![]() ![]() ![]() |
Kastamonıu Lâhikası - Mektup No: 126 - s.1647 |
Eğer enâniyetli ve hodfuruş ise, Risale-i Nur şakirtlerinin metanetlerini kırarlar, nazarlarını Risale-i Nur'un haricine çekip dağıtırlar. Şimdi çok dikkat ve metanet lâzımdır.
Bu havalide, hakikaten ümidimin fevkinde, Risale-i Nur talebelerinden iki kahraman yetiştiler: baba, oğul Ahmed Nazif, Salâhaddin. Bu iki zat Risale-i Nur'un neşrinde iki yüz adam kadar çalıştıklarını görüyoruz. Ezcümle birisi, yani oğlu Kars'ta durup hem Van'a, hem Erzurum'a, hem Konya'ya, hem buralara-size leffen gönderdiğim mektup gibi-muhaberelerle tesirli bir surette çalışıyor; tam bir Abdurrahman'dır.
Kardeşiniz Said Nursî
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Risale-i Nur, tarikat değil hakikattir. Âyât-ı Kur'âniyeden tereşşuh eden bir nurdur. Ne şarkın ulûmundan ve ne de garbın fünunundan alınmış değil. Kur'ân-ı Mucizü'l-Beyânın bu zamana mahsus bir i'câz-ı mânevîsidir. Menfaat-i şahsiye yoktur. Risale-i Nur'un hiç olmazsa Söz ve Mektuplarını tamamıyla okuyunca birçok hakikatlar tezahür edeceğinden, bugünkü düşüncenizden, yani Risale-i Nur'u yazmaktan çekinmek ve çekilmekten derhal teberri edeceksiniz.
Muhterem değerli kardeşim,
Derhal yazmaya başlayınız, korkmayınız. Hizmet-i Kur'ân, inşaallah muhafaza edecektir. Diğer efendiyi ziyarete gidenlere ve Risale-i Nur'u yazan o havalideki kardeşlerimize geçmiş olsun.HAŞİYE 1 Hafîz-ı Hakikî inşaallah muhafaza edecektir. İmam-ı Ali Radıyallahü Anhın
emrine inkıyad etmek icap ettiğinden, Risale-i Nur'u gizli okumak, gizli yazmak, gizli neşretmek lâzımdı. O kardeşlerimizin bu emre riayet etmemesinden ileri geldiğinden, hafif şefkat tokatı yediklerinden, tekrar geçmiş olsun.
Hiç merak etmesinler, hiçbir şey yapılmaz ve yapamaz ve göremezler. Bu hadiseden müteessir olup çekinmeyiniz; bilâkis çalışmanızı ziyadeleştirin ki, tecrübe-i meydan-ı imtihanda muvaffak olasınız. Risale-i Nur'a sık sık ilişirler, fakat bir halt edemezler. Çünkü, Gavs-ı Âzam (k.s.) ve İmam-ı Ali (r.a.) gibi zatların himayeleri ve duaları berekâtına, Hafîz-ı Hakikî hıfz eder. Elhamdü lillâh, hâzâ min fadli Rabbî. Ruhânî inkıbaz inşaallah geçecektir.
Risale-i Nur 1
sırrına mazhardır. Ondan istimdat et. Risale-i Nur talebeleri birbirinin ibadetinden
hissedar olduklarından, daimî virdleri olan bu âyet-i azîme size de şifa verir.
Risale-i Nur'u yazınız, ihtiyata riayet ediniz.
Bütün kardeşlerime selâm ve hürmetler. Risale-i Nur'a çalışmanızı tekrar tavsiye ederim, kardeşlerim.
Kardeşiniz Selâhaddin
Aziz kardeşlerim,
Bu defa mektup yerinde bu meyveyi gönderiyoruz.
Karadağ'ın bir meyvesi
Bir âyetin mânâ-yı işârîsinin külliyetinden bir ferdi, Hürriyetten bu ana
kadar, Teşrin-i Sâni otuzuncu gün, bin üç yüz elli sekizde, Karadağ başına
yalnız çıkıyordum. "İnsanların, hususan Müslümanların bu teselsül eden
helâketleri ve hasaretleri ne vakitten başladı, ne vakte kadar devam eder?"
hatıra geldi. Birden, her müşkülümü halleden Kur'ân-ı Mucizü'l-Beyan Sûre-i
Ve'l-Asri'yi karşıma çıkardı. Dedi: "Bak." Baktım. Her asra hitap ettiği
gibi, bu asrımıza daha ziyade bakan
2
âyetindeki
(şedde ve tenvin sayılır) makam-ı cifrîsi bin üç yüz yirmi dört edip
(1324), Hürriyet inkılâbıyla başlayan tebeddül-ü saltanat ve Balkan ve İtalyan
harpleri ve Birinci Harb-i Umumî mağlûbiyetleri ve dehşetli muahedeleri ve şeair-i
İslâmiyenin sarsılmaları ve bu memleketin zelzeleleri ve yangınları ve İkinci
Harb-i Umumînin zemin yüzünde fırtınaları gibi, semavî ve arzî musibetlerle
hasâret-i insaniyeyle
âyetinin bu asra dahi bir hakikati, maddeten aynı tarihiyle
gösterip, bir lem'a-i i'câzını gösteriyor.
3
âhirdeki sayılır.
Kastamonıu Lâhikası - Mektup No: 128 - s.1648
Şedde sayılır ise, makam-ı cifrîsi bin üç yüz elli sekiz olan bu senenin ve gelecek senenin aynı tarihini göstermekle o hasâretlerden, bâhusus mânevî hasâretlerden kurtulmanın çare-i yegânesi iman ve a'mâl-i saliha olduğu gibi ve mefhum-u muhalifiyle, o hasâretin de sebeb-i yegânesi küfür ve küfran, şükürsüzlük, yani imansızlık, fısk ve sefahet olduğunu gösterdi. Sûre-i Ve'l-Asri'nin azametini ve kudsiyetini ve kısalığıyla beraber gayet geniş ve uzun hakaikin hazinesi olduğunu tasdik ederek Cenab-ı Hakka şükrettik.
Evet, âlem-i İslâmın, bu asrın en büyük hasâreti olan bu dehşetli İkinci
Harb-i Umumîden kurtulmasının sebebi, Kur'ân'dan gelen iman ve a'mâl-i saliha olduğu
gibi; fakirlere gelen acı, açlık ve kahtın sebebi dahi, orucun tatlı açlığını
çekmedikleri ve zenginlere gelen hasâret ve zayiatın sebebi de, zekât yerinde ihtikâr
etmeleridir. Ve Anadolu'nun bir meydan-ı harp olmamasının sebebi,
kelime-i kudsiyesinin hakikatini fevkalâde bir surette yüz bin insanın kalblerine
tahkikî bir tarzda ders veren Risale-i Nur olduğunu, pek çok emareler ve
şakirtlerinden binler ehl-i hakikat ve dikkatin kanaatleri ispat eder.
Ezcümle: Emarelerden biri, Risale-i Nur'a sıkıntı veren, veyahut hizmetinden çekilen pek çok adamların tokat yemeleri gibi, bu sene, bu memleketin etrafında umumî bir tarzda Risale-i Nur'un intişarına sıkıntı verip şimdiki bir nevi tevakkuf devresi vermek hatâsıyla, şimdiki umumî sıkıntının bir sebebi olduğunu göstermesidir.
Sûre-i Ve'l-Asr'in dağ meyvesi namındaki nüktesine bir haşiyedir.
daki âhirdeki tâ'lar, ekseriyetçe vakfa rastgelmesiyle, cifirce
sayılabilir. Bu noktada
beraberdir (1358); bu zamanımızı gösterir Ve telâffuzca
okunmadığından kalabilir. Bu noktadan şeddeler sayılmazsa ve
beraber değil iki yüz küsur sene zamana kadar iman ve amel-i salihle beraber bir
tâife-i azîme, hasârât-ı azimeye karşı mücahedeye devam edeceğine işaret edip,
Fatiha'nın âhirinde 4
bin beş yüz kırk yedi veya bin beş yüz yetmiş yedi gösterdiği zamana; hem
birinci cümle, bin beş yüz makamıyla âhirzamanda bir taife-i mücahidînin son
zamanlarına; ve ikinci cümle, bin beş yüz altı makamıyla, galibane mücahedenin
tarihine; ve üçüncü cümle, bin beş yüz kırk beş makamıyla, pek az bir farkla hem
Fatiha'nın, hem Ve'l-Asri Sûresinin iki cümlesinin gaybî işaretlerine işaret edip,
tevafuk eder. Demek, bu hadis-i şerifin üç cümlesinden herbirisi, bin beş yüz
tarihine ve mücahedenin ne kadar devam edeceğine dair işaretlerine, aynen bu
-şedde sayılmazsa-bin beş yüz altmış bir makamıyla, hem
-şedde sayılır fakat
da lâmdır-bin beş yüz altmış makamıyla iştirak edip, o
taife-i azimenin mücahedatları ne kadar devam edeceğini mânâ-yı işârî ve cifriyle
gösterirler. Ve Fatiha ve hadisin irae ettikleri tarihe, makam-ı ebcedleriyle takarrüp
edip, farklı bir derece tevafuk ederler ve mânâlarıyla da, tam tetabuk ederek, parlak
bir lem'a-i i'câziye-i gaybiyeyi gösteriyorlar.
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Eski Said çok zaman Medresetü'z-Zehrayı gaye-i hayal ederek çalışmış. Cenab-ı Hak kemal-i merhametinden, Isparta'yı o Medresetü'z-Zehra hükmüne getirdi. Ve nahiyemiz olan küçücük Isparta'nın mahdut akraba ve ahbap yerine mübarek Isparta vilâyetini verip binler kardeşi ihsan eyledi. Belki muhtemeldir ki, o küçük Isparta'nın aslı, bu büyük Isparta'dan gitmiş. Benim vatan-i aslim, o Isparta olmak caizdir. Hattâ Ispartalı kim olursa olsun, başkalara nispeten benimle ve Risale-i Nur'la fazla alâkadar görüyorum. Hattâ buradaki bütün zâbitan içinde biri müstesna, en ziyade bize ve Risale-i Nur'a ciddî alâkadar. Bu hâmil-i mektup Ispartalı Hilmi Beyi gördüm. Onu Risale-i Nur'un has şakirtleri içinde kabul eyledik.
Isparta'da ve Sava'daki taarruz bir derece umumîdir. Risale-i Nur'un intişar ettiği her tarafta bu sıralarda, şimdiye kadar bir plân dahilinde Risale-i Nur'un fütuhatına karşı tecavüz var.
Kastamonıu Lâhikası - Mektup No: 130 - s.1649
Bir derece şevk ve neş'eye zarar verdi, bir devre-i tevakkuf açtı. Şimdiki kahtlığa o tevakkuf sebebiyet veriyor. Fakat, Cenab-ı Hakka şükür, Isparta ve havalisi kahramanları çelik gibi bir metanet göstermeleri, sair yerlerin de kuvve-i mâneviyelerini takviye ediyorlar. Bazı ihtiyatsız ve dikkatsizlerin yüzünden cüz'î zararlar olduğundan, ihtiyat ve dikkat her vakit lâzımdır.
Barla'da, Risale-i Nur'un muvakkat tatili sebebiyle yağmursuzluk başladığı gibi ve Risale-i Nur'un müdahelesiyle yağmurun Barla etrafındaki dâireye mahsus olarak gelmesi ve Isparta'nın, Risale-i Nur'a karşı iştiyaklarıyla, Hüsrev'in dediği gibi yağmur fevkalâde bir surette imdada gelmesi gibi, pek çok emarelerle ve burada Risale-i Nur münasebetiyle vücuda gelen yüzer hadiselerin delâletiyle deriz ki: Bu Anadolu'ya aynı rahmet olan Risale-i Nur'a karşı, bu acip zamanda böyle umumî ve geniş bir taarruzla ve bazı yerlerde tatile mecbur olması, bu kaht u galâyı ve bu acip ihtikârı ve bereketsizlik ve açlığı netice verdiğine bize kanaat verdi. Şimdi yanımda, Emin ve Feyzi gibi sair arkadaşlarım da aynı kanaattedirler.
Said Nursî
Risale-i Nur şakirtleri tarafından sorulan suale cevaptır.
Sual: Geçen sene sizden sormuştuk ki, elli gündür merak edip dünya cereyanlarına bakmadınız ve sormadınız, o zaman bize bir cevap verdiniz. Gerçi o cevap hakikattir ve kâfidir; fakat Risale-i Nur'un intişarı ve hizmeti ve âlem-i İslâmiyetin menfaati noktasında bir derece bakmanız lâzım iken, şimdi, on üç ay oluyor, aynı hal devam ediyor. Merak edip hiç sormuyorsunuz.
Elcevap: 6
âyetine en âzam bir tarzda şimdiki boğuşan insanlar mazhar olmalarından, onlara
değil taraftar olmak veya merakla o cereyanları takip etmek ve onların yalan,
aldatıcı propagandalarını dinlemek ve müteessirane mücadelelerini seyretmek, belki o
acip zulümlere bakmak da caiz değil. Çünkü zulme rıza zulümdür; taraftar olsa,
zâlim olur.
Meyletse 7
âyetine mazhar olur.
Evet, hak ve hakikat ve din ve adalet hesabına olmadığına ve belki inat ve asabiyet-i milliye ve menfaat-i cinsiye ve nefsin enaniyetine dayanan, dünyada emsali vuku bulmayan gaddarâne bir zulüm hesabına olduğuna kat'î bir delil şudur ki: Bin mâsum çoluk çocuk, ihtiyar, hasta bulunan bir yerde, bir iki düşman askeri bulunmak bahanesiyle bombalarla onları mahvetmek; ve tabakat-ı beşer cereyanları içinde, burjuvaların en dehşetli müstebitleri ve sosyalistlerin ve bolşeviklerin en müfritleri olan anarşistlerle ittifak etmek; ve binler, milyonlar mâsumların kanlarını heder etmek ve bütün insanlara zarar olan bu harbi idâme ve sulhu reddetmektir.
İşte böyle hiçbir kanun-u adalete ve insaniyete ve hiçbir düstur-u hakikate ve hukuka muvafık gelmeyen boğuşmalardan, elbette âlem-i İslâm ve Kur'ân teberrî eder. Yardımcılıklarına tenezzül edip tezellül etmez. Çünkü onlarda öyle dehşetli bir firavunluk, bir hodgâmlık hükmediyor; değil Kur'ân'a, İslâma yardım, belki kendine tâbi ve âlet etmekle elini uzatır. Öyle zâlimlerin kılıçlarına dayanmak, hakkaniyet-i Kur'ânîye elbette tenezzül etmez. Ve milyonlarla mâsumların kanıyla yoğrulmuş bir kuvvet yerine, Hâlık-ı Kâinatın kudret ve rahmetine dayanmak, ehl-i Kur'ân'a farz ve vaciptir. Gerçi zındıka ve dinsizlik o boğuşanların birisine dayanıp ehl-i diyaneti ezer. O zındıkanın tazyikinden kurtulmak, onun aksi cereyanına taraftar olmak bir çaredir. Fakat şimdiye kadar o taraftarlık bir menfaat vermeyerek çok zararları dokunmuş.
Hem zındıka, nifak hasiyetiyle her tarafa döner. Senin dostunu kendine dost edip sana düşman eder. Senin taraftarlık cihetiyle kazandığın günahlar, faydasız boynunda kalır. Risale-i Nur şakirtlerinin vazifeleri iman olduğundan, hayat meseleleri onları çok alâkadar etmez ve merakla baktırmaz. İşte bu hakikate binaen, değil on üç ay, belki on üç seneHAŞİYE 2 dahi bakmasam hakkım var. Sizler baktınız, günahlardan başka ne kazandınız? Ben bakmadım, ne kaybettim?
İkinci sual: İşârât-ı Kur'âniye risalesinde Fatiha'nın âhirinde sırat-ı
müstakim ashabı ki, âyetiyle tarif edilen taife içinde, hem
(ilâ
ahir) hadisinin âhirzamanda gösterdikleri mücahidler içinde ve hem Ve'l-Asri
Sûresinin
dan başlayan üç cümlenin mânâ-yı işârisinde hususî bir surette bir
ferdi, Risale-i Nur'un has şakirtleri olduğuna sebep nedir ve veçh-i tahsisi nedir?