![]() ![]() ![]() |
Beşinci Şua - s.891 |
Halbuki, hakikaten ve kaideten, bir cemaatin hareketiyle vücuda gelen müsbet mehâsin ve şeref ve ganimet o cemaate taksim edilir ve efradına verilir. Ve seyyiat ve tahribat ve zayiat ise, reisinin tedbirsizliğine ve kusurlarına verilir. Meselâ, bir tabur bir kaleyi fethetse, ganimet ve şeref süngülerine aittir. Ve menfî tedbirlerle zayiatlar olsa, kumandanlarına aittir.
İşte hak ve hakikatin bu düstur-u esasiyesine bütün bütün muhalif olarak müsbet terakkiyat ve hasenat o müthiş başlara ve menfî icraat ve seyyiat bîçare milletlerine verilmesiyle, nefret-i âmmeye lâyık olan o şahıslar, istidrac cihetiyle, ehl-i gaflet tarafından bir muhabbet-i umumiyeye mazhar olurlar.
İkinci cihet ve sebep: Her iki Deccal, âzamî bir istibdat ve âzamî bir zulüm ve âzamî bir şiddet ve dehşetle hareket ettiklerinden, âzamî bir iktidar görünür. Evet, öyle acip bir istibdat ki, kanunlar perdesinde herkesin vicdanına ve mukaddesatına, hattâ elbisesine müdahale ederler. (Zannederim, asr-ı âhirde İslâm ve Türk hürriyetperverleri, bir hiss-i kablelvuku ile bu dehşetli istibdadı hissederek oklar atıp hücum etmişler. Fakat çok aldanıp yanlış bir hedef ve hatâ bir cephede hücum göstermişler.) Hem öyle bir zulüm ve cebir ki, bir adamın yüzünden yüz köyü harap ve yüzer mâsumları tecziye ve tehcir ile perişan eder.
Üçüncü cihet ve sebep: Her iki Deccal, Yahudinin İslâm ve Hıristiyan aleyhinde şiddetli bir intikam besleyen gizli komitesinin muavenetini ve kadın hürriyetlerinin perdesi altındaki dehşetli bir diğer komitenin yardımını, hattâ İslâm Deccalı masonların komitelerini aldatıp müzaheretlerini kazandıklarından, dehşetli bir iktidar zannedilir. Hem bazı ehl-i velâyetin istihracatıyla anlaşılıyor ki, İslâm devletinin başına geçecek olan Süfyanî Deccal ise, gayet muktedir ve dahi ve faal ve gösterişi istemeyen ve şahsî olan şan ve şerefe ehemmiyet vermeyen bir sadrâzam ve gayet cesur ve iktidarlı ve metin ve cevval ve şöhretperestliğe tenezzül etmeyen bir serasker bulur, onları teshir eder. Onların fevkalâde ve dâhiyâne icraatlarını, riyasızlıklarından istifade ile kendi şahsına isnat ve o vasıtayla koca ordunun ve hükûmetin teceddüt ve inkılâp ve harb-i umumî inkılâbından gelen şiddet-i ihtiyacın sevkiyle işledikleri terakkiyatı şahsına isnad ettirerek şahsında pek acip ve harika bir iktidar bulunduğunu meddahlar tarafından işâa ettirir.
Dördüncü cihet ve sebep: Büyük Deccalın, ispritizma nevinden teshir edici hassaları bulunur. İslâm Deccalının dahi, bir gözünde teshir edici manyetizma bulunur. Hattâ, rivayetlerde "Deccalın bir gözü kördür"1 diye nazar-ı dikkati gözüne çevirerek Büyük Deccalın bir gözü kör ve ötekinin bir gözü, öteki göze nisbeten kör hükmünde olduğunu hadiste kaydetmekle, onlar kâfir-i mutlak bulunduğundan, yalnız münhasıran bu dünyayı görecek bir tek gözü var ve âkıbeti ve âhireti görebilecek gözleri olmamasına işaret eder.
Ben bir mânevî âlemde İslâm Deccalını gördüm. Yalnız birtek gözünde teshirci bir manyetizma gözümle müşahede ettim ve onu bütün bütün münkir bildim. İşte bu inkâr-ı mutlaktan çıkan bir cüret ve cesaretle mukaddesata hücum eder. Avâm-ı nâs hakikat-ı hali bilmediklerinden, harikulâde iktidar ve cesaret zannederler.
Hem şanlı ve kahraman bir millet, mağlûbiyeti hengâmında, böyle istidraçlı ve şanlı ve talihli ve muvaffakiyetli ve kurnaz bir kumandanı bulunduğundan, gizli ve dehşetli olan mâhiyetine bakmayarak, kahramanlık damarıyla onu alkışlar, başına kor, seyyielerini örtmek ister. Fakat kahraman ve mücahid ordunun ve dindar milletin ruhundaki nur-u iman ve Kur'ân ışığıyla hakikat-ı hali göreceği ve o kumandanın çok dehşetli tahribatını tamire çalışacağı rivayetlerden anlaşılır.
ÜÇÜNCÜ KÜÇÜK MESELE
Medâr-ı ibret üç hadisedir.
Birinci hadise: Bir zaman, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Hazret-i Ömer Radıyallahu Anh'a Yahudi çocukları içinde birisini gösterdi, "İşte sureti" dedi. Hazret-i Ömer Radiyallahu Anh, "Öyleyse ben bunu öldüreceğim" dedi. Ferman etti: "Eğer bu Süfyan ve İslâm Deccalı olsa, sen öldüremezsin; eğer o olmazsa, onun suretiyle öldürülmez."2
Bu rivayet işaret eder ki, onun sureti, hâkimiyeti zamanında çok şeylerde görüneceği gibi, kendisi Yahudiler içinde tevellüt edecek. Gariptir ki, onun suretindeki bir çocuğu katledecek derecede ona hiddet ve adavet eden Hazret-i Ömer (Radıyallahu Anh), o Süfyan'ın en çok beğendiği ve takdir ettiği ve çok defa ondan senâkârâne
Beşinci ve Altıncı Şualar - s.892
bahsedeceği bir memdûhu Hazret-i Ömer'le çıkmış.
İkinci hadise: O İslâm Deccalı, "Sûre-i 3 mânâsını merak edip
soruyor" diye çoklar nakletmişler.
Gariptir ki, bu sûrenin akîbinde olan 4 sûresinde
5
cümlesi, onun aynı zamanına ve şahsına cifirle ve mânâsıyla işaret ettiği gibi,
ehl-i salâta ve camilere tâğiyâne tecavüz edeceğini gösteriyor. Demek o
istidraçlı adam, küçük bir sûreyi kendiyle alâkadar hisseder. Fakat yanlış eder,
komşusunun kapısını çalar.
Üçüncü hadise: Bir rivayette, "İslâm Deccalı Horasan taraflarından zuhur edecek" 6 denilmiş.
7
bunun bir tevili şudur ki: Şarkın en cesur ve kuvvetli ve kesretli kavmi ve
İslâmiyetin en kahraman ordusu olan Türk milleti, o rivayet zamanında Horasan
taraflarında bulunup daha Anadolu'yu vatan yapmadığından, o zamandaki meskenini
zikretmekle Süfyanî Deccal onların içinde zuhur edeceğine işaret eder.
Gariptir, hem çok gariptir: Yedi yüz sene müddetinde İslâmiyetin ve Kur'ân'ın elinde şeref-şiar, bârika-âsâ bir elmas kılınç olan Türk milletini ve Türkçülüğü, muvakkaten İslâmiyetin bir kısım şeâirine karşı istimal etmeye çalışır! Fakat muvaffak olmaz, geri çekilir. Kahraman ordu, dizginini onun elinden kurtarıyor diye rivayetlerden anlaşılıyor.
[Namazdaki teşehhüdde bulunan
9
ilâ âhirenin iki noktasına gelen iki suâle iki cevaptır. Teşehhüdün sâir
hakikatlerinin beyanı başka vakte tâlik edilerek bu Altıncı Şuâda yüzer
nüktesinden yalnız İki Nüktesi muhtasar bir sûrette beyan edilecek.]
Birinci Sual: Teşehhüdün mübarek kelimâtı, Miraç gecesinde Cenâb-ı Hak ile Resulünün bir mükâlemeleri olduğu halde, namazda okunmasının hikmeti nedir?
Elcevap: Her mü'minin namazı, onun bir nevi miracı hükmündedir. Ve o huzura lâyık olan kelimeler ise Mirac-ı Ekber-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmda söylenen sözlerdir. Onları zikretmekle o kudsî sohbet tahattur edilir. O tahatturla o mübarek kelimelerin mânâları cüz'iyetten külliyete çıkar ve o kudsî ve ihâtalı mânâlar tasavvur edilir veya edilebilir. Ve o tasavvur ile kıymeti ve nuru teâlî edip genişlenir.
Meselâ: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, o gecede Cenâb-ı Hakka karşı
selâm yerinde demiş. Yani, "Bütün zîhayatların, hayatlarıyla
gösterdikleri tesbihat-ı hayatiye ve Sânilerine takdim ettikleri fıtrî hediyeler, ey
Rabbim, sana mahsustur. Ben dahi bütün onları tasavvurumla ve imanımla sana takdim
ediyorum."
Evet, nasıl ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm
kelimesiyle bütün zîhayatın ibâdât-ı fıtrîyelerini niyet edip takdim ediyor.
Öyle de, tahiyyatın hülâsası olan kelimesiyle de, bütün medar-ı
bereket ve tebrik ve bârekâllah dediren ve mübarek denilen ve hayatın ve zîhayatın
hülâsası olan mahlûklar, hususan tohumların ve çekirdeklerin, danelerin,
yumurtaların
Altıncı Şua - s.893
fıtrî mübarekiyetlerini ve bereketlerini ve ubudiyetlerini temsil ederek, o geniş mânâ ile söylüyor.
Ve mübarekâtın hülâsası olan kelimesiyle de, zîhayatın
hülâsası olan bütün zîruhun ibâdât-ı mahsusalarını tasavvur edip dergâh-ı
İlâhîye o ihâtalı mânasıyla arzediyor.
Ve kelimesiyle de, zîruhun hülâsaları olan kâmil insanların ve melâike-i
mukarrebînin, salâvatın hülâsası olan tayyibat ile nuranî ve yüksek ibadetlerini
irade ederek Mâbuduna tahsis ve takdim eder.
Hem nasıl ki o gecede Cenâb-ı Hak tarafından demesi, istikbâlde yüzer milyon
insanların her biri, her gün, hiç olmazsa on defa
demelerini âmirâne iş'ar eder
ve o selâm-ı İlâhî, o kelimeye geniş bir nur ve yüksek bir mânâ verir. Öyle de,
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın, o selâma mukabil
demesi
istikbalde muazzam ümmeti ve ümmetinin salihleri, selâm-ı İlâhîyi temsil eden
İslâmiyete mazhar olmasını ve İslâmiyetin umumî bir şiarı olan mü'minler
ortasındaki
umum ümmet demesini râciyâne, dâîyâne Halıkından istediğini ifade ve
ihtar eder.
Ve o sohbette hissedâr olan Hazret-i Cebrail Aleyhisselâm, emr-i İlâhî ile o gece
demesi, bütün ümmet kıyamete kadar böyle şehadet edeceğini ve böyle diyeceklerini mübeşşirâne haber verir. Ve bu mükâleme-i kudsiyeyi tahattur ile kelimelerin mânâları parlar, genişlenir.
Bu mezkûr hakikatın inkişafında bana yardım eden garip bir hâlet-i ruhiyedir:
Bir zaman karanlıklı bir gurbette, karanlık bir gecede, zulmetli bir gaflet içinde,
hali hazırda olan bu koca kâinat hayalime câmid, ruhsuz, meyyit, boş, hâlî, müthiş
bir cenaze göründü. Geçmiş zaman dahi bütün bütün ölü, boş, meyyit, müthiş
tahayyül edildi. O hadsiz mekân ve o hudutsuz zaman, karanlıklı bir vahşetgâh
sûretini aldı. Ben o hâletten kurtulmak için namaza iltica ettim. Teşehhüdde
dediğim zaman birden kâinat canlandı; hayattar, nuranî bir şekil aldı, dirildi.
Hayy-ı Kayyûmun parlak bir aynası oldu. Bütün hayattar eczasıyla beraber,
hayatlarının tahiyyelerini ve hedâyâ-yı hayatiyelerini daimî bir sûrette Zât-ı
Hayy-ı Kayyûma takdim ettiklerini ilmelyakîn, belki hakkalyakîn ile bildim ve
gördüm.
Sonra dediğim vakit, o hudutsuz ve hâlî zaman birden Resul-i Ekrem
Aleyhissalâtü Vesselâmın riyaseti altında, zîhayat ruhlar ile vahşetzar suretinden
ünsiyetli bir seyrangâh suretine inkılâp etti.
İkinci Sual: Teşehhüd âhirinde,
deki teşbih, teşbihlerin kaidesine uygun gelmiyor. Çünkü, Muhammed Aleyhissalâtü
Vesselâm, İbrahim Aleyhisselâmdan daha ziyade rahmete mazhardır ve daha büyüktür.
Bunun sırrı nedir? Hem bu tarzdaki salâvatın teşehhüdde tahsisinin hikmeti nedir?
Aynı dua, eski zamandan beri ve bütün namazda tekrar etmeleri... Halbuki bir dua bir
defa kabule mazhar olsa yeter. Milyonlarca duaları makbul olan zatlar musırrâne dua
etmesi ve bilhassa o şey vaad-i İlâhîye iktiran etmiş ise... Meselâ 11
Cenâb-ı Hak vaad ettiği halde, her ezan ve kametten sonra edilen mervî duada
12
deniliyor; bütün ümmet o vaadi îfa etmek için dua ederler. Bunun sırr-ı hikmeti
nedir?
Elcevap: Bu sualde üç cihet ve üç suâl var.
Birinci cihet: Hazret-i İbrahim Aleyhisselâm, gerçi Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâma yetişmiyor. Fakat onun âli, enbiyadırlar. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın âli, evliyadırlar. Evliya ise, enbiyaya yetişemezler. Âl hakkında olan bu duanın parlak bir sûrette kabul olduğuna delil şudur ki:
Üç yüz elli milyon içinde, Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdan yalnız iki zâtın, yani Hasan (r.a.) ve Hüseyin'in (r.a.) neslinden gelen evliya ekser-i mutlak hakikat mesleklerinin ve tarikatlarının pîrleri ve mürşidleri onlar olmaları