![]() ![]() ![]() |
On Dokuzuncu Mektup - s.414 |
Siz gelirken baktım ki, havada, üstünüzde bir parça bulut vardı. Siz otururken, şu Muhammedü'l-Emin (a.s.m.) tarafına bulut meyletti, gölge yaptı. Hem görüyordum ki, taş, ağaç ona secde eder gibi bir vaziyet gördüm. Bu ise nebîlere yapılır."1
İşte, bu sekiz misal gibi, belki seksen misal var. Bu sekiz misal birleştirilse, öyle kopmaz bir zincir olur ki, hiçbir şüphe onu koparamaz ve sarsamaz. Şu cins mucize, umumiyeti itibarıyla, yani cemâdâtın dâvâ-yı nübüvvete delil olarak konuşmaları, mânevî tevatür hükmünde yakîni ve kat'iyeti ifade eder. Herbir misal, mecmuun kuvvetinden, kendi kuvvetinden fazla bir kuvvet daha alır. Evet, zayıf bir direk, kuvvetli direklerle omuz omuza geldiği vakit, muhkemleşir. Zayıf, kuvvetsiz bir adam, asker olup orduya girse öyle kuvvetleşir ki, bin adama meydan okur.
ON İKİNCİ İŞARET
On Birinci İşaretle alâkadar olan üç misal, fakat gayet mühim misallerdir.
BİRİNCİ MİSAL: 2 nass-ı kat'îsiyle ve ehl-i
tahkik umum müfessirlerin tahkikiyle ve umum ehl-i hadisin ihbarıyla, gazve-i Bedir'de,
şu âyet haber veriyor ki:
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm bir avuç toprakla küçük taşları aldı,
küffar ordusunun yüzüne attı, 3dedi. Şâheti'l-vücuh
kelimesi bir kelâm iken onların herbirinin kulağına gitmesi gibi, o bir avuç toprak
dahi herbir kâfirin gözüne gitti. Herbiri kendi gözüyle meşgul olup, hücumda iken,
birden kaçtılar.4
Hem gazve-i Huneyn'de,5 başta İmam-ı Müslim olarak ehl-i hadis haber veriyorlar ki: Gazve-i Huneyn'de, Bedir gibi, küffar şiddetle hücum ederken, yine bir avuç toprak atıp, "Şâheti'l-vücuh" diyerek, herbirinin kulağına bir şâheti'l-vücuh kelimesi girdiği gibi, biiznillâh herbirinin yüzüne bir avuç toprak gitti, gözleriyle meşgul olup kaçtılar.
İşte, Bedir'de ve Huneyn'deki harika olan şu hadise, esbab-ı âdi ve kudret-i
beşer dahilinde olmadığından, Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan ferman eder. Yani, "O hadise kudret-i
beşer haricindedir. Kuvve-i beşeriye ile değil, belki fevkalâde bir surette, kudret-i
İlâhiye ile olmuştur."
İKİNCİ MİSAL: Başta Buharî, Müslim, kütüb-ü sahiha haber veriyorlar ki:
Gazve-i Hayber'de bir Yahudi kadını, bir keçiyi biryan yapıp pişirmiş, gayet müessir bir zehirle zehirlemiş, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma göndermiş. Sahabeler yemeye başladılar. Birden ferman etti:
6 Yani, "Pişirilen keçi
bana der ki, 'Ben zehirliyim" diye haber veriyor. Herkes elini çekti. Fakat o
şiddetli zehirin tesirinden, Bişr ibni'l-Bera' aldığı birtek lokmadan vefat etti.
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, o Zeynep ismindeki kadını çağırdı. Ferman
etti: "Neden böyle yaptın?" O menhuse dedi: "Eğer peygambersen sana
zarar vermeyecek. Eğer padişahsan, insanları senden kurtarmak için yaptım."7 Bazı rivayette onu
öldürtmemiş, bazı tarikte öldürtmüş. Ehl-i tahkik demiş ki: Kendi öldürtmemiş;
fakat Bişr'in veresesine verilmiş, onlar öldürmüşler.8
Şu vak'a-i acibedeki veçh-i i'câzı gösterecek iki üç noktayı dinle:
Birincisi: Bir rivayette var ki, o keçinin kavli haber verdiği vakit bazı Sahabeler de işittiler.9
İkincisi: Hem bir rivayette vardır ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, haber verdikten sonra dedi: "Bismillâh deyiniz, ondan sonra yiyiniz. Zehir daha tesir etmeyecektir." Şu rivayeti çendan İbni Hacer-i Askalânî kabul etmemiş, fakat başkaları kabul etmişler.10
On Dokuzuncu Mektup - s.415
Üçüncüsü: Hem dessas Yahudiler, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma ve mukarrebîn-i Sahabeye birden darbe vurmak istedikleri halde, birden gaipten haber verilmiş gibi hadisenin inkişafı ve desiselerinin akîm kalması ve o ihbarın ifade ettiği vakıa doğru çıkması ve hiçbir vakit Sahabeleri nazarında mütehalif bir haberi görülmeyen Zât-ı Ahmediyenin "Şu keçinin kavli bana söylüyor" demesi, herkesin kulağıyla o keçiden o sözü işitmesi kadar kanaat-i kat'iyeleri olmuş.
ÜÇÜNCÜ MİSAL: Hazret-i Mûsâ Aleyhisselâmın "yed-i beyzâ" ve "asâ" mucizesine nazire olarak, üç hadisede bir mucize-i Ahmediye:
Birincisi: Hazret-i İmam-ı Ahmed ibni Hanbel, Ebu Saidi'l-Hudrî'den tahriç ve tashih eder ki:
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Katâde ibni Numan'a, karanlıklı, yağmurlu bir gecede bir değnek verir ve ferman eder ki: "Sana, lâmba gibi, onar arşın her tarafta ışık verecek. Evine gittiğin zaman bir siyah şahıs gölge göreceksin. O şeytandır. Onu hanenden çıkar, tard et." Katâde değneği alır, gider. Yed-i beyzâ gibi ışık verir. Evine gider, o siyah şahsı görür, tard eder.11
İkincisi: Bir menba-ı garaip olan gazve-i kübrâ-yı Bedir'de, Ukkâşe ibni'l-Muhassını'l-Esedî'nin müşriklerle döğüşürken kılıcı kırıldı. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, ona, kılıca mukabil, kalınca bir değnek verdi. Dedi: "Bununla harb et." Birden, değnek, biiznillâh, uzun, beyaz bir kılıç oldu. Onunla harb etti. Hayatı miktarınca, tâ Yemâme harbinde şehid oluncaya kadar boynunda taşıdı.12 Şu hadise kat'îdir. Çünkü Ukkâşe bütün hayatında onunla iftihar etmiş ve o kılıç "el-avn" namıyla meşhur olmuş. İşte, Hazret-i Ukkâşe'nin iftiharı ve kılıcın "avn" namıyla, kılıçların fevkinde iştiharı, şu hadisenin iki hüccetidir.
Üçüncüsü: İbnü Abdi'l-Berr13 gibi bir allâme-i asır ve ehl-i tahkikin büyüklerinden nakil ve tashih ediyorlar ki:
Gazve-i Uhud'da, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın halazâdesi olan Abdullah ibni Cahş harb ederken kılıcı kırıldı. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ona bir değnek verdi. O değnek onun elinde bir kılıç oldu; onunla harb etti. O eser-i mucize olan kılıç bâki kaldı. Meşhur İbnü Seyyidi'n-Nâs, siyerinde haber veriyor ki: Bir zaman sonra, Abdullah'ın o kılıcı Buğa-yı Türkî namında bir adama iki yüz liraya satıldı.
İşte bu iki kılıç, asâ-yı Mûsâ gibi birer mucizedir. Fakat asâ-yı Mûsâ, vefat-ı Mûsâ'dan sonra veçh-i i'câzı kalmadı; fakat şunlar bâki kaldılar.
ON ÜÇÜNCÜ İŞARET
Mucizât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâmın hem mütevatir, hem misalleri pek çok bir nev'i dahi, hastalar ve yaralılar, nefes-i mübarekiyle şifa bulmalarıdır. Şu nevi mucize-i Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm, nev itibarıyla mânevî mütevatirdir. Cüz'iyatları, bir kısmı dahi mânevî mütevatir hükmündedir. Diğer kısmı âhâdî ise de, ilm-i hadisin müdakkik imamları tashih ve tahriç ettikleri için, kanaat-i ilmiye verir. Biz de, pek çok misallerinden birkaç misalini zikredeceğiz.
BİRİNCİ MİSAL: Allâme-i Mağrib Kadı İyaz, Şifa-i Şerif'inde, ulvî bir an'ane ile ve müteaddit tariklerle, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın hâdimi ve bir kumandanı ve Hazret-i Ömer'in zamanında ordu-yu İslâmın başkumandanı ve İran'ın fatihi ve Aşere-i Mübeşşereden olan Hazret-i Sa'd ibni Ebî Vakkas diyor:
Gazve-i Uhud'da, ben Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın yanındaydım. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, o gün kavsı kırılıncaya kadar küffâra oklar attı. Sonra bana okları veriyordu, "At" diyordu. Nasl'sız, yani okun uçmasına yardım eden kanatları olmayan okları verirdi ve bana emrederdi: "At!" Ben de atardım; kanatlı oklar gibi uçardı, küffârın cesedine yerleşirdi.14
O halde iken, Katâde ibni Numan'ın gözüne bir ok isabet etmiş. Gözünü çıkarıp, gözünün hadakası yüzünün üstüne indi. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm mübarek, şifalı eliyle onun gözünü alıp, eski yuvasına yerleştirip, iki gözünden en güzeli olarak, hiçbir şey olmamış gibi şifa buldu.
On Dokuzuncu Mektup - s.416
Şu vakıa çok iştihar etmiş. Hattâ Katâde'nin bir hafîdi, Ömer ibni Abdi'l-Aziz'in yanına geldiği vakit, kendini şöyle tarif etmiş: "Ben öyle bir zâtın hafîdiyim ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm onun çıkmış gözünü yerine koyup birden şifa buldu; en güzel göz o olmuş" diye, nazım suretindeHAŞİYE Hazret-i Ömer'e söylemiş, onunla kendini tanıttırmış.15
Hem nakl-i sahihle haber verilmiş ki: Meşhur Ebu Katâde'nin, yevm-i Zîkarad denilen gazvede, bir ok mübarek yüzüne isabet etmiş. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm mübarek eliyle meshetmiş. Ebu Katâde der ki: "Kat'iyen ve asla ne acısını ve ne de cerahatini görmedim."16
İKİNCİ MİSAL: Başta Buharî ve Müslim, kütüb-ü sahiha haber veriyorlar ki:
Gazve-i Hayber'de, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Aliyy-i Haydarî'yi bayraktar tayin ettiği halde, Ali'nin gözleri hastalıktan çok ağrıyordu. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm tiryak gibi tükürüğünü gözüne sürdüğü dakikada şifa bularak hiçbir şey kalmadı.17 Sabahleyin Hayber Kalesinin pek ağır demir kapısını çekip, elinde kalkan gibi tutup Kale-i Hayber'i fethetti.
Hem o vakıada, Selemeti'bnü'l-Ekvâ'nın bacağına kılıç vurulmuş, yarılmış. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ona nefes edip, birden ayağı şifa bulmuş.18
ÜÇÜNCÜ MİSAL: Başta Neseî olarak, erbab-ı siyer, Osman ibni Huneyf'ten haber veriyorlar ki:
Osman diyor ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın yanına bir âmâ geldi, dedi: "Benim gözlerimin açılması için dua et." Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ona ferman etti:
O gitti, öyle yaptı, geldi. Gözü açılmış, güzel görüyormuş, gördük.20
DÖRDÜNCÜ MİSAL: Büyük bir imam olan İbni Veheb haber veriyor ki:
Gazve-i Bedir'in on dört şehidinden birisi olan Muavviz ibni Afra' Ebu Cehil ile döğüşürken, Ebu Cehl-i lâin, o kahramanın bir elini kesmiş. O da öteki eliyle elini tutup Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın yanına gelmiş. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm onun elini yine yerine yapıştırdı, tükürüğünü ona sürdü. Birden şifa buldu, yine harbe gitti, şehid oluncaya kadar harb etti.21
Hem yine İmam-ı Celîl ibni Veheb haber veriyor ki: O gazvede Hubeyb ibni Yesaf'ın omuz başına bir kılıç vurulmuş ki, bir şakkı ayrılmış gibi dehşetli bir yara açılmış. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm onun kolunu omuzuna eliyle yapıştırmış, nefes etmiş; şifa bulmuş.22
İşte şu iki vakıa, çendan âhâdîdir ve haber-i vahiddir. Fakat İbni Veheb gibi bir imam tashih etse, gazve-i Bedir gibi bir menba-ı mucizat olan bir gazvede olsa, hem bu iki vakıayı andıracak çok misaller bulunsa, elbette şu iki vakıa kat'î ve vakidir denilebilir.
İşte, ehâdis-i sahiha ile sübut bulan belki bin misal var ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın mübarek eli ona şifa olmuş.