Münavi
Fıkıh, hadîs âlimi ve büyük velî. İsmi, Yahyâ olup babasınınki
Muhammed'dir. Haddâdî, Münâvî, Mısrî mahlasları olup, künyesi Ebû
Zekeriyyâ'dır. Lakabı Şerefüddîn'dir. 1396 (H.799) senesinde doğdu.
1467 (H.871) senesinde Kâhire'de vefât etti. Cenâze namazında sultan da
hazır bulundu. İmâm-ı Şâfiî hazretlerinin türbesi yakınına defnedildi.
Münâvî, Kâhire'de büyüdü. Küçük yaşta Kur'ân-ı kerîmi ezberledi.
Ayrıca; Umde, Tenbîh, Milha, Elfiye, Minhâc ve başka eserleri
iyice okuyup, zihnine nakşetti. Fıkıh ilmini el-Bermâvî, el-Irâkî'den
öğrendi. Irâkî'nin derslerinde çok bulundu. Nahiv, ilmini
eş-Şatnûfî'den; ferâiz, hesâb ve arûzuNâsırüddîn el-Bârenbârî'den;
hesâb ilmini özellikle İmâdüddîn bin Şeref'den tahsîl etti. İbn-i
Hümâm'dan ilim öğrendi. İbrâhim el-Edkâvî, Seyyid et-Tabâkıbî ve
Zeynüddîn el-Hâfî ve başka âlimlerle görüştü.Babası ile hacca gitti.
Sonra da Veliyyüddîn el-Irâkî ile hacca gitti ve orada İbn-i Selâme,
İbn-ül-Cezerî ve başka âlimlerden hadîs dinledi.Kâhire'de de Şerefüddîn
bin el-Küveyk, Abdullah el-Hanbelî, İbn-i Fadlullah, Şemsüddîn eş-Şâmî,
İbn-iKâsım es-Süyûtî, Zeynüddîn ibni Nakkâş, el-Kumnî, eş-Şehb,
el-Vâsıtî, el-Kelûtâtî, Nûreddîn el-Fûyî, Kemâlüddîn ibniHayr,
Bedrüddîn Hüseyin el-Bûsirî'den ilim öğrendi. İzzeddîn bin Cemâ'a,
Sadruddîn es-Süveyfî, Fahrüddîn ed-Dendîlî, Bedrüddîn ed-Demâmînî,
el-Bûsırî, el-Beycûrî, el-Benhâvî, İbn-ül-Baytâr, İbn-üz-Zerâtîtî, Ebû
Abdullah ve başkaları ona icâzet, diploma verdiler. Şâfiî mezhebi fıkıh
âlimlerinin büyüklerinden oldu.
Münâvî, ömrü boyunca ilim öğrenmek ve öğretmekle, ibâdet ile meşgûl
oldu. İlim ve amelde, zamânındaki âlimlerin önde gelenlerindendi.
Bilhassa fıkıhta üstün bir dereceye yükseldi. İlim tâliblerine; fıkıh,
kırâat, Arab dili ve edebiyâtı, tefsîr, hadîs ve tasavvufu öğretti. Çok
talebe yetiştirdi.Mısır'da kâdılık vazifesinde bulundu, fetvâlar verdi.
Münâvî, kuvvetli îmân sâhibi, sâlih, çok ibâdet eden, sünnet-i
seniyyeye bağlı, tevâzu ve kerem, cömertlik sâhibi, herkese iyilik eden
bir zâttı. Talebelerin elbisesini verir, gönüllerini hoş ederdi.
Müsâmahası çoktu. Dünyâ malına gönül bağlamadı. Vefât ettiğinde, cenâze
namazı görülmemiş bir kalabalık tarafından kılındı. Şemsüddîn
el-Cevherî ve pek çok kimse, vefâtı sebebiyle mersiyeler yazdılar.
Münâvî hazretleri zamânında, Ebü'l-Hayr Nehhâs isminde bir kimse vardı.
O, halktan malların zekâtını ve uşrunu toplamak için sultan tarafından
görevlendirilmişti. Fakat o görevini kötüye kullanarak, halkın elinden
malların büyük bir kısmını karz-ı hasen (ödünç) olarak zorla alıyor,
sonra ödemiyordu. Bir gün Ebü'l-Hayr Nehhâs, Münâvî'nin yanına gelerek;
"Sultânın selâmı var. Sizden on beş bin dînâr karz-ı hasen (ödünç)
istiyor." dedi. Onun gâyesi, bu parayı sonra ödememekti. O
andaMünâvî'nin değil on beş bin, on beş dirhemi bile yoktu. Durumu
Ebü'l-Hayr Nehhâs'a söyledi. Ebû Zekeriyyâ isminde, Münâvî'nin
hizmetini gören bir talebesi vardı. Ona; "Sen bu gece İmâm-ıŞâfiî'nin
türbesine git. Yüzünü onun mübârek yüzüne çevir. Hüsn-i edeble dur ve;
"Hizmetçiniz Yahyâ Münâvî, başına gelenleri size arz eder." de. Ne
cevap işitirsen, iyice ezberle ve gelip bana söyle." dedi. O
talebe,İmâm-ı Şâfiî hazretlerinin türbesine gitti ve hocasının
dediklerini yaptı. Fakat İmâm-ı Şâfiî'den hiçbir ses işitmedi. Bunun
üzerine hocasının dediklerini bir daha tekrâr etti. Yine bir şey
işitmedi. Sonra birkaç defâ daha tekrar etti ise de, cevap alamadı.
Sabahleyin hocasının huzûruna gelip durumu arz etti. Hocası; "Allahü
teâlânın izzeti ile yemîn ederim ki, ben bu mecliste, sana verilen
cevâbı işittim. İmâm-ı Şâfiî hazretleri buyurdu ki: "Yahyâ'ya de ki, on
beş gün sonra Ebü'l-Hayr Nehhâs, yalın ayak, elleri kolları bağlı
olarak senin yanına gelecektir. Şu üç şey arasında serbest
bırakılacaksın. İster öldürtürsün, ister dövdürürsün, istersen bu
beldeden sürdürürsün." dedi." Bu olaydan on beş gün sonra, sultan,
Ebü'l-Hayr'ı elleri bağlı olarak Ebû Zekeriyyâ Münâvî'nin huzûruna
gönderdi. Öldürtmekte, dövdürtmekte ve sürgün etmekte serbest bıraktı.
Yahyâ Münâvî de onu sürgün etti. Ebü'l-Hayr Nehhâs, ölünceye kadar
sürgünde kaldı.
Yahyâ Münâvî, bir gün Kâdı Şerefüddîn Ensârî'nin ziyâretine
gitmişti.Evin dışarı kısmında oturdular. Kâdı Şerefüddîn, Yahyâ
Münâvî'ye; "Burada çok mikdarda kuş var. Bu kuşlar, gelip bizim
kilimlerimizi ve kitaplarımızın üstünü kirletiyorlar. Biz ne yaptık ise
çâresini bulamadık." dedi. Yahyâ Münâvî hazretleri başını kaldırıp
kuşlara baktı ve; "Ey kuşlar! Buradan gidin ve bir daha buraya gelip
kilim ve kitapların üzerini kirletmeyin." dedi. Ondan sonra bir daha
Kâdı Şerefüddîn'in evinin üstüne kuşlar gelip konmadılar ve kilimleri
ile kitaplarının üzerini kirletmediler.
Yahyâ Münâvî, bir gün talebelerine ders veriyordu. Bir ara ders vermeyi
keserek dışarıya çıktı ve atına bindi. Talebeleri de bineklerine binip
onu tâkib ettiler. Hânekâh denilen yerin yakınlarına geldiklerinde, bir
geminin, karaya yakın bir yerde yan yatmış olduğunu gördüler. Yahyâ
Münâvî, orada atından indi ve talebelerine kendisine yardım etmelerini
söyledi. Talebelerinin yardımı ile gemiyi düzelttiler. Gemi normal
yoluna devâm etti. Sonra berâberce tekrar dergâha döndüler. Birkaç gün
sonra Yahyâ Münâvî'nin talebelerinden bir kısmı seferden döndüler ve
şöyle anlattılar: Kızıldeniz'de gemiyle giderken bir fırtına koptu.
Geminin içine sular doldu ve gemi yan yattı. Aramızdan biri, hocamız
Yahyâ Münâvî hazretlerinden yardım istedi. O ânda fırtına durdu ve
gemimiz düzeldi. Yolumuza devâm ettik. O gün hocalarıyla deniz kıyısına
giden talebeler, yaptıkları işin hikmetini anladılar.
Münâvî, vefâtına yakın; "İki cihânın efendisine kavuşmaktan başka arzum
yoktur. Bütün emellerim buna bağlı olup, kurtuluşum bununladır."
buyurdu.
Eserlerinden bâzıları şunlardır: 1) Şerhu Muhtasar-il-Müzenî, 2)
Hâşiyetün alâ Şerh-ıl-Behcet-il-Verdiyye, 3) Hâşiyetün alâ
er-Ravd-ül-Ünf lis-Süheylî fis-Sîret, 4) Telhîsu Bezl-il-Mâ'ûn
fit-Tâ'ûn libniHacer-il-Askalânî, 5) El-Fetâvâ.
HEMEN YOLA ÇIK
Şeref Nûreddîn şöyle anlatır: Ben Kâhire'de iken, Yahyâ Münâvî'nin
derslerini takib ediyordum. O sene Kâhire'de tâûn, vebâ salgını vardı.
O sırada, babamı ziyâret etmek için sefere çıkmağa niyet ettim. Fakat
kendi kendime; "Böyle bir durumda sefere çıkarsam, tâûn salgınından
kaçmış olur muyum?" diye düşündüm. Sonra bu mevzûyu Yahyâ Münâvî
hazretlerine danışmaya niyet ettim. O gece rüyâmda, bir duvarın
arkasında durduğumu, duvarın önünden bâzı kişilerin ok attığını, fakat
duvarın bana siper olduğunu ve yerde bir kâğıt bulunduğunu gördüm. O
kâğıtta yazılı olanı, şimdiye kadar ne okumuş, ne de işitmiştim.
Kâğıtta şöyle yazıyordu: "Tâûn hastalığına karşı seni koruyanlar,
vazifelerini yaptılar." Sabah olunca, Yahyâ Münâvî'nin huzûruna gittim.
Ben daha bir şey söylemeden bana; "Niçin babanı ziyâret için sefere
çıkmıyorsun? Sen hemen yola çık. Zîrâ baban seni çok merak ediyor, sen
sefere çıkmakla tâûndan kaçmış olmuyorsun. Çünkü sen, sefere tâûn
hastalığından kaçmak niyeti ile değil de, babanı ziyâret niyeti ile
çıkıyorsun. Biz öyle zannediyoruz ki, gideceğin yerde de tâûn salgını
vardır." dedi ve bana selâmet ile gidip döneceğime dâir müjde verdi.
Sonra; "O rüyânda gördüğün kâğıttaki yazıyı daha önce görmüş müydün?"
diye sordu.Ben de "Hayır." cevâbını verince; "O yazı, İbn-i Hacer
Askalânî hazretlerinin yazısıdır." dedi. Sonra, Yahyâ Münâvî ile
vedâlaşıp yola çıktım. Bindiğim gemidekilerin çoğu yolda tâûndan
öldüler. Fakat ben, hiçbir rahatsızlık duymadım. Babamın yanına
varınca, babam beni kucaklayıp öptü ve çok ağladı. Ben o güne kadar
babamı o hâlde görmemiştim. Sonra babamın yanından ayrılıp, sağ sâlim
Kâhire'ye geldim. Tâûn hastalığına hiç yakalanmadım.
1) Mu'cem-ül-Müellifin; c.13, s.227
2) Ed-Dav-ül-Lâmî; c.10, s.254
3) Şezerât-üz-Zeheb; c.7, s.322
4) Esmâ-ül-Müellifîn; c.2, s.528
5) El-A'lâm; c.8, s.167
6) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.2, s.286
7) Keşf-üz-Zünûn; c.1, s.237, 627, 918 c.2, s.1230, 1635
8) Brockelmann; Sup-1, s.48
9) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.12, s.362