|
Mahdumzade Ebü'l Kasım |
Hindistan'da yetişen büyük velîlerden. İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin
torunu olan Kayyûm-i zamân Muhammed Sibgatullah hazretlerinin ilk oğlu,
Urvet-ül-vüskâ Muhammed Ma'sûm-i Fârûkî'nin de torunudur. 1645 (H.1055)
senesinde doğdu. 1671 (H.1082) senesinde vefât etti. Dedesi Muhammed
Ma'sûm-i Fârûkî Serhendî'nin yanında medfûndur.
Muhammed Ma'sûm-i Fârûkî hazretleri, bu torununu kendi oğullarından
saymıştır. Hattâ kitaplarını ve diğer eşyâlarını oğullarına taksim
ettiği zaman, kendi oğullarına verdiği kadar bu torununa da pay verdi.
Bu torununa olan şefkât ve muhabbeti yazıya ve söze sığmaz. Ebü'l-Kâsım
da yüksek dedesini öyle sever, onu öyle arardı ki bundan fazlası
tasavvur olunamazdı. Seven, sevdiğinin her kemâlinden pay aldığına ve
mahbûba, sevdiğine uymağı kendine mutlak gerekli bildiğine ve ona
uymakta elinden geldiği kadar kusur etmediğine göre onun kemâlâtına,
yüksekliklerine bürünmüş olur. Bunun böyle olduğu pek açıktır. Çünkü,
uyanın, uyduğu zâtın kemâlâtından, üstünlüklerinden kısa zamanda büyük
pay alması pek kolaydır.
İşte Şeyh Ebü'l-Kâsım da yüksek dedesine uymakla, ona mahsus olan
Ma'sûmî kemâlâtına kavuştu. O büyük zâtın üstünlüklerinden, yüksek
derecelerinden pay alarak, yüce makamlara kavuştu. Sâhib olduğu bu
yüksek kemâlât ile insanlara faydalı olmak, onların bu yolda
ilerlemelerine rehberlik etmek üzere, icâzet (diploma) ve hilafet aldı.
En yüksek mânevî derecelere çıkmak ve insanları bu derecelere
kavuşturmak bahtiyarlığına ulaştı. İmâm-ı Muhammed Ma'sûm tarafından
yüksek işâretlere, üstün müjdelere kavuştu. Bu müjde ve işâretler
İmâm-ı Muhammed Ma'sûm'un Mektûbât'ında bulunan ve bu kıymetli
torununa yazılan mektuplardan anlaşılmaktadır.
Ebü'l-Kâsım, yüksek dereceler sâhibi olan amcası Muhammed Ubeydüllah-ı
Serhendî'den de okuyup ilim öğrenmişti. Muhammed Ubeydüllah buyurdu ki:
"İnsanlara göre, Ebü'l-Kâsım bu fakîrden ders alıyor, ilim öğreniyor.
Fakat müdrike kuvveti yâni anlayış kâbiliyeti ve yaradılışındaki
istidât sebebiyle öyle incelikler buluyor, öyle derin mânâlara
kavuşuyor ki, sanki o ders okutuyor gibi oluyor."
Bu amcasından ve yüksek dedesinden başka, zamânında bulunan başka büyük
zâtlardan da okuyup ilim öğrenen Şeyh Ebü'l-Kâsım, maddî ve mânevî
fazîlet ve kemâlâtı kendinde topladı. İnce mânâlı çok güzel şiirleri de
mevcud olup, bir beyti şöyledir:
"Güzelliğini görmeyen gözü söküp atarım,
Kaş mihrâbının altında nasıl hissiz yatarım."
Şeyh Ebü'l-Kâsım, yüksek dedesi Muhammed Ma'sûm hazretlerinin
vefâtından üç sene sonra, Ekberâbâd beldesine gitmişti. Orada vefât
etti. Cenâzesini Serhend'e getirip yüksek dedesinin yakınında
defnettiler.
MERT İSEN, KÖTÜLÜK YAPANA İYİLİK YAP
Urvet-ül-vüskâ Muhammed Ma'sûm-i Fârûkî hazretlerinin üç cildlik
Mektûbât kitabında bu torununa yazılmış mektuplar vardır. İkinci cild,
123'üncü mektup, bu mektuplardan biridir. Burada buyruluyor ki:
"Allahü teâlâya hamd olsun! O'nun sevdiği, seçtiği kullarına selâm
olsun! Kıymetli mektubunuz geldi. Bizi çok sevindirdiniz. Huzur ve safâ
hâsıl olduğunu yazıyorsunuz. Ne iyi bir haber! Fitne ateşi ne kadar
söndürülür, bastırılırsa, o kadar iyidir. Dostlardan, sevdiklerinden
insanlık îcâbı bir kusur, sevgiye uymayan, ters düşen bir şey meydana
gelirse, bağışlamalı, iyiliklerini, iyi taraflarını görmelidir.
Mısra':
"Mert isen, kötülük yapana, iyilik yap."
Derler ki, bir kimse, bir kimsenin yanında, bir kimsenin bir
kötülüğünden bahsetmiş. O da; "Biz, bize iyiliğine bakarız. İyiliği
kötülüğünden fazla ise, iyiliklerini alır, kötülüklerini geçeriz.
Nitekim efendi de kölesine böyledir. O hâlde kulun, kula karşı nasıl
olması îcâbettiğini bundan kıyas etmelidir" demiştir.
Yazıyorsunuz ki, bâzı sâlihler, bâzı haberler getirdi. Hüsn-i zan
gereği, sözlerine inandım. Bu yüzden kalbim ağırlandı. Deriz ki: İlim
sâhibinin böyle söylemesi, hayret vericidir. Onların sözlerini, hüsn-i
zanla kabûl etmişsiniz ve hüsn-i zan etmeğe lâyık olan diğer tarafa da
hüsn-i zan etmemişsiniz. Dedikodu yapanın sözü kabûl edilmez, red
edilir.
Kenz-ül Hafi kitabında diyor ki: Hâlid bin Sinân; "Dedikoduyu kabûl
etmek, dedikodudan daha kötüdür. Çünkü dedikodu; günaha yol göstermek,
onu kabûl, yâni onu dinlemek ise, izin vermek, onu tasdîk etmektir. Bir
şeye delâlet eden ile, onu kabûllenip, hükmeden bir değildir. O hâlde
dedikodu yapanın azâbı, sâdece dedikodusudur. Eğer doğru ise,
ayıplamasında, bir kimsenin gizli bir şeyini ortaya dökmek, hürmetini
gidermek, nâmusuyla oynamak vardır. Yalan ise, Allahü teâlâya karşı
gelmek, yalan ve iftirâ söz ile şeytana uymaktır. Sana bir kimse gelip,
filân kimse, senin hakkında şöyle şöyle dedi, senin için şöyle şöyle
yaptı dese, bu durumda şu altı şeyi yapman senin üzerine vâcib olur:
1- Tasdik etmemelisin, yânî söz getiren kimsenin sözlerinin doğruluğuna
inanmamalısın. Çünkü nemmâm, yâni dedikodu yapanın şâhidliği, İslâmda
kabûl edilmez. Allahü teâlâ, Hucurât sûresi altıncı âyetinde meâlen;
"Ey îmân edenler, eğer size bir fâsık, bir haber getirse, onu
araştırın, (doğruluğunu anlayıncaya kadar tahkîk edin). Değilse,
bilmeyerek bir kavme sataşırsınız da, yaptığınıza pişmân olursunuz"
buyuruyor.
2- Dedikodu yapanı men etmelisin. Çünkü dedikodu yapmak münkerdir. Kötü
iştir. Münkerden nehy ise vâcibdir. Allahü teâlâ, Âl-i İmrân sûresi yüz
onuncu âyetinde meâlen; "Ey Muhammed aleyhisselâmın ümmeti! Siz
beşeriyyet için meydâna çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz, iyiliği
emreder, fenâlıktan alıkorsunuz ve Allah'a îmânınızda devâm edersiniz!"
buyuruyor.
3- Dedikodu edene, söz taşıyana, getirip götürene, Allah için
kızmalısın. Çünkü o âsîdir, günahkârdır, fâsıktır. Günahkâra buğz ise,
vâcibdir.
4- Yanında olmayan din kardeşine dedikodu yapanın sözü ile, sû-i zan
etmemelisin. Çünkü müslümana sû-i zan haramdır. Haramdan sakınmak ise
elbette lâzımdır.
5- Dedikodu yapanın sözüne bakıp, tecessüs etmemeli, araştırmamalısın.
Çünkü Allahü teâlâ tecessüsü nehy ediyor ve Hucurât sûresi on ikinci
âyetinde meâlen; "Ey müminler! Zannın çoğundan sakınınız. Çünkü, zan
etmenin bâzısı günah olur. Birbirinizin kusurunu araştırmayın"
buyuruyor.
6- Bu dedikoducunun yaptığını, beğenmediğin şeyi sen yapmamalısın.
Âlimlerden biri buyurdu ki: "Bu zamanda günahtan kurtulmak ve din
kardeşleri ile kardeşliğinin devâmını isteyen, kendini hâkim yapsın,
hâkimler gibi hükmetsin. Bir kimse hakkında, tek bir kimsenin sözünü
kabûl etmeyip, birden çok şâhid olmayınca ve şâhidler âdil olmayınca,
bir kimsenin sözünü tasdîk etmesin."
1) Umdet-ül-Makâmât; s.378
2) Mektûbât-ıMa'sûmiyye
3) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.16, s.217 |
|