.

bismill2.gif (3562 Byte)

 

 

MESNEVİ ŞERİF

ANA SAYFA

KİTAP-2

BEYİT 2101-2800

İki kişi birbiriyle uzlaştı, birbirine sataştı mı, hiç şüphe yok, aralarında bir kadr-i müşterek vardır.
   Kuş ancak kendi cinsinden olan kuşlarla uçar. Kendi cinsinden olmayanla sohbet âdeta mezara girmedir” diye cevap verdi.

Bir kuşun kendi cinsinden olmayan bir kuşla
uçup yayılmasındaki sebep

   Bir hakîm dedi ki: “ Yazıda bir kargayla bir leyleğin beraberce koşup uçmakta olduğunu gördüm.
   Hayret ettim, bakalım aralarındaki kadr-i müştereke ait emare bulabilir miyim, diye hallerini araştırmaya koyuldum.

2105. Hayretle yanlarına yaklaşınca gördüm ki ikisi de topal!”
   Hele Arşa mensup bir doğanla ferşin malı olan bir yarasa nasıl olur da beraber bulunur?
   Biri İlliyîn’in güneşi, öbürü Siccîn’in yarasası.
   Biri her ayıptan arınmış tertemiz bir nur, öbürü her kapının dilencisi bir kör.
   Biri Pervin burcuna ziya veren bir ay , öbürü fışkıda debelenen bir kurt.

2110. Biri Yusuf yüzlü, İsa nefesli.. öbürü bir kurt, yahut çıngıraklı bir eşek.
   Biri Lâmekân âleminde uçmakta.. öbürü köpekler gibi samanlıkta kalakalmış!
   Gül, hâl diliyle bokböceğine şu sözleri söyleyip durmaktadır: “ Ey koltuğu kokmuş,
   Gül bahçesinden kaçıyorsun ama bu nefretin gülistanın kemaline delâlet eder.
   Benim gayretim, senin başına dikilmiş bir yasakçıdır.Ey bayağı mahlûk, buradan uzak ol.” Gül bokböceğine şöyle bağırmaktadır:

2115. “ Ey aşağılık mahlûk, sen benimle ihtilât edersen benim madenimdesin diye bir şüphe hasıl olabilir.
   Bülbüllere çayır, çimen yaraşır. Bokböceğine vatan da pisliktir.
   Tanrı, beni pislikten murdarlıktan arıttı. Başıma bir murdarı dikmesi lâyık mıdır?
   Benim de bir damarım onlardandı, fakat Tanrı o damarı kesip attı.Artık o kötü damar bana nasıl hükmedebilir?
   Âdem’in bir nişanı ezelde şuydu: Melekler, ona secdeye lâyık olduğu için baş indirdiler, secde ettiler.

2120. Başka bir nişanı da İblis’in “Şah ve ulu benim” diye baş indirmemesiydi.
   Fakat İblis de Âdem’e secde etmiş olsaydı Âdem , Âdem olmazdı, başka birisi olurdu.
   Her meleğin ona secde etmesi, Âdem’in Âdemliğine delil olduğu gibi o düşmanın, İblis’in inadı da bir delildir.
   Meleğin ikrarı, ona bir şahit olduğu gibi o köpeğin inkârı da bir şahittir”

O aldanmış kişinin,ayının vefasına güvenmesi

   Adam uyudu, ayı sinek kovalamaktaydı. Sinek, kovulunca kalktı, fakat inadına gene kalktığı yere gelip kondu.

2125. Ayı, o gencin yüzünden kaç kere sineği kovdu. Fakat sinek gene derhal kalktığı yere gelip konmaktaydı.
   Ayı, sineğe kızıp, gitti dağdan kocaman bir taş yakalayıp getirdi.
   Sineğin gene uyuyan adamın suratına konmuş olduğunu görünce,
   O koca değirmen taşını alıp, sineği ezmek için adamın suratına fırlattı.
   Taş, uyuyan adamın suratını paramparça etti. Bu mesele de bütün âleme yayıldı;

2130. Aptalın sevgisi şüphesiz ayının sevgidir. Kini sevgidir, sevgisi kin.
   Ahdi gevşek, zayıf ve bozuk.. sözü büyük, vefası artık.
   Ant içse bile inanma. Eğri sözlü adam andını da bozar.
   Madem ki yeminsiz sözü yalan. Hilesine yeminine de inanma.

   Onun nefsi beydir, aklı esir.. farz et ki yüz binlerce defa Mushaf’a yemin etmiş olsun!

2135. Mademki yeminsiz ahdi bozuyor, yemin etse onu da bozar.
   Çünkü nefsi, ağır yeminle bağlanan nefis, bundan daha ziyade daralır, perişan olur.
   Bu, bir esirin hâkimi bağlanmasına benzer. Hâkim o bağı koparır,o bağdan kurtulur.
   Kızgınlıkla o bağı, kölesinin kafasına fırlatıp atar.Nefis de o yemini, kendisine esir olan adamın suratına vurur.
   Sen onun “Ahitlerinize vefa edin” hükmünden el yıka. “ Yeminlerinizi koruyun, ahitlerinizde durun” hükmünü ona söyleme.

2140. Kiminle ahdettiğini bilen tenini iplik haline kor, o ahdin etrafında dolanır, o ahdi örer durur.

Mustafa Aleyhisselâm’ın bir hasta sahabenin hatırını sormaya gitmesi,hasta halini,hatırını sormasının
                                                                                  faydası

Sahabeden biri hastalandı, o hastalık yüzünden zayıfladı, iplik gibi inceldi.
   Mustafa halini, hatırını sormaya geldi. Çünkü Peygamber’in huyu tamamıyla lütuf ve keremden ibaretti.
   Hastanın halini, hatırını sormaya gitmekte fayda vardır. Faydası da gene sanadır.
   Birinci faydası şudur; O hasta adam, bir kutup, bir ulu şah olabilir.

2145. Mademki inatçı adam, gönlünün iki gözü de yok, odunu ödağacından ayırt edemezsin.
   Âlemde hazineler var. Beyhude üzülme, yorulma. Yalnız hiçbir viraneyi de definesiz bilme.
   Her dervişe ne olur, ne olmaz diye mülâzemette bulunadır, bir nişane buldun mu da artık onun etrafında adamakıllı dön, dolaş!
   Mademki sende o can gözü yok, her vücutta define var san!
   Kutup olmasa bile belki bir yol dostudur, padişah değilse bile bir atlı askerdir.

2150. Kim olursa olsun, ister yaya, ister atlı.. yol dostlarıyla buluşmayı, onların halini sormayı, hatırlarını ele almayı lâzım bil.
   Hattâ o adam, düşman bile olsa yine ihsan iyidir. Çünkü ihsan yüzünden düşman bile adama dost olur. ;
   Dost olmasa bile hiç olmazsa kini azalır. Çünkü ihsanda bulunmak, kine âdeta merhemdir.
   Bundan başka daha nice faydaları var ama ey iyi adam, sözü uzatmadan korkuyorum.
   Sözün hülâsası şu: Topluluğa dost ol. Hattâ bir dost bulamazsan put yapan Amad gibi taştan bir dost yont, onu sev!

2155. Zira kalabalık ve kervan halkının çokluğu yol vurucuların belini kırar, onları kahreder.

Ulu Tanrı’nın Musa Aleyhisselâm’a “Niçin
hastalığımda benim halimi,hatırımı sormağa
gelmedin?” diye vahyetmesi

   Tanrı’dan Musa’ya şu hitap geldi: “Ey koltuğundan ayın doğduğunu gören!
   Seni Tanrı’lık nurunun doğusu haline getirdiğim halde ben ki Tanrı’yım, hastalandım da niçin halimi hatırımı sormaya gelmedin?”
   Musa, “ Tanrı” sen kusurdan münezzehsin. Bu ne remizdir, Yarabbi, bunu bildir” dedi.
   Bunun üzerine Tanrı, yine “ Hastalığımda kerem edip niçin halimi sormadın?” buyurdu.

2160. Musa, “ Yarabbi, senin bir noksanın olamaz. Aklım şaştı, bu sözün hakikatını anlat” dedi.
   Tanrı, “ Evet, has ve seçilmiş bir kulun hastalanmıştı. İyice bir bak hele.. o, benim.
   Onun özür serdetmesi benim özür serdetmemdir. Onun hastalığı benim hastalığımdır” buyurdu.
   Tanrı ile oturup kalkmak isteyen kişi veliler huzurunda otursun.
   Velilerin huzurundan kesilirsen helâk oldun gitti. Çünkü sen küllü olmayan bir cüzüsün.

2165. Şeytan, birisini kerem sahiplerinden ayırırsa onu kimsiz, kimsesiz bir hale kor, o halde de bulunca başını yer, mahvedip gider.
   Topluluktan bir an bile ayrılmak bil ki Şeytan’ın hilesinden ibarettir.

Bağcının,sofi,fakîh ve alevîyi birbirinden
ayırıp yalnız bırakması

   Bir bahçıvan , bahçesine üç tane hırsızın girdiğini gördü.
   Bu üç kişinin birisi bir fakîh,birisi bir  şerif, bir tanesi de bir sofi idi. Üçü de hafif meşrep ve vefasız kimselerdi.
   Bahçıvan, kendi kendine “Bunlara karşı söyleyeceğim nice sözler, bunları ilzam için getireceğim yüzlerce deliller var. Fakat bunlar, bir topluluk. Topluluksa kuvvettir,

2170. Tek başıma bu üç kişinin hakkından gelemem, Önce onları birbirinden ayırmak lâzım.
   Her birisini, öbüründen ayırayım. Ondan sonra birer ,birer saçlarını, sakallarını yolarım” dedi.
   Hile edip arkadaşlarıyla arasını açmak üzere önce  sofiyi yola vurdu.
   Sofi gidince öbür iki arkadaşıyla yalnız kaldı.
   Sofiye “ Eve git, bu arkadaşlar için bir kilim getir” dedi.
   Fakîhe “ Sen fakîhsin, bu da ünlü bir şerif.

2175. Biz, senin fetvanla ekmek yemekte, senin bilgi kanadında uçmaktayız.
   Bu da bizim şehzademiz, sultanımız. Seyit ve Mustafa’nın soyundan, sopundan.
   Bu pisboğaz, bu hasis sofi kim oluyor ki sizin gibi padişahlarla düşüp kalkıyor.
   Gelince onu savın gitsin. Siz de tam bir hafta benim bahçemde, çayır çimenliğimde kalın.
   Hatta bağ da nedir ki? Canim bile sizin.Siz benim sağ gözüm mesabesindesiniz” dedi.

2180. Onları vesveselendirip kandırdı. Ah, arkadaştan ayrılmamak gerek.

   Sofi gelince onu savdılar. Bu sefer bahçıvan, koca bir sopayla ardından seğirtti.

   Dedi ki : “ Ey köpek sofi, demek sen cüret edip benim bağıma giriyorsun ha!

   Sana bu hususta Cüneyt mi yol gösterdi, Bayezid mi? Bu sana hangi şeyhin, hangi pirinden kaldı?
   Sofiyi yalnız bulunca bir iyice dövdü, âdeta yarı canlı bir hale koydu, başını yardı.

2185. Sofi “ benim nöbetim geçti.Fakat arkadaşlar, bir iyice sıranızı gözetin.
   Beni ağyar bildiniz. Fakat bilin ki bu kaltabandan daha ağyar değilim.
   Benim yediğimi siz de yiyeceksiniz. Bu çeşit şerbet, her aşağılık kişiye lâyıktır.
   Bu âlem dağdır, senin sözlerin, yine ses vererek sana gelir” dedi.
   Bahçıvan sofiden kurtulunca yine o çeşit bir bahane kurdu.

2190. Şerife “ Ey şerif, eve git de kuşluk öğünü için, yufka ekmeği pişirmiştim,
   Evin kapısını vur.Kaymaz’a söyle, o yufka ekmeğiyle kazı getirsin” dedi.
   Şerif gidince, fakîhe dedi ki: “ Ey işi yerinde, güneş görmüş her şeyi anlar bilir adam, den fakihsin, bu meydanda.
   O şerif, mânasız bir iddiada bulunuyor. Anasının ne iş ettiğini kim bilir ki?
   Karıya ve karı işine gönül bağlıyor, hem kadınlar nâkıs akıllıdır diyor, hem de onlara itimat edemiyorsunuz.

2195. Zamanede nice ahmaklar, Ali’ye Peygambere nispet iddia ederler.”
   Zinadan ve zina edicilerden olan herkes, Tanrı mensupları için işte bu zanda bulunur.
   Dönen ve bu yüzden başı dönmüş olan kişi elbette evi de kendisi gibi döner görür.
   O edepsiz bahçıvanın söylediği sözler, kendi haliydi. Evlâdı Resulden o işler, uzaktır.
   O bahçıvan mürtetlerin dölü olmasaydı Peygamber hanedanı hakkında böyle söyler miydi?

2200. Afsunlar  okudu, fakîh de bunları dinledi. Bunun üzerine o sitemkâr fakîh şerifin ardından gidip,
   “ Ey eşek, bu bağa seni kim davet etti? Hırsızlık sana Peygamberden mi miras kaldı?
   Aslan yavrusu, aslana benzer, sen söyle bakayım, Peygambere ne yüzden benziyorsun?” dedi.
   O zâlim herif, şerife, Haricî  Âl-i Yâsîn’e ne yaparsa onu yaptı.
   Hattâ şeytan ve gul, Âl-i Resul’e Yezid ve Şimir gibi  nasıl kin tutarlarsa o da öyle kin tuttu, öcünü aldı .

2205. Şerif, o zâlimin zulmünden harap oldu, fakîhe “ Ben sudan çıktım.
   Ayağını tetik bas, şimdi yapayalnız kaldın. Davula benze, boyuna karnına tokmak ye!
   Şerifliğimi bir tarafa bırak. Hattâ tut ki arkadaşlığa da lâyık değilim, fakat sana karşı bu çeşit bir zâlimden de aşağı değilim ya” dedi.
   Bahçıvan ondan da kurtulup fakîhe geldi ve dedi ki: “ Ey fakîh! Ne fakîhi, ey her sefih kişinin bile arlandığı herif!
   Ey eli kesilecise, bağlara gir de, caiz midir? Emir var mı bile deme. Fetvan bu mu senin?

2210. Böyle bir ruhsatı Vasît’temi okudun? Yoksa bu mesele Muhit’te mi var?”
   Fakîh “ Vur, vur, hakkın var. Fırsat ele geçti. Dostlardan ayrılanın lâyığı budur” dedi.

Hastanın ve Peygamber Sallâllahü Aleyhi Ve
Sellem’in hasta sahabeyi dolaşıp hatırını sorması

hikâyesine dönüş


   Hastanın hatırını soruş, dostluğu, birliği temin etmek içindir. Bu birlik, bu dostluk da yüz türlü sevgi doğurur.
   Naziri olmayan Peygamber, hastayı dolaşmaya, hatırını sormaya gidince o sahabeyi ölüm halinde gördü.
   Velilerin huzurundan uzaklaşırsan hakikatte Tanrı’dan uzaklaşırsın.

2215. Yoldaşlardan ayrılmanın sonu bile gam olursa padişahlardan ayrılık nasıl olur da ondan daha aşağı olur.
   Her an durma, padişahların gölgesini ara bul ki o gölgede güneşten de iyi bir hale gelesin.
   Sefere çıkarsan bu niyetle çık, oturuyorsan yine bundan gafil olma!

Bir şeyhin Ebu Yezid’e “Kâbe benim,benim
etrafımda tavaf et” demesi

   Ümmet Şeyhi Bayezid, hac ve umre için yola düşmüş, Mekke’ye doğru koşa, koşa gidiyordu.
   Hangi şehre varıyorsa önce o şehirdeki azizleri arıyor,

2220. Bu şehirde basiret sahibi, gönül gözü açık kim var diye dolaşıp araştırıyordu.
   Tanrı, “ Sefer esnasında nereye varırsan önce bir er araman gerek” dedi.
   Hazine elde etmeye çalış, çünkü kâr, zarar, işin ardından gelir, sen bunları feri bil.
   Biri buğday elde etmek için ekin ekerse sonunda saman da elde eder.
   Fakat saman ekersen buğday elde edemezsin ki. İnsanların gözbebeği olan insanı ara, insanların gözbebeği olan insanı, insanların gözbebeğini!

2225. Hac zamanı gelince Kâbe’yi ziyaret etmeye niyetlen. Oraya vardın mı Mekke’yi de görürsün.
   Miraçtan maksat dostu görmekti. Bu arada Arş da görüldü,melekler de.

Hikâye

   Yeni bir mürit günün birinde bir ev yaptırdı. Pir gelip evini gördü.
   Şeyh, o yeni müridini, o iyi düşünceli kişiyi imtihan etmek maksadıyla dedi ki:
   “ Yoldaş, eve niçin pencere açtın?” O da şöyle cevap verdi: “ Işık gelsin diye”

2230. Şeyh “ O feridir. Şunu niyaz etmek gerek: Bu pencereden ezanı duyasın” dedi.
   Bayezid, seferde vaktin Hızır’ı olan kişiyi bulmak için uğraşmakta, böyle bir er araştırmaktaydı.
   Vücudu hilâl gibi incelmiş bir pir gördü; onda erlerin halini, kalini buldu.
   Pirin gözü görmüyordu, fakat gönlü güneş gibiydi. Âdeta rüyasında Hindistan’ı görmüş bir file benziyordu  
   Gözünü yummuş, uyumakta.. fakat yüzlerce zevk ve neşe âlemi görmekte.Gözünü açarsa nasıl olurda görmez? Şaşılacak şey!

2235. Rüya deyince şaşılacak şeyler açığa çıkar. Gönül uykuda pencere kesilir.
   Uyanık olduğu halde güzel rüya gören âriftir.Sen onun bastığı toprağı gözüne sürme gibi çek.
   Bayezid o pirin huzuruna varıp oturdu, halini sordu ; onun hem fakir, hem de aile efradı çok olduğunu anladı.
   Pir, “ Ey bayezid nereye gidiyorsun gurbet pılı pırtısını nereye kadar çekip sürüyeceksin” dedi.
   Bayezid “ Hac mevsimi.. Kâbe’ye gidiyorum” diye cevap verdi. Pir dedi ki : “ Yol masrafı olarak yanında ne var?”

2240. Bayezid “ İki yüz dirhem gümüşüm var. Ridamın ucuna sımsıkı bağladım işte.” deyince,
   Pir, “ Etrafımda yedi kere tavaf et. Bu tavafı hac tavafından daha makbul bil.
   O dirhemleri de, ey cömert kişi, bana ver.Bil ki hac ettin muradın hâsıl oldu.
   Umre ettin ebedi ömre nail oldun, sâf bir hale geldin, Safa’ya koştun, Saiy erkânını yerine getirdin.
   Canının gördüğü Hak hakkı için ki o, beni kendi evinden daha üstün, daha makbul etmiştir;

2245. Kâbe her ne kadar onun lütuf ve ihsan evidir ama benim vücudum da onun sır evi.
   Tanrı, Kâbe’yi kurdu ama kurdu kuralı ona gitmedi. Halbuki bu eve, benim vücuduma, o ebedi diri olan Tanrı’dan başka kimse gelmedi.
   Beni gördün ya, bil ki Tanrı’yı gördün; doğruluk Kâbe’sinin,hakikî Kâbe’nin etrafında tavaf ettin.
   Bana hizmet, Tanrıya itaat etmek, onu övmektir. Sakın Hakkı benden ayrı sanma.
   Gözünü iyi aç da bana öyle bak ki beşerde Tanrı nurunu göresin” dedi.

2250. Bayezid, o nükteleri dinledi, altın bir küpe gibi kulağına taktı.
   Bu yüzden derecesi yükseldi, fazileti arttı. Hakikat yolunun sonuna erişmiş olan Bayezid, artık ondan sonra bir son tasavvur edilemeyecek olan bir makama vardı.

Peygamber’in o şahsın hastalandığına,duada küstahlık
etmesinin sebep olduğunu bildirmesi

   Peygamber, o hastayı görünce halini hatırını sordu, o hakikî dosta iltifatlarda bulundu.
   Adam, Peygamber’i görünce dirildi, sanki o anda yeniden yaratılmıştı.
   Sahabe, “ Hastalık beni bu bahta eriştirdi; bu sultan sabah çağında beni dolaşmaya geldi.

2255. Bu suretle bana sıhhat erişti, saltanatına bir hudut olmayan bu padişahın kademi bereketiyle iyileştim.
   Ne güzel, ne mübarek ağrı, sızı.Ne mutlu, ne kutlu hastalık hararet, dert ve gece uykusuzluğu!
   İşte Tanrı bana bu kocalığımda lütuf ve kereminden böyle bir hastalık, böyle bir illet verdi.
   Arka ağrısı ihsan etti de her gece yarısı uykudan uyandırdı.
   Bütün gece manda gibi uyumayayım diye Hak, lütfetti, bana dertler ihsan etti.

2260. Bu sınıklıktan da padişahların merhameti coştu. Cehennem de beni tehdit etmeden vazgeçti, sukût etti” dedi.
   Ağrı, sızı ve hastalık hazinedir. Rahmetler ondadır. Deri yırtıldı mı iç tazelenir.
   Kardeş, karanlık yere, soğuğa, gama, kırıklığa ve hastalığa sabretmek,
   Âbıhayat kaynağı ve sarhoşluk kadehidir. Çünkü yücelikler, hep aşağılıktadır.
   Baharlar güz mevsiminde gizlidir, güz mevsimi de baharda.Kaçma ondan!

2265. Gama yoldaş o, vahşetle ünsiyet kesbet. Ölümünden uzun bir ömür isteyip dur!
   Nefsinin “ Bu kötü” dediğine kulak asma. Çünkü onun işi hep zıddınadır.
   Onun dediğinin zıddını yap. Âlemde peygamberlerin de vasiyetleri böyledir.
   Sonun da az pişman olasın diye yapacağın işlerde müşaverede bulunmak vâciptir.
   Ümmet “ Kiminle meşveret edelim?” dediler de, peygamberler “ Mukteda olan akılla” diye cevap verdiler.

2270. Hattâ soran adam “ İyi ama ya hiçbir tedbiri, isabetli aklı olmayan bir çocuk, yahut kadın gelirse.. onunla da meşverette bulunalım mı? deyince,
   Peygamber, “ Onunla da meşverette bulun, fakat ne derse onun zıddını yap, ona aykırı yola git” dedi.
   Nefsini kadın bil, hattâ kadından da beter. Çünkü kadın cüzüdür, nefsinse şerrin küllü!
   Nefsinle meşveret edersen o aşağılığın dediğine uyma, aksini yap;
   Hatta sana namaz kıl, oruç tut diye emretse bile, nefis hilecidir, o emriyle bile sana bir hile kuracaktır.

2275. Yapacağın işde nefsinle meşveret etmek ve ne derse aksini yapmak kemaldir.
   Onunla başa çıkamaz, onun inadına karşı koyamazsın. Yürü, bir dost kazan, onunla uzlaş!
   Akıl, başka bir akıldan kuvvet bulur.Şeker kamışı, şeker kamışından kemal kazanır.
   Ben, nefsimin hilesinden neler gördüm neler.. sihriyle akıl ve temyizi bile giderir!
   Sana yeniden yeniye vaatlerde bulunur da binlerce kere bozar.

2280. Ömrün, sana yüzlerce yıl mühlet verse nefis, her gün yeni bir bahane bulur, sana mÂni olur;
   Soğuk vaatleri sıcak bir surette söyler.O öyle bir sihirbazdır ki insanı kıskıvrak bağlar.
   Ey hak ziyası Hüsamettin, gel.. bu çoraklıkta sensiz ot bitmiyor.
   Bir velinin gönlünün kırılması yüzünden nefse uyanların önüne bir perde çekilmiştir.
   Bu kazaya yapılacak ilâcı yine kaza bilir. Halkın aklı kazaya pek şaşkındır.

2285. Yola düşmüş bir kurt gibi olan o kara yılan, ejderha kesilmiştir.
   Fakat ejderha da, yılan da senin elinde asâ kesilir, ey Musa’nın canını bile sarhoş eden, ey Musa’yı bile kendisinden geçiren!
   Tanrı, sana “ Onu al, korkma, ejderha elinde asâ haline gelecek” hükmünü vermiştir.
   Ey padişah, haydi, Yedi Beyzâyı göster.Kara gecelerden yepyeni bir sabah meydana getir.
   Bir cehennem yandı, alevlendi. Ona üfür ey nefesi, denizin nefesinden üstün ve artık olan!

2290. Deniz, hilebazdır, sana bir köpük gösterir; cehennemdir, sana bir hararet izhar eder..
   Onun için de gözüne ehemmiyetsiz görünür, bu suretle onu zebun görürsün, hışmın tepreşir.
   Nitekim kalabalık askerde Peygamberin gözüne pek az göründü.
   De Peygamber, tehlike görmeksizin onlara hücum etti. Eğer fazla görseydi çekinirdi.
   Ey Ahmet o bir inayetti ve sen onun ehliydin. Yoksa gönlün kötüleşir bozulurdu.

2295. Tanrı, o zâhiri ve bâtınî savaşı ona da ehemmiyetsiz gösterdi, eshabına da.
   Bu suretle de kolay şeyi ona kolaylaştırdı, güçten de artık yüz çevirmez oldu.
   Düşmanı ona ehemmiyetsiz göstermek kutlu bir şeydi.Çünkü ona dost olan, yol yordamı öğreten Tanrı’ydı.
   Fakat zafer için yardımcısı Tanrı olmayan kişiye gelince: Ona tavşan bile erkek aslan görünür!
   Vay uzaktan yüzü bir görür de gururlanarak, savaşa girişirse!

2300. Zülfikâr bir harbe gibi, erkek aslan da bir kedi gibi görünür de,
   Ahmak, yiğitçesine savaşa girişir, bu hileyle pençeye düşer.
   Bu suretle ateşe tapanlar, ateşgedeye kendi ayaklarıyla gelmiş olurlar.
   O iş sana bir saman çöpü gibi görünür. Hemencecik onu üfler, yerinden uçururum sanırsın.
   Halbuki kendine gel, o saman çöpü, dağları bile yerinden söker. Onun yüzünden âlem ağlamaktadır, o ise gülmekte!

2305. Bu ırmak suyunun dibindeki topuk da görünür ama Uc-ibn-i Unuk gibi yüzlercesi onda boğulup gitmiştir!
   Kan dalgası, misk tepesi.. deniz gibi, kuru toprak görünür.
   Kör Firavun da o denizi kuru gördü de erlik gösterip içine at sürdü.
   Fakat içine dalınca denizin dibini boyladı. Firavun’un gözü nasıl olur da görür?
   Göz Tanrı yüzüyle görür. Hak, nerede her ahmağın sırdaşı olacak?

2310. Şeker görür ama o gık demeden öldüren zehir kesilir. Yol sanır, fakat yol gösteren esas, esasen gul sesinden ibarettir!
   Ey felek, âhır zaman fitnelerine pek sıkı sarıldın, nihayet bir an mühlet ver!
   Sen, bizim kastımıza çekilmiş keskin bir hançersin; bizi hacamat etmek için zehirli bir hacamat aletisin.
   Ey felek, Tanrı’nın merhametinden merhamet öğren. Yılan gibi, karıncaların gönlünü yaralama!
   Bu yapının üstünde senin çarkını döndüren hakkı için.

2315. Kökümüzü söküp çıkarmadan biraz da başka türlü dön, merhamete gel..
   Emriyle önce dadılığımızı yaptığın, fidanımızı sudan, topraktan bitirdiğin Tanrı hakkı için;
   Seni sâf yaratan, sen de bu kadar meşaleler meydana getiren padişah hakkı için.
   O seni o kadar mamur ve baki bir hale soktu ki, Dehrî, nihayet senin evveline evvel yok sandı.
   Şükür olsun ki senin evvelini bildik. Peygamberler sırrını söyledi.

2320. İnsan olan bilir ki o, sonradan yapılmalıdır. Fakat evde ağ kuran örümcek ne bilsin!
   Sivrisinek ne bilir, bu bağ kimin? Baharın doğar, kışın ölür.
  Tahta içinde sınık bir halde doğan kurt, tahtanın fidanlık halini bilir mi?
   Bilse bilse o vakit mahiyeti itibariyle akıl sahibi olur, isterse sureti kurt olsun.
   Akıl, kendini renk, renk, çeşit,çeşit gösterir, ama peri gibi o suretlerden fersahlarca uzaktır.

2325. Hatta peri de nedir ki? Melekten bile üstündür. Fakat sen sinek kanatlısın da onun için aşağılarda uçuyorsun.
   Gerçi aklın, seni yüceliklere çekmekte; ama taklit kurşun aşağılıklarda yayılmakta.
   Taklitten doğan bilgi canımızın vebalidir, iğretidir. Bizse o bizim malımızdır diye oturup kalmışız.
   Bu çeşit akıldansa cahil olmak daha iyi.. deliliğe vurmak daha yeğ!
   Faydanı nede görüyorsan ondan kaç. Zehir iç, Âbıhayatı dök!

2330. Seni öveni söv, kazancını, sermayeni müflise borç ver!
   Eminliği bırak, korku yerine var. Namusu terk et, apaçık rüsvay ol!
   Ben uzun uzadıya ilerisini düşünen aklı denedim. Bundan böyle divaneliğe vuracağım!
                  
Seyyid’in “Niçin orospuyu aldın?” demesi üzerine Delkak’ın mazereti

   Seyyid-i Ecel, bir gece Delkak’a “ Hemencecik bir orospuyu neden aldın?
   Bunu bana söylemeliydin. Sana namuslu bir kız alırdık” dedi.

2335. Delkak “ Dokuz tane namuslu, temiz kadın aldım, hepsi orospu oldu. Derdimden eridim, bittim.
   Bunun üzerine bu hiçbir işe yaramaz orospuyu aldım. Görelim bakalım, bunun sonu ne olacak?” dedi.
   Ben, birçok defalar aklı sınadım. Bundan sonra bir tarla arayacak, oraya delilik tohumu saçacağım!

                              Birisinin kendisini deli gösteren bir uluyu hile ile söyletmesi

   Birisi” Bir akıllı arıyorum, onunla meşverette bulunacağım, bir müşkülüm var, ona söyleyeceğim” dedi.
   Bu sözü duyan da “ Şehrimizde kendisini deliliğe vuran birisi var, ondan başka akıllı yok.

2340. İşte bir sopaya binmiş, çocuklarla beraber koşup duruyor.
   Rey ve tedbir sahibi, ateş parçası gibi bir adamdır.
   Kadri gök gibi yüce, yıldızlar yağdırıcı bir zattır.
   Kudreti, parlaklığı, Kerrûbilere can olmuştur. O, kendisini bu divanelikte gizlemiştir.” dedi.
   Fakat her divaneyi kendine can sayma.. Sâmiri gibi buzağıya secde etme.
   Bir veli sana gayb’a ait yüz binlerce şeyi, yüz binlerce sırrı apaçık söylese bile,

2345. Sen de o anlayış, o bilgi olmadıkça yine fışkıyı ödağacından ayırt edemezsin.
   Veli, kendisine deliliği perde etti mi, ey kör, sen onu nasıl tanıyabilirsin?
   Eğer yakîn gözün açıksa bak da her taşın altında bir erin gizli olduğunu gör!
   Yol gösterici ortada, göz önünde; her Kelîm’in bir kilime bürünmüş olduğu meydandadır.
   Veliyi meşhur eden yine velidir. Veli, kime dilerse nasip verir.

2350. Fakat deliliğe vurdu mu kimse akıl edip de onu anlayamaz.
   Bir hırsız, körden bir şey çaldı mı kör, onu bulabilir mi hiç?
   Hırsız, gelip ona çatsa bile kör, hırsız kimdir? Ne anlasın?
   Köpek, kör yoksulu ısırsa bile kör, kendisini dalayan köpeği nereden bilecek?

                                                 Köpeğin kör bir dilenciye saldırması

   Bir köpek, mahallede bir kör bir dilenciye savaş aslanı gibi saldırdı.

2355. Ay bile yoksulların izi tozunu gözüne sürme gibi çektiği halde, köpek, kızgınlıkla yoksullara saldırır.
   Kör, köpeğin sesinden korktu, âciz oldu. Ona tâzim etmeye başladı:
   “ Ey avcılar beyi, ey av aslanı, el senin elin (hüküm senin hükmün), benden el çek” demeye başladı.
   Hakîmin biri de zaruret yüzünden eşeğin kuyruğunu ağırlamış, o kuyruğa Kerim lâkabını takmıştır.
   Kör de zora gelince köpeğe “ Ey aslan, benim gibi arık birisini avlayıp da ne yapacaksın?

2360. Dostların çölde yaban eşeği avlamaktalar, sense mahallede kör avlıyorsun, bu ne kötü şey!
   Dostların avda yaban eşeği arıyorlar, sen sokakta hile düzüp kör arıyorsun” dedi.
   Bilgili köpek yaban eşeği avlar, bilgisiz köpekse köre kasteder.
   Köpek bile, ilim öğrenince azgınlıktan kurtulur, ormanlarda helâl hayvanlar avlar.
   Köpek bile âlim olunca savaşta çevikleşir.. köpek bile ârif olunca Eshâb-ı Kehif’ten olur.

2365. Köpek bile avcıları kimdir, anlar, tanır. Yarabbi, her şeyi tanıtan o nur nedir ki?
   Körün tanıyamaması, gözü olmadığından değildir; bu, onun bilgisizlikten sarhoş olması yüzündendir.
   Kör, bu yeryüzünden de daha gözsüz değil ya! Halbuki bu yer bile Tanrı inayetiyle düşmanı tanıdı!
   Musa’nın nurunu gördü, ona iltifat etti, Karun’u ise tanıdı yere geçirdi.
   Benlikte bulunan her kişiyi helâk etti, Tanrının “ Ya ard ublai” emrini anladı.

2370. Toprak su, yer ve kıvılcımlı ateş.. bizimle her şeyden habersiz fakat Tanrı ile her şeyden haberdardırlar.
   Bizim ise onun aksine Hak’tan gayrı her şeyden haberimiz var da Hak’tan haberimiz yoktur. Tehditçilerden bihaberiz!

   Hülâsa onların hepsi Tanrı emanetini yüklenmekten korktular, çekindiler. Fakat hayvanla karışınca bu çekinmeleri, bu çalışmaları körleşti, neticesiz bir hale geldi!
   “ Hepimiz de halkla diri, Hak’la ölü bir hale gelen bu hayattan bîzarız” dediler.
   Birisi, anası babası öldü mü yetim olur. Hak’la ünsiyet için kalb-i selim gerek!

2375. Hırsız, bir körden bir kumaş çaldı mı kör, bilmeden feryada başlar.
   Fakat hırsız ona “Senin malını ben çaldım,ben hilebaz bir hırsızım” demedikçe,
   Kör, hırsızı nereden bilecek? Gözünün nuru, gözünün ışığı yok ki!
   Ama sesini duydun mu onu sımsıkı tut, koy verme de çaldığı şeyleri söylet.
   Hırsızı yakalayıp, sıkıştırmak, çaldığını çırptığını söyletmek cihadı ekberdir.

2380. O , önce senin gözünün sürmesini çaldı. Onu elde ettin mi, yine gözlerine nur gelir.
   Gönül’ün kayıp malı olan hikmet kumaşı, ehli dilden elde edilir.
   Kör olan gönül, canı, kulağı,gözü olsa bile hırsız Şeytan’ın izini bulamaz, onu elde edemez.
   Şeytanın izini bulmayı, hırsızı elde etmeyi, gönül ehli olanlardan um, bu işi onlardan iste; taştan topraktan değil. Çünkü halk, gönül ehline nispetle taş, topaç gibidir, âdeta cansızdır.
   Danışacak adam arayan da o deliliğe vurmuş delinin huzuruna geldi, dedi ki : “ Ey kendini çocuk gösteren baba, bana bir sır söyle.”

2385. Veli dedi ki: “ Git bu halkayı çalıp durma. Kapı kapalı. Bu gün sır söylenecek gün değil, başka vakit gel.
   Eğer Lâ mekân âleminde mekâna yer olsaydı ben de şeyhler gibi dükkânda oturur, alışverişe koyulurdum”

Muhtesibin,harap bir halde yere yıkılmış sarhoşu
zindana dâvet etmesi

   Muhtesip gece yarısı bir yere uğradı. Duvar dibinde bir adamın uyuduğunu gördü.
   “ Hey, sarhoş musun,ne içtin? Söyle”dedi. Adam dedi ki: “ Testidekinden içtim!”
   Muhtesip “ Söyle, testide ne var?” diye sordu. Adam, “İçtiğim şey” diye cevap verdi. Muhtesip, “ Bu gizli bir lâf.

2390. Ne içtin, içtiğin ne ?” diye sordu. Adam “ Testide gizli olan şey işte” dedi.
   Bu sual cevap, birbirine ulanıp gitti.Muhtesip de eşek gibi çamura saplanıp kaldı.
   Ona, “ Gel de bir ah de bakalım” dedi. Sarhoş söz söylerken “ Hu, hu” dedi.
   Muhtesip, “ Ben sana ah dedim, hu, de demedim,sen hu diyorsun” deyince, adam, “ Ben neşeliyim, sen gamdan iki büklüm olmuşsun.
   Ah; dertten , gamdan, zulümden olur. Sarhoşların bu hu’larıysa neşedendir.” dedi.

2395. Muhtesip, “ Ben şunu,bunu bilmem,kalk.Marifet satıp durma. Bu dırıltıyı bırak”dedi.
   Adam, “Yürü be.. sen neredesin, ben nerede?” deyince, Muhtesip, “ Hadi kalk, zindana gel” dedi.
   Sarhoş dedi ki: “ Be Muhtesip, beni bırak da yürü işine. Çıplak adamdan rehin alabilir misin sen?
   Eğer benim yürümeye kuvvetim olsaydı burada yatar mıydım. Evime giderdim.
   Eğer benim de aklım olsaydı, imkânını bulsaydım şeyhler gibi dükkân başında bulunurdum.”

Adam’ın halini anlamak için o ulu zatı ikinci
defa olarak konuşturması

2400. O, büyük adamın ahvalini öğrenmek isteyen adam “ Ey sopayı at edinip binen atlı, bir an için olsun atını bu tarafa sür dedi.
   Adam, “ Çabuk söyle, atım çok serkeştir, pek huyludur.
   Çabuk ol ki seni tepmesin. Ne soracaksan açıkça sor bakalım” diyerek sopasını o tarafa sürdü.
   Adam gönlündeki sırrı söylemeye imkân bulamadı. Ondan vazgeçip veliyi alaya aldı.
   Dedi ki: “ Bu sokakta oturan kadınlardan birini almak istiyorum. Benim gibi bir adama acaba hangisi lâyık?”

2405. Veli, “ Dünyada üç türlü kadın vardır. İkisi zahmet ve mihnetten ibarettir, biri dâimi bir hazinedir.
   Onu alırsan tamamıyla senin olur. İkincisinin yarısı senin olur, yarısı senden ayrı kalır.
   Üçüncü ise hiç sana mal olmaz. Bunu duydun ya. Hadi şimdi yürü, ben gidiyorum.
   Sen de durma atım seni tepelemesin. Yoksa bir düştün mü, bir daha kalkamazsın!” dedi.
   Şeyh, sopasını sürüp çocukların arasına katıldı.O genç adam ona tekrar bağırdı.

2410. “ Gel de hiç olmazsa şunu etraflıca anlat. Bu söylediğin üç çeşit kadın kimlerdir? Onu bir söyle!”
   Şeyh, yine onun yanına at sürüp dedi ki : “ Bakir, tamamıyla sana mal olur, gamdan kurtulursun.
   Yarısı senin olan da duldur. Fakat hiçbir suretle sana mal olmayan, evlâdı olan kadındır.
   İlk kocasından evlâdı olursa sevgisi de, bütün hâtıraları da oraya gider.
   Hadi git, atım seni tepmesin.Uzaklaş, yoksa serkeş atımın nalı seni ezer!

2415. Şeyh yine hay huy edip sopasını sürdü, yine çocukları yanına çağırdı.
   Adam tekrar bağırdı : “ Ey ulu padişah, bir sualim kaldı, gel!” dedi.
   Şeyh tekrar o tarafa gelip “ Çabuk söyle, nedir? Çok duramam, çünkü o çocuk meydandan topumu kaptı!” dedi.
   Adam “ Ey Padişah, bu kadar akla, edebe sahip olduğun halde bu ne divanelik, bu ne iş. Şaşılacak şey!
   Sen söz söylerken Aklı Küllünde ötesindesin; bir güneş olduğun halde nasıl delilikle gizleniyorsun” dedi.

2420. Şeyh dedi ki:”Bu külhanbeyleri beni bu şehre kadı yapmaya karar verdiler.
   Reddettim, imkânı yok. Senin gibi âlim , fâzıl kimse yok.
   Şeriatta da senden aşağı birisini kendimize ulu yapmamıza müsaade yok.” dediler.
   Bunun zoruyla kendimi deli gösterdim, deliliğe Tanrı rahmeti geç erişir ama adamakıllı eriyordum. Fakat hakikatte evvelce ne idiysem yine oyum benim ben.

2425. Aklım hazinedir, ben viraneyim. Deliyim hazineyi gösterirsem!
   Divane odur ki divane olmadı, divane odur ki bu bekçiyi gördüğü halde evine girmedi.
   Benim bilgim cevherdir, araz değil.Bu değerli bilgi, bir maksada erişmek için değil ki.
   Ben şeker madeniyim, şeker kamışıyım, hem benden yetişmekte, hem ben yiyorum.
   Bir bilgiyi işiten kişi beğenmez, kabul eylemez, feryat ederse o bilgi taklit bilgisidir, öğrenilerek elde edilmiştir.( adama mal olmamıştır.)

2430. Çünkü geçim elde edilmiştir, gönül aydınlatmak için değil. Bu ilim de, tâlibi gibi aşağılık dünya ilmidir.
   Bazı adamlar, havas ve avama görünmek için ilim öğrenmek ister, bu âlemden halâs olmak için değil.
   Böyle adam fareye benzer; her tarafı deler ama vuslat nurlarından gafildir.
   Nuru, sahraya yol bulamadığı için ona bu karanlık kuyusu, hoş bir meskendir.
   Fakat Tanrı, ona akıl kanadını ihsan ederse farelikten kurtulur, kuşlar gibi uçar.

2435. Kanat aramazsa yerin dibinde kalır, Simâk burcuna yol bulmaktan ümitsiz bir hale düşer.
   Söze gelen ilim, cansızdır; satın alıcıların yüzüne âşıktır.
   Münakaşa ve mübahase zamanı o ilim, büyük görünür ama alıcısı olmayınca ölür gider.
   Halbuki benim müşterim Tanrı’dır. Beni o yüceltir, o satın alır.
   Benim kanımın diyeti ululuk sahibi Tanrı’nın cemalidir. Ben kendi kan diyetimi yemekteyim, bu bana helâl bir kazançtır.

2440. Bu müflis alıcıları bırak. Bir avuç toprak, ne satın alabilir ki?

   Toprak yeme, toprak alma, toprağı arama. Çünkü toprak yiyenin yüzü daima sapsarıdır.
   Gönül ye de daima genç kal. Benzin, tecelliden erguvana dönsün!”
   Yarabbi , bu ihsan bizim işimiz değil. Senin lûtfun, gizli lûtfe yol göstericidir.
   Ey düşkünlerin ellerini tutan, elimizi tut. Bizi al.. perdeyi kaldır, perdemizi yırtma.

2445. Bizi bu murdar nefisten kurtar. Çünkü bıçağı kemiğimize kadar dayandı.
   Ey tacı,tahtı olmayan padişah, bizim gibi biçarelerden bu kuvvetli bağı kim çözebilir?
   Ey muhabbet ihsan eden muhabbetli Tanrı, böyle sağlam bir kilidi, senin fazlından başka kim açabilir?
   Biz kendimizden vazgeçer, yüzümüzü sana tutarız.Çünkü sen, bize bizden yakınsın.
   Bu dua da senin öğretmenledir, senin ihsanındandır. Yoksa külhanda nasıl olur da gül bahçesi yetişir?

2450. Kan ve bağırsak arasında kalmış olan anlayış ve akıl senin ikramından başka bir şey nakletmez ki,
   İki parça yağdan çıkan bu ruhani nurun nurani dalgası göklere vurmakta..
   Bu dil denen et parçasından hikmet nehri ırmak gibi akmakta..
   Kulak denen deliklerden akıp, meyvesi akıl ve anlayış olan can bağına kadar gitmekte.
   Canlar bağının ana yolu da o anlayışın yolu. Âlemin bağları, bostanları onun fer’inden ibaret.

2455. Bu hoşlukların aslı ve kaynağı o. Haydi, hemen “ O, bahçelerin inişlerinde nehirler akar” âyetini oku artık.”

 

                 Peygamber Sallâllahu Aleyhi Ve Sellem’in hastaya nasihat etmesi hikâyesinin sonu

   Peygamber, o hastayı dolaştı, o ağlayıp inleyen zavallının halini hatırını sordu. Sonra dedi ki :
   “ Acaba sen bir çeşit dua mı ettin, bilmeyerek bir zehirli aş mı yedin?
   Hele bir hatırla bakayım, nefsin, hilesinden coşunca ne çeşit duada bulundun?”
   Hasta “ Hiç hatırıma gelmiyor. Himmet et de hatırlayayım” dedi.

2460. Mustafa’nın nur bağışlayan huzuru hürmetine duayı hatırladı.
   Her yanı aydınlatan Peygamber’in himmeti, ona hatırlayamadığını hatırlattı.
   Hakla bâtıl arasını ayırt eden aydınlık, gönülden gönüle açılmış olan pencereden parladı.
   Dedi ki : “Ya Resulallah, bir hezeyandır ettim, şimdicek duamı hatırladım.
   Daima günaha giriftar olup duruyordum. Denize düşenin yılana sarılması gibi önüme ne gelirse sarılıyordum.

2465. Sen, suçluları çok şiddetli azaplarla tehdit etmiştin.
   Istıraba düştüm, çarem kalmadı. Bağ pek sıkı, kilit kapalıydı.
   Ne sabredebiliyordum. Ne kaçacak, kurtulacak yer vardı. Ne tövbe etmeye bir ümidim kalmıştı, ne dayanmama imkân.
   Elemden Harut’la Marut gibi ah ederek dedim ki : Ey yaratan Tanrı’m.
   Harut’la Marut  tehlikeden kurtulmak için Bâbil Kuyusunu dilediler.

2470. Gürbüz, akıllı, hatta sihirbaza benzer, her şeye muktedir oldukları halde onlar bile ahret azabını o kuyuda çekmek istediler.
   İyi de ettiler, tam yerinde bir işti. Dumandan çekilen zahmet ateşe nispetle elbette kolaydır, ehemmiyetsizdir.
   Ahiret âzabını tavsife imkân yoktur. Onun yanın da dünya azabının ehemmiyeti olamaz.
   Ne mutlu o kişiye ki savaşır, çabalar, bedenine azap eder.
   O cihanın azabından kurtulsun diye bu azap çekme ibadetine katlanır.

2475. Ben de, Yarabbi, bana o azabı hemencecik burada çektir de,
   O âlemde rahat edeyim diye dua edip durmaktaydım. İstek kapısının halkasını bu suretle çalışıyordum.
   Derken bu hastalığa tutuldum. Canım zahmetten âramsız bir hale düştü.
   Zikrinden, evradımdan kaldım. Kendimden de haberim yoktu, iyiden, kötüden de.
   Yüzünü görmeseydim; ey kutlu, ey kokusu güzel ve mübarek Peygamber ;

2480. Hayat kaydından tamamıyla sıyrılacaktım. Bana padişaha lütfedip derttaş oldun da bu gamdan kurtardın”
   Peygamber, “ Ne yaptın? Sakın bir daha bu duada bulunma. Kendi kökünü kendin kazıp sökme.
   Ey zayıf karınca, senin ne takatin var ki böyle bir yüce dağı yüklenmeye kalkışıyorsun ! ” dedi.
   Adam dedi ki : “ Sultanım, tövbe ettim. Bir daha böyle bir cürette bulunmam, böyle bir lâf etmem.”
   Bu cihan bir çöldür, sen Musa’sın. Biz de günahımız yüzünden çölde iptilâlara uğramış kişileriz.

2485. Yılarcadır yol görüyoruz, fakat sonunda yine ilk konakta esiriz.
   Musa’nın kavmi bir hayli yol aldıkları halde sonunda yine kendilerini ilk adım attıkları yerde buldular.
   Musa’nın gönlü bizden razı olsaydı, bu çöle bir yol, bir uç bulunurdu.
   Fakat bizden tamamıyla usanmış olsaydı hiç yemeğimiz gökten gelir miydi?
   Bir taş parçasından kaynaklar coşar mıydı, çölde canımızı kurtarabilir miydik?
   Hattâ bundan vazgeçtik, yemek yerine üstümüze ateş yağar, konduğumuz bu konakta alevlenir, yanardık.

2490. Musa, bizden hem hoşnut, hem değil.. gâh dostumuz, gâh düşmanımız.
   Hışımı; pılımızı, pırtımızı ateşlemekte.. hilmi belâya siper olmakta.
   Nasıl olur da hem hilimle muamele eder, hem hışımla? Fakat ey aziz Tanrı, bu senin lütfundan, bu lütuf, az görülmüş, bir şey değil ki.
   Adamın karşısında bulunan kimseyi yüzüne karşı methetmesi hoş bir şey değil. Onun için Musa’nın adını mahsus anıyorum.
   Yoksa değil Musa, kim olursa olsun.. senin karşında başka birinden bahsetmem yaraşır mı?

2495. Bizim ahitlerimiz yüzlerce, binlerce defa bozuldu. Fakat senin ahdin dağ gibi , yerinden bile oynamıyor.
   Bizim ahdimiz saman çöpüne benzer, her çeşit rüzgâra karşı zebundur. Senin ahdinse dağ gibi, hattâ yüzlerce dağdan da kuvvetli.
   O kuvvet hakkı için ey renklere sahip olan, bizim renkten renge girişimize bir acı!
   Kendimizi de gördük, rüsvay oluşumuzu da.Padişahım, bizi fazla imtihana çekme.
   De ey kerem sahibi ve yardımı istenen Tanrı, öbür ayıplarımızı, öbür kötülüklerimizi gizli bırak.

2500. Sen cemalde, kemalde sonsuzun; biz eğrilikte sapıklıkta sonsuz!
   Şu bir avuç aşağılık kişililerin kötülükteki sonsuzluğunu sonsuz lütfunla, cemal ve kemalinle ört.
   Aman elbisemizden zaten bir tek iplik kaldı. Bir şehirdik, tek bir duvarımız yerinde.
   Ey sahibimiz, şu kalanı koru, şu kalanı koru da Şeytan, tamamıyla sevinmesin.
   Bizim hatırımız için değil, suçluları yine arayıp kayırdığın o kadim lütfun hakkı için Yarabbi.

2505. Madem ki kudretini gösterdin, merhametini de göster,ey et ve yağ parçalarına merhametler ihsan eden Tanrı.
   Eğer bu dua gazabını arttırıyorsa ulu Tanrı, sen bize bir dua öğret.
   Nitekim Âdem cennetten çıkınca ona tövbe etmeyi nasip ettin de kötü Şeytan2dan kurtuldu.
   Şeytan da kimdir ki Âdemden üstün olsun, böyle bir düzenle oyunu kazansın, onu alt etsin.
   Bunların hepsi de hakikatte Âdem’in faydasını temin etti. Şeytan’ın hilesi, düzeni, o hasetçiye lânet edilmesine sebep oldu.

2510. Şeytan, bir oyunu gördü de iki yüz oyunu göremedi. O yüzden kendi evinin direğini kendisi kesti.
   Gece vakti başkalarının ekinini ateşlemek istedi, fakat yel, ateşi kendi ekinine sürdü.
   Lânet, Şeytana bir gözbağı oldu, bu yüzden hileyi düşmanı olan Âdem’e ziyan sandı.
   Lânet dediğin de işte insanı böyle ters görüşlü yapar. Hasetçi, kendini görür, beğenir, kindar bir hale gelir.  
   Nihayet kötülüğün, sonunda dönüp kötülükte bulunana geleceğini, ona ziyan vereceğini anlamaz.

2515. Kendisini mat edecek şeylerin hepsini aksine görür. Halbuki mat olan kendisidir, kendisi ziyan eder!
   Çünkü kendisi bir hiçten ibaret olduğunu görse, yarasının öldürücü ve şiddetli olduğunu bilse,
   Böyle görüş, böyle biliş ,adamın gönlünü dertlendirir. Dert de onu hicaptan çıkarırdı.
   Anaları doğum ağrısı tutmasa çocuk doğmaya hiçbir yol bulamaz.
   Bu emanet gönüldedir, gönülde gebe.Bu nasihatlerse ebeye benzer.

2520. Ebe “ Kadının ağrısı yok, ağrı lâzım, ağrı çocuğa yoldur” der.
   Dertsiz kişi yol vurucudur, dertsizlik “Enel Hak- ben Hakk’ım” demektir.
   Bu “Ene” sözünü vakitsiz söylemek; lânete düşmektir, “ Ene” yi vaktinde söylemek rahmettir.
   Mansur’un “ Ene” deyişi, şüphe yok ki rahmetten ibarettir; fakat Firavunun “ Ene” deyişine bir bak, lânetin ta kendisi!
   Hulasa vakitsiz öten her horozun ibret için başını kesmek gerekir.

2525. Baş kesmek nedir? Dünyada nefsi öldürmek, nefsin dileklerini terk etmek.
   Bu da öldürülmekten kurtulsun diye akrebin iğnesini çıkarmak gibidir.
   Taşla tepelenme belâsından kurtulsun diye yılanın zehirli dişini sökersin ya!
   Nefsi, pirin gölgesinden başka hiçbir şey öldürmez. O nefis öldürenin eteğine sımsıkı sarıl.
   Eteğini sıkıca tuttun mu , bu, Tanrı tevfikidir. Sende beliren her kuvvet, onun seni çekişinden, dileyişinden meydana gelir.

2530. “ Ma remeye iz remeyte” iyi bil. Canın nesi varsa canlar canındandır.
   Elini tutan, yükünü yüklenen odur. Her an, her nefes, o anı, o nefesi ondan um!
   Onun feyzine geç mazhar olduysan gam yeme. Bilirsin ki ihmal etmez, imhal eder.
   Tanrı rahmeti geç erişir ama adamakıllı erişir, seni bir an bile huzurundan ayırmaz, her an seninledir.
   Bu vuslatın, bu muhabbetin şerhini duymak istersen adamakıllı düşünerek “Vedduha” suresini okuyuver!

2535. Eğer sen kötülükler de ondandır dersen öyledir ama bundan onun kemaline noksan mı gelir ki?
   Bu kötülük ihsanı da onun kemalindendir. Dinle ulu kişi, sana bir misal getireyim:
   Meselâ ressam iki türlü resim yapar: Güzellerin resimleriyle,çirkin resimleri.
   Yusuf’un, yaratılışı güzel hurinin resmini de yapar, ifritlerin,çirkin iblislerin resmini de.
   İki türlü resim de onun üstatlığının eseridir.Bu,ressamın çirkinliğine delil olamaz, bilâkis üstatlığına delildir.

2540. Çirkini gayet çirkin olarak yapar, o derecede ki bütün çirkinlikler, onun etrafında döner, örülür.
   Bu suretle de bilgisindeki kemal meydana gelir, üstatlığını inkâr eden rüsvay olur.
   Eğer çirkinin resmini yapmayı bilmezse ressam, nâkıstır. İşte bu yüzden Tanrı hem kâfirin yaratıcısıdır, hem müminin.
   Bu yüzden küfür de Tanrı’lığına şahittir, iman da. İkisi de ona secde eder.
   Fakat bil ki müminin secdesi dileyerektir. Çünkü mümin, Tanrı rızasını arar, maksadı onun rızasını almaktır.

2545. Kâfir de istemeyerek Tanrı’ya tapar ama onun maksadı başkadır.
   Padişahın kalesini yapar amam beylik dâvasındadır.
   Kale, onun malı olsun diye isyan eder, fakat nihayet kale, padişahın eline geçer.
   Müminse o kaleyi padişah için tamir eder, makam sahibi, mevki sahibi olmak için değil.
   Çirkin, “ Ey çirkini de yaratan padişah, sen güzeli de yaratmaya kaadirsin, çirkini de” der.

2550. Güzel de “ Ey güzellik padişahı, beni bütün ayıplardan arıttın” der.

               Peygamber Sallâllahu Aleyhi Ve Sellem’in nasihat  etmesi ve hastaya dua öğretmesi

   Peygamber, o hastaya dedi ki: “ Sen, şunu söyle; Tanrı, sen bize güçlükleri kolaylaştır.
   Dünya yurdunda bize iyilik ver, ahiret yurdunda da.
   Yolumuzu gül bahçesi gibi lâtif bir hale getir, ey Yüce Tanrı, konağımız zaten sensin.”
   Müminler mahşerde derler ki; “ Ey melekler, cehennem müşterek bir yol değil miydi?

2555. Mümin de oraya uğrayacaktı, kâfir de. Fakat biz bu yolda ne duman gördük, ne ateş.
   İşte burası cennet, emniyet yurdu. Peki o aşağılık uğrak nerede?”
   Melekler derler ki: “ Hani geçerken filân yerde gördüğümüz o yemyeşil bahçe vardı ya.
   Cehennem, o şiddetli azap yurdu, işte orasıydı. Fakat size bağlık, bahçelik, yeşillik bir yer oldu.
   Siz, bu cehennem huylu, kötü suratlı, ateş meşrepli nefsi.

2560. Çalışıp, çabalayıp tertemiz bir hale getirdiniz; Tanrı için ateşi söndürdünüz:
   Şulelenip duran şehvet ateşini takva yeşilliği, hidayet nuru haline soktunuz; Hırs ateşiniz hilim, bilgisizlik karanlığı ilim oldu;
   Hırs ateşini attınız; o ateş diken gibiydi, gül bahçesine döndü..
   Mademki siz kendinizdeki bütün ateşleri bizim için söndürdünüz, bu suretle de zehir, bal haline geldi.

2565. Madem ki ateşe mensup olan nefsi bir bahçe yapıp oraya vefa tohumları ektiniz,
   Oradaki zikir ve tespih bülbülleri, yeşillikte, ırmak kıyısında güzel bir tarzda ötüşmeye koyuldular.
   Tanrı’ya, çağırana icabet ettiniz, nefis cehennemine su serptiniz.
   Bizim cehennemimiz de size yeşillik, gül bahçesi, ağaçlık haline geldi.”
   Oğul, ihsanın karşılığı nedir? Lütuf, ihsan ve en değerli sevap.

2570. Siz, biz kurbanız, varlık, iyilik vasıflarına karşı fâniyiz:
   Kalleşsek de, divaneysek de o sâkinin, o kadehin sarhoşlarıyız;
   Onun hükmüne, onun fermanına baş koymakta, tatlı canımızı ona peşkeş sunmaktayız.
   Sevgilinin hayali, gönüllerimizde oldukça; işimiz, kulluk ve can vermedir, demediniz mi?
   Nerede bir belâ çırağı uyandırdılarsa orada yüz binlerce âşığın canını yaktılar.

2575. Evin içinde ki âşıklar, sevgilinin cemali çırağına pervanedirler.
   Gönül, seninle nurlanan yere, belâlardan sana siperlerden olanların meclisine,
   Sana canlarında yer verenlerin, seni şaraplarla dopdolu bir kadeh haline getirenlerin yanına git!
   Onların canlarında yurt kur; ey aydın dolunay, gökyüzünde mekân tut!
   Onlar, sana sırları belirtmek için Utarit gibi gönül defterini açarlar.

2580. Madem ki yerin yurdun yok.. bildiklerin yanına var, ay parçasıysan kâmil ve tamam bir aya yüz vur! 
   Cüz’ün, küllünden çekinmesi de ne oluyor? Muhalifle bu kaynaşma da ne?
   Cinse bak, bir nev’ile karışınca, o cinsin nev’i olmuş.. gayıpları gör, ayn’ın nuru ile ayn kesilmiş.!
   Be akılsız, karı gibi işvelendikçe, yalana işveye kalkıştıkça, nasıl üst olacaksın?
   Halkın seni övmesini, sana yaltaklanmasını, halkın tatlı ve kandırıcı sözlerini alıyor, altın gibi cebine indiriyorsun!

2585. Sana Padişahların sövmesi, vurması, sapıkların övmesinden daha iyidir .
   Padişahların tokadını ye de aşağılık kişilerin balını yeme.. bu suretle er olanların ikbali yüzünden sen de bir er ol.
   Çünkü onlardan hil’at gelir, devlet gelir. Onlar, ruhun penahında cesedi, can haline getirirler.
   Nerede bir çıplak, bir yoksul görürsen bil ki bir kâmilden kaçmıştır.
   Gönlünün dilediğini yapmak, o kör, o kötü ve sermayesiz gönlün istediğini yerine getirmek için bir üstattan firar etmiştir.

2590. Eğer ustanın dilediğine uysaydı kendisini de bezerdi, akrabasını da .
   Dünyada kim ustadan kaçarsa, devletten kaçar; bunu böyle bil.
   Ten kazancında bir sanat öğrendin, din sanatına da bir el ur!
   Dünyada elbisen var, zenginleştin; fakat bu âlemden gidince nasıl edeceksin?
   Ahiret için de bir sanat öğren ki mağfiret kazancını elde edesin.

2595. O cihan da pazarla, kazançla dolu bir şehirdir. Zannetme ki kazanma yalnız bu âlemdedir ve bu kazanç kâfidir!
   Ulu Tanrı “ Bu cihanın kazancı, o kazancın yanında çocuk oyuncağıdır” dedi.
   Hani bir çocuk, öbür çocuğun üstüne yürür, onunla konuşuyor birleşiyor gibi hareketlerde bulunur ya..
   Çocuklar, dükkâncılık oynarlar ya.. fakat zaman geçirmeden başka, ellerine bir şey girmez.
   Gece gelip çatar, çocuk evine aç döner, Öbür çocuklar giderler, tek başına kalakalır.

2600. Bu âlem oyun yeridir, ölüm de gece. Geri döner gidersin, fakat kese bomboş,sen de yorgun argın!
   Be serkeş herif, din kazancı; aşktır, gönül cezbesidir, Hak nuruna kabiliyettir.
   Bu aşağılık nefis, senden fâni kazanç ister. Fakat niceye bir aşağılık şeyleri kazanıp duracaksın, bırak artık, yeter.!
   Aşağılık nefis eğer senden yüce bir kazanç dilese bile bu dilekte hile ve düzen vardır.

                     
İblis’in Muaviye’yi “Kalk,namaz vakti geldi” diye uyandırması

Rivayet ederler : O Muaviye köşkünde bir bucakta uyumuştu.

2605. Köşkün kapısı içerden kilitliydi, çünkü Muaviye halkın gelip gitmesinden yorulmuştu.
   Ansızın birisi onu uyandırdı. Muaviye gözünü açınca adam gözden sır oldu.
   Kendi kendisine, “ Köşke kimse giremez. Bu küstahlıkta, bu cürette bulunan kim acaba?” dedi.
   Etrafı dolaştı, gizlenen adamdan bir nişan bulmak için her tarafı araştırdı.
   Kapı ardında bir herif gördü. Adam kapıya sinmiş, yüzünü perde ile örtmüş gizlenmişti.

2610. Muaviye “Hey sen, kimsin, adın ne ?” diye sordu. Adam “ Adım açıkça söyleyeyim, Şaki İblis” diye cevap verdi.
   Muaviye “ Niye gayret ettin, beni niçin uyandırdın? Bana doğru söyle, aykırı konuşma” dedi.

   İblis’in Muaviye’yi eşekten düşürmesi,kapalı konuşup bahaneler etmesi,Muaviye’nin ona cevap
                                                                             vermesi

   Şeytan “ Namaz vakti geldi. Hemen mescide koşmak gerek.
   Mustafa, mâna incisini delerek “ Acele edin, ibadetleri vakti geçmeden yapın buyurdu” dedi.
   Muaviye “ Hayır, hayır senin böyle bir maksadın olmaz. Bana hayra delil olasın, imkânı mı var?

2615. Hırsız, evime gizlice giriyor da “ Bekçilik ediyorum” diyor.
   Ben o hırsıza nasıl inanayım? Hırsız, sevabı, ecri ne bilir” dedi.

                                                Yine İblis’in Muaviye’ye cevap vermesi

   Şeytan dedi ki: “ Biz, evvelce melektik. İbadet yoluna canla başla düzülmüştük .
   Yol saliklerine mahremdik, Arş sakinlerine hemdem,
   ilk sanat gönülden çıkar mı? İlk sevgi nasıl olurda unutulur?

2620. Seferde Rum diyarı ehlinden birisini, yahut Huten’li birisini görmekle vatan sevgisi kalbinden çıkar mı?
   Biz de bu şarabın sarhoşlarındandık, biz de kapısının âşıklarındandık.
   Göbeğimizi onun sevgisiyle kestik, sevgisini canımıza ektiler.
   Zamanede güzel günler gördük, baharda rahmet suları içtik.
   Bizim varlığımızı da “ Onun fazıl” ve ihsan eli ekmemiş midir? Bizi de yoktan yaratan o değil mi?

2625. Ondan nice lûtuflar görmüşüz, rıza gülistanında nice dolaşmışız.
   Başımıza rahmet elini koyar, bize de lûtuf çeşmelerini izhar ederdi.
   Ben daha çocukken, süt emiyorken beşiğimi kim salladı? O!
   Onun sütünden başka kimden süt emdim, onun tedbirinden başka beni kim yetiştirdi?
   Vücuda sütle giren huyu, çıkarmaya kimin iktidarı vardır?

2630. Kerem denizi bir itapta, bulunsa bile, kerem kapılarını kapalı bırakır mı?
   Onun, asıl peşin ihsan ettiği para, lûtuf ve vergisidir.Kahırsa, o paranın üstüne konmuş arızi bir tozdan ibarettir.
   Âlemi lûtfetmek için yarattı. Zerrelere, onun güneşi riayetlerde bulundu.
   Ayrılık bile, onun kahrından doğmakla berber vuslatın kadrini bilmek içindir.
   Bu suretle diler ki ayrıldığı, canın kulağını bursun, onu tedibetsin de can, vuslat günlerini bilsin.

2635. Peygamber “ Tanrı, âlemi yaratmadan maksadım, ihsan etmekti.
   Yarattım ki benden bir fayda görsünler, balıma parmaklarını bansınlar.
   Ben bir fayda göreyim, çıplak adamdan bir libas elde edeyim diye yaratmadım, dedi” buyurmuştur.
   Birkaç gün oldu ki beni huzurundan kovdu. Fakat yine gözüm onun güzel yüzünde.
   Böyle bir yüzden bu çeşit kahra uğramak şaşılacak şey.Herkes sebeple meşgul olup durmakta.

2640. Halbuki ben sebebe bakmam. Çünkü sebep sonra meydana gelen bir şeydir. Sonradan meydana gelen bir şeyin varlığına sebep olur.
   Ben ezeli lûtfa bakar, sonradan meydana geleni yırtar, iki parça ederim.
   Tutalım, Âdem’e secde etmemem hasettendi. Ama o haset de aşktan meydana geldi; inattan, inkârdan değil.
   Her haset, şüphesiz dostluktan meydana gelir. Sevgiliyle başkaları bir arada oturunca haset baş gösterir.
   Aksırana “ Çok yaşa “ demek dostluktan olduğu gibi, kıskançlık da dostluğun şartıdır.

2645. Onun oyununda bundan başka bir oyun yoktu ki? Oyna dedi, ben ne bilirim ki ona katayım?
   Bir tek oyunum vardı, oynadım, kendimi kaldırıp belâya attım.
   Belâda da onun lezzetlerini tatmak istedim, ona mat oldum, ona mat oldum, ona mat oldum!
   Ey ulu kişi, bu altı cihetli âlemde kim, kendisini altı duygu kapısından kurtarabilir ki?
   Altının cüz’ü, nasıl olurda küllünden kurtulur? Hele keyfiyetsiz Tanrı onu eğri yaratmışsa!

2650. Bu altı cihet içinde ateşe dalmış kişiyi ancak altı ciheti yaratan Tanrı kurtarabilir.
   Küfür olsun, iman olsun.. onun eliyle dokunmadır, onundur.”

                                 Muaviye’nin tekrar İblis’e İblis’in hilelerini anlatması

   Emîr ona dedi ki: “ Bunlar doğru. Fakat bunlardan senin payın eksik.
   Sen, benim gibi yüz binlerce kişinin yolunu urdum delik deldin, hazineye girdin!
   Hem ateş ve neft olasın, hem yakmayasın, buna imkân var mı? Kimdir ki senin elinden elbisesi yırtılmamış olsun!

2655. Ey, ateş senin tabiatın yakmaktır, bir şeyi yakmaman mümkün değil.
   Tanrı seni yakıcı bir hale getirmiş, bütün hırsızların üstadı etmiştir. İşte lânet budur.

  
Tanrı ile yüz yüze konuştum. Ey düşman, senin hilene karşı ben kim oluyorum?
   Senin marifetlerin, ıslık sesi gibidir, kuşların seslerine benzer, fakat kuş avlar.
   O, yüz binlerce kuşun yolunu urmuştur. Kuş,âşina bir kuş geldi sanıp aldanmıştır.

2660. Havada uçarken ıslık sesini duyunca havadan iner, burada esir olur.
   Nuh’un kavmi senin hilenden feryada düşmüşler, gönülleri yanmış, göğüsleri paramparça olmuştur.

  
Cihanda  Âd kavmine rüzgârı sen yolladın, onları azaplara, mihnetlere sen düşürdün.
   Lût kavminin başına taş yağmasına sen sebep oldun. O kara suyun içinde, senin yüzünden boğuldular.
   Nemrut’un beyni, senin yüzünden döküldü binlerce fitneler meydana getiren Şeytan!

2665. Filozof, zeki Firavunun aklı körleşti, senin yüzünden bir şey anlamaz oldu.
   Ebulehep de senin yüzünden naehil,oldu.Ebülhakem de senin yüzünden Ebucehil kesildi.
   Ey bu satrançta nam için yüz binlerce ustayı mat eden!
   Ey müşkül oyunlarıyla gönülleri yakan ve gönlüne merhamet gelmeyen!
   Sen hile denizisin, halk bir katradan ibaret. Sen dağ gibisin, selim kalpli insanlara ancak bir zerre!

2670. Ey düşmanlık edip duran Şeytan, senin hilenden kim kurtulabilir? Hepimiz tufana gark olmuşuz. Ancak Tanrı’nın koruduğu müstesna.
   Nice saadetli yıldız, senin yüzünden ihtiraka düşmüştür. Nice askerler, nice topluluklar, senin yüzünden darmadağın olmuştur!”

                                                    İblis’in Muaviye’ye cevap vermesi

   İblis Muaviye’ye dedi ki: “ Bu bağı çöz. Ben, kalpla halis için mehenğim.
   Hak, beni aslanla köpeği imtihan etmek için yarattı, halisle kalpı ayırt etmek için halk etti.
   Ben, kalpın yüzünü ne vakit karartmışım.Kuyumcuyum ben, ona daima değerini verdim.

2675. İyilere yol gösteririm, kuru dalları keserim. Bu otları niye ortaya koyarım?Hayvan hangi cinstendir, meydana çıksın diye.
   Kurt, ceylândan bir yavru doğursa onun kurt, yahut ceylân oluşunda şüphe edilir.
   Önüne otla kemik koy. Bakalım hangisine tezce adım atacak, hangisine meyledecek?
   Eğer kemiğe gelirse köpektir, ota meylederse şüphe yok, ceylân cinsindendir.

2680. Kahırla lûtuf, birbirine eş oldu. Bu ikisinden bir hayır ve şer âlemi doğdu.
   Sen otla kemiği göster, nefis ve can gıdasını arz et.
   Nefis gıdasını isterse aşağılıktır, ruh gıdasını isterse serverdir.
   Tene hizmet ederse eşektir. Can denizine dalarsa inci bulur.
   Gerçi bu ikisi birbirine aykırı, hayır ve şerdir ama ikisi de bir iş başındadır.

2685. Peygamberler, ibadetlerini arz ederler, düşmanlar şehvetlerini.
   Ben iyiyi nasıl kötüleştirebilirim? Tanrı değilim ya! Ben bir davetçiyim, onları yaratan değil!
   Güzeli çirkin yapabilir miyim? Rab değilim ki. Güzele çirkine bir aynayım.
   Hintli, bu, adamı kara suratlı gösteriyor diye aynayı yaktı.
   Ayna dedi ki: suç benim değil. Benim yüzümü cilâlayana kabahat bul!
   O beni gammaz yaptı, çirkin kimdir, güzel kim? Söyleyeyim diye o, beni doğru sözlü etti.

2690. Ben şahidim, şahidi zindana atmak nerede görülmüş? Zindan ehli değilim. Tanrı şahidimdir.
   Ben de nerede meyveli bir ağaç görürsem onu dadı gibi besler, yetiştiririm.
   Fakat nerede bir acı ve kuru ağaç görürsem fışkı, miskten kurtulsun diye keserim.
   Kuru ağaç, bahçıvana “ Yiğit, suçsuz,günahsız niye benim başımı kesiyorsun?” der.
   Bahçıvan der ki: “ Sus, kötü huylu. Kuruluğun suç olarak yetmez mi?”

2695. Kuru ağaç “Ben doğruyum, eğri değil. Niçin suçum yokken beni kesiyorsun der?” der.
   Bahçıvan der ki: “ Kutlu bir şey olsaydın da keşke eğri olsaydın, fakat yaş olsaydın!
   Öyle olsaydın Âbıhayatı çeker, dirilik suyu ile karışır, hayat bulurdun.
   Tohumun kötüymüş, aslın kötüymüş, güzel bir ağaca ulaşamamışsın.
   Güzel bir ağaç dalı, kötü bir ağaca aşılansa o güzellik, kötü ağacın tabiatını da güzelleştirir.”

                           Muaviye’nin Şeytan’a kızıp sert muamelede bulunması

2700. Emîr, Şeytana dedi ki: “ Ey yol urucu, delil getirme. Beni kandırmağa yol bulamazsın, yol arama.
   Sen bir dolandırıcısın ben de garip bir tâcirim. Getirdiğin her elbiseyi nasıl alabilirim?
   Kâfirlik edip pılımın, pırtımın etrafında dolaşma. Sen hiç kimsenin malına müşteri değilsin.
   Dolandırıcı müşteri olamaz. Müşteri gibi görünse bile bu, hileden, düzenden ibarettir.
   Kim bilir, bu hasetçinin kabağında ne var? Tanrı, bu düşmanın elinden bizi kurtar, feryadımıza yetiş!

2705. Bir kere daha bana üfürür, beni bir kere daha afsunlarsa bu hırsız, hırkamı kaptı gitti!
   Onun bu sözü duman gibidir. Ey Tanrı, elimi tut, yoksa kilimim elden gider.
   Bir delil getirmekle İblis’e üst olamam.Çünkü o, her yüce, her aşağılık kişinin fitnecisi, imtihancısıdır.
   “ Allemel esma” ya bey olan Âdem bile bu köpeğin yıldırım gibi koşuşuna karşı yaya kalmıştır.
   Şeytan,onu bile cennetten yeryüzüne atmıştır. Âdem bile Simâk burcundayken balık gibi onun oltasına düşmüş,

2710. “ Rabbenâ, zalemn┠diye ağlayıp feryat etmiştir. Onun hilesine, düzenine nihayet yoktur.
   Onun her sözünde bir şey vardır, her sözünde yüz binlerce sihir gizlidir.
   Erlerin erliklerini bir nefeste bağlar; kadının erkeğin hevesini bir nefeste arttırır.
   Ey halkı yakıp yandıran fitneci İblis, niçin beni uyandırdın? Doğruyu söyle!
   Şeytan, “ Kötü zan sahibi olan kişi, yüz nişan da olsa doğruyu işitmez.

2715. Bir gönül, hayale düştü mü delil getirsen bile hayali artar.
   Söz, o gönülde illet haline gelir; gazinin kılıcı hırsıza âlet olur.
   Bu takdirde, öyle adama verilecek cevap susmaktan ibarettir.Ahmakla konuşmak deliliktir.
   Ey ahmak, benim şerrimden Tanrı’ya ne ağlayıp sızlanıyorsun? Sen, o aşağılık nefsinin şerrinden ağla, sızlan!
   Sen helva yersin, çıban olur; sıtmaya tutulursun, sıhhatin bozulur.

2720. Sonra da İblis’e suçu yokken lânet edersin. Niçin o şeytanlığı kendinde görmezsin?
   Bu, ey azgın, İblis’ten değil,sendendir. Tilki gibi kuyruk peşinde koşup durmaktasın.
   Yeşillikte bir kuyruk gördün mü o tuzaktır, bunu niye bilmiyorsun?
   Bilmiyorsun, çünkü kuyruğa meylin seni bilgiden uzaklaştırdı, gözünü, aklını kör etti.
   Sevdiğin şeyler seni kör ve sağır eder; düşmanlığa kalkışma, bu cinayeti, kara nefsin işledi.

2725. Bana suç bulma , aykırı görme.Ben, kötülükten de bizarım, hırstan da, kinden de!
   Bir kere kötülük ettim, hâlâ pişmanım; gecem gündüz olsun diye bekleyip duruyorum.
   Halk arasında müttehim oldum, herkes, kadın olsun erkek olsun kendi işini bana isnat ediyor.
   Zavallı kurt, aç bile olsa uyduruyor diye itham edilir.
   Zayıflıktan yol yürümeye kudreti olmasa bile çok yemeden imtilâ olmuştur derler” dedi.

                                                     Muaviye’nin tekrar İblis’e ısrarı

2730. Muaviye dedi ki: “ Seni doğruluktan başka bir şey kurtaramaz. Adalet, seni doğruluğa davet etmekte.
   Doğru söyle de elimden kurtul. Hile , savaşımın tozunu yatıştıramaz.”
   Şeytan, “Ey hayal kuran, düşüncelere dalan, doğruyu, yalanı nasıl anladın?” dedi.
   Muaviye, “ Peygamber, nişanesini bildirmiş, kalpla sağlamı anlamak için mehenk vermiş;
   “ Yalan kalplerde şüphe uyandırır, doğru kalplere emniyet ve neşe verir “demiştir.

2735. Gönül, yalan sözden istirahat bulmaz.Suyla yağ karışık olursa çırağ aydınlık vermez.
   Doğru söz kalbe istirahat verir. Doğru sözler, gönül tuzağının taneleridir.
   Gönül hasta olur, ağzı kokarsa ancak o vakit doğruyla yalanın tadını almaz.
   Fakat gönül ağrıdan illetten salim olursa, yalanla doğrunun lezzetini adamakıllı bilir, anlar.
   Âdem’in buğdaya hırsı artınca bu hırs, gönlünden sıhhati, selâmeti kapıp götürdü.

2740. Senin yalanına, işvene kulak astı, aldanıp öldürücü zehri içti.
   O anda akrebi buğdaydayken ayırt edemedi. Hevesle mest olan kişinin temyizi uçup gider.
   Halk, arzu ve heva sarhoşudur. Onu için senin yalanını dinler.
   Fakat hevadan vazgeçen, gözünü sırlara âşina etmiştir.

                                      Kadı’nın kadılıktan şikâyeti,naibinin ona verdiği cevap

   Birisini kadı yaptılar. Ağlayıp inlemeye koyuldu. Naip “ Kadıya bu ağlama nedir diye?

2745. Ağlamak, feryat etmek zamanı değil.. sevinecek, kutlanacak zamanın “ dedi.
   Kadı, bir ah edip dedi ki: “ Gönlüne hâkim olmayan, işin iç yüzünü bilmeyen kimse nasıl hükmedebilir? O, işin hakikatini bilen iki kişi arasında bir cahilden başka bir şey değildir ki.
   O iki hasım , ne yaptıklarını bilirler.Zavallı, kadı o iki kişinin hilesini ne bilsin?
   Hallerini bilmez, gafildir. Böyle olduğu halde kanlarına, mallarına nasıl hükmedecek?”
   Naip “ Hasımlar, bilgili ama illetlidir. Halbuki sen, cahilsin ama şeriat mumusun.

2750. Çünkü sende bir kasıt ve illet yok. İşte şu illetsizlik yok mu? Gözlerin nurudur.
   O iki bilgiyi, garazları kör etmiştir. Bilgilerini de kasıtları, illetleri mezara tıkmıştır.
   Kasıtsızlık, bilgisizi âlim yapar, kasıt ve garaz, ilmi aykırı bir hale sokar, zulüm haline koyar.
   Sen rüşvet almadıkça kör değilsin, fakat tamah ettin mi körsün, kul köle kesilirsin” dedi.
   Ben hevadan vazgeçmişim, şehvet lokmalarını az yemişim.

2755. Gönlümün tat alma duygusu aydın.. doğruyu yalandan ayırt eder.

                                                Muaviye’nin İblis’i söyletmesi

   Sen niçin beni uyandırdın? Be hilebaz, sen uyanıklığa düşmansın.
   Sen, afyona benzersin, daima uyutursun. Şaraba benzersin, aklı, bilgiyi giderirsin.
   Seni çarmıha gerdim. Haydi doğru söyle. Ben doğruyu bilir, anlarım, hileye sapma.
   Ben herkesten, tabiatında, huyunda ne varsa, neye sahipse onu ararım.

2760. Sirkeden şeker lezzetini aramam. Karı tabiatlı erkeği asker yerine saymam.
   Gâvurlar gibi, bir putun Hak oluşunu, yahut Hak’tan bir alâmet, bir nişan buluşunu ummam.
   Fışkıdan misk kokusunu istemem. Irmak içinde kuru kerpiç araştırmam.
   Ağyar olan Şeytan’dan beni hayır için uyandırmayı ummam.”
   İblis, birçok hileye, düzene kalkıştıysa da Emîr, onun inadını, inkârını dinlemedi.

                                         İblis’in ,hilesini Muaviye’ye doğru söylemesi

2765. Bunun üzerine sözü ağzının içinde geveleyerek dedi ki: “ Ey Muaviye, ben seni şunun için uyandırdım:
   Cemaate yetişesin, devletli Peygamber’in ardında namaz kılasın.
   Eğer namaz fevt olsaydı, vakit geçseydi bu cihan, sana nursuz, kapkaranlık kesilecekti.
   Bu ziyandan bu dertten dolayı ağlayacak, gözlerinden âdeta kâselerle yaş dökecektin.
   Herkes, ibadetten bir zevk alır, bu yüzden de bir an bile sabredemez, ibadette bulunur.

2770. Fakat o dert, o gussa yüzlerce namaza değer. Nerede namaz, nerede o niyazın ışığı?”

                     İhlâs sahibi birisinin cemaati kaçırdığından dolayı tahassür ve iştiyakı

   Birisi mescide girerken baktı ki halk mescitten çıkıyor.
   Cemaat dağıldı mı ki herkes acele,acele mescitten çıkıyor?” diye sordu.
   Birisi, “Peygamber, cemaatle namazını eda etti, duasını bile bitirdi.
   Ey ham adam, nereye gidiyorsun? Peygamber, çoktan selâm verdi” dedi.

2775. Adam bir ah çekti ki ahının dumanı göründü.Bir vah etti ki gönlünden kan kokusu geldi.
   Cemaatten biri “Sen bu ahı bana ver, ben o namazı sana bağışlayayım” dedi.
   Adam “Verdim, namazı da kabul ettim” dedi. Öbürü o ahı, yüzlerce niyazı aldı.
   Gece rüyasında hâtif ona “ Sen Âbıhayatı, derde dermen olan ameli aldın,
   O ahı seçmen, o âşıklar zümresine girmen yüzü suyu hürmetine de bütün cemaatin namazı kabul edildi” dedi.

                                İblis’in Muaviye’ye hilesini söylemesi hikâyesinin sonu

2780. Bunun üzerine Azazil dedi ki: “ Ey emîr, artık hilemi açığa vurayım.
   Eğer namazın fevt olsaydı gönlüne dert düşecek, ah ve figana başlayacaktın.
   O teessüf, o figan, o niyaz, yüzlerce zikirden, namazdan üstün olacaktır.
   Böyle bir ah, hicapları yakmasın diye korktum da seni, onun için uyandırdım.
   İstedim ki öyle bir ah etmeyesin, bu suretle de o yola sahip olmayasın.

2785. Ben hasetçiyim, işte böyle bir hasette bulundum.Düşmanım; işim, gücüm, hile ve kinden ibarettir”
   Muaviye, bunun üzerine “ İşte şimdi doğruyu söyledin, senden bu beklenir, lâyığın budur.
   Sen örümceksin, ancak sinek tutabilirsin. Halbuki ben sinek değilim, zahmet etme a köpek!
   Ben ak doğanım, beni padişah avlar. Örümcek, etrafımızda nasıl olur da ağ örebilir?
   Kudretin varken yürü, sinek avla, sinekleri bir ayran tası civarına çağır!

2790. Onları bala çağırsan bile bu çağırış, şüphe yok yalandır, çağırdığın şey de yine ayran!
   Sen beni uyandırdın ama o uyandırış, uykunun ta kendisiydi. Bana gemi gösterdin ama gösterdiğin gemi, girdaptan ibaretti.
   Sen beni, daha iyi bir hayırdan mahrum etmek için hayra sevkettin” dedi.

              Ev sahibinin ,hırsızı yakalamak üzereyken birisinin seslenmesi yüzünden kaçırması

   Bu, şuna benzer: Bir adam, odasında hırsız görüp kovalamaya başladı.
   Birkaç kere peşinden dolaştı, iyice terledi.

2795. Nihayet son saldırışta hırsıza yaklaştı. Bir sıçrasa tutacaktı.
   Biri “Buraya gel de belâ nişanelerini gör!
   Çabuk ol savaş eri, çabuk gel de burada ki ahvali bir gör” diye bağırdı.
   Adam, herhalde orada da bir hırsız olacak,hemen gitmezsem başıma belâ kesilecek,
   Çoluğuma ,çocuğuma el uzatacak. O vakit bunu tutmaktan ne faydam olur?

2800. Bu Müslüman, kerem edip beni çağırıyor.Hemencecik gitmezsem herhalde bir kötülüğü düşeceğim deyip.

 

 

 

.