|
Muhammed Bakır
|
Peygamber
efendimizin Eshâb-ı kirâmını görenlerin zamanında yetişen en
büyük velîlerden. On iki İmâmın beşincisidir. Hazret-i Hüseyin'in
torunu ve İmâm-ı Zeynelâbidîn hazretlerinin oğlu İmâm-ı Câfer-i Sâdık
hazretlerinin babasıdır. Künyesi Ebû Câfer'dir. Bütün ilimlere vâkıf
olduğu için kendisine ilimde ve fazîlette üstün mânâsına Bâkır denildi.
676 (H.57) senesindeMedîne-i münevverede doğdu. 731 (H.113) senesinde
aynı yerde vefât etti. Cennetü'l-Bakî Kabristanında babasının yanına
defnedildi.
Eshâb-ı kirâmdan hazret-i Câbir ve hazret-i Enes bin Mâlik ile görüşüp
onlardan ve Tâbiînden olan büyük zâtlardan ilim öğrenip hadîs-i şerîf
rivâyet eden Muhammed Bâkır hazretleri Medîne'nin büyük fıkıh
âlimlerinden oldu. Zamânında bütün dünyâdaki evliyânın feyz kaynağı
oldu. Evliyâlık yolunda olanlara feyzler onun vâsıtasıyla geldi.
İmâmlığı on dokuz sene sürdü.
Ebû İshâk es-Sebîî, Atâ bin Ebî Rebâh, Amr bin Dînâr, İbn-i Şihâb
ez-Zührî, Rebî bin Heysem, Haccâc bin Evtâd, Mekhûl eş-Şâmî, İmâm-ı
Evzâî, İmâm-ıA'meş, Kâsım bin el-Fadl, İbn-i Cüreyc ve başka âlimler de
kendisinden hadîs-i şerîf rivâyet ettiler. Buharî ve Müslim bu hadîs-i
şerîflerden bâzılarını kitaplarına aldılar.
Hazret-i Ebû Bekr ve hazret-i Ömer'i çok severdi. Zamânında bâzı
kimselerin bunlara düşmanlıkta bulunduklarını ve bunu da Ehl-i beyte
olan sevgilerinden yaptıklarını iddiâ ettiklerini duyunca, çok üzüldü:
"Ben hazret-i Ebû Bekr'le hazret-i Ömer'e düşmanlık eden kimselerden
uzağım. Onlar da benden uzaktır" buyurdu.
Bir gün, sohbet esnâsında, hazret-i Ebû Bekr'den rivâyetle bir hadîs-i
şerîf okudular. Orada bulunanlardan birisi; "Hayır, bu hadîs-i şerîfin
râvisi, Ebû Bekr değil, başka bir zâttır." dedi. Bunun üzerine İmâm;
"Bu hadîs-i şerîfin râvisi Ebû Bekr'dir." buyurdu. O kimse iknâ
olmayıp, îtirâza devâm edince, İmâm-ıMuhammed Bâkır hazretleri
toparlandı, ellerini dizlerine koydu ve; "Ey hazret-i Ebû Bekr! Bu
hadîs-i şerîfin râvisi siz değil misiniz?" dedi. Bunun üzerine "Evet,
yâ Muhammed bin Ali, doğru söylüyorsun. O hadîs-i şerîfin râvisi
benim." sesi duyuldu ki, herkes bu sesi işitti.
Medîne'de bir grup insanla oturmuştu. Mübârek başını önüne eğdi. Bir
müddet sonra kaldırdı ve; "Bir kişi, bir sene sonra Medîne'ye gelecek.
Üç gün boyunca, dört bin asker bulunan ordusu ile nice insan öldürecek.
Bundan büyük zarar göreceksiniz. Bundan sakınınız!" buyurdu. Buna
Medînelilerden küçük bir grup ile Hâşimoğulları inandı. Çoğunluk
inanmadı. Bir sene sonra kendisine inananları alarak Medîne'nin dışına
çıktılar. Nâfi bin Ezrak ordusu ile geldi.Muhammed Bâkır'ın buyurduğu
zararları yaptı. ArtıkMedîneliler; "Bundan sonra İmâm-ı Bâkır
hazretlerinin her sözüne inanırız. Her sözü doğrudur. Çünkü o,
Resûlullah efendimizin evlâdındandır." dediler.
İmâm-ı Muhammed Bâkır, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe'ye bakıp; "İslâmiyeti
bozanlar çoğaldığı zaman, sen onu canlandıracaksın. Sen korkanların
kurtarıcısı, şaşıranların sığınağı olacaksın! Sapıkları doğru yola
çevireceksin. Allahü teâlâ yardımcın olacak!" buyurdu.
Talebelerinden biri anlatıyor: "Mekke'de idim. Muhammed Bâkır'ı görmeyi
çok arzu ettim. Medîne'ye vardığım gece, şiddetli yağmur ve soğuk
vardı. Gece yarısı evinin kapısına geldim. Kapıyı vurayım mı, yoksa
sabahı bekliyeyim mi diye düşünürken, içerden mübârek sesini işittim.
Hizmetçisine"Kalk! Dışarıda biri var, kapıyı aç. O bu gece yağmura
tutuldu, hava da soğuk." buyurdu. Kapı açıldı, içeri girdim."
Henüz hiçbir şey yok iken kendisinin Devrekiye'ye vâli olacağını ve çok
geniş topraklara sâhib olacağını kerâmet olarak bildirdi ve gerçekten
de bir müddet sonra aynı yere vâli oldu.
Zamânında bulunanlardan biri şöyle anlatıyor: Muhammed Bâkır ile
berâberHalîfe Hişâm bin Abdül-Melik'in evine uğradık. "Bu ev harâb
olacaktır. Hattâ toprağı başka yere nakledilip taşları açıkta
kalacaktır." buyurdu. Bu söze çok hayret ettim. Halîfe Hişâm'ın evini
kim yıkabilir, diye düşündüm. Nihâyet Hişâm vefât edip, yerine oğlu
Velid geçti ve bu evin yıkılmasını emretti.Hakîkaten ev yıkıldı,
toprağını başka yere naklettiler ve taşları açıkta kaldı.
İmâm-ı Muhammed Bâkır atlı olarak Medîne'ye gidiyorlardı. Biraz
gidince, karşılarına iki kişi çıktı. İmâm hazretleri; "Bunları
yakalayın, bunlar hırsızdır." buyurdu. Hizmetçiler o kişileri tutup
bağladılar. İmâm, yanında bulunanlardan birine: "Şu dağa çık. Orada bir
mağara görürsün, içine gir ve ne bulursan al getir." buyurdu. O kimse
denileni yaptı. İçi elbise dolu iki tane bavul getirdi. Başka yerde
başka bir bavul daha buldular. Nihâyet Medîne'ye geldiklerinde
anladılar ki, iki bavulun sâhibi şüphelendiği bir kaç kişiyi hâkime
bildirmiş, hâkim de onları çağırmış, azarlamaktadır. Hazret-i İmâm
gelip; "Onları azarlamayınız, hırsızlar bunlardır." deyip elleri bağlı
iki kişiyi hâkime teslim etti.Asıl hırsızlar anlaşılınca cezâları
verildi. Getirilen iki bavul da sâhibine iâde edildi. Hırsızlardan biri
tövbe, istigfâr etti ve şöyle dedi: "Elhamdülillah ki benim tövbe
etmem, Peygamber efendimizin torunlarından olan bu zâtın sâyesinde,
onun bereketi ile olmuştur." Bundan sonra, hazret-i İmâm o kimseye;
"Senin, cezâ ile vücûdundan ayrılan parçan, senden yirmi sene önce
Cennet'e gitti." buyurdu. O şahıs bu hâdiseden tam yirmi sene sonra
vefât etti.
Aradan üç gün geçince yolda buldukları üçüncü bavulun sâhibi de geldi.
Hazret-i İmâm, bavulu hiç açmadığı halde buyurdu ki: "Bu bavulun içinde
iki bin altın var. Bin tânesi sana, bin tânesi başkasına âittir. Ayrıca
bavulda, şöyle şöyle elbiseler var." Bavulun sâhibi hıristiyandı. Dedi
ki: "Eğer bavulun içindeki emânet altınların sâhibinin ismini de
söylersen, doğru söylediğine inanacağım." Hazret-i İmâm; "O kimse,
Muhammed bin Abdurrahmân'dır. Sâlih bir zât olup, çok namaz kılar, çok
sadaka verir. Şu anda dışarıda seni bekliyor." buyurunca, bavulun
sâhibi olan hıristiyan müslüman oldu.
Muhammed Bâkır rahmetullahi aleyh, Mekke ile Medîne arasında bir katıra
binmiş gidiyordu. Yanında birisi daha vardı ve o da merkeb üzerindeydi.
O kişi şöyle anlattı: "Bir ara dağdan aşağı bir kurt inip geldi.
İmâm'ın bindiği katırın eyerine ayaklarını koydu. Kendi hâlince bâzı
sesler çıkardı. Hazret-i İmâm'a bir şeyler söylediği belliydi. İmâm-ı
Muhammed Bâkır onu dinledikten sonra: "Peki, sen şimdi git, ben arzu
ettiğin gibi duâ ederim." buyurdu. Kurt gittikten sonra bana dönüp:
"Kurdun ne söylediğini biliyor musun?" diye sordu. Ben, "Allahü teâlâ,
Resûlü veResûlün torunu bilir." dedim. Buyurdu ki: "Kurt, eşim şiddetli
bir ağrıya tutuldu. Duâ buyurun da ondan kurtulsun ve senin
dostlarından hiç kimse benim neslime musallat olmasın." dedi ve ben de
duâ ettiğimi söyledim."
Gözleri kör olan Ebû Bâsir anlattı: Bir gün, İmâm-ı Muhammed Bâkır ile
şöyle konuştuk: "Siz Resûlullah efendimizin torunlarındansınız." dedim.
"Evet." buyurdu. "Siz Resûlullah'ın vârisisiniz." dedim. "Evet."
buyurdu. "Peki sizde ölüleri dirilten, körlerin gözlerini açan, baras
hastalığını gideren, evlerdeki yiyeceklerden, eşyâlardan haber veren
kuvvet var mıdır?" dedim. "Evet, Allahü teâlanın izniyle vardır."
buyurdu. Yanına yaklaşmamı buyurunca, yaklaştım. Mübârek elini yüzüme
sürdü ve kör olan gözlerim birden açıldı. Görmeye başladım. Tekrar
elini yüzüme sürdü. Gözlerim yine görmez oldu. Bunun üzerine buyurdu
ki: "Dünyâda gözlerin görüp, âhirette hesâba çekilmek mi, yoksa
hesapsız Cennet'e girmek mi istersin?" diye sordu. Ben de dünyâda
görmeyip, âhirette Cennet'e hesapsız girmeyi tercih ettim. Gözlerim
öyle kaldı.
Uygunsuz bir iş yaparak hazret-i Muhammed Bâkır'ın huzûruna giren
birine; "Sakın bir daha o kötü işi yapma! Bu duvarların size perde
olduğu gibi, bize de perde olduğunu mu zannediyorsun?" buyurdu.
Büyük zâtlardan birisi şöyle anlatıyor: Bir gün Muhammed Bâkır'ın
yanına girmek için izin istedim. Yanında kardeşlerinden bir kaç kişi
var, biraz bekle, dediler. Biraz bekledim. İçeriden on iki kişi çıktı.
Dar elbiseler giymişlerdi. Tanımadığım kimselerdi. Selâm verip
gittiler. Sonra ben içeri girdim. "Efendim, bu gidenleri hiç
tanımıyoruz, acaba onlar kimlerdi?" diye sordum. "Onlar cinnî olan
müslüman kardeşlerinizdir. Siz nasıl gelip, haramdan helâlden suâl
soruyorsanız, onlar da gelip soruyorlar." buyurdu.
İbn-i Ukâşe-i Esedi rahmetullahi aleyh, İmâm-ı Bâkır'ın yanına geldi.
İmâm-ı Câfer-i Sâdık da oradaydı. İbn-i Ukâşe; "Câfer'in evlenme vakti
geldi." dedi. Hazret-i İmâm bunun üzerine; "Yakında bir yerden esir
satıcısı gelecek ve falan yerde konaklayacaklardır." buyurdu. İbn-i
Ukâşe'ye, ağzı mühürlü bir kese altın verdi ve; "O esir satıcısı
gelmiştir, bununla ondan bir câriye satın alın." buyurdu. İbn-i Ukâşe
esir satıcısının yanına gitti. Esir satıcısı, bütün câriyeleri
sattığını, sadece iki tâne kaldığını söyledi. İbn-i Ukâşe; "Bir
tanesini alalım." dedi. Câriyeyi çıkardılar. Esir satıcısına; "Kaça
satacaksın?" diye sordular. O da "Yetmiş altın karşılığı." dedi. "Biraz
ikrâm et." dediler. Esir satıcısı: "Bir kuruş ikrâm etmem." deyince,
İbn-i Ukâşe; "Bu kesede kaç altın varsa kabûl et!" dedi.
Satıcı; "Noksan olursa kabûl etmem." diye cevap verdi. O sırada orada
bulunan ak sakallı, yaşlı bir zât; "Altınları sayın." dedi. Altınları
saydılar. Tam yetmiş altın idi. Câriyeyi alıp, İmâm-ı Bâkır'ın huzûruna
getirdiler. Câfer-i Sâdık da oradaydı. İmâm-ı Bâkır, o hanıma; "Bekâr
mısın, dul musun?" buyurdu. O; "Bekârım" dedi. İmâm-ıBâkır; "Bir câriye
esir satıcısının elinden, nasıl olur da bekâr olarak kurtulur?" diye
sordu. O hanım; "Esir satıcısı ne zaman yanıma gelse, ak sakallı, yaşlı
bir zât gelip ona kuvvetli bir tokat vurur, yanımdan uzaklaştırırdı."
Bundan sonra bu hanımla, Câfer-i Sâdık nikâhlandı. Bu temiz hanımdan,
oniki imâmın yedincisi İmâm-ı Mûsâ Kâzım doğdu.
Câfer-i Sâdık şöyle anlatıyor: "Bir gün babam Muhammed Bâkır; "Ömrümün
bitmesine beş seneden fazla kalmadı." buyurdu. Vefât ettiği zaman
hesapladım. Bu sözü söyledikten sonra tam beş sene geçmişti."
Çeşitli zamanlardaki sohbetlerinde buyurdu ki:
"Allahü teâlânın korkusundan dolayı yaşaran göz, Cehennem ateşinde
yanmaz. Yâni Cehennem'e girmez. Allahü teâlânın rızâsı için bir
kimsenin gözünden bir damlacık yaş dökülse, Allahü teâlâ o kimsenin çok
günahını affeder."
"Bir kimsenin kalbinde ne kadar kibir varsa, aklında o kadar noksanlık
var demektir."
"Kul ne kadar duâ ederse, Allahü teâlâ ondan o kadar belâyı giderir."
"Kendisinde mevcud olan bir kusuru başkasında arayan ve kendi işlemekte
olduğu bir ayıbı başkasına yapmamasını emreden kimse ne kadar
kusurludur."
"Dünyâ, uykuda gördüğün rüyâya benzer. Uyandığın zaman
hiçbir şey
kalmamıştır."
"Bir kimsenin seni ne kadar çok sevdiğini anlamak istersen, senin o
kimseyi ne kadar sevdiğine dikkat et. Yâni sen onu ne kadar seviyorsan
o da seni o kadar seviyor demektir."
"Mîde ve nâmusunun iffetini korumak kadar faziletli ibâdet yoktur."
"Dünyâda insana en iyi yardımcı, din kardeşlerine
iyiliktir."
İmâm-ı Muhammed Bâkır oğlu Câfer-i Sâdık'a şöyle nasîhat etti: "Ey
evlâdım! Fasıklarla arkadaşlıktan çok sakın. Böyle insanlar seni bir
lokmaya değişebilir. Cimrilerle dost olmaktan da sakın. Zîrâ çok
ihtiyâcın olduğu bir zamanda az bir şey vermekten çekinirler.
Yalancılarla dost olma, sana dost görünüp konuşur, ayrılınca hâli
değişir. Ahmaklarla dostluk arkadaşlık kurma, onlar, sana iyilik
yapıyorum zannederek kötülük yaparlar. Akrabâyı ziyâreti terk edenle de
dost olma. Çünkü, Kur'ân-ı kerîmin üç yerinde böyle kimseyi lânetlenmiş
gördüm."
"İlmi ile insanlara faydalı bir âlim, bin âbidden daha efdaldir. Böyle
bir âlimin vefâtına, şeytan, yetmiş âbidin vefâtına sevindiğinden daha
fazla sevinir."
Oğlu İmâm-ı Câfer-i Sâdık rahmetullahi aleyh şöyle anlatıyor: Babam
bana vasiyet edip; "Vefât ettiğim zaman, beni sen yıka. Çünkü imâmı,
imâmdan başkası yıkayamaz. Kardeşin Abdullah da imâmlık dâvâsında
bulunacaktır, ona karışma, çünkü ömrü çok kısa olacaktır. Namaz
kılarken üzerimde bulunan gömleği bana kefen yap ve beni babamın yanına
defnet. Kabrime de senden başkası girmesin." buyurdu. Câfer-i Sâdık
rahmetullahi aleyh; "Aman efendim bizi korkutmayınız. Allahü teâlâ
gecinden versin, sıhhatiniz de yerindedir." dedi. Hazret-i İmâm buyurdu
ki: "Bir saat evvel, babam Zeynelâbidîn'in sesini işittim. Bana;
"Evlâdım Muhammed Bâkır! Vasiyetlerini çabuk yap. Çünkü senin de bize
kavuşmana çok az zaman kaldı." buyurdu. Bundan bir saat kadar sonra
babam vefât etti. Babam vefât edince ben yıkadım. Nihâyet kardeşim
Abdullah da imâmlık dâvâsında bulundu. Fakat babamın bildirdiği gibi
ömrü kısa sürdü.
İmâm-ı MuhammedBâkır hazretleri 731 (H.113) senesinde Medîne-i
münevverede vefât etti. Cennetü'l-Bakî Kabristanında babasının yanına
defnedildi.
YALAN SÖYLÜYORSUN
İmâm-ı Muhammed Bâkır'ın sohbetinde bulunan biri anlattı.
İmâm-ıBâkır'ın bir sohbetinde elli kişi kadar vardık. Kûfe'den bir
şahıs Muhammed Bâkır'ın huzûruna gelip; "Kûfe'de falan şahıs, senin
yanında bir melek olduğunu, o meleğin sana mümini, kâfiri, dostunu ve
düşmanını haber verdiğini söylüyor." dedi.İmâm-ı Bâkır; "Sen ne iş
yaparsın?" diye sordu. O şahıs; "Buğday satarım." deyince, hazret-i
İmâm; "Yalan söylüyorsun." buyurdu. O da; "Ara sıra arpa da satarım."
dedi. Hazret-i İmâm; "Yine yalan söylüyorsun. Senin işin hurma
satmaktır." buyurunca, o şahıs hurma satmakla uğraştığını îtirâf edip;
"Bunu sana kim haber verdi?" diye sordu. Hazret-i İmâm da; "Dostumu,
düşmanımı haber veren melek bildirdi." buyurdu. Ayrıca ona, sen falan
hastalıktan öleceksin dedi. Bu hâdiseyi nakleden kimse şöyle anlattı:
Bir ara Kûfe'ye gitmiştim. O şahsı sordum. Üç gün önce Muhammed Bâkır
hazretlerinin söylediği hastalıktan öldü dediler.
RAHMETİ BOL RABBİM
Gece geç vakte kadar ibâdet eder, sonraAllahü teâlâya şöyle yalvararak
ağlardı:
"Yâ İlâhî! Yâ Rabbî, gece oldu. Gökte yıldızlar var. Herkes uyuyor.
Kimsenin sesi çıkmıyor. Yâ Rabbî! Sen dirisin.Her şeyi biliyor, yapılan
her şeyi görüyorsun. Uyuman, uyuklaman olamaz. Seni böyle bilmeyen
ihsânına kavuşamaz. Sen öyle kuvvet ve kudret sâhibisin ki, hiçbir şey,
senin, olmasını dilediğin bir şeyin olmasına mâni olamaz. Senin bâkî ve
ebedî oluşunda, gündüzün bitip gecenin başlaması ve gecenin bitip
gündüzün başlaması gibi sebeplerle kesiklik, aksaklık olmaz. Rahmetin o
kadar çoktur ki, rahmet kapılarını herkese açmışsın. Sana duâ
edenlerin, yalvaranların duâlarını kabûl edersin. İhsân ettiğin
nîmetlere hamd edenleri çok sever, onlara daha çok nîmetler verirsin.
İnanarak ve güvenerek sana duâ edenler, eli boş dönmezler. Sana
güvenen, kapına gelen kimseyi döndürmeye kimsenin gücü yetmez. Ey
Rabbim! Ölümü, kabri ve sana hesab vereceğimi düşündükçe, önümde bunlar
olduğunu bildikçe nasıl olur da senden sevinç ve neşe isteyebilirim.
Amel defterimin, sağımdan mı, solumdan mı verileceğini bilemediğim
aklıma geldikçe, nasıl olur da senden dünyâlık bir şey istiyebilirim?
Can alıcı meleğin geleceğini ve canımı alacağını bildiğim halde dünyâ
lezzetlerinden nasıl tat alabilirim?
Yâ Rabbî! Sana yalvarıyor, senden istiyor, rahmetinden ümid ediyor ve
istiyorum ki, ölümümü, hesâbımı kolay ve rahat eyle ve sonra azâbı
olmayan rahat bir hayat ihsân eyle. Âmin Yârabbel Âlemin."
1) El-A'lâm; c.6, s.42
2) Vefeyât-ül-A'yân; c.4, s.174
3) Tezkiret-ül-Huffâz; c.1, s.124
4) Nur-ül-Ebsâr
5) Hilyet-ül-Evliyâ; c.3, s.170
6) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı) s.1115
7) Fâideli Bilgiler; (6. Baskı) s.43
8) Tezkiret-ül-Evliyâ; s.433
9) RehberAnsiklopedisi; c.12, s.286, 287
10) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.2, s.306
11) Lemezât; c.1, s.113
|
|