Nİ’METULLAH GEYLÂNÎ
Evliyânın
büyüklerinden. İsmi, Ni’metullah bin Abdullah bin Muhyiddîn’dir.
Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin soyundandır. 1564 (H.972) senesinde
Hindistan’da doğdu. 1636 (H.1046) senesinde Mekke-i mükerremede vefât
etti.
Ni’metullah Geylânî, güzel hasletleri ve
vasıfları kendisinde toplamıştı. Çok kerâmetleri görüldü. 1605
senesinde Mekke-i mükerremeye gitti. Birkaç sene Mescid-i haramdan
ayrılmadı. Bu müddet içerisinde hiç konuşmadı. Sonra, Şa’b-ı Amir
denilen mahallede ikâmet etti. Orada evlendi. Mekke-i mükerreme ve
Medîne-i münevvereliler arasında sevilip sayılırdı. Kerâmetlerini ve
iyi hâllerini gören büyük âlimler onu medhettiler. Allâme Ali bin Ebû
Bekr, onu öven kasîde yazdı.
Ni’metullah Geylânî, Aynât adlı
eserin sâhibi Şeyh Ebû Bekr bin Sâlim Ba’levî’den tasavvuf yolunu
öğrendi. Başlangıçta riyâzetle meşgûl oldu. Birkaç ay, bir mağarada
yalnız başına kaldı. Mağaradan çıktığı zaman ilim ve mârifetler
konuşmaya başladı. Çok kerâmetleri görüldü. Allâme İbrâhim Dehhân, onun
kerâmetlerini bir eserde toplamaya başlamıştı. Fakat bunu kimseye
söylememişti. Bu sırada Ni’metullah Geylânî, Allâme İbrâhim Dehhân'ın
yanına gitti ve; “Ey İbrâhim! İnsanın yağmur damlalarını sayması mümkün
mü?” diye sordu. İbrâhim Dehhân; “Hayır, mümkün değil” dedi. Bunun
üzerine Ni’metullah Geylânî; “İşte bizim kerâmetlerimiz de böyledir”
buyurdu. O zaman İbrâhim Dehhân böyle bir eseri hazırlamaktan vazgeçti.
Birgün Ni’metullah Geylânî, makam ve
mevkî sâhibi birisinin yanına gitmişti. Orada, Mekke-i mükerreme
âlimlerinden Şeyh Ferrûh da bulunuyordu. Ni’metullah Geylânî içeri
girince, Şeyh Ferrûh derhal ayağa kalkıp hürmette bulundu. Makam ve
mevkî sâhibi şahıs ise, Allahü teâlânın sevgili kullarından olan bu
zâtı küçümseyerek, ona karşı gereken saygı ve hürmeti göstermedi.
Ni’metullah Geylânî, o kibirli şahsın yanından ayrılınca, o şahıs humma
hastalığına yakalandı. Bunun üzerine o şahıs hatâsını anlayarak, Şeyh
Ferrûh’u, Ni'metullah Geylânî’ye gönderdi. Onun vâsıtasıyla özür
dileyip af taleb etti. O zaman Ni’metullah Geylânî; “Ondaki o kibir
hâli gidip tevâzu sâhibi oluncaya kadar, üç gün humma hastalığı onda
devâm edecek” dedi. Nitekim, humma hastalığı üç gün devâm etti.
Hummadan dolayı çok perişân oldu. Yaptığı işten dolayı pişmân oldu ve tövbe etti. O olaydan sonra herkese
karşı tevâzu ile davranmaya başladı.
Ni’metullah Geylânî, devlet ileri
gelenlerinden birisinin yanına gitti. Haksız yere cezâ gören bir
garibin affedilmesini taleb etti. Fakat o yetkili onun bu isteğini
kabûl etmedi. Oradan çıkınca, Ni’metullah Geylânî; “O bizim bu
isteğimizi kabûl etmedi. Kendisi yakın zamanda falanca yerde cezâsını
görür” dedi. Çok geçmeden, Mısır’dan gelen askerler, o şahsı ve
kardeşini yakalayıp, Ni’metullah Geylânî hazretlerinin dediği yerde
astılar.
Bulunduğu şehrin vâlisi birisine kızıp;
“Bu şehirde durma hemen ayrıl” diye haber gönderdi. Ayrılması için
sekiz gün de mühlet vermişti. O şahıs da Ni’metullah Geylânî’ye gelip
hâlini arz eyledi. Ni’metullah Geylânî vâliye haber gönderip, o şahsı
affetmesini istedi. Fakat vâli, Ni’metullah Geylânî’nin bu isteğini
kabûl etmedi. Ni'metullah Geylânî bir müddet sustuktan sonra vâlinin
şehirden çıkarmak istediği zâta; “Bu şehirden sen çıkmayacaksın fakat o
çıkacak.” dedi. Vâli iki-üç gün sonra görevden alındı ve şehirden
çıkarıldı. Yerine başkası tâyin edildi.
Evliyânın büyüklerinden Hasan Acîmî şöyle
anlattı: “Babam, Ni’metullah Geylânî’ye; “Çocuklarımın açlık
çekmesinden korkuyorum” dedi. Ni’metullah Geylânî de; “Çocukların
inşâallah açlık çekmezler” buyurdu. Elhamdülillah sıkıntı ve meşakkat
olacak bir açlık çekmedik.”
SÖZÜMÜZDE DURURUZ
Orta hâlli tüccarlardan birisi,
Ni’metullah Geylânî’nin giyecek ve benzeri ihtiyaçlarını temin ederdi.
Ni’metullah Geylânî, birgün o tâcirin yanına giderek, ne kadar borcu
biriktiğini sordu. Tâcir, elli dirhem borcu olduğunu söyledi.
Ni’metullah Geylânî; “İstersen, sana o elli dirhemi vereyim, istersen o
elli dirhemi benden alma, biz de buna karşılık sana, elli bin dirhem
veririz” dedi. Tüccar; “Siz bilirsiniz” dedi. Ni’metullah Geylânî,
tâcire; “Yalnız elli dirhemi benden almamak husûsunda gönlün râzı mı?”
dedi. Tâcir; “Evet, râzı” dedi. Ni’metullah Geylânî; “O zaman git,
güvendiğin birisi ile bana bu elli dirhemi bağışlayıp bağışlamayacağın
husûsunda istişâre et” dedi. O tüccar da gidip halası ile istişâre
etti. Halası onu çok severdi. Halasına, Ni’metullah Geylânî’nin
söylediklerini anlattı. Halası o elli dirhemi, Ni'metullah Geylânî'den
almamasını tavsiye etti. Sonra tâcir, Ni’metullah Geylânî’nin yanına
gelerek; “Efendim, o elli dirhemi gönül rızâsı ile size bıraktım” dedi.
O zaman Ni’metullah Geylânî tâcire; “O hâlde git biz sana vâdimizi
yerine getiririz.” dedi. Çok geçmeden, tâcir çok para kazandı. Elli bin
dirhemden fazlasına sâhip oldu.
1) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.2, s.277
2) Hulâsat-ül-Eser; c.4, s.455
3) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi c.16,
s.155