HAKÎM SÜLEYMÂN ATA
Türkistan
evliyâsının büyüklerinden. Asıl adı Süleymân'dır. Yerleştiği yere
nisbetle Bağırgânî de denilmektedir. Yazmış olduğu manzumelerde kendisi
Süleymân, Kul-Süleymân, Süleymân Bağırgânî, Hakîm, Hakîm Süleymân,
Hakîm Hâce ve Hakîm Hâce Süleymân isimlerini kullanmıştır. HocaAhmed
Yesevî'nin talebe ve müridlerinden olup, aynı zamanda onun üçüncü ve
Türkler arasında en tanınmış halîfesidir. Doğum târihi bilinmemektedir.
1186 (H.582) senesinde vefât etti.
Süleymân, daha küçük bir çocukken
hocaların huzûruna vardı. Kur'ân-ı kerîm dersleri almaya başladı.
Kur'ân-ı kerîmi boynuna asmaz, eliyle başı üstünde tutarak hürmetle
taşırdı. Allahü teâlânın kelâmı olan Kur'ân-ı kerîme çok hürmet
gösteren bu küçücük çocuk, okutulduğu mektebe sırtını da dönmezdi.
Yüzünü mektebe, arkasını eve dönmüş olarak eve kadar giderdi. Bir gün
AhmedYesevî hazretleri, onun bu hâlini gördü. Çok hoşuna
gitti.Hocasının ve annesinin rızâsıyla Süleymân'ıKur'ân-ı kerîm
öğretmek için yanına aldı. On beş yaşına gelince, Ahmed Yesevî
hazretlerine tam talebe oldu.
Bir gün Hızır aleyhisselâm, Hoca Ahmed
Yesevî hazretlerinin yanına geldi. Ahmed Yesevî hazretleri, aralarında
Süleymân'ın da bulunduğu birkaç çocuğu odun getirmeleri için gönderdi.
Odunları toplayıp dönecekleri sırada, yağmur yağmaya başladı. Odunların
hepsi ıslandı. Yalnız elbisesiyle odunları örttüğü için Süleymân'ın
getirdiği odunlar kuru kaldı. O kuru odunlarla, diğerleri de tutuştu.
Hızır aleyhisselâm, odunların niçin ıslanmadığını sordu, o da,
elbisesiyle örttüğünü söyledi. Bu cevap Hızır aleyhisselâmın çok hoşuna
gitti. Süleymân'a;
"Bundan sonra adın Hakîm olsun!" dedi. Sonra ona hayır duâda bulundu.
Hakîm Süleymân'ın içi, birden nûra gark oldu. Hızır aleyhisselâm, onun
feyzinden diğer insanların da istifâde etmesini emir buyurunca,
hikmetler (manzûmeler) söylemeye başladı. Ahmed Yesevî hazretlerinden
duyduklarını, şiirlerle diğer insanlara aktardı.
Bir Kurban bayramı günü, Ahmed Yesevî
hazretlerinin dergâhında bütün sevenleri toplandı. Hoca Ahmed Yesevî
imâm oldu. Namaza başladılar. Cemâatte, Hakîm Ata ile Sûfî Muhammed
Dânişmend de vardı. Namaz esnâsında Hoca'dan bir ses çıktı. Cemâat;
"İmâmın abdesti bozuldu." diyerek namazı terk etti. Hakîm Ata hiç
çekinmeden namazına devâm etti. Sûfî Muhammed Dânişmend de, Hakîm
Ata'ya bakarak devâm etti. Hoca selâm verince;
"Ben sizin bu yoldaki derecenizi anlamak istedim. O ses benden değil,
belime soktuğum ağaç parçasından çıktı. Sizin bu halinizden, benim bir
tek mürîdim, bir de yarım mürîdim olduğu anlaşıldı." deyip, Hakîm
Ata'ya;
"Yarın seher vakti sana bir deve gelecek, ona bin, nerede durursa orada
inersin." buyurdu. Ertesi sabah seher vaktinde bir deve geldi. Hakîm
Ata, deveye binip yularını salıverdi. Deve bildiği gibi gitti. Harezm
taraflarında bir yerde çöktü. Kaldırmak istedi, kalkmadı ve bağırdı.
Bundan dolayı oraya Bağırgan, Hakîm Ata'ya da Süleymân Bağırganî
dediler.
Hakîm Ata, devesinden indi. Orası Buğra
Hânın at sürülerinin otladığı bir yerdi. At sürücüleri, onu buradan
kovmak istediler. O da;
"Ben bir garîb dervişim, başka bir yere gitmem!" dedi. Onlar da,
ellerindeki şeylerle onun üstüne saldırdılar. Hakîm Ata, ağaçlara
seslenip onları tutmalarını istedi. Ağaçlar, Hakîm Ata'nın üstüne
saldıranları dallarıyla sardılar. İki tânesi kaçıp, hâli Buğra Hana
anlattılar. Buğra Han, velîleri seven sâlih bir kimseydi. Bu habere çok
memnun oldu.
"Üç gündür erenlerin mübârek kokularını alıyordum. Demek, memleketimizi
bir Allah dostu şereflendirmiş." deyip, durumu öğrenmek için
adamlarından birini gönderdi. O kimse Hakîm Ata'ya gelip hâlini
öğrendi.
Bu sırada ağaçlardan; "Allah dostlarına
saldıranlar böyle olur!" diye bir ses gelip, at sürücüleri serbest
bırakıldı. Buğra Han da hâle vâkıf olunca, Hakîm Ata'nın gönlünü almak
ve Allahü teâlânın rızâsına yakın olmak için kızını ona verdi. Kızının
adı Anber olup, çok güzeldi. Çeyiz olarak da birçok deve, koyun ve at
verdi. Hakîm Ata kabûl etti. Buğra Han ve yardımcıları ona mürîd,
talebe oldular. O da Bağırgan'a yerleşti. Çok meşhûr olup, o beldeleri
yıllarca nûruyla aydınlattı. Eline geçen malı da Allah yolunda harcadı.
Burada, Anber Ana'dan; Muhammed Hoca, Asgar Hoca, Hubbî Hoca adlarında
evlâtları oldu. Birçok talebe yetiştirdi. Halîfeleri arasında Zengi Ata
meşhûr oldu. 1186 yılında vefât eden Hakîm Ata Harezm'de Bağırgan'a
(Akkurgan) defnedildi.
Hak yolu, Resûlullah efendimizin
sünnetine tam tâbi olarak, sâde bir şekilde insanlara aktarması, örnek
ahlâkı, güzel şiirleri ve yüksek hâlleri ile meşhûr olan Hakîm Ata,
Türkler arasında âdetâ destanlaştı. Önceki bir günâhına keffâret
olarak, kabrinin üstünden kırk yıl su akacağı bildirilmişti. Vefât
ettikten sonra, Bağırgan'ı Amuderya (Ceyhun) Nehri bastı. Hakîm Ata'nın
türbesinin üstünden kırk yıl su aktı. Sonra sular çekildi. Türbenin
nerede olduğunu kimse bilmiyordu.
Bir gece Hakîm Ata, HocaCelâleddîn
nâmında bir kimsenin rüyâsında göründü:
"Beni arayıp bul, üstüme türbe yapıp îmâr et!" dedi. Bu mânevî işâret
üzerine, Hoca Celâleddîn, yanına birçok mal alıp bir kervanla Türkistan
tarafına yola çıktı. Daha sonra Bağırgan'a döndü. Bu esnâda şiddetli
bir fırtına çıkıp, kervandaki bütün malları dağıttı. Güneş doğup
ortalık aydınlanınca, Celâl Hoca bir dağın tepesine çıkıp etrâfına
bakındı. Karşı dağın tepesinde bir kadın gördü. Yanına varıp, Hakîm
Ata'nın türbesini sordu. Kadın bilmediğini söyleyip, onu ihtiyar bir
kadının yanına götürdü. İhtiyar kadın;
"Oralar su altında kaldı. Türbe kayboldu. Şimdi sular çekildi. Bize
yakın bir yerde bir süs ağacı peydâ oldu. Gece etrâfında geyikler
toplanır, seher vaktine kadar durup ziyâret ederler. Oralardan
geçenler, zikir sesleri duyduklarını söylerler. Belki de orasıdır."
dedi. Celâl Hoca, gece vakti söylenen yere gitti. Geyikleri görüp,
zikir seslerini işitti. Oracıkta uyuya kaldı. Hakîm Ata rüyâsına girdi.
"Yattığın yerden yedi ayak ileri gel ve orayı kaz, bir hasır çıkar,
onun altında bir deste gül vardır, işte orası benim kabrimdir. Giden
malın için de tasalanma, hepsi falanca handadır. Onları al gel,
üstümüzü îmâr et, kendin de bize komşu ol." dedi. Celâl Hoca uyanınca,
söylenileni yaptı. Mezarı bulup bir nişan koydu. Mallarını gidip aldı.
Harzem'den ustalar getirip, orada bir türbe ve imâret yaptı. Kendisi de
oraya yerleşip, tâliplere ilim öğretip, Hak âşıklarına feyzler saçtı.
Hakîm Süleymân Ata'nın Orta Asya'da hâlen
harâretle okunmakta olan Bağırgan Kitabı, Âhirzaman Kitabı ve Meryem
Kitabı gibi eserleri mevcuttur. O, ayrıca Kul Süleymân, Hakîm
Süleymân, Hakîm Hoca Süleymân ve Hakîm Ata gibi çeşitli mahlaslarla
hece vezninde hikmetler, şiirler söylemiştir. Bu şiirlerinde Peygamber
efendimizin mîrâcı ve vefâtı, Cennet ile Cehennem'in münâzarası,
Cennet'te akan dört nehirden ancak tövbe edenlerin içebileceği,
tövbesizlere onun yerine zakkum zehri verileceği, kıyâmetin ahvâli, Hak
korkusu, Mûsâ aleyhisselâmın Hızır aleyhisselâma mürid olması,
dervişlerin ve dervişliğin fazîletleri ve dünyânın fâniliğini
anlatmaktadır.
Hakîm Süleymân Ata'nın zaman zaman
talebelerine söylediği şu iki sözü de söylene söylene günümüze kadar
gelmiştir.
"Her
gördüğünü Hızır bil, her geceyi kadir bil."
"Herkes
yahşî (güzel, iyi) biz yaman, herkes buğday biz saman."
1) Hazînet-ül-Asfiyâ, Mevlânâ Gulam Lâhorî
2) Hakîm Ata Kitabı, Kazan Üniversitesi, 1901
3) Reşehât Ayn-ül-Hayât; s.16
4) Nesâyimü'l-Mehabbe; s.384
5) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.7, s.298
6) İslâm Târihi Ansiklopedisi; c.5, s.90