Hakikat Çekirdekleri - s.573

Medeniyet-i hazıra, beş menfi esas üzerine teessüs etmiştir:

1. Nokta-i istinadı kuvvettir. O ise, şe'ni tecavüzdür.

2. Hedef-i kastı menfaattir. O ise, şe'ni tezâhumdur.

3. Hayatta düsturu cidaldir. O ise, şe'ni tenâzudur.

4. Kitleler mâbeynindeki rabıtası, âhari yutmakla beslenen unsuriyet ve menfi milliyettir. O ise, şe'ni müthiş tesâdümdür.

5. Cazibedar hizmeti, hevâ ve hevesi teşcî ve arzularını tatmindir. O hevâ ise, insanın mesh-i mânevîsine sebeptir.

Şeriat-ı Ahmediyenin (a.s.m.) tazammun ettiği ve emrettiği medeniyet ise:

Nokta-i istinadı, kuvvete bedel, haktır ki, şe'ni adalet ve tevâzündür.

Hedefi de, menfaat yerine fazilettir ki, şe'ni muhabbet ve tecâzüptür.

Cihetü'l-vahdet de, unsuriyet ve milliyet yerine, rabıta-i dinî ve vatanî ve sınıfîdir ki, şe'ni samimî uhuvvet ve müsalemet ve haricin tecavüzüne karşı yalnız tedâfüdür.

Hayatta, düstur-u cidal yerine düstur-u teâvündür ki, şe'ni ittihad ve tesanüttür.

Hevâ yerine hüdâdır ki, şe'ni insaniyeten terakki ve ruhen tekâmüldür.

Mevcudiyetimizin hâmisi olan İslâmiyetten elini gevşetme, dört elle sarıl. Yoksa mahvolursun.

62. Musibet-i âmme, ekseriyetin hatasından terettüp eder. Musibet, cinayetin neticesi, mükâfâtın mukaddimesidir.

63. Şehid, kendini hayy bilir. Feda ettiği hayatı, sekerâtı tatmadığından, gayr-ı münkatı ve bâki görüyor; yalnız, daha nezih olarak buluyor.

64. Adalet-i mahzâ-yı Kur'âniye, bir mâsumun hayatını ve kanını, hattâ umum beşer için de olsa heder etmez. İkisi nazar-ı kudrette bir olduğu gibi, nazar-ı adalette de birdir. Hodgâmlıkla, öyle insan olur ki, ihtirasına mâni herşeyi, hattâ elinden gelirse dünyayı harap ve nev-i beşeri mahvetmek ister.

65. Havf ve zaaf, tesirat-ı hariciyeyi teşcî eder.

66. Muhakkak maslahat, mevhum mazarrata feda edilmez.

67. Şimdilik İstanbul siyaseti, İspanyol hastalığı gibi bir hastalıktır.

68. Deli adama "İyisin, iyisin" denilse iyileşmesi, iyi adama "Fenasın, fenasın" denilse fenalaşması nadir değildir.

69. Düşmanın düşmanı, düşman kaldıkça dosttur. Düşmanın dostu, dost kaldıkça düşmandır.

70. İnadın işi: Şeytan birisine yardım etse, "Melektir" der, rahmet okur. Muhalifinde melek görse, "Libasını değiştirmiş şeytandır" der, lânet eder.

71. Bir derdin dermanı, başka bir derde zehir olabilir. Bir derman, haddinden geçse, dert getirir.

72.

1

73. Cemaatte vahid-i sahih olmazsa, cem ve zam, kesir darbı gibi küçültür.HAŞİYE

74. Adem-i kabul, kabul-ü ademle iltibas olunur. Adem-i kabul: Adem-i delil-i sübut, onun delilidir. Kabul-ü adem, delil-i adem ister. Biri şek, biri inkârdır.

75. İmanî meselelerde şüphe, bir delili, hattâ yüz delili atsa da, medlûle iras-ı zarar edemez. Çünkü binler delil var.

76. Sevâd-ı âzama ittibâ edilmeli. Ekseriyete ve sevâd-ı âzama dayandığı zaman, lâkayt Emevîlik, en nihayet Ehl-i Sünnet cemaatine girdi. Adetçe ekalliyette kalan salâbetli Alevîlik, en nihayet az bir kısmı Râfızîliğe dayandı.

77. Hakta ittifak, ehakta ihtilâf olduğundan, bazan hak, ehaktan ehaktır; hasen, ahsenden ahsendir. Herkes kendi mesleğine "Hüve hakkun" demeli, "Hüve'l-Hakku" dememeli. Veyahut "Hüve hasen" demeli, "Hüve'l-Hasen" dememeli.

78. Cennet olmazsa, Cehennem tâzip etmez.

79. Zaman ihtiyarlandıkça Kur'ân gençleşiyor, rümuzu tavazzuh ediyor. Nur, nar göründüğü gibi, bazan şiddet-i belâgat dahi mübalâğa görünür.

80. Hararetteki merâtip, burudetin tahallülüyledir. Hüsündeki derecat, kubhun tedahülüyledir. Kudret-i ezeliye zâtiyedir, lâzımedir, zaruriyedir. Acz tahallül edemez, merâtip olamaz, herşey ona nisbeten müsavidir.

81. Şemsin feyz-i tecellîsi olan timsali, denizin sathında ve denizin katresinde aynı hüviyeti gösteriyor.

82. Hayat, cilve-i tevhiddendir; müntehâsı da vahdet kesb ediyor.


Hakikat Çekirdekleri - s.574

83. İnsanlarda velî, Cumada dakika-i icabe, Ramazan'da Leyle-i Kadir, Esmâ-i Hüsnâda İsm-i Âzam, ömürde ecel meçhul kaldıkça, sair efrad dahi kıymettar kalır, ehemmiyet verilir. Yirmi sene müphem bir ömür, nihayeti muayyen bin sene ömre müreccahtır.

84. Dünyada mâsiyetin âkıbeti, ikab-ı uhrevîye delildir.

85. Rızık, hayat kadar kudret nazarında ehemmiyetlidir. Kudret çıkarıyor, kader giydiriyor, inâyet besliyor. Hayat, muhassal-ı mazbuttur, görünür. Rızık, gayr-ı muhassal, tedricî münteşirdir, düşündürür. Açlıktan ölmek yoktur. Zira bedende şahm ve saire suretinde iddihar olunan gıda bitmeden evvel ölüyor. Demek, terk-i âdetten neş'et eden maraz öldürür; rızıksızlık değil.

86. Âkilüllâhm vahşîlerin helâl rızıkları, hayvânâtın hadsiz cenazeleridir. Hem rû-yi zemini temizliyorlar, hem rızıklarını buluyorlar.

87. Bir lokma kırk paraya, diğer bir lokma on kuruşa... Ağıza girmeden ve boğazdan geçtikten sonra birdirler. Yalnız birkaç saniye ağızda bir fark var. Müfettiş ve kapıcı olan kuvve-i zâikayı taltif ve memnun etmek için birden ona gitmek, israfın en sefîhidir.

88. Lezâiz çağırdıkça, "Sanki yedim" demeli. "Sanki yedim"i düstur yapan Sankiyedim namındaki bir mescidi yiyebilirdi, yemedi.

89. Eskiden ekser İslâm aç değildi; tereffühe ihtiyar vardı. Şimdi açtır; telezzüze ihtiyar yoktur.

90. Muvakkat lezzetten ziyade, muvakkat eleme tebessüm etmeli, hoşgeldin demeli. Geçmiş lezâiz, ah vah dedirtir. Ah, müstetir bir elemin tercümanıdır. Geçmiş âlâm, oh dedirtir. O oh, muzmer bir lezzet ve nimetin muhbiridir.

91. Nisyan dahi bir nimettir. Yalnız hergünün âlâmını çektirir, müterâkimi unutturur.

92. Derece-i hararet gibi, her musibette bir derece-i nimet vardır. Daha büyüğünü düşünüp, küçükteki derece-i nimeti görüp, Allah'a şükretmeli. Yoksa, isti'zâm ile üflense şişer, merak edilse ikileşir; kalbdeki misali, hayali, hakikate inkılâp eder, o da kalbi döver.

93. Her adam için, heyet-i içtimaiyede görmek ve görünmek için mertebe denilen bir penceresi vardır. O pencere kamet-i kıymetinden yüksek ise, tekebbürle tetâvül edecek. Eğer kamet-i kıymetinden aşağı ise, tevazu ile takavvüs edecek ve eğilecek, tâ o seviyede görsün ve görünsün. İnsanda büyüklüğün mikyası küçüklüktür, yani tevazudur. Küçüklüğün mizanı büyüklüktür, yani tekebbürdür.

94. Zayıfın kavîye karşı izzet-i nefsi, kavîde tekebbür olur. Kavînin zayıfa karşı tevazuu, zayıfta tezellül olur. Bir ülül'emrin makamındaki ciddiyeti vakardır, mahviyeti zillettir; hanesindeki ciddiyeti kibirdir, mahviyeti tevazudur. Fert mütekellim-i vahde olsa, müsamahası ve fedakârlığı amel-i salihtir; mütekellim-i maalgayr olsa hıyanettir, amel-i tâlihtir. Bir şahıs kendi namına hazm-ı nefis eder, tefahur edemez; millet namına tefahur eder, hazm-ı nefis edemez.

95. Tertib-i mukaddematta tevfiz tembelliktir; terettüb-ü neticede tevekküldür. Semere-i sa'yine ve kısmetine rıza kanaattir, meyl-i sa'yi kuvvetlendirir; mevcuda iktifâ, dûn-himmetliktir.

96. Evâmir-i şer'iyeye karşı itaat ve isyan olduğu gibi, evâmir-i tekviniyeye karşı da itaat ve isyan vardır. Birincisinde mükâfat ve mücâzâtın ekseri âhirette, ikincisinde ağlebi dünyada olur. Meselâ, sabrın mükâfâtı zaferdir; atâletin mücâzâtı sefalettir; sa'yin sevabı servettir; sebatın mükâfâtı galebedir. Müsavatsız adalet, adalet değildir.

97. Temasül tezadın sebebidir. Tenasüp tesanüdün esasıdır. Sıgar-ı nefis tekebbürün menbaıdır. Zaaf gururun madenidir. Acz muhalefetin menşeidir. Merak ilmin hocasıdır.

98. Kudret-i fâtıra, ihtiyaç ile, hususan açlık ihtiyacıyla, başta insan, bütün hayvânâtı gemlendirip nizama sokmuş. Hem âlemi hercümerçten halâs edip, hem ihtiyacı medeniyete üstad ederek terakkiyâtı temin etmiştir.

99. Sıkıntı sefahetin muallimidir. Yeis dalâlet-i fikrin, zulmet-i kalb ruh sıkıntısının menbaıdır.

100.

2

Bir meclis-i ihvâna güzel bir karı girdikçe riyâ, rekabet, haset damarı intibah eder. Demek, inkişaf-ı nisvandan, medenî beşerde ahlâk-ı seyyie inkişaf eder.

101. Beşerin şimdiki seyyiat-âlûd hırçın ruhunda, mütebessim küçük cenazeler olan suretlerin rolü ehemmiyetlidir.

102. Memnu heykel, ya bir zulm-ü mütehaccir, ya bir heves-i mütecessim veya bir riyâ-yı mütecessiddir.

103. İslâmiyetin müsellemâtını tamamen imtisal ettiği cihetle bihakkın daire-i dahiline girmiş zatta, meylü't-tevsi, meylü't-tekemmüldür. Lâkaytlıkla hariçte sayılan zatta, meylü't-tevsi, meylü't-tahriptir. Fırtına ve zelzele zamanında, değil, içtihad kapısını açmak, belki pencerelerini de kapatmak maslahattır. Lâübâliler ruhsatlarla okşanılmaz; azîmetlerle, şiddetle ikaz edilir.


Hakikat Çekirdekleri - s.575

104. Biçare hakikatler, kıymetsiz ellerde kıymetsiz olur.

105. Küremiz hayvana benziyor, âsâr-ı hayat gösteriyor. Acaba yumurta kadar küçülse, bir nevi hayvan olmayacak mıdır? Veya bir mikrop küremiz kadar büyüse, ona benzemeyecek midir? Hayatı varsa, ruhu da vardır. Âlem, insan kadar küçülse, yıldızları zerrat ve cevâhir-i ferdiye hükmüne geçse, o da bir hayvan-ı zîşuur olmayacak mıdır? Allah'ın böyle çok hayvanları var.

106. Teriat ikidir.

Birincisi: Âlem-i asgar olan insanın ef'âlini ve ahvâlini tanzim eden ve sıfat-ı kelâmdan gelen bildiğimiz şeriattır.

İkincisi: İnsan-ı ekber olan âlemin harekât ve sekenâtını tanzim eden, sıfat-ı iradeden gelen şeriat-ı kübrâ-yı fıtriyedir ki, bazan yanlış olarak "tabiat" tesmiye edilir. Melâike bir ümmet-i azîmedir ki, sıfat-ı iradeden gelen ve şeriat-ı fıtriye denilen evâmir-i tekviniyesinin hamelesi ve mümessili ve mütemessilleridirler.

107.

3

108. Maddiyyunluk mânevî tâundur ki, beşere şu müthiş sıtmayı tutturdu, gazab-ı İlâhîye çarptırdı. Telkin ve tenkit kabiliyeti tevessü ettikçe, o tâun da tevessü eder.

109. En bedbaht, en muztarip, en sıkıntılı, işsiz adamdır. Zira, atâlet ademin biraderzadesidir. Sa'y, vücudun hayatı ve hayatın yakazasıdır.

110. Ribânın kap ve kapıları olan bankaların nef'i, beşerin fenası olan gâvurlara ve onların en zalimlerine ve bunların en sefihlerinedir. Âlem-i İslâma zarar-ı mutlaktır; mutlak beşerin refahı nazara alınmaz. Zira gâvur harbî ve mütecaviz ise, hürmetsiz ve ismetsizdir.

111. Cumada hutbe, zaruriyat ve müsellemâtı tezkirdir; nazariyâtı talim değildir. İbare-i Arabiye daha ulvî ihtar eder. Hadis ile âyet muvazene edilse görünür ki, beşerin en belîği dahi, âyetin belâgatine yetişemez, ona benzemez.

Said Nursî


[Bu mektup, on iki sene evvel yazılmış ve Sikke-i Tasdik-ı Gaybî mecmuasında dercedilmiş bir mektupdan bir parçadır.
Risale-i Nur'un bu vatan ve millete kazandırdığı büyük ve çok mukaddes iki neticeyi beyan etmesi, filhakika aynen bu iki neticenin tezahürü bu memlekette ve âlem-i İslâmda görülmüş olması dolayısıyla bu mektup çok ehemmiyetlidir.]

Risale-i Nur, bu mübarek vatanın mânevî bir halâskârı olmak cihetiyle; şimdi iki dehşetli mânevî belâyı def'etmek için matbuat âlemi ile tezahüre başlamak, ders vermek zamanı geldi veya gelecek gibidir zannederim.

O dehşetli belâdan birisi: Hıristiyan dinini mağlûp eden ve anarşiliği yetiştiren şimalde çıkan dehşetli dinsizlik cereyanı bu vatanı mânevî istilâsına karşı Risale-i Nur bir sedd-i Zülkarneyn gibi bir sedd-i Kur'ânî vazifesini görebilir.

İkincisi: Âlem-i İslâm'ın bu mübarek vatanın ahalisine karşı pek şiddetli itiraz ve ittihamlarını izâle etmek için matbuat lisanıyla konuşmak lâzım gelmiş diye kalbime ihtar edildi.

Ben dünyanın hâlini bilmiyorum, fakat Avrupa'da istilâkârane hükmeden ve edyân-ı semâviyeye dayanmayan dehşetli cereyanın istilâsına karşı Risale-i Nur hakikatları bir kal'a olduğu gibi, âlem-i İslâm'ın ve Asya kıt'asının hâl-i hazırdaki itiraz ve ittihamını izâle ve eskideki muhabbet ve uhuvvetini iade etmeye vesile olan bir mu'cize-i Kur'âniyedir.

Bu memleketin vatanperver siyasîleri çabuk aklını başına alıp Risale-i Nur'u tab'ederek resmen neşretmeleri lâzımdır ki, bu iki belâya karşı siper olsun.

Acaba bu yirmi sene zarfında imân-ı tahkikîyi pek kuvvetli bir surette bu vatanda neşreden Risale-i Nur olmasaydı; bu dehşetli asırda, acip inkılâp ve infilâklarda bu mübarek vatan, Kur'ân'ını ve imanını dehşetli sadmelerden tam muhafaza edebilir miydi?

Said Nursî