![]() ![]() ![]() |
Barla Lâhikası - Mektup No: 218 - s.1521 |
Eği aynı hükmü, yine kelimeleriyle, hurufatıyla aynı mânâya işaret eder. Meselâ, şu âyetin hurufatları Ashaba baktıkları gibi, kayıtları da Ashabın sıfat-ı meşhuresine bakar. O sıfatı göstermekle o sıfat sahiplerine parmak basıyorlar.
Mesela: daki maiyet-i hassa, sohbet-i mahsusayı zikretmekle Ebu Bekiri's-Sıddık'ın
medar-ı fahri ve şöhreti olan maiyet-i hassa ile başına parmak basıyor.
şiddet-i hamiyet-i İslâmiyeyle küffâra galebe-i kat'iyesiyle şöhretşiâr olan
Hazret-i Ömer'i ayna gibi gösterir.
şefkat-i rahîmâneyle meşhur-u enâm olan Hazret-i Osman-ı Zinnûreyne
parmak basıyor.
kaydıyla, rükû ve secdede devam ve kesrette meşhur olan Hazret-i
Aliyyi'l-Murtazâ'ya işaret ediyor.
cümlesiyle Ehl-i Bîat-ı Rıdvân'a,
Ashab-ı Suffa'ya,
fukahâ ve ulemâ-i Sahabeye,
Ashab-ı Huneyn ve Fetih, Uhud ve Bedir'deki Sahabelerin nâmdar yiğitlerine
işaret ettiği gibi, enbiyadan sonra benî Âdem içinde en yüksek, en nâmdar, en
mümtaz olan Sahabelerin medar-ı rüçhâniyetleri, menşe-i imtiyazları ve mâden-i
meziyetleri olan secâyâ-yı sâmiye ve ahlâk-ı âliye ve muamelât-ı galiyeye o
mezkûr kayıtlar ve sıfatlarla işaret ediyor. O kayıtlarla diyor ki:
Sahabelerin halka karşı vaziyetleri: Düşmanlarına şediddirler ve dostlarına ve mü'minlere rahîmdirler. Cenab-ı Hakka karşı rükû ve secdede kemal-i itâattedirler. Her işlerinde Cenab-ı Hakkın rıza ve fazlını kastederek kemal-i ihlâstadırlar. Hem Sahabelerin ilimde ve amelde ve siyasette ve askerlikte gösterdikleri fevkalâde metanet ve terakki ve sebat ve tefevvuku, maziden Tevrat ve İncil'i işhad ederek mucizâne ve müstakbelden ibadet ve cihad vazifesinde harikulâde hareketleri ihbar ederek mucizâne mâzi ve müstakbelde iki ihbar-ı gaybiyeyle Sahabelerin i'câzkâr ahvâlini haber vermekle, şu âyette bir lem'a-i i'câzı gösterir. Ve âyetin daha başka çok işaretleri vardır. İzahı uzun olduğundan ve ihâtamız nâkıs ve elimiz kısa bulunduğundan kısa kestik.
İşte, madem şu âyet, hem cümleleri, hem kelimeleri, hem hurufatıyla, ayrı ayrı vazifeleri gördükleri halde, mânâ-yı maksudun etrafında toplanıp ona bakıyorlar. Acaba bilmediğimiz ve beyan etmediğimiz, şu âyetin daha çok esrar-ı acîbeyi cami olduğu anlaşılmaz mı?
ALTINCI KÜÇÜK BİR MESELE
Otuz üç adet Sözlerin ve otuz üç adet Mektupların mecmuuna Risaletü'n-Nur namı verilmesinin sırrı şudur ki:
Bütün hayatımda Nur kelimesi her yerde bana rastgelmiştir. Ezcümle, karyem Nurs'tur, merhume validemin ismi Nuriye'dir, Nakşî üstadım Seyyid Nur Muhammed'dir, Kadirî üstadım Nureddin. Kur'ân üstadlarımdan Nuri, talebelerimden benimle en ziyade alâkadarı Nur isimli bulunanlardır. Kitaplarımı en ziyade izah ve tenvir eden, nur misâlidir. Kur'ân-ı Hakîmdeki en evvel aklıma, kalbime parlayan ve fikrimi meşgul eden,
âyetidir. Hem hakaik-i İlâhiyede müşkûlâtımın ekserisini halleden Esmâ-i Hüsnâdan Nur ism-i nurânîsidir. Hem Kur'ân'a şiddet-i sevk ve inhisar-ı hizmetim için hususî imamım Zinnûreyn'dir.
Barla Lâhikası - Mektup No: 219 - s.1522
Hulûsi Beyin sualine cevaptır.
Dişlerin kaplanması hakkındaki suale cevap
1932 tarihli sualinize şimdilik etrafıyla cevap veremiyorum. Fakat bu meseleyle münasebettar bir-iki mesele-i şeriatı icmalen yazıyorum. Şöyle ki:
Abdest vaktinde ağzı yıkamak farz değil, sünnettir. Fakat gusül hengâmında ağzını yıkamak farzdır. Az birşey de yıkanmadık kalsa olmaz, zarardır. Onun için dişleri kaplama lehinde ulemâlar fetva vermeye cesaret edemiyorlar.
İmam-ı Âzam ile İmam-ı Muhammed (radıyallahü anhümâ) gümüş ve altından dişlerin yapılmasına fetvaları, sabit kaplama hakkında olmamak gerektir. Halbuki bu diş meselesi umûmü'l-belvâ suretinde o derece intişarı var ki, ref'i kabil değil. Ümmeti bu belvâ-yı azîmeden kurtarmak çaresini düşündüm; birden kalbime bu nokta geldi. Haddim ve hakkım değil ki, ehl-i içtihadın vazifesine karışayım. Fakat bu umûmü'l-belvâ zaruretine karşı, fetvalara taraftar olmadığım halde diyorum ki:
Eğer mütedeyyin bir hekîm-i hâzıkın gösterdiği ihtiyaca binaen kaplama sureti
olsa, altındaki diş ağzın zahirîsinden çıkar, bâtın hükmüne geçer. Gusülde
yıkanmaması, guslü iptal etmez. Çünkü üstündeki kaplama yıkanıyor, onun yerine
geçiyor. Evet, cerihaların üstündeki sargıların zarar için kaldırılmadığından
ceriha yerine yıkanması, şer'an o yaranın gasli yerine geçtiği gibi, böyle ihtiyaca
binaen sabit kaplamanın yıkanması dahi dişin yıkanması yerine geçer, guslü iptal
etmez. 3 Madem
ihtiyaca binaen bu ruhsat oluyor. Elbette yalnız süs için, ihtiyaçsız dişleri
kaplamak veya doldurmak bu ruhsattan istifade edemez. Çünkü, hattâ zaruret derecesine
geldikten sonra, böyle umûmü'l-belvâda, eğer bilerek, su-i ihtiyarıyla olsa, o
zaruret ibâhaya sebebiyet vermez. Eğer bilmeyerek olmuşsa, zaruret için elbette cevaz
var.
Said Nursî
Üç cesetli bir ruhun bir fıkrasıdır. Yani: Hâfız Ali, Sabri, Sarıbıçak Ali.
Otuz Birinci Mektubun On Yedinci Lem'asının On Yedinci Notasının yedi meselesindeki ikinci meselesi iken Yirminci Lem'a olan İhlâs Risalesini aldım. Kuleönü'nde kardeşim Ali Efendiyle, Yirmi Birinci Lem'a namıyla projektör-misal, geceleri gündüze çeviren, pek mübarek ve çok kıymettar ve gayet müessir bir risaleyle, Yirmi İkinci Lem'a olan On Yedinci Notanın Üçüncü Meselesi iken, Lemeata karışmakla, sosyalizm ve bolşevizm oyunlarıyla âlem-i insaniyetin fıtrat-ı hayat-ı hakikiyesini unutturmak, ebedî zulümatı, müsâvat-ı esasiye namıyla, kendi şahıslarını istisna ederek, millet-i İslâmiyeyi esassızlığa attıkları gazlı bombalarıyla bir nevi geceyi getirdikleri gibi, güya istila ettiği mânevî toprakta kuvve-i inbatiyeye medar olacak bir hayat dahi bırakmayarak ihrak ettikleri bir anda, şu Lem'a o âlemi tenvirle güneşi gösterip, âb-ı hayatıyla uyanık zemin üzerini yeşerttiğini gösteriyor.
Muhterem efendimiz,
Bir hafta mukaddem, maddeten küçük ve mânen büyük bir nâme-i mergubelerinizi, Bekir Bey vasıtasıyla bir ordu kuvvetinde aldım. Cenab-ı Erhamürrâhimîne hesapsız hamd ve şükür olsun ki, bizim gibi âciz, zayıf, fakir, kusurlu kullarını, hiçbir zaman maddî ve manevî takviye-i rahmetinden baîd tutmuyor. Esen rüzgârlar muvakkaten kapı ve pencerelerden girseler de, o hanenin sahibi derhal kapatıyor ve ayıktırdığını gösteriyor. Gerçi çok okuyamıyorsak da, yazıyı aynı vaziyette yazıyor. Elhamdü lillâhi hâzâ min fadl-i Rabbî.
Muhterem efendim,
"Şu yazılan risaleleri nasıl buldunuz?" buyuruyorsunuz? Ya Hazret-i Üstad, ne diyelim? Bizim mânevî yara ve hastalıklarımızı teşhis buyurup, öldürmemek için bir nevi muâleceleri ile memzuc, hem mugaddî, hem müessir tiryaklarını Cenab-ı Hakkın ihsanıyla gönderiyorsunuz. İhlâs hakkında evvelce ve bilhassa sonra ihsan edilen risaleleri okudukça, vücudumun ağrıdığını ve her zerresinin titrediğini, müteaddit diyarlardan tevellüd eden kurtlar oynamaya başlayınca, en ahmak ve eblehçe hareketlerimi gösterdiler.
Şu Sözler bittecrübe yazılmasıyla, umum kardeşlerimiz ikaz ediliyor. Ve her ferde kudsiyetiyle, güya o ferde hitap eder gibi bir ulviyetle mâ-i zemzem içiriyor. İhlâsı tam, vicdanı temiz, ruhu teslim, cismi lâtif, nesebi tâhir kardeşlerimiz, bu ikazla Cenab-ı Erhamürrâhimîne niyaz edip, "Yâ Rab, cümle ihvanımızı yaramaz şeylerden halâs et ve ihlâs-ı tâmme ihsan et" dualarında, sâlifü'l-arz
Barla Lâhikası - Mektup No: 221 - s.1523
haslet-i hamse-i âliye ve ehliyeden olmayan ve kesafetli ruhuyla müteaddit nuru karıştıran ve zahir haliyle sebeb-i risale olup, umumun dua ve himmetlerini her an arzulayan, bu uğurda Risale-i Nur'a serfürû ve serfedâ edenleri, Cenab-ı Erhamürrâhimîn, Habib-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Kur'ân-ı Hakîm ve Hizbü'l-Kur'ân hürmetine mağfiret buyurup, niyet edip talep ettikleri hizmetinde muvaffak buyursun. Âmin.
Şu mübarek risaleler, hararetli bir adamın suyu gördüğünde, ufak bir kapta ise kazanına koymak, büyük göl ve deniz ise, içine girmek istediği gibi, şu zamanın nursuz yakıcı şiddet-i hararetine karşı ihlâs denizini göstermekle harareti kesmek, hem her nevi cevahir ve elmas içinde bulunduğunu beyan etmekle o denize dâvet ediyor. Nefsin talibi olduğunu riyâ ve hubb-u câh gibi her cihette zararlı yılanlar gibi zehirleyen, ibadet perdesi altında dünyayı tahsil etmek isteyip, kabir kapısında hatâsını bildiği ve teveccüh-ü nâsa muhabbetten, firavun gibi gark olurken dönmek isteyip, kimseye müyesser olmadığını ve daha teferruatıyla o âlemleri bu Lem'alar öyle tenvir ediyorlar ki, eğer murad-ı İlâhî olsa, bu zamanın şöhretperest zındıkları da görselerdi, ellerindeki vücutlarına zemherir getiren buzları atıp, ihlâsla iman edip, Kur'ân'ın elmas cevahirlerini alırlardı.
Muhterem efendim,
Keramet-i Aleviye risalesi çok cihetlerle keramet olduğu gibi, Risale-i Nur şakirtlerini intibaha ve teşvike, sa'y ve gayrete, cesaret ve şecaate sevkle, hareket ettikleri yolda yalnız olmadıklarını ve karşılarında düşmanın, yalnız onların düşmanı olmayıp, belki mâzide duran ve bize pek yakından bakan ervâh-ı âliyenin de düşmanı olup, o âli ruhlar önümüzde pişdar, etrafımızda zırh gibi ve muhafız ve muavin olduklarını göstermekle, zayıflara kuvvet, havf edenlere cesaret ve şecaat, kavîlere refik oluyor ve her zaman bu risaleye herkesin ihtiyacını gösteriyor. Bu zamanın kisve-i ilmiye ve mümessil-i din ve rehber-i millet perdeleriyle ilmi eneye, dini dünyaya ve kendileri meyhaneye düşen ulemâû's-sû'u haber vermekle, ehl-i iman ve irfanı insafa, ittifaka, ittihada dâvet ediyor.
Cümlemiz, hâk-i pâ-yı ekremîlerine yüzler sürerek, mübarek dest-i dâmen-i kerîmânelerini öperiz efendim.
İslâm karyesinden Kuleönünden Ali (r.h.) Ali
Hüsrev'e hitâben yazılan bir mektuptur.
Aziz, mübarek, sıddık kardeşim,
Evvelâ: Sözler'e başlamadan iki ay evvel gördüğün mübarek rüya çok güzeldir, hem hakikattir. Evet, kardeşim, sen bir bahçe-i ebedî olan Kur'ân-ı Hakîmin cennetinden, gül-ü Muhammedî (a.s.m.) namında, hadsiz nuranî hakikatlerin fabrikası hükmünde, tefsir-i hakaik-i Kur'âniye etrafında halka tutan ve sizin gibi çarklardan mürekkep olan bir cemaat-i mübareke içinde en has ve en yüksek mertebeye kâtip tayin edildiğine, o rüya beşaret verdiği gibi, biz de beşaret ediyoruz.
Saniyen: Bu defa bize yazdığın Mucizât-ı Ahmediye (a.s.m.) risalesi çok harika düşmüş. Kim ona bakıyor; bir zevk-i hakikî hisseder. Demek oluyor ki, mânevî, hâlis, samimî hisler, maddî nakışlar suretinde kendini hissettiriyor. Bu sırra ben muttali olduğum vakit, kardeşim Galip dahi aynı hisse iştirak etti. "Evet, bunun altında manevî tebessüm var" diye, senin hattını kendi hattına tercihle mukabele etti. O yazdığın risale vasıtasıyla pek çok insanlar imanlarını kuvvetleştiriyorlar; muhabbet-i Ahmediye (a.s.m.) kalblerinde ziyadeleşiyor. İşaret-i gaybiye hakkında şüpheleri kalmıyor. O sevap da senin defter-i a'mâline geçiyor. Kur'ân ve Resul-i Ekrem (a.s.m.) kelimesinden başka, işaret ettiğin kelimât çok mânidardır, hem bir temeldir. O iki kelimenin mübarek tevafukuna bir hüccettir. Hem gösteriyor ki, bütün o tevafukatı dahi riâyet etmeyen, o iki kelimenin tevafukuna kalem karıştıramaz. Zannediyoruz ki, o risalelerin hatt-ı hakikîsini sen buldun veyahut yakınlaştın.
Salisen: Mâbeynimizde münasebet mânevî, ruhî, hakikî olduğu için zaman ve mekân müdahale etmez. Dergâh-ı İlâhîye müteveccih olduğumuz vakit günde belki kaç defa, Hüsrev yanımda bir cihette hazır olmakla beraber, senin o şirin yazıların, hususan On Dokuzuncu Mektuptaki mübarek hattın göründükçe seni hayalimizce hazır ediyoruz. Ben ve buradaki arkadaşlar dahi seni burada görmek çok arzuluyoruz. Fakat Isparta sana çok muhtaçtır.