Yirmi Dokuzuncu Lem'a

c29153.gif (5037 bytes)
c29154.gif (6169 bytes)
c29155.gif (5493 bytes)
c29156.gif (6252 bytes)

c29157.gif (5555 bytes)

c29158.gif (6595 bytes)
c29159.gif (6670 bytes)
c29160.gif (5978 bytes)
c29161.gif (6178 bytes)

c29162.gif (6805 bytes)
c29163.gif (6503 bytes)
c29164.gif (5838 bytes)
c29165.gif (5844 bytes)
c29166.gif (6830 bytes)

c29167.gif (6893 bytes)
c29168.gif (5281 bytes)
c29169.gif (6865 bytes)
c29170.gif (6091 bytes)
c29171.gif (5257 bytes)

c29172.gif (7169 bytes)
c29173.gif (6500 bytes)
c29174.gif (5005 bytes)
c29175.gif (6364 bytes)
c29176.gif (6645 bytes)

c29177.gif (6314 bytes)
c29178.gif (5487 bytes)

BEŞİNCİ BAB

hasbuna.gif (597 bytes) mertebelerine dairHAŞİYE 1  Beş Nüktedir.

BİRİNCİ NÜKTE

Bu kelâm, acz-i beşer marazına ve fakr-ı insan hastalığına mücerreb bir devadır. Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.HAŞİYE 2

O Mûcid, Mevcud-u Bâkî olduğundan, mevcudatın zevâlinde bir beis yoktur. Çünkü mahbubun vücudu daimîdir.

O Sâni ve Fâtır-ı Bâkî olduğundan, masnuâtın zevâli hüznü mucip değildir. Çünkü medâr-ı muhabbet olan, onların Sâniinin esmâ ve sıfâtı bâkîdir.

O Melik ve Mâlik-i Bâkî olduğundan, mülkün zevâl ve gidiş gelişlerle yenilenmesinde mucib-i teessüf bir hal yoktur.

O Şâhid ve Âlim-i Bâkî olduğundan, sevilen şeylerin dünyadan kaybolup gitmeleri tahassüre sebebiyet vermez. Çünkü o mahbubatın vücudu, Şahid-i Ezelînin daire-i ilminde ve nazarında beka bulmaktadır.

O Sahib ve Fâtır-ı Bâkî olduğundan, güzel şeylerin zevâli keder vermez. Çünkü onların güzelliklerinin menşei olan Fâtırlarının esmâsı bâkîdirler.

O Vâris ve Bâis-i Bâkî olduğundan, ahbâbın firakından âh ü vâh etmek gerekmez. Çünkü bütün onlar kendisine dönen ve onları tekrar diriltecek olan Zât Bâkîdir.

O Cemîl ve Celîl-i Bâkî olduğundan, güzel şeylerin zevâliyle mahzun olmak gerekmez. Çünkü o güzeller, güzel olan Esmânın aynalarıdırlar; Esmâ ise, aynaların zevâlinden sonra, kendi güzellikleriyle beraber bâkîdir.

O Mâbud ve Mahbub-u Bâkî olduğundan, mecazî mahbupların zevâlinden elem çekilmez. Çünkü Mahbub-u Hakikî bâkîdir.

O Rahmân, Rahîm, Vedûd ve Raûf-u Bâkî olduğundan, zâhirî nimet verici ve şefkat edicilerin zeval bulmasının ehemmiyeti yoktur; onlar için gam çekilmez ve ye'se düşülmez. Çünkü rahmet ve şefkati herşeyi ihâta eden Zât bâkîdir.

O Cemîl, Lâtif ve Atûf-u Bâkî olduğundan, lütuf ve şefkat sahiplerinin zevâli azap sebebi olmadığı gibi, ehemmiyet dahi verilmez. Çünkü onların hepsine bedel olan ve bütün bunlar, Onun tecelliyâtından birtek tecellînin yerini tutamayan Zât bâkîdir.

Onun, bütün bu sıfatlarıyla beraber bâkî oluşu, dünyadaki herbir ferdin fenâ ve zeval bulan her nevi mahbubuna bedeldir. Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.

Evet, dünyanın ve içindekilerin bekası için, onun Mâlikinin ve Sâniinin ve Fâtırının bekası bana yeter.

İKİNCİ NÜKTE

Beka için Allah bana yeter.HAŞİYE 1 Çünkü O benim bâkî olan İlâhım ve bâkî olan Hâlıkım HAŞİYE 2 ve bâkî olan Mûcidim ve bâkî olan Fâtırım ve bâkî olan Mâlikim ve bâkî olan Mâbudum ve bâkî olan Bâisimdir. Öyleyse, benim vücudumun zevâlinde beis yok, hüzün yok, teessüf yok, tahassür yoktur. Zira benim Mûcidim bâkîdir ve Onun esmâsıyla icadı dahi bâkîdir. Benim şahsımdaki vasıflar dahi, Onun bâkî olan isimlerinden bir ismin bir şuâsından başka birşey değildir. O sıfatlar, Hâlıkının daire-i ilminde mevcut ve nazar-ı şuhudunda bâkî olduğundan, onlar zeval ve fenâya gitmekle idam olmuyorlar.

Kezâ, bâkî olan İlâhımın bâkî isminin benim mahiyetimin aynasındaki şuâsının bâkî olduğuna; benim mahiyetimin hakikatinin dahi o ismin bir gölgesinden başka birşey olmadığına; ve o ismin, benim mahiyetimin aynasında temessülü sırrıyla, benim hakikatim dahi bizzat mahbup değil, onda olan ve onda bâkî kalan şeylerin çeşit çeşit bekalar olması hasebiyle mahbup olduğuna dair ilmim ve iz'ânım ve şuurum ve imanım, beka ve lezzet-i beka itibarıyla bana yeter.

ÜÇÜNCÜ NÜKTEHAŞİYE 3

Allah bize yeter; O ne güzel vekildir. Zira O öyle bir Vâcibü'l-Vücuddur ki, bu mevcudat-ı seyyâle Onun icad ve vücudunun tecelliyatına birer mazhardan başka birşey değildir. Onunla ve Ona intisapla ve Onun marifetiyle, hadsiz envâr-ı vücut hasıl olur. Ona iman ve intisap olmazsa, had ve hesaba gelmeyen adem zulümatı ve firak elemleri ortaya çıkar.

Bu mevcudat-ı seyyâle ancak birer aynadır ve zeval, fenâ ve bekalarında taayyünat-ı itibariyelerinin değişmesiyle altı cihetten teceddüde mazhardır.

Birincisi: Güzel mânâlarının ve misalî hüviyetlerinin bekası.

İkincisi: Suretlerinin elvah-ı misaliyede bâkî kalması.

Üçüncüsü: Uhrevî semerelerinin bekası.

Dördüncüsü: Onun için bir nevi vücut demek olan, elvâh-ı mahfuzada mütemessil Rabbânî tesbihatının bekası.

Beşincisi: Meşâhid-i ilmiye ve menâzır-ı sermediyede bekası.

Altıncısı: Eğer zîruhlardan ise ruhunun bekası.HAŞİYE 4 Zira onun mevtinde, fenâsında, zevâlinde, ademinde, zuhurunda ve sönüp gitmesindeki muhtelif keyfiyet ve vazifeleri, esmâ-i İlâhiyenin mukteziyatını izhar etmekten ibarettir. Bu vazife sırrıdır ki, mevcudatı, gayet sür'atle mevt ve hayat, vücut ve adem dalgaları arasında gayet sür'atle cereyan eden bir sel haline getirmiştir. Kâinattaki faaliyet-i daimenin ve hallâkıyet-i müstemirrenin tezahürü, işte bu vazife sırrından neş'et eder.

Öyleyse, ben ve herbir fert, "Allah bize yeter; O ne güzel vekildir" demeliyiz. Yani, Vâcibü'l-Vücudun âsârından bir eser olmak bana vücut olarak yeter. Surî ve akîm bir vücutta milyonlar sene geçirmektense, böyle mazhar ve münevver bir vücutta bir ân-ı seyyâle bana kâfidir.

Evet, intisab-ı imanî sırrıyla bir dakikalık vücut, intisab-ı imanîden mahrum binlerce seneye mukabil gelir. Hattâ o bir dakika, merâtib-i vücut itibarıyla diğer binler seneden daha etem ve daha geniştir.

Kezâ, semâda azameti ve arzda âyetleri görünen ve gökleri ve yeri altı günde yaratan Zâtın san'atı olmam, bana vücut ve kıymet-i vücut itibarıyla yeter.

Kezâ, semâyı kandillerle süsleyip nurlandıran ve zemini çiçeklerle göz kamaştırıcı bir şekilde tezyin eden Zâtın masnuu olmam, bana vücut ve kemâl-i vücut itibarıyla yeter.

Kezâ, kâinat bütün kemâlât ve mehasiniyle Onun kemâl ve cemâline nisbetle bir zayıf gölgeden ve Onun âyât-ı kemâlinden ve işarat-ı cemâlinden ibaret olan Zâtın mahlûku ve memlûkü ve abdi olmam, bana fahr ve şeref için yeter.

Kezâ, had ve hesaba gelmeyen nimetlerini kâf ve nun arasındaki lâtif sandukçalarda iddihar eden ve milyonlarla kantarı tohum ve çekirdek denilen bir avuç dolusu lâtif sandukçalarda kudretiyle toplayan Zât, herşey için bana yeter.

Kezâ, bütün cemal ve ihsan sahipleri yerine, bana o Cemîl ve Rahîm olan Zât yeter ki, bu güzel masnuat, mevsimlerin ve asırların ve dehirlerin müruruyla Onun envar-ı cemâlini tazelendirmek için fenâya mazhar olan aynalardan başka birşey değildir; ve bu bahar ve yaz mevsimlerinde tekrarlanan nimetler ve birbirini takip eden meyveler, mahlûkatın ve günlerin ve senelerin gelip geçmesiyle Onun daimî nimetlerinin teceddüdü için mazharlardan ibarettir.

Kezâ, Hâlık-ı Mevt ve Hayatın esmâsının cilvelerine bir harita ve fihriste ve fezleke ve mizan ve mikyas olmam, bana hayat ve mahiyet-i hayat itibarıyla yeter.

Kezâ, bütün Esmâ-i Hüsnânın müsemmâsı olan Fâtırımın şuûnât-ı zâtiyesine hayatımın mazhariyeti sırrıyla, kalem-i kudretle yazılan ve o Kadîr-i Mutlak ve Hayy-ı Kayyûmun esmâsını gösterip anlatan bir kelime olmam, hayat ve vazife-i hayat itibarıyla bana yeter.

Kezâ, beni, hedâyâ-yı rahmetinin müzeyyenatını muhtevî vücut hullemin ve fıtrat kaftanımın ve muntazam hayat gerdanlığımın murassaatıyla tezyin eden Hâlıkımın esmâsının cilveleriyle süslenerek kardeşlerim olan mahlûkata ilân ve teşhirim ve Hâlık-ı Kâinatın nazar-ı şuhuduna ilân ve izharım, hayat ve hukuk-u hayat itibarıyla bana yeter.

Kezâ, hukuk-u hayatım itibarıyla, zîhayatların Vâhib-i Hayata olan tahiyyatlarını fehmetmem ve onlara şahit olup şahitlik etmem bana yeter.

Kezâ, Sultan-ı Ezelîmin nazar-ı şuhuduna arz olunmanın şuur ve imanında olarak Onun cevâhir-i ihsânâtının murassaatıyla süslenip güzelleşmem, hayatımın hukuku olarak bana yeter.

Kezâ, Onun mahlûku ve masnuu ve mahlûku olduğuma ve Ona muhtaç bulunduğuma ve Onun, hikmetine ve rahmetine lâyık bir surette beni terbiye eden ve bana lütufta bulunup nimetlerini ihsan eden Hâlık-ı Rahîmim ve Rabb-i Kerîmim olduğuna dair iz'ânım ve şuurum ve imanım, hayat ve lezzet-i hayat itibarıyla bana yeter.

Kezâ, acz-i mutlak ve fakr-ı mutlak ve za'f-ı mutlakımın misaliyle o Kadîr-i Mutlakın meratib-i kudretine ve o Rahîm-i Mutlakın derecat-ı rahmetine ve o Kaviyy-i Mutlakın tabakat-ı kuvvetine mikyas teşkil etmem, hayat ve kıymet-i hayat itibarıyla bana yeter.

Kezâ, cüz'î ilim, irade ve kudret gibi sıfatlarımın cüz'îliğinin mâkesiyetiyle Hâlıkımın muhit sıfatlarını fehmetmem bana yeter. Nitekim benim cüz'î ilmimin mizanıyla Onun muhit ilmini fehmederim.

Hâkezâ, benim İlâhımın Kâmil-i Mutlak olduğuna ve kâinatta kemâlât olarak ne varsa Onun kemâlinin âyetlerinden bir âyet ve Onun kemâlinin işaretlerinden bir işaret olduğuna dair ilmim, kemal olarak bana yeter.

Kezâ, nefsimde kemâlât olarak iman-ı billâh bana yeter; çünkü beşer için iman bütün kemâlâtın menbaıdır.

Kezâ, muhtelif cihazatımın lisanıyla istenilen envâ-ı hâcâtımın hepsi için, bütün Esmâ-i Hüsnânın müsemmâsı olan, beni yediren ve içiren ve terbiye ve tedbir eden ve benimle konuşan, celâli herşeyden nihayetsiz derecede yüce olan ve lütuf ve ihsanı herşeyi kuşatan İlâhım ve Rabbim ve Hâlıkım ve Musavvirim bana yeter.

DÖRDÜNCÜ NÜKTE

Benim suretimi ve emsalim olan zîhayatların suretlerini basit bir sudan lâtif san'atıyla ve herşeye nüfuz eden kudreti ve hikmetiyle ve herşeyi her şe'niyle ihata eden rububiyetiyle açan Zât, bütün metalibim için bana yeter.

Kezâ, beni inşa eden, kulağımı ve gözümü açan, cismime lisanımı ve kalbimi derc eden, vücuduma ve cihazatıma, rahmet hazinelerinin çeşit çeşit müddeharatını tartacak hesapsız mizanlar yerleştiren ve kezâ lisanıma ve kalbime ve fıtratıma, esmâsının çeşit çeşit definelerini anlamaya yarayacak hesapsız hassas âletler yerleştiren Zât, benim bütün makasıdıma yeter.

Kezâ, bana bütün enva-ı nimetini ihsas etmek ve ekser tecelliyat-ı esmâsını tattırmak için, celîl ulûhiyetiyle ve cemîl rahmetiyle ve kebîr rububiyetiyle ve kerîm re'fetiyle ve azîm kudreti ve lâtif hikmetiyle benim küçük ve hakir şahsımda ve zayıf ve fakir vücudumda bu âzâ ve âlâtı ve bu cevârih ve cihazatı ve bu havâss ve hissiyatı ve bu letaif ve maneviyatı derc eden Zât bana yeter.

BEŞİNCİ NÜKTE

Ben ve herbir fert, halen ve kàlen, müteşekkir ve müftehir olarak, şöyle demeliyiz:

Beni halk eden ve adem zulmetinden çıkararak bana vücut nurunu in'âm eden Zât bana yeter.

Kezâ, sahibine herşeyi veren ve onun elini herşeye uzatan hayat nimetini bana bağışlayarak beni hayat sahibi yapan Zât bana yeter.

Kezâ, insanı, âlem-i kebîrden mânen daha büyük bir küçük âlem yapan insaniyet nimetini bana bağışlayarak beni insan yapan Zât bana yeter.

Kezâ, dünya ve âhireti nimetlerle dolu iki sofra haline getirerek iman eliyle mü'mine takdim eden iman nimetini bana bağışlayarak beni mü'min yapan Zât bana yeter.

Kezâ, beni habibi olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın ümmeti yaparak, imanda bulunan ve bütün kemâlât-ı beşeriye meratibinin fevkinde olan muhabbet ve mahbubiyet-i İlâhiye nimetini bana bağışlayan ve bu muhabbet-i imaniye ile, mü'minin istifadesini imkân ve vücub dairelerinin nihayetsiz müştemilâtına kadar genişleten Zât bana yeter.

Kezâ, beni câmid kılmayıp, hayvan yapmayıp, dalâlette bırakmayarak, cins ve nevi ve din ve iman itibarıyla mahlûkatının pek çoğundan üstün kılan Zât bana yeter ki, hamd de Ona, şükür de Ona mahsustur.

Kezâ, "Ne yere, ne de göğe sığmadım; Ben bir mü'min kulumun kalbime sığdım" meâlindeki hadisin sırrıyla, yani, bütün kâinatta tecellî eden esmâ-i İlâhiyenin bütün tecelliyatına insanın câmi bir mazhar olması sırrıyla, kâinata sığmayan bir nimeti bana bağışlayarak beni esmâsının tecelliyatına câmi bir mazhar yapan Zât bana yeter.

Kezâ, bende bulunan mülkünü muhafaza etmek üzere benden satın alarak sonra bana iade eden ve karşılığında bize Cenneti veren Zât bana yeter. Vücudumun zerrelerinin zerrât-ı kâinatla darbı adedince Ona şükür ve hamd olsun.

Hasbî Rabbî Cellallah.
Nûr Muhammed Sallallah.
Lâilâhe illallah.
Hasbî Rabbî Cellallah.
Sirru kalbî zikrullah.
Zikrü Ahmed Sallallah.
Lâilâhe illallah.