![]() ![]() ![]() |
Kastamonıu Lâhikası - Mektup No: 41 - s.1596 |
Hüsn-ü niyet öyle bir kimyadır ki, şişeleri elmasa çevirir, toprağı altın yapar. İnşaallah, o hüsn-ü niyetle, bu tefekkühat dahi hakikî bir gıda ambarına bir anahtar olur ve hizmette zaafa düşenlere kût ve kuvvete yol açar.
Lâfzullahın âhir harfi seksen beş defa o Lâfza-i Celâlin evvelki harfi oluyor.1 adedine mânidar bir tek
farkla tevafuk lisanıyla
der.
bir
adedi, seksen beş defa hemen hemen umumiyetle tevafuk eder. Yalnız, bazan bir sayfa
fasıla olur.
iki adedi, kırk iki defa ekseriyet-i mutlaka ile tevafuk eder.
üç adedi,
yirmi beş defadır, ekseri tevafuktadır. Hecede ikinci ve Kur'ân'da ve Bismillâh'ta
birinci harf olan
yine seksen beş defa bir oluyor.
der.
iki adedi
kırk üç olup, bir farkla
nin ikisine tevafuk eder.
üç adedi yirmi yedi olup,
nin üçüne
iki farkla tevafuk eder.
beş adedi yirmi üç defa
nin üç adedine iki farkla tevafuk
eder.
altı adedi on beş defa
ın dört adedine tevafuk eder.
altı adedi yirmi altı veya yirmi
yedi defadır.
ın beş adedi yirmi beş defa olup, altı adedine bir veya iki farkla tevafuk
eder.
altı adedi, sekiz defa ve
beş adedi sekiz defa birbiriyle tam tevafuk eder.
Elhâsıl: Beş ile altı
ism-i mukaddesi oldukları için
kerametkârâne vaziyetler gösteriyorlar. Lâfzullahın ortadaki harfi olan
yetmiş beş
defa evvelki harfi olan elif oluyor. Hemen hemen umumiyetle tevafukla
adedine üç farkla tevafuk lisanıyla okuyor.
ın iki adedi altmış beş defa
olup, ekseriyet-i mutlaka ile tevafuk ederek, farksız veya iki farkla
adedine tevafuk lisanıyla
der, zikreder. Ve
ın üç adedi ekseri birbirine
tevafukla otuz üç defa olarak, otuz üç aded-i mübarekine tevafukla ve
ın makam-ı
cifrîsine üç farkla tevafuk etmekle beraber yalnız mânidar bir farkla
adedine tevafuk lisanıyla
der, hükmeder.
ın dört adedi on sekiz olup,
adedi
olan on dokuzuna yalnız bir manidar farkla, tevafuk lisanıyla
der,
tevhidi ilân eder. Bu dört adedi, iki adetle beraber, yalnız iki farkla, tevafuk
diliyle Lâ ilâhe illâ Hû okurlar.
İşte seksen beş, yetmiş beş, altmış beş olması ve bir adedi seksen beş ve iki adedi onun yarısı olan kırka ve üçü onun nısfıHAŞİYE 1 yirmiye inmesi ve birbiriyle tevafukları ve Lâfza-i Celâlin ve Kelime-i Tevhidin lem'alarını ifade etmeleri gibi, muntazam niseb-i adediye ve mânidar münasebet-ı tevafukıye bize kanaat veriyor ki, tesadüfî değil, belki alâmet-i kabul bir tevfiktir; bir tanzimdir.
Kardeşiniz Said Nursî
(Risale-i Nur'a işaret eden Otuz Üçüncü Âyetin istihracına dâir Hafız Ali'nin bir fıkrasıdır.)
Aziz Üstadım Hazretleri,
Dün akşam namazını kılarken ikinci rekâtta Fatiha-i Şerîfeden sonra
âyetini okurken, hiç düşünmediğim, akıl ve kalbimde birşey, taharrîye bir sebep yokken, birden bire ruhun penceresine şu azîm âyet-i kerimenin Risale-i Nur'a ve müellifine bir münasebet-i mâneviyeyle işareti gösterildi. Namazdan sonra düşündüm. Hakikaten kuvvetli bir münasebet-i mâneviyesi var. Şöyle ki:
Bu kâinata, vahdaniyet-i İlâhiyeyi cin ve ins ve ruhaniyata karşı kat'î bir surette gösterip ispat eden birinci, Kur'ân-ı Azîmüşşân olduğu gibi, bu asırda ikinci, üçüncü derecede kemâl-i adaletle ve sadık ve musaddak hüccetlerle vahdaniyeti vâzıh ve bâhir bir surette kâinat safahatında ins ve cinnin enzarına arz edip ispat eden Risale-i Nur, bütün tabakat-ı beşere hem medrese, hem mektep, hem kışla, hem hakîm, hem hâkim olarak en âmi avamdan en ehass-ı havassa kadar ders verip tâlim ve terbiye etmesi bizce meşhur olmasıyla, bu âyet-i kerimenin bir mevzuu, bir mâsadakı da Risale-i Nur olmasına şüphesiz bir kanaat veriliyor.
Kastamonıu Lâhikası - Mektup No: 42 - s.1597
İkinci Kelime-i Tevhidden sonra isimleriyle Cenab-ı Hak (Celle
Celâlühü) zâtını tavsif buyurup, ikinci derecede aynı isimlerin mazharı olan
Risaletü'n-Nur şahs-ı manevîsine işaret etmesi, Kur'ân-ı Azimüşşanın şe'nine
yakışır bir keyfiyettir. Çünkü belki bütün dünyaya muhalif olarak fakr-ı haliyle
beraber izzet-i İlâhiye ve izzet-i ilmiyeyi muhafaza için ölümden beter musibetlere
karşı göğüs geren, tahammül eden Risale-i Nur tercümanı olduğu gibi, zeminde ve
semavatta hikmetle tasarrufatın muammasını açan yine Risale-i Nur olduğu sadık ve
musaddaktır. Bu kuvvetli münasebet-i mâneviyeyi teyid eden bir emaresi de şudur ki:
makam-ı cifrîsi iki yüz on dört olup, Risale-i Nur'un bir ismi olan Bediüzzaman'ın
(şeddeli ze, lâm-ı aslî sayılır) makamı olan iki yüz on dörde tam
tamına tevafuku ve müellifinin hakikî ve daimî ismi olan Molla Said'in makamı olan
iki yüz on beşe bir tek farkla tevafuku, elbette bu kelime-i kudsiyenin her asra
baktığı gibi, bu asra da medar-ı nazar bir ferdi Resailü'n-Nur olduğuna bir emare
olduğu gibi,
(okunmayan ikinci vav ve hemze sayılmaz) makamı
olan altı yüz bir adediyle, Risale-i Nur'un beş yüz doksan dokuz makamına; ve
Resailü'n-Nur makamına yalnız iki farkla, iki ismine tevafuku dahi bir emare olduğu ve
cümle-i tevhidiye-i kudsiyesinin makam-ı cifrîsi ve ebcedîsi olan bin üç yüz
altmış adediyle,HAŞİYE
2 tam tamına bu acip isyan, tuğyan, temerrüd asrının ve garip, küfran ve
galeyan ve ilhad zamanının bu senesine ve bulunduğumuz bu tarihe tevafuku ve tetabuku
elbette kuvvetli bir emaredir ki, bu pek büyük ve geniş ve âmm olan tevhid ve
şehadetin medâr-ı nazar ehemmiyetli efradı ve mâsadakları her zamandan ziyade bu
şehadete muhtaç, bu asrın bu vaktinde bulunacaktır. Ve şimdilik o şehadeti tesirli
bir surette ispat eden Resâilü'n-Nur o efraddan birisi ve hususî medar-ı nazar
olduğuna pek çok emareler ve işaretler ve beşaretler vardır.
Risale-i Nur şakirtlerinden Hâfız Ali (r.a.)
Birden ihtar edilen bir mesele:
Âhirzamanda bir şahsın hatiât ve günahlarının gayet dehşetli bir yekûn teşkil ettiğine dair rivayetler vardır. Eskide, "Acaba âdi bir adam, binler adam kadar günah işleyebilir mi? Ve o âhirzamanda bildiğimiz günahlardan başka hangi günahlardır ki, kâinatın heyet-i mecmuasına dokunur, kıyametin kopmasına ve dünyaları başlarına harap olmasına sebebiyet verir?" diye düşünürdüm. Şimdi bu zamanda müteaddit esbabını gördük.
Ezcümle: Müteaddit o vücuhundan radyomla anlaşıldı ki, o birtek adam, birtek kelimeyle bir milyon kebairi birden işler. Ve milyonlarla insanı dinlettirmekle günahlara sokar.
Evet, küre-i havanın yüz binler kelimeleri birden söyleyen ve bir dili olan radyo unsuru, nev-i beşere öyle bir nimet-i İlâhiyyedir ki, küre-i havayı bütün zerratıyla şükür ve hamd ü senâyla doldurmak lâzım gelirken, dalâletten tevellüd eden sefahet-i beşeriye o azîm nimeti şükrün aksine istimal ettiğinden, elbette tokat yiyecek.
Nasıl ki havârık-ı medeniyet namı altındaki ihsanat-ı İlâhiyyeyi bu mimsiz, gaddar medeniyet hüsn-ü istimal ile şükrünü eda edemeyerek tahribata sarf edip küfran-ı nimet ettiği için öyle bir tokat yedi ki, bütün bütün saadet-i hayatiyeyi kaybettirdi. Ve en medenî tasavvur ettiği insanları, en bedevî ve vahşî derekesinden daha aşağıya indirdi. Cehenneme gitmeden evvel, Cehennem azabını tattırıyor.
Evet, radyonun küllî nimetiyet ciheti küllî bir şükür iktiza eder; ve o küllî şükür de, Hâlık-ı Arz ve Semâvâtın kelâm-ı ezelîsinin şimdiki bütün muhataplarına birden yetiştirmek için, küllî yüz bin dilli semavî bir hâfız hükmünde, her vakit kâinatta Kur'ân'ı okumalıdır, tâ o nimetin küllî şükrünü edâ ve o nimeti idame etsin.
Said Nursî
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Sizin, yani Nur fabrikasının sahibi ve mübarek cemaatin imamının Atabey'den gelen mektupları bizi çok mesrur eyledi. Üç dört ay zarfında, üç dört köyde ümmîlerden elli adet kalem Risale-i Nur'u yazmaya muvaffak olmaları, elbette Ali'lerin ve Mustafa'ların şüphesiz harika bir keramet-i sadakatleridir. Kerametkârâne bu vâkıa, bu havalide Risale-i Nur şakirtlerini çok kuvvetle ümitlendirdi, ziyade şevk verdi. Size de ve o ümmî kâtiplere de yüz bin bârekâllah!
Kastamonıu Lâhikası - Mektup No: 44 - s.1598
Nur fabrikasının, Gül fabrikasının Risale-i Nur'a derece-i hizmetlerini merak edip sormuştum. Ümit ve tahminimin pek fevkinde olarak Hüsrev'in mektubundan bin kalemle Risale-i Nur'a hizmet haberini ve bilhassa sizin de yalnız ümmîlerden birkaç köyde elli kalemin imdada yetişmesi, bâki bir hazinenin müjdesi kadar bizi memnun etti. Allah sizlerden ebedî razı olsun. Âmin. Ve sizi, hizmet-i imaniye ve Kur'âniyede muvaffak eylesin, âmin. Büyük Hâfız Ali'nin Nazif'le tevafuku ve tetabuku, yalnız bir iki cihetle değil, çok cihetlerle mabeynlerinde tevafuk var.
Umum kardeşlerimize birer birer selâm ederim.
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Sizlerin ümidimin pek fevkinde gayret ve faaliyetiniz beni, âhir hayatıma kadar mesrur ve müteşekkir edecek bir mahiyettedir. Bu defa mektubunuzda, "Hıfz-ı Kur'ân'a çalışmak ve Risale-i Nur'u yazmak, bu zamanda hangisi takdim edilse daha iyidir?" diye sualinizin cevabı bedihîdir. Çünkü, bu kâinatta ve her asırda en büyük makam Kur'ân'ındır. Ve her harfinde, ondan tâ binler sevap bulunan Kur'ân'ın hıfzı ve kırâati her hizmete mukaddem ve müreccahtır. Fakat, Risale-i Nur dahi o Kur'ân-ı Azîmüşşanın hakaik-i imaniyesinin burhanları, hüccetleri olduğundan ve Kur'ân'ın hıfz ve kıraatine vasıta ve vesile ve hakaikini tefsir ve izah olduğu cihetle, Kur'ân hıfzıyla beraber ona çalışmak da elzemdir.
Nur fabrikası ve Gül fabrikası devâirinde, mübarekler heyetinde, Lütfü'ler nümunelerinde, Hacı Hâfız'lar cemaatinde, Sıddık Süleyman, Hakkı'nın makamlarında bulunan herbir kardeşlerimize, hususan elli ümmîden çıkan Risale-i Nur talebelerine birer birer selâm ve dua ediyoruz ve dualarınızı istiyoruz.
Said Nursî
Sevgili ve kıymetli Üstadım, faziletmeâb Efendim Hazretleri,
Ebedî minnettarı ve hâdimi bulunduğum Risale-i Nur'un feyzinden lâyık olmadığım pek çok eltâf-ı Rabbaniyeye mazhariyetimi, gözlerimden sevinç yaşları akıtarak görmekte ve ne suretle şükranlarımla mukabele edeceğimden âciz bulunmaktayım. Dünün menfur-u umumîsi Nazif, bugünün parlak bir vatanperveri veya hakikatçisi bulunmaktadır. Elhamdülillâh, hâzâ min fadli Rabbî.
Senelerden beri müştâkı bulunduğum Nur ve Gül fabrikaları müberekler heyetinin ve o mukaddes fabrikanın makina ve çarklarının nurlu sadalarını kulaklarımla işitmek ve şu âciz ve kasır ve cahil vaziyetimle o yüksek ve Aşere-i Mübeşşere-i Kur'âniyeden olan, Ashâb-ı Güzîn Rıdvânullahi Aleyhim Ecmaîn efendilerimizin bugün şahsiyet-i mâneviyelerini küçük bir mikyasta temsil eden sıddıklar, mücahidler, fedakâr kahramanlar cemaatinin iki mühim uzvu bulunan aziz kardeşlerimizden mübarek Sabri ve Büyük Hâfız Ali'nin hakkımda gösterdikleri âlicenâbâne muhabbet ve merbutiyet-i kalbiye ve hadiselerin aynen tevafuku, bu yüksek ve muktedir Nur deryasının nurlu rüzgârlarından hasıl olan dalgaların hışırtılarından sızan bir keramet-i gaybiye bulunduğundan, bizce pek kıymettar olan bu mühim tevafukatın, günahkâr ve bütün geçmiş ömrü isyanla dolu bu âdi şahsımın o öyle yüksek ve mukaddes bir heyetin mübarek iki uzvu tarafından hüsn-ü kabul görülerek iltifatlarına mazhar ve kıymetli mesâi ve hizmet-i kudsiyelerine tevafukla, pek cüz'î ve değersiz hizmetimize iştirak ederek benimsemek ve kabul etmek yüksekliğinde bulunmaları, Risale-i Nur'un kudsî kerametiyle Cenab-ı Rabb-i İzzetin nihayetsiz eltaf-ı Sübhâniyesinden büyük bir lütf-u Rabbânî bulunduğunu şükranla arz eder ve bu kıymetli kardeşlerimizin hizmet-i kudsiyelerinin denizden bir katre mesabesindeki ve çok hatâlı ve kıymetsiz ve cüz'î olan hizmetimizin âsâr-ı fiiliyesi olarak bugün bendenizi lâyıkı bulunmadığım halde âciz ve cahil ve günahkâr şahsiyetim böyle yüksek ve erişilmesi muhal olan eshâb-ı Resulullah Rıdvanullahi Aleyhim Ecmâin Hazeratının şahsiyet-i maneviyesinin küçük bir cilvesinin gölgesini temsil eden mübarekler heyetinin iki âzâsının yüksek iltifatlarına mazhar etmiştir ki, bendenizi bu kudsî mazhariyete eriştiren Risale-i Nur delâletiyle Kadîr-i Mutlak ve Hâlık-ı Zülcelâle, Risale-i Nur'un hurufatı ve mevcudatın miktarınca hamd-ü senâ eder ve bu güzide ve kıymettar mübarekler heyetinin herbir âzâlarına ve bütün kardeşlerimize ayrı ayrı ihtiramla minnet ve şükranlarımı arz ederim.
Talebeniz ve hizmetkârınız Ahmed Nazif