SEYYİD BİLÂL
Sinop
evliyâsından. Peygamber efendimizin torunu hazret-i Hüseyin'in soyundan
geldiği rivâyet edilen şehîd mücâhid.
Peygamber efendimizin; "İstanbul
elbette feth olunacaktır. Onu feth eden kumandan ne güzel kumandan ve
onu feth eden asker ne güzel askerdir." hadîs-i şerîfindeki
müjdesine kavuşmak ve o büyük şehri İslâm beldelerinin sınırları içine
katmak isteyenlerden birisi de Halîfe Ömer bin Abdülazîz idi.Halîfe bu
düşünce ile bir gün ordu komutanlarını ve devlet ileri gelenlerini
sarayında toplantıya çağırdı ve onlara şöyle dedi:
"İslâmı gönderen Allahü teâlâ nasıl olsa
onu koruyacak ve muzaffer edecektir. Yalnız biz de ona hizmet
vazîfesinden mutlaka sorulacağız. İslâm ordularının Anadolu'ya
açılmasına Bizans engeldir. Bu sebeple de İstanbul'un fethi
gecikmektedir. Dördüncü defâ onu kuşatmamıza rağmen bir türlü feth
edemedik. Peygamber efendimizin müjdesi gerçekleşecek, bir gün surlar
mutlaka yıkılacak ama, ben istiyorum ki bu şerefe biz nâil olalım.
Yeniden sefer düzenleyip surları bir defâ daha sarsmak istiyorum. Bu
seferle belki o yüce Habîbin müjdesine muvaffak olabiliriz.
Ordularımızın muzafferiyeti için sizlerin de görüşlerinizi almak
istiyorum."
Herkese seferin nasıl olması gerektiği ve
sefer hazırlıkları hakkında görüşlerini belirttikten sonra Seyyid Bilâl
hazretleri ayağa kalktı. Uzun boylu, geniş omuzlu, heybet ve vakar
sâhibi bir zâttı. Herkes onu bir ordu komutanı olmasından ziyâde
Peygamber efendimizin torunu olduğu için seviyor, hürmet ediyordu. O
heybetli olduğu kadar mütevâzi de idi. Yavaş yavaş ve tâne tâne şöyle
konuştu:
"Ey Emîrül-Mü'minîn! Ben ordumuza yeni
kuvvetlerin katılmasında fayda görüyorum. Bunun için Orta Asya'dan
cesur Türk savaşçılarını toplamayı arzu ederim. Türklerin
savaşçılıklarının çok üstün olması inkâr edilmez bir gerçektir. Bu da
İstanbul'un fethinde çok işimize yarayacaktır." Halîfe bu teklife çok
sevinerek, Seyyid Bilâl'e şöyle dedi: "Çok doğru söylersin yâ Seyyid!
Bunu hiç düşünmemiştim. Bu işin başına seni getiriyorum. Ordumuzun bir
kolu Akdeniz'den, diğer kolu ise Anadolu üzerinden İstanbul'a
yürüyecektir. Biz İstanbul'a ulaşıncaya kadar sen de Karadeniz'den yeni
savaşçılarınla bize katılırsın. İnşâallah surların önünde buluşuruz.
İstediğin kadar at, adam ve erzak alabilirsin." Bundan sonra Halîfe-i
müslimîn ile Seyyid Bilâl hazretleri baba-oğul gibi birbirlerine
sarılıp helalleştiler.
Böylece 675 senesinde merkezde ordu
hazırlıklar yaparken, Seyyid Bilâl de yanına birkaç yiğit alıp
Horasan'a doğru at sürdü. İran yaylalarını geçiyorlarken eşkıyâlar
yollarını kesti.Yapılan çarpışmada yol kesiciler perişan oldular,
reisleri esir düştü. Seyyid Bilâl ve yanındakiler, bütün Orta Asya'yı
yer yer dolaşıp gönüllü savaşçılar topladılar. Gittiği her yerde
İstanbul'un fethinin öneminden bahsetti ve Peygamber efendimizin
müjdesini bildirdi. Kısa zamanda gözü pek, kalbi îmânla dolu
yiğitlerden sanki ikinci bir ordu kurdu. Karadeniz limanlarında yeni
kadırgalar inşâ ettirdi. Niyetleri en kestirme yol olan denizden kısa
zamanda İstanbul önlerine varmaktı. Ancak deniz yolculuğu ümid
ettikleri gibi çıkmadı. Yola çıktıktan birkaç gün sonra şiddetli bir
yağmur ve fırtınaya yakalandılar. Karadeniz'in güçlü dalgaları gemileri
öyle bir savurmaya başladı ki, Orta Asya'nın bahadır yiğitleri deniz
havasına alışık olmadıklarından ümitsizlik içinde kalmışlardı. Seyyid
Bilâl hazretlerinin metâneti, güven ve îtimât telkin edici sözleri
olmasa hepsi kendilerini çoktan ölmüş sayacaklardı. Seyyid Bilâl onlara:
"Korku kadınlara, ümitsizlik de kâfirlere
mahsustur. Siz ise Allah yolunda nice çölleri, geçit vermeyen dağları
aşan cengâver mücâhidlerin torunlarısınız. Allahü teâlânın dînine
hizmet edenin yardımcısı Allah'tır. Hak yolda cihâd edene O'nun yardım
ve inâyeti haktır ve muhakkaktır. Ümitvâr olun, cenâb-ı Hakk'a güvenin
kardeşlerim."
Seyyid Bilâl hazretleri bundan sonra
ellerini semâya doğru kaldırarak gözyaşları içerisinde şöyle yalvardı:
"Ey içimizi dışımızı bilen yüce Rabbim! Senin büyüklüğünün karşısında
küçüldük, kapında kul olduk. Gönlümüzdeki ümitleri bu denizde boğma.
Ümitsizliğe düşürüp karanlıkta koyma. Bizleri yalnız bırakma. Her
şeyimizle sana emânetiz. Sen ise emâneti en güzel koruyansın!" Gâziler
âmin diyerek ellerini yüzlerine sürerken, gözcünün; "Kara göründü."
diye bağırdığı duyuldu. Bunun üzerine gâziler hep birden şükür
secdesine vardılar.
Güçlükle sığındıkları yer Sinop limanı
olup gemiler, hastalar bakıma muhtaç bir haldeydi. Seyyid Bilâl
hazretleri, eski kölelerden Zeyd, Buhârâlı Ömer ve Semerkantlı Buğra
isimli üç mücâhidi alarak ve kardeşi AliEkber'i yerine vekil bırakarak
karaya çıktı. Etrâfı yüksek kulelerle çevrili olan kalede şehrin vâlisi
olan tekfurla görüştü. Ona fırtınada gemilerinin hasar gördüğünü,
dolayısıyla bakıma alınmaları gerektiğini, ayrıca kendilerinin de
dinlenmeye ihtiyaçları olduğunu bildirip belli bir vergi karşılığında
bu işleri görünceye kadar müsâade edilmesini istedi.
Bir kese altın karşılığı tekfurla anlaşan
ve her türlü emniyet ve güvenleri için söz verilmesinden sonra saraydan
ayrılan SeyyidBilâl ve berâberindekiler, kendilerine tahsis edilen
alana döndüler. Çadırlar kuruldu. Hastalara sıcak yiyecekler ve
içecekler hazırlandı.
Diğer taraftan tekfur, müsâade vermiş
olmasına rağmen müslümanları göz hapsinde tutuyor ve kuvvetleri
hakkında bilgi edinmeye çalışıyordu... Güneyden Arapların, doğudan
Türklerin zaman zaman Anadolu'ya yaptıkları akınlar sebebiyle zâten
tedirgin olan tekfur, verdiği sözde durmak ve belli bir süre sonra
konakladıkları yerden ayrılmalarına müsâade etmek yerine, bir baskınla
işlerini bitirmeyi düşündü. Bir gece, en nişancı ve savaşçı askerlerini
seçerek, zırhlı elbiselerle kuşandırdı. Havanın da karanlık olmasından
faydalanarak gece yarısından sonra saldırıya geçti.
Seyyid Bilâl hazretleri ve askerleri,
neye uğradıklarını bile anlayamadılar. Onlar, vergisini ödedikleri bir
yerde kendilerini güvenlikte sanmışlardı. Tekfurun kalleşlik yapacağını
tahmin etmemişlerdi.
Çıkan çatışmada birçok mücâhid, pür silâh
ve zırhlı kâfirlere karşı kahramanca karşı koydu ise de, sonunda bir
bir düşüp şehîd oldu.Saatlerce çarpışan Seyyid Bilâl hazretleri ise
pekçok kâfiri öldürdükten sonra tekfur tarafından şehîd edildi. Tekfur
bir kılıç darbesiyle Seyyid Bilâl hazretlerinin mübârek başını
gövdesinden ayırdı. Ancak o anda Seyyid Bilâl hazretleri mübârek
başlarını alıp koltuğunun altına kıstırdı ve bu hâliyle tekfura
yöneldi. Tekfur, gördüklerine bir süre inanamadı. Sonra da müthiş bir
korku içerisinde kaçmaya başladı.
Seyyid Bilâl hazretleri birkaç adım daha
yürüyüp yere düştü. Rûhu, büyük dedesi Resûl-i ekreme kavuşmuştu.
Tekfur, daha sonra çatışmayı durdurdu.
Karşısındakinin alelâde birisi olmadığını, bilâkis ermiş veya ulu bir
kişi olabileceğini anlamakta gecikmedi. Askerlerine dönüp bağırdı:
"Her şey bitti artık. Yaralıların
yaraları derhal sarılsın. Müslüman ölüler, dinlerinin gerektiği gibi
gömülsün!"
Aradan günler, haftalar ve aylar
geçmesine rağmen tekfur, günlerce bu olayın tesirinde kalıp, azâbla
kıvrandı durdu... Yatıyor; Seyyid Bilâl hazretlerinin, kesik başıyla
yürümesi gözlerinin önüne geliyor, uyuyamıyordu... Uyusa, rüyâlarında
hep aynı hâdise ile karşılaşıyordu... Gündüzleri hayâlinde, geceleri
düşünde hep o vardı.
Bu duruma daha fazla dayanamadı ve bir
gün sarayında din adamlarıyla bir toplantı yaparak hâdisenin yorumunu
istedi. Cevâbında kendisine; "Allah'ın çok sevdiği bir kulun
öldürüldüğü, onun kerâmet ehli bir kişi olduğu, kendisini affettirmesi
gerektiği" söylenince de, Seyyid Bilâl hazretlerinin mezarının üstüne
bir çatı örtülmesini, kendisinin öldüğü zaman ise onun kapı eşiğine
gömülmesini, bu sûretle onu ziyârete gelenlerin çiğneyerek üzerinden
geçmelerini istedi ve; "Belki o zaman affolunurum." dedi.
Vasiyeti gibi yapıldı ve tekfur, şehîd
Seyyid Bilâl hazretlerinin kabr-i şerîfinin yanına defnedildi.
Şehir, mîlâdî 1214 yılında Selçuklu
Sultanı Birinci İzzeddîn Keykavus tarafından zaptedildikten sonra
Alâeddîn Keykubat döneminde yeniden îmâr ve inşâ edildi. Bu arada
Sultanın ziyâreti sırasında Seyyid Bilâl hazretlerinin kabrinin yanına
câmi ve türbe yapımı için ferman çıkartıldı. Kabr-i şerîfi yanında
sürekli Kur'ân-ı kerîm okunması buyruldu.
Seyyid Bilâl hazretlerinin türbesi bugün
de Sinoplular ve çevre illerden gelenler tarafından ziyâret olunmakta
ve mübârek rûhu vesîle edilerek cenâb-ı Hak'tan af ve mağfiret niyâz
edilmektedir.
1) Seyyid Bilâl, H.Ş. Erleli; s.1-32