ŞEYH İBNİ HATÎB

On üçüncü yüzyılda Yemen taraflarında yaşamış büyük velîlerden ve fıkıh âlimi. İsmi, Abdullah bin Muhammed, künyesi Ebû Muhammed'dir. Babasının hatîb olması sebebiyle İbnü'l-Hatîb diye meşhûr oldu. Aslen Ebîn Vâdisinde bulunan Turbe köyündendir. Doğum târihi bilinmemektedir. 1298 (H.697) senesinde vefât etti.

Turbe köyünde dünyâya gelen İbnü'l-Hatîb aynı köyde yetişti. Babası bu köyün hatîbi olduğundan ondan ilk öğrenimini gördü. Şeyh İsmâil Hadrâmî'den ilim tahsîl etti. Böylece zâhirî ve mânevî ilimleri ondan öğrendi. Kendini ibâdet ve tâata verip Allahü teâlânın rızâsına kavuşturan tasavvuf yolunda ilerledi. Büyük bir velî olup, kerâmetleri görüldü.

İbnü'l-Hatîb, gençliğinde bir ara Medîne-i münevverede ikâmet etti. Bir ihtiyâcı olduğunda, çarşıda bulunan bir kimseden ihtiyâcı kadar borç alırdı. Eline para geçtiğinde, borcunu ödemek üzere o kimsenin yanına varınca, o kimse kendisine; "Borcun olan dirhemleri bir kimse ile göndermişsin. O kimse bana gelip borcunu ödedi." derdi. Hâlbuki bu zât, hiç kimseyi göndermiyordu. Borç alma ve borcunun ödenmesi işi uzun bir müddet bu hâl üzere böyle devâm etti. Allahü teâlâ, kullarından dilediği kimselerin ihtiyaçlarını bu zât vâsıtasıyla gönderdi. Kerâmet sâhibi, çok bereketli bir zât idi. Çok defâ Resûlullah efendimizi görür, müşkil bir mesele olunca kendilerine arzederdi. Peygamber efendimiz de o meseleyi ona îzâh ederlerdi.

İbnü'l-Hatîb hazretleri Aden'e geldiğinde, ihtiyar, yaşlı ve zayıf bir kimse ile karşılaştı. Bu ihtiyar, günâhkâr birisi iken, ömrünün sonunda tövbe edip sâlih ameller işlemeye başlamıştı. İbnü'l-Hatîb hazretleri bu kimse ile anlaştı. İbnü'l-Hatîb, o zâtın ihtiyaçlarını yerine getiriyor, ona yumuşaklık ile muâmele ediyordu. Bir gece rüyâsında; "İhtiyara yumuşaklıkla yaptığın muâmele sebebiyle Allahü teâlâdan ne dileğin varsa iste. Kabûl edilecek." buyruldu. Bunun üzerine; "Ben Allahü teâlânın atiyyesini, ihsânını arzularım." dedi. Bundan sonra kendisine, Allahü teâlânın onu, dedelerinden Saîd isimli zâta kadar, bütün zürriyetine şefâatçi eylediği bildirildi.

İbnü'l-Hatîb'in talebelerinden Muhammed bin Saîd en-Neccâr şöyle anlattı: "Zebîd şehrinde idim. Bir gün yolda yürürken, birden bir evin kapısında bir kadın gördüm. Şeytan beni aldattı. O kadının yanına girdim. Bu sırada hocam İbnü'l-Hatîb, Aden'de bulunuyordu. Tam o ânda, hocamın sesini duydum. Bana; "Ey filân! Böyle mi yapıyorsun?" dedi.Şeytan benden uzaklaştı. Ben de korktum, kaçıp oradan ayrıldım. Allahü teâlâ, hocamın bereketi ile beni muhâfaza etmişti. Hocamın bulunduğu Aden ile benim bulunduğum Zebîd beldesi arasında on konaklık mesâfe vardı. Bundan sonra ben de Aden'e, hocamın yanına yerleştim."

İbnü'l-Hatîb hazretleri, vefâtı yaklaştığında bir Cumartesi günü talebelerine; "Salı günü büyük bir gürültü olacak. O ne büyük bir gürültüdür." dedi. Dinleyenler bu sözden pek bir şey anlayamadılar. 1298 (H.697) senesinde, söylediğinden üç gün sonra Salı günü İbnü'l-Hatîb hazretleri Mevzî' şehrinde vefât etti. Talebeleri hocalarının üç gün önce vefâtını haber verdiğini gördüler. Böylece son kerâmetine de şâhid oldular. Vefât etmiş olduğu Mevzî' şehrinde defnedildi. Kabri sevenleri tarafından ziyâret edilmektedir. Onun neslinden ilim ehli ve güzel ahlâk sâhibi kimseler yetişip İslâmiyete ve müslümanlara hizmet etmişlerdir.

BENİ AFFEDİNİZ

İbnü'l-Hatîb hazretlerinin talebelerine ders verdiği mescidin yakınında bulunan birkaç evde, uygunsuz işler yapılıyor, fakîh hazretleri, talebeleri ve diğer insanlar da bunlardan fevkalâde rahatsız oluyorlardı. Nihâyet bir gün talebelerinden bâzıları ile o evlere gidip, yapılan uygunsuz işlere mâni oldular. Böylece kendileri ve diğer insanlar rahata kavuştu. Bu evlerde bulunanların borçları vardı ve borçlarını, yaptıkları uygunsuz işlerden elde ettikleri paralarla ödüyorlardı. Fakîh hazretleri onların bu işlerine mâni olup son verince, bunlar vâliye gidip şikâyet ettiler. Vâli, Muhammed bin Mikâil isminde, kendini beğenmiş, dikkafalı, genç bir kimse olup, sultânın yakınlarından idi. Hemen hizmetçilerinden birkaçını fakîh İbnü'l-Hatîb hazretlerine gönderip, kötülük yapmak istedi. O gece öyle bir sırt ağrılarına yakalandı ki ağrının şiddetinden ölecek hâle geldi. Ayrıca karnı da şişti. Vâli rahat yatamayıp, birçok defâ kalktı. Her defâsında ölümü yaklaşmış, ölecek gibi oluyordu. Arkadaşları kendisine; "Bu hâl, fakîh hazretlerine kötülük düşünmen sebebiyledir. Hâlini düzelt, yoksa helâk olursun." dediler. Hatâsını anladı. Kendisini fakîh İbnü'l-Hatîb hazretlerinin yanına götürmelerini istedi. Sonunda fakîhin mescidinin kapısına güçlükle vardı. İbnü'l-Hatîb dışarı çıkıp; "Ey genç! Seni bu hâle getiren nedir?" diye sordu. Vâli; "Ey efendim! Ben Allahü teâlâya tövbe ve istigfâr ediyorum. Allahü teâlâ size rahmet eylesin! Bana acıyınız! Beni affediniz!" diye yalvardı. Fakîh onu tuttu. Onun için Allahü teâlâya duâ etti. Hemen orada, vâlinin bütün rahatsızlıkları yok oldu. Sıhhat ve âfiyet içerisinde evine döndü. O gün de vâlinin babası, Yemen'de Tâiz beldesinde sultanın yanında bulunuyordu. Aden'e geldiğinde olanları öğrendi. Oğluna kızdı ve; "Sâlihlere karşı niçin edebli davranmıyorsun?" diyerek azarladı. Sonra İbnü'l-Hatîb hazretlerinin yanına gelerek, oğlunun yaptıklarından dolayı kendisinden özür diledi ve onun gönlünü hoş etmek, rızâsını almak için çok iltifâtlarda bulunup, çok hediye verdi. Böyle şeylerde gönlü olmayan fakîh hazretleri, buradan ayrılıp Mevzi şehrine yerleşti. Oranın ahâlisi kendisini çok sevdi. Çok ikrâm ve iltifâtta bulundular. Kendisine çok hürmet ettiler. Şânı yüce oldu. İsmi her yere yayıldı.

1) CâmiuKerâmâti'l-Evliyâ; c.2, s.115
2) Tabakât-ı Havâs; s.72