i Hudâ be Hakkı hestî,
Şeş çîz merâ medet firistî,
İlim u amel, ferağ-ı destî.
Îmân u emân, ten dürüstî.
Mezhebi Nu'mân, Es-Seyid Muhammed."
Mânâsı: "Yâ Rabbî! Varlığın hakkı için şu
altı şeyi bana ihsân eyle: Îmân, vücûd sıhhati, ilim, amel ve ihlâs,
cömertlik ve emirlerini yapabilmek. Hanefî mezhebinden Seyyid Muhammed."
Muhammed Hâdimî hazretlerinin insanlığın
saâdeti için hazırladığı eserleri pek çoktur. Bunlardan bâzıları
şunlardır:
1) El-Berîkat-ül-Mahmûdiyye fî Şerhi
Tarîkat-il-Muhammediyye, 2) Dürer Hâşiyesi, 3) Hâşiyetün alâ Tefsîr-i
Sûret-in Nebe' lil-Beydâvî, 4) Risâletün fî Sülûk-in-Nakşibendiyye, 5)
Risâlet-ül-Huşû'i fis-Salâti, 6) Risâletün fî Hakk-ıl-Istihlaf, 7)
Arâyis-ün-Nefâisi fî İlm-il-Mantık, 8) Menâfî-ud-Dekâik fî Şerhi
Mecâmi-ul-Hakâik. Bu eseri Mecelle'nin küllî kâidelerine
kaynak olmuştur.
İŞTE BENİ GÖRÜYORSUN YA
Muhammed Hâdimî, Rum diyârının seçilmiş
âlimlerinden olan mübârek babası Mustafa Efendinin kabrini ziyârete
gitmişti. Kabrinin başında Yâsîn sûresini okuyup sevâbını, Peygamber
efendimize bütün peygamberlere (aleyhimüsselâm), Eshâb-ı kirâma
(radıyallahü anhüm) ve bütün ehl-i îmânın rûhlarıyla birlikte,
babasının da rûhuna hediye etti. Sonra murâkabeye dalmış halde
beklerken, Allahü teâlânın izniyle babası âniden mezarından kalktı. Çok
heyecanlandı. Onu bu şekilde ilk defâ görüyordu. Sessizce bir müddet
bekledikten sonra, ondan nasihat istedi. "İşte beni görüyorsun ya.
Dünyânın sebep ve alâkalarından hiçbir şey fayda vermiyor. Geçim
husûsunda hırs ve kötü emelden sakınarak, cenâb-ı Hakk'a tevekkül et ve
O'nun verdiklerine râzı ol! Dünyâda sebeplerini yaratanı unutup,
ihtiyâcını, görünüşte buna sebeb olan kula bildirirsen, cenâb-ı Hak
seni elinden bir şey gelmeyene muhtâc eder. Eğer ihtiyâcını herkese
söylemeden sâdece Allahü teâlâya arz edersen, dünyâ bile sana muhtac
olur." dedi.
1) Tabakât-ül-Usûliyyîn; c.3, s.116
2) Osmanlı Müellifleri; c.1, s.296
3) El-A'lâm; c.7, s.68
4) Esmâ-ül-Müellifîn; c.2, s.313
5) Mu'cem-ül-Matbûat; s.808
6) Mu'cem-ül-Müellifîn; c.11, s.301
7) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49.
Baskı) s.1080
8) Rehber Ansiklopedisi; c.7, s.17
9) İslâm Ahlâkı
10) İslâm ÂlimleriAnsiklopedisi; c.16,
s.334
11) Osmanlı Târihi Ansiklopedisi; c.3,
s.138
12) Hâdimî ve Hâdimîler; s.85
13) El-Mecmû fil-Meşhûd; s.46