![]() ![]() ![]() |
Kastamonıu Lâhikası - Mektup No: 142 - s.1656 |
Şimdilik, evvelce nazlanan matbaacılara lüzum yok. Hem mesleğimize muhalif yeni hurufa, Risale-i Nur'un bir nevi müsaadesi hükmüne geçtiği için, lâzım değil. Sizler, el makinesiyle yazdığınız miktar yeter. Zaten Nazif de, el makinasıyla bir derece çalışıyor. Tashihine çok dikkat etmek lâzım. Eski hurufla elmas kalemli kardeşlerim matbaaya ihtiyaç bırakmıyor. Bize yardım etsinler.
Sorduğunuz ikinci cihet ise, Hâfız Mustafa'ya verdiğim yeni hurufla iki risale, çoğu ayrı ayrı olsun, bazı da beraber olsun. Gençlere ait risaleciğin başında isim olarak "Sıracü'l-Gafilin" veyahut "Gençlik Rehberi" namı; tevhide ait risaleye "Hüccetüllahi'l-Bâliğa" namını; veyahut "Misbahü'l-İman"; keramet mecmuasının ismi ise, "Sikke-i Tasdik-i Gaybî" veya "Tasdik-i Gaybînin Hâtemi" namını başında yazarsınız.
Arabî "Virdü'l-Ekber-i Nuriye" tab edilmişse, Arabî bilmeyen Risale-i Nur şakirtlerine bir teshilât olmak için Yedinci Şua, Âyetü'ül-Kübrâ ve Yirminci Mektupta izah ve tercüme edilen sayfalarının numaralarını Virdü'l-Ekber'in kenarlarına rakamla bir haşiyecik gibi yazılsa iyi olur. Yani "Bu Arabî makam, filân risalede, filân sayfada izahı var" diye işaret edilse ve elmas kalemli kardeşlerimiz bunu tevzi edip, herbiri bazı nüshaları böyle işaretlerle kaydetse ve hem el makinesiyle yaptığınız veya matbaadan gelen risalelerden nümune için bir iki nüshasını bize gönderseniz iyi olur.
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Bu şiddetli maddî ve mânevî kıştaki ğalâ ve varlık içinde kaht ve derd-i maişet fukaralara ağır basması cihetinde, ekseri fakirü'l-hal olan Risale-i Nur şakirtlerinin bu dehşetli hale karşı sarsılmaları ve tesanütleri bozulması ihtimaliyle ziyade endişe ediyordum. Sizler her zamandan ziyade bu fırtınada tesanüdünüzü ve ittihadınızı ve birbirinin kusuruna bakmaması, birbirini tenkit etmemesi, Risale-i Nur'un vazife-i kudsiye-i imaniyesi hesabına mükellef ve muhtaçsınız.
Sakın birbirinizden gücenmeyiniz ve tenkit etmeyiniz. Yoksa az bir zaaf gösterseniz, ehl-i nifak istifade edip sizlere büyük zarar verebilirler. Derd-i maişet zaruretine karşı, iktisat ve kanaatle mukabele etmeye zaruret var. Menfaat-i dünyeviye, çok ehl-i hakikati, ehl-i tarikatı dahi bir nevi rekabete sevk ettiği için endişe ederim. Risale-i Nur şakirtleri içinde şimdiye kadar bu cihet onları zedelememiş. İnşaallah yine zedelemez. Fakat herkes bir ahlâkta olamaz. Bazıları meşru dairede rahatını istese de, itiraz edilmemeli. Zarurete düşen bir şakirt zekâtı kabul edebilir. Risale-i Nur'un hizmetine hasr-ı vakit eden rükünlere ve çalışanlara zekâtla yardım etmek de Risale-i Nur'a bir nevi hizmettir.
Hem yardım edilmeli. Fakat hırs ve tamah ve lisan-ı hal ile istemek olmamalı. Yoksa, ehl-i dalâlet ki, hırs ve tamah yolunda dinini feda etmiş; onlar nazarında kıyas-ı binnefs cihetiyle, "Risale-i Nur'un bir kısım şakirtleri dahi, dinini dünyaya âlet ediyorlar" diye çirkin bir ithamla taarruzlarına meydan açar.
Sizler, ara sıra, İhlâs ve İktisat Lem'alarını ve bazan Hücumat-ı Sitte risalesini mâbeyninizde beraber okumalısınız. Sizin şimdiye kadar fevkalâde sebat ve metanet ve tesanüt ve ittifakınız, bu memlekete medâr-ı iftihar olacak ve istikbalini kurtaracak derecededir. Dikkat ediniz, bu yeni fırtına sizin tesanüdünüzü bozmasın.
Arabî Virdü'l-Ekber-i Nuriyeye dair müjdeniz ve kahraman Tâhir'lerin ve mübareklerin sâri ve dehşetli hastalıklara tiryaklar ve ilâçlar yetiştirmeleri ve mütemadiyen çalışmaları bizi, belki ruhanîleri ve ricalü'l-gayp zatları dahi sevindiriyor. Hulûsi'nin, "ve'l-Asri" nükte-i i'câziyesine karşı tam takdiri ve tasdiki ve Konya'ya tahvili, hizmet-i Nuriye noktasında beni memnun eyledi. Evet, Risale-i Nur şakirtlerinin birincilerinden faal birisi, o ehemmiyetli şehre gitmesi lâzım idi.
Kardeşlerim,
Lem'a-i Müdafaatta, Isparta muhbirleri ünvanıyla bizi hapse sevk eden Ankara'daki zâlimler irade edilmiş; mecburiyet tahtında öyle demişiz. Şimdi, Isparta, benim mübarek bir vatanım ve çok kıymettar kardeşlerimin dahi sevgili vatanları olduğundan, "Isparta muhbirleri" kelimesini o makamlardan kaldırdım, onların yerlerine "mülhid zâlimler" yazdım. Siz de öyle yazınız.
Hem, kahraman Tâhir'in bana yazdığı Müdafaat Risalesinde, İhtiyar Lem'asında, Ankara'ya ait bahsinde, Sekizinci Rica yazmış. Halbuki Yedinci Ricadır. Onu da tashih ediniz. Tâhirî gibi kahraman bir mahduma sahip olan ve hanesinde Risale-i Nur'un altı şakirdi bulunan kardeşimiz Hüsnü Efendiye bilmukabele selâm ve tebrik ederiz.
Kastamonıu Lâhikası - Mektup No: 143 - s.1657
Aziz kardeşlerim,
Kur'ân'a ait en cüz'î, en küçük bir nüktenin de kıymeti büyük olduğundan, İşârât-ı Kur'âniyenin bu zamanımıza temas eden küçük bir şuası, bugün, Sûre-i ve'l-Asrî nükte-i i'câziyesi münasebetiyle, Sûre-i Fil'den, mânâ-yı işârî tabakasından, tevafuk düsturuna istinaden bir nüktesini beyan etmem ihtar edildi. Şöyle ki:
Sûre-i meşhur ve tarihî bir hâdise-i cüz'iyeyi beyânla küllî ve her asırda
efradı bulunan o gibi ve ona benzeyen hâdiseleri ihtar ve tabakat-ı işariyeden her
tabakaya göre bir mânâyı ifade etmek, umum asırlarda, umum nev-i beşerle konuşan
Kur'ân-ı Mucizü'l-Beyânın belâğatının muktezası olmasından, bu kudsî sûre, bu
asrımıza da bakıyor, ders veriyor. Fenaları tokatlıyor. Mânâyı işârî
tabakasında bu asrın en büyük hâdisesini haber vermekle beraber, dünyayı her
cihetle dine tercih etmek ve dalâlette gitmenin cezası olarak, cifir ve hesab-ı
ebcedle, üç cümlesi, aynı hadisenin zamanına tetabuk edip işaret ediyor.
Birinci cümlesi: Kâbe-i Muazzamaya hücum eden Ebrehe askerlerinin başlarına
ebâbil tayyareleriyle semavî bombalar yağdırmasını ifade eden 1 cümle-i kudsiyesi, bin üç
yüz elli dokuz edip, dünyayı dine tercih eden ve nev-i beşeri yoldan çıkaran
medeniyetçilerin başlarına semavî bombalar ve taşları yağdırmasına tevafukla
işaret ediyor.
İkinci cümle: 2
kelime-i kudsiyesi, eski zaman hâdisesindeki Kâbe'nin nurunu söndürmek için,
hilelerle hücum edenlerin kendileri yokluk, zulümat dalâletinde aksü'l-amelle
aleyhlerine dönmesiyle tokat yedikleri gibi; bu asrın aynen hilelerle, desiselerle,
zulümlerle edyan-ı semaviye kâbesini, kıblegâhını dalâlet hesabına tahribe
çalışan cebbar; mağrur ehl-i dalâletin tadlil ve idlâllerine semavî bombalar
tokadıyla cezalanmasına, aynı tarihî
kelime-i kudsiyesi bin üç yüz
altmış makam-ı cifrîsiyle tevafuk edip işaret ediyor.
Üçüncüsü: 3
cümle-i kudsiyesi, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma hitaben, "Senin mübarek
vatanın ve kıblegâhın olan Mekke-i Mükerremeyi ve Kâbe-i Muazzamayı hârikulâde
bir surette düşmanlarından kurtarmasını ve o düşmanların nasıl bir tokat
yediklerini görmüyor musun?" diye mânâ-yı sarîhiyle ifade ettiği gibi; bu asra
dahi hitap eden o cümle-i kudsiye, mânâ-yı işârîsiyle der ki: "Senin dinin ve
İslâmiyetin ve Kur'ân'ın ve ehl-i hak ve hakikatın cebbar düşmanları olan
dünyaperest ve dünyanın menfaati için mukaddesatı çiğneyen o ashab-ı dünyaya
senin Rabbin nasıl tokatlarla cezalarını verdiğini görmüyor musun? Gör, bak!"
diye mânâ-yı işârîsiyle bu cümle aynen makam-ı cifrîsiyle tam bin üç yüz elli
dokuz (1359) tarihiyle, aynen âfât-ı semavî nev'inde semavî tokatlarla,
"İslâmiyete ihanet cezası olarak..." diye mânâ-yı işârî ifade ediyor.
Yalnız
yerinde
gelir. Fil kalkar, dünya gelir.HAŞİYE 1
Tahlil
iki sekiz yüz; iki dört yüz, iki bir bir bir yüz; tenvin vakıf
olmadığından dur, elli; bir bir bir medde elif dokuz, mecmuu bin üç yüz elli dokuz.
sekiz yüz, seksen, dört yüz, iki yirmi, iki altmış, tenvin vakfa
rastgelmiş, sayılmaz; yekûnu bin üç yüz altmış.
iki bir sekiz yüz; iki iki iki yüz; iki bir yüz; bir bir yüz altmış;
dört üç elif bir bir yirmi dokuz;
yerine gelen
daki
iki bir elif dokuz; bir elli; bir on, bir elif, bir. Bu yekûn bin üç yüz
elli dokuz, eğer okunmayan elif sayılmazsa bin üç yüz elli sekiz eder. Hem
Arabî, hem Rumî tarihiyle bu semavî tokatların ayrı ayrı çeşitlerinin zamanlarına
tevafukla parmak
Kastamonıu Lâhikası - Mektup No: 144 - s.1658
basıyor.HAŞİYE 2 Umum kardeşlerime birer birer selâm ve dualar eylerim.
Kardeşiniz Said Nursî
Aziz, sıddık, mübarek kardeşlerim,
Sabri'nin tabiriyle, Risale-i Nur'un Zülfikar'ı olan Hizbü'l-Ekber-i Nurî, elhak, memulümüzün fevkinde gayet parlak ve güzel ve dikkatli ve sıhhatli ve yanlışları pek az bir tarzda Cenab-ı Hakkın inâyetiyle vücuda gelmiş. Hâfız Ali, Tâhirî, Hâfız Mustafa bu vazifede elhak tam çalışmışlar. Risale-i Nur'un eline bir elmas kılıç verdiler.
Kardeşlerim,
Bu kudsî hediyeniz bu şehre girdiği aynı zamanda, daha biz haber almadan memleketimizde talebeler bir kitaba başladığı zaman, Kürtçe "meftihâne" nâmında bir ziyafet verdiklerine tam bir misâl olarak, Risale-i Nur'un beş talebesi, ayrı ayrı köylerde, ne biz, ne onlar postadan haberimiz yokken, güya bu kudsî kitabın meftihânesi olarak herbiri, ayrı ayrı taamdan mürekkep bir küçük ziyafet nev'inde getirdikleri, hiçbir sebep yokken, bütün bütün âdete muhalif bir tarzda o beşlerin bu noktada ittifakı ve tevafukları, beşimiz, ben, Emin, Feyzi, Hilmi, Tevfik müttefikan karar verdik ki, tesadüf kat'iyen imkânı yok. Demek, buradaki medrese-i Nuriyenin meftihânesi olarak, rahmet-i İlâhiye tarafından bir keramet-i Nuriyedir.
Hem otuz günden beri ve İnebolu'dan her hafta bir iki defa geldikleri halde, hiçbiri gelmeden, birden, sebepsiz, bir has talebe, üç günde yayan olarak, Hizbü'l-Ekberle beraber geldi. İkinci gün, güya onun için gönderilmiş gibi; matbu Hizbü'l-Ekber-i Nuriyenin bir kısmını aldı, götürdü.
Aziz kardeşlerim,
Bu Hizb-i Nuriye benim şahsıma ait pek büyük bir keramet-i mâneviyesi var. Şimdi beyan etmek zamanı geldi.
Yirmi üç sene evvel, Eski Said, Yeni Said'e inkılâp ettiği zaman, tefekkür
mesleğinde gittiği için
4
sırrını aradım. Her bir-iki senede o sır, ya Arabî, ya Türkçe bir risaleyi netice
verip suret değişiyordu. Arabî Katre Risalesinden, tâ Âyetü'l--Kübrâ
risalesine kadar, o hakikat devam edip suretler değiştirerek, tâ Hizbü'l-Ekber-i
Nuriye suret-i daimesine girdi. Yirmi üç seneden beridir ki, ne vakit sıkılsam ve
fikir ve kalbe yorgunluk ve usanç gelse, bu hizbin bir kısmını mütefekkirâne
okumuşsam, o sıkıntıyı ve usanç ve yorgunluğu izale ediyordu. Hattâ, bilâistisna,
her gece sabaha yakın dört beş saat meşguliyetten gelen usanç ve yorgunluk, o hizbin
altısından birisini okumasıyla hiçbir eseri kalmadığı bin defa tekerrür etmiş.
Mühim bir hakikati bu hakikat münasebetiyle bu zamanda ehl-i medreseye ve hocalara
taallûk eden bir meseleyi beyan ediyorum. Şöyle ki:
Eski zamandan beri ekser yerlerde medrese tâifesi tekkeler taifesine serfürû etmiş, yani inkıyat gösterip onlara velâyet semereleri için müracaat etmişler. Onların dükkânlarında ezvâk-ı imaniyeyi ve envâr-ı hakikati aramışlar. Hattâ medresenin büyük bir âlimi, tekkenin küçük bir velî şeyhinin elini öper, tâbi olurdu. O âb-ı hayat çeşmesini tekkede aramışlar. Halbuki medrese içinde daha kısa bir yol hakikatin envârına gittiğini ve ulûm-u imaniyede daha sâfi ve daha hâlis bir âb-ı hayat çeşmesi bulunduğunu ve amel ve ubudiyet ve tarikattan daha yüksek ve daha tatlı ve daha kuvvetli bir tarik-i velâyet ilimde, hakaik-i imaniyede ve Ehl-i Sünnetin ilm-i kelâmında bulunmasını, Risale-i Nur, Kur'ân-ı Mucizü'l-Beyânın mucize-i mâneviyesiyle açmış, göstermiş; meydandadır.
İşte, Risale-i Nur'a herkesten ziyade kemâl-i şevkle taraftarâne ve müftehirâne medrese taifesinden olan ulemaların koşmaları lâzım ve elzem iken, maatteessüf, daha medrese ehlinin ekseri, kendi medresesinden çıkan bu âb-ı hayat çeşmesini ve bu kıymettar bâki hazinesini tanımıyor, aramıyor, muhafaza edemiyor. Lillâhilhamd, şimdi tam tamına başladılar. Sözler mecmuası, hem hocaları, hem muallimleri Nurlara çekti.
Hizb-i Nuriye başındaki Türkçe parçasının "tam Arabî bilen" kelimesinden sonra bu yazılsın: "Veyahut, Âyetü'l-Kübrâ ve Münâcat ve Yirminci Mektup risaleleri yanında bulunan ve okuyan."
Hem dördüncü sayfanın nihayetinden ikinci satırın başındaki
tekaddüm etmiş, yazılsın,
"kut"un cem'idir.