HAKÎM-İ TİRMİZÎ
Âlim ve
evliyânın büyüklerinden. İsmi Muhammed bin Ali bin Hasan bin Bişr,
künyesi Ebû Abdullah'tır. Hakîm lakabıyla tanındı. Tirmiz'de doğdu.
Doğum târihi bilinmemektedir. 932 (H.320) senesi Nişâbûr'da şehîd
edildi.
Hakîm-i Tirmizî küçük yaşta tahsil
hayâtına başladı. Babasından teşvik ve destek gördü. Doğduğu şehir olan
Tirmiz'de Kuteybe bin Saîd, Sâlih bin Abdullah Tirmizî, Sâlih bin
Muhammed es-Sa'dî, Hasan bin Ömer bin Şakîk, Yahyâ bin Mûsâ, Utbe bin
Abdullah Mervezî, İbâd bin Yâkûb Ravagânî, Muhammed bin AliŞakîk,
Süfyân binVekî', Yâkûb bin Şeybe, Yâkûb bin Devrekî ve başkalarından
hadîs-i şerîf öğrendi.
İlim öğrenme arzusu ile yandığı gençlik
günlerinde bir gün, iki arkadaşıyla anlaşıp başka yerlere gitmek,
oralarda ilmini arttırmak ve Allahü teâlânın rızâsını kazanmak istedi.
Bu karar ve anlaşmayı annesine açıkladı. Annesi buna çok üzüldü ve;
"Yavrucuğum! Ben zayıf, kimsesiz ve hastayım. Benim hizmetlerimi sen
yapıyorsun. Beni yalnız, çâresiz kime bırakıyorsun?" dedi. Bu sözler
üzerine genç Muhammed bin AliTirmizî'nin gönlüne dert düştü ve
arkadaşlarıyla yaptığı anlaşmayı bozup seferden vazgeçti. İki arkadaşı
ise onu yalnız bırakıp, ilim tahsîli için yola çıktılar. Buna
ziyâdesiyle üzülen Muhammed bin Ali, ne annesinden ayrılabildi, ne de
gönlünden ilim aşkını silip atabildi. Yalnız kaldığı zamanlarda, tenhâ
yerlerde uzun uzun ağlardı. Yine bir gün mezarlıkta oturmuş ağlıyor,
hem de; "Ben burada câhil ve ilimden mahrûm kaldım, arkadaşlarım âlim
gelecekler." diye düşünüyordu. Gözlerinden yaşlar boşandığı bir sırada
âniden nûrânî yüzlü, tatlı sözlü bir ihtiyar çıkageldi ve; "Yavrum niye
ağlıyorsun?" diye sorunca, başından geçenleri anlattı. Bunun üzerine;
"Kısa zamanda o iki arkadaşını ilimde geçmen için, her gün sana ders
vermemi arzu eder misin?" diye sordu. "Evet arzu ederim." cevâbını
verdi.Bunun üzerine bu tatlı sözlü, nur yüzlü mübârek ihtiyar, Muhammed
bin Ali'ye her gün ders verdi. Üç yıl devamlı ders okudu. Üç yıl sonra,
bu mübârek zâtın Hızır aleyhisselâm olduğunu anladı. Sonradan kendisi;
"Bu büyük devlet, annemin rızâsı ve duâsı bereketiyle ihsân olundu."
buyurmuştur. Her Pazar gecesi Hızır aleyhisselâm ona gelir, mânevî
hallerini birbirlerine anlatırlardı.
Hakîm-i Tirmizî yirmi yedi yaşındayken
hac ibâdeti için Mekke-i mükerremeye gitti. Bu yolculuğunu kendisi
şöyle anlatır: "Bir zaman gönlümdeKâbe-i muazzamayı ziyâret arzusu
uyandı. Aşkla yola çıktım. Irak ve Basra'ya uğradım. Mekke'de hac
zamânına kadar kaldım. Kâbe'de Mültezem denilen yerde sabahlara kadar
duâ ile meşgûl oldum. Sonra duâlarımın kabûl edildiğini anladım.
Kalbime, lüzumsuz şeylerden sıyrılma arzusu doğdu. Rabbime, beni ıslah
etmesini, dünyâlık şeylerden uzaklaştırmasını ve bir de Kur'ân-ı kerîmi
ezberlemeyi nasîb etmesini istedim." Bunun üzerine Hakîm-i Tirmizî,
daha Mekke'de iken Kur'ân-ı kerîmi ezberlemeye başladı ve Tirmiz'e
dönüşünde de kısa bir süre içinde ezberini tamamladı.
Hakîm-i Tirmizî ilmî çalışmaları yanında
mânevî ilimlerde de üstün bir dereceye kavuştu. Ebû Türâb Nahşebî,
İbn-i Celâ gibi velîlerle sohbet edip onlardan istifâde etti. Feyz ve
bereketlerine kavuştu. Kendisinden de çok kimseler istifâde ettiler.
Ebü'l-Hasan Ali el-Kâdî, Ebü'l-Hüseyin Muhammed Yahyâ bin Mensûr, Ebû
Ali Nişâbûrî ve başkaları kendisinden ilim öğrenip hadîs-i şerîf
rivâyetinde bulundular.
Hakîm-i Tirmizî'nin pekçok kerâmeti
görüldü.
Hakîm-i Tirmizî hazretleri çok sayıda
kitap yazdı. Bâzıları yazdığı kitapları beğenmediler. Bunun üzerine o
yazdığı kitapları Ceyhun Nehrine attı. Büyük balıklar kitapları alıp
muhâfaza ettiler. İki sene kadar sonra kitapları istedi. Balıklar
kitapları suyun yüzüne çıkardılar. Kitaplara bakıldığında hiç suya
düşmemiş gibi, hattâ bir noktası dahi bozulmamış görüldü. Kitaplarını
beğenmeyenler gelip kendisinden özür dilediler ve tövbe ettiler.
Zamânında zâhid olduğunu söyleyen birisi
Hakîm-i Tirmizî'nin büyüklüğüne inanmaz ve îtirâz ederdi. Hakîm-i
Tirmizî'nin evinden başka bir şeyi yoktu. Dünyâda sâhib olduğu tek şey
bu küçük ev olup onun da kapısı yoktu ve girişinde bir perde asılıydı.
Bir ara evinden ayrılıp bir yere gitmişti. Dönüşünde kaldığı yere bir
köpeğin girip yavruladığını gördü. Belki yavrularını alıp buradan çıkar
diye birçok kere kulübesine gitti geldi. O gece, onun büyüklüğünü inkâr
eden kişi rüyâsında Peygamber efendimizi gördü. Resûlullah efendimiz
ona; "Ey kişi! Evine giren bir köpeği çıkarmak için, kendiliğinden
çıkar diye köpekten ricâda bulunarak, seksen defâ gelip giden bir zâtla
kendini eşit mi tutuyorsun? Eğer ebedî saâdete kavuşmak istiyorsan, git
onun hizmetine kavuş." buyurdu. Bunun üzerine, bu kişi Hakîm-i
Tirmizî'nin huzûruna geldi özür dileyerek affına sığındı ve ölünceye
kadar hizmetinden ayrılmadı.
Hakîm-i Tirmizî hazretleri Hızır
aleyhisselâmla görüşürdü. Lâkin uzun bir zaman Hızır aleyhisselâmı
görememişti. Bir gün, temiz yeni elbiseler giymiş, sarığını sarmış
câmiye giderken bir mesele yüzünden kendisine kızan bir kadının evinin
önünden geçiyordu. Kadın, çocuğunun kirli elbiselerini yıkamış, leğen
de pis su ile dolmuştu. Hakîm-i Tirmizî'yi evinin önünden geçerken
görünce, leğendeki suyu olduğu gibi üzerine attı. Her tarafı necâset ve
idrarlı su ile ıslandı. Bunun üzerine Hakîm-i Tirmizî hazretleri hiçbir
şey söylemediği gibi, başını kaldırıp bakmadı bile. Biraz sonra Hızır
aleyhisselâm geldi ve; "Sen bu hakâret ve kötülüğe katlanıp, sabredip
hiçbir şey söylemediğin için bizi gördün." buyurdu.
Sünnet-i seniyyeye tam uyan, ilmiyle
âmil, ümmet-i Muhammed'in büyüklerinden bir zât olan Hakîm-i Tirmizî,
herkesin dili ile öğülmüş, medhedilmiştir. İnce mânâları açıklama ve
îzâh husûsunda bir üstâd, hadîs ilminde ise sika (sağlam, güvenilir)
bir âlimdi. Sözleri kâmil, hilmi (yumuşaklığı) pek ziyâde, şefkati çok
ve ahlâkı pek güzeldi. Peygamber efendimizin mübârek ahlâkı onda
görülürdü. Meşhûr Keşf-ül-Mahcûb kitabının sâhibi Hucvurî;
"Hakîm-i Tirmizî çok büyük, mübârek bir zâttır. Benim yanımda öyle bir
kıymeti vardır ki, kalbim tamâmen ona bağlanmıştır. Benim üstâdım onun
için "Muhammed bin Ali, tek olan iri bir incidir. Cihanda eşi az
bulunur." buyurdu." demiştir. Çok kıymetli ve mânâlı sözlerinden
dolayı, Hakîm-i evliyâ (velîlerin hikmetli söz söyleyenlerinden) ismi
verilmiştir.
Hikmetli sözleri çoktur. Birgün
kendisine; "Îsâr nedir?" diye sordular. Cevâbında; "Başkalarının
lezzetini ve rahatlığını, kendi lezzet ve rahatlığına tercih etmektir."
buyurdu.
"Şükür nedir?" diye sordular. Cevâbında;
"Şükür; gönlünün, nimet veren Allahü teâlâya tam bağlı olmasıdır."
buyurdu.
Huşû sâhibi olanların kimler olduğu
sorulduğu zaman: "Huşû sâhibi olanlar; arzu ateşi sönen, kalbindeki
arzu ve maksaddan tad alma dumanı sükûnet bulan, kalbi İslâmiyete
hürmet ve tâzim nurları saçan, böylece nefsin arzuları ve şehvetleri
ölen, fakat kalbi ve rûhu dirilen; bunun için de âzâları ve bedeni,
huşû' ve sükûnet içinde bulunanlardır." cevâbını verdi.
Kendisine, "Îmânın gitmesine en çok sebeb
olan günah nedir?" diye sordular. Buyurdu ki: "Üç günah vardır:
Birincisi; îmân nîmetine kavuştuğuna şükretmemek. İkincisi; îmânın
gitmesinden korkmamak. Üçüncüsü; müminleri incitmek ve onlara eziyet
etmek. Biliniz ki, Peygamber efendimiz; "Haksız yere bir müslümanı
incitmek, Kâbeyi yetmiş defa yıkmaktan daha büyük günahtır."
buyurdular.
Allahü teâlânın sevgili kullarından
soruldukta; "Evliyâyı küçük görmek, Allahü teâlâyı tanımanın azlığından
ileri gelir. Her makâmın kendisine has bir ehli vardır. Kim bir makâma
çıkmak arzu ettiği halde, o makâmın ehline yâni o makamdakilere hürmet
etmezse, o makamdan hâsıl olacak bereketten mahrum olur. Ayrıca
ulaştığı makam, yavaş yavaş o kimseyi helâke sürükler." Çünkü yolda
yürürken düşen bir kimsenin düşmesi ile, bir binânın beşinci katından
düşmek arasında çok fark vardır. Kalbin kıymetini ve vaktin
ehemmiyetini şu sözleriyle beyân etti ve: "Kalbin ve vaktin, sana bir
sermayedir. Fakat sen kalbini kötü zanlarla (Allahü teâlânın
sevgisinden başka şeylerle) doldurdun. Vaktini de mâlâyânî, boş ve
faydasız şeylerle geçirdin. İflâs etmiş, sermâyesini kaybetmiş olan bir
kimse, nasıl kâr edebilir?" buyurdu.
"Kalblerin kemâli, Allahü teâlâdan
korkmaktaki kemâl ile, nefslerin itminâna kavuşması (azgınlık ve
taşkınlıktan kurtulması) da, takvânın (haramlardan uzaklaşmanın) kemâli
iledir."
"Dünyâ; hükümdarlar için gelin, zâhidler
için aynadır. Hükümdarlar onunla güzelleşir, zâhidler ise âfetlerine
bakarak ondan uzaklaşıp terk ederler."
"Allahü teâlânın kullarına ve dînine
hizmet edecek olanların, tevâzu ve teslimiyet sâhibi olması şarttır."
"Nefsin, sende mevcud olduğu hâlde, sen
Allahü teâlâyı tanımak istiyorsun. Halbuki senin nefsin, daha kendisini
dahi tanımış değildir, Rabbini nasıl tanıyacak?"
"İslâmiyetin, müslümanlığın aslı şu iki
şeydir: Allahü teâlânın yapmış olduğu iyilik ve ihsânı görmek (ona göre
şükretmek), diğeri ise hicrân, yâni âhirette çok fecî ve acıklı bir
hâle düşmek korkusu."
"Allahü teâlâ kullarının rızkına kefil
olmuştur. Kullarına da tevekkül etmeyi emretmiştir. O hâlde insanlar,
Allahü teâlânın kefil olduğu şeyle uğraşmayıp, teklif ettiği şeylere,
yâni O'nun dînine hizmete koşmalıdırlar."
"Kimin arzusu din, yâni âhiret olursa;
bu hayırlı düşüncesi hürmetine, dünyevî işleri de âhiret işi hâline
gelir. Bir kimsenin düşüncesi de dünyâ olursa; niyetinin bozukluğu
sebebiyle, âhiret işleri de dünyâ işi hâline gelir."
Kendisine nefsin kötülüğünden
sorulduğunda o; "Şeytanın insana, gâfil olduğu bir zamanda yaptığı
zarar, yüz aç kurdun, bir koyun sürüsüne yaptığı zarardan daha
fazladır. İnsanın nefsinin kendisine yaptığı zarar da, yüz şeytanın
yaptığı zarardan fazladır." buyurdu.
"Allahü teâlânın zikri ve O'na ibâdetle
öyle meşgûl olmalı ki, O'ndan herhangi bir şey istemeye fırsat
kalmamalıdır."
"Her kim, haram bir kuruşu alacaklısına
iâde ederse, nübüvvetten bir nûra kavuşur." buyurdu.
Hakîm-i Tirmizî; tefsîr, hadîs, fıkıh,
kelâm ve tasavvuf ilimlerinde kıymetli pekçok eser telif etmiştir. Bu
hususta kendisi şöyle anlatır: "Yazdığım kitapları, bana isnâd edilsin,
bunun kitapları denilsin diye telif etmedim. Fakat haller beni
kaplayıp, kendimden geçtiğim zamanlar, telif ile teselli bulurdum."
Böylece yazdığı eserleri, Allahü teâlânın yardımı ile telif ettiğini
beyân buyurdu.
Pekçok risâleleri mevcut olmakla berâber,
yazdığı meşhûr kitapları; Kitâb-ül-Furûk, Hatm-ül-Vilâye ve
İ'lel-üş-Şer'iyye, Nevâdir-ül-Üsûl fî Ehâdîs-ür-Resûl,
Gars-ül-Muvahhidîn, Erriyâdatü ve Edeb-ün-Nefs, Gavr-ül-Umûr,
El-Menâhî, Şerh-üs-Salât, El-Mesâil-ül-Meknûne, El-Ekyâs
ve'l-Mu'terrîn, Beyân-ül-Fark Beyn-es-Sadr, El-Akl ve'l-Hevâ'dır.
Bunların dördü hâriç, diğerleri basılmıştır.
O HÂLDE ATMADIN
Ebû Bekr Verrâk anlatır: Hakîm-i Tirmizî
bana cüzler ve bir risâle vererek: "Al bunları Ceyhun Nehrine at."
buyurdu. Bunları aldım, fakat atmaya gönlüm râzı olmadı, götürüp evime
gizleyerek yanına geldim. "Attın mı?" diye sordu ve: "Ne gördün?" dedi.
"Hiçbir şey görmedim." dedim. "O halde onu atmadın, tekrar git ve onu
suya at." dedi. Hemen geri döndüm. Fakat hem atmanın acısı, hem de
göreceğim şeylerin heyecanı beni şaşırtmıştı. Evden cüzleri ve risâleyi
aldım, suya attım. Derhal su ikiye ayrıldı. Kapağı açık bir sandık
meydana çıktı. Attığım cüzler ve risâle içine düştü ve sandığın kapağı
kapandı, su da eski hâlini aldı. Hakîm-i Tirmizî'nin yanına geldim ve
gördüğüm şeylerin hepsini anlattım." "Tamam şimdi atmışsın." buyurdu.
"Efendim bağışlayınız. Allahü teâlânın hakkı için bu işin sırrını bana
anlatınız." dedim. Cevâbında; "Büyüklerin ilmine (tasavvufa) dair bir
risâle telif etmiştim. Onun ince mânâlarını keşf ve idrakten akıl
âcizdi. Bunu, kardeşim Hızır aleyhisselâm benden istedi. O sandığı onun
emri ile bir balık oraya getirdi. Allahü teâlâ da suya, bu sandığı ona
ulaştırması için emir verdi." buyurdu.
1) Tekziret-ül-Evliyâ; s.248
2) Nefehât-ül-Üns; s.169
3) Risâle-i Kuşeyrî; s.127
4) Tabakât-ül-Kübrâ; c.1, s.101
5) Hilyet-ül-Evliyâ; c.10, s.233
6) Tabakât-üş-Şâfiiyye; c.2, s.245
7) Tabakât-üs-Sûfiyye; s.217
8) Büdüvvûşân
9) Sıfat-üs-Safve; c.4, s.146
10) Tabakât-ı Ensârî; s.253
11) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.1, s.100
12) Brockelman; Gal.1, s.163, 199
13) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.4,
s.124