![]() ![]() ![]() |
Sikke-i Tasdik-i Gaybî - s.2070 |
Karadağ'ın bir meyvesi
Aziz kardeşlerim,
Bu defa mektup yerinde bu meyveyi gönderiyoruz...1
Birdenbire kalbe gelen bir nükte-i i'câziyedir.
Kur'ân'a ait en cüz'i, en küçük bir nükte de kıymeti büyük olduğundan...2
Küçük Hüsrev Feyzi'nin bir istihracıdır
Otuz üçüncü âyetten Hâfız Ali'nin istihracının bir zeyli ve lâhikasıdır...3
Ben, senin içtihadında hatâ var diyenlere ve ispat edenlere teşekkür edip ruh u canla minnettarım. Fakat, şimdiye kadar o içtihadımı tamamıyla kanaatle tam tasdik edenler, binler ehl-i iman ve onlardan çokları ehl-i ilim tasdik ettikleri ve ben de dehşetli bir zamanda kudsî bir teselliye muhtaç olduğum bir hengâmda, sırf ehl-i imânın imanını Risale-i Nur ile muhafaza niyet-i hâlisasıyla ve Necmeddin-i Kübra, Muhiddin-i Arabî gibi binler ehl-i işârât gibi cifrî ve riyazî hesabıyla beyan edilen bir müjde-i işariye-i Kur'âniyeyi kendine gelen bir kanaat-i tamme ile, hem mahrem tutulmak şartıyla beyan ettiğim ve o içtihadımda en muannid dinsizlere de ispat etmeye hazırım dediğim halde beni gıybet etmek, dünyada buna hangi mezheple fetva verilebilir, hangi fetvayı buluyorlar? Ben herşeyden vazgeçerim, fakat adalet-i İlâhiyenin huzurunda bu dehşetli gıybete karşı hakkımı helal etmem. Titresin! Bütün sâdâtın ceddi olan Fahr-i Âlem Aleyhissalâtü Vesselâmın Sünnet-i Seniyesini muhafaza için hayatını ve herşeyini feda eden bir mazlumun şekvâsı, elbette cevapsız kalmayacak.
İllâ bir şart ile helâl edebilirim ki: Bu Ramazan-ı Şerifte bana ve hâlis kardeşlerime verdiği endişe ve telâşı, hakperestlik damarıyla, büyüklere lâyık ulüvv-ü cenapla, enaniyet-i taassubkârânesini hakikate ve insafa feda edip tâmire çalışmasıdır; müşfik ve munsıf bir hoca tavrıyla, kusurumuz varsa bize lütufkârâne ihtar ve ikazdır. Cenab-ı Hak, Settârü'l-Uyûbdur; hasenat seyyiata mukabil gelse, affeder. İman hizmetinde yüz binler insanın imanını tahkikî yapmak hasenesine karşı benim gibi bir biçarenin hüsn-ü niyetle, kuvvetli emarelerle inayet-i İlâhiyeden tasavvur ettiği bir müjde-i Kur'âniyenin tefehhümünde bir yanlış, belki yüz yanlış varsa da o hasenata karşı gelemez, setr-i uyûb perdesini yırtamaz. Her neyse...
Bu mesele yalnız şahsıma taallûk etseydi, ben cidden nefs-i emmaremi tam kırmak için ona minnettar olurdum. Mesleğimiz, bu zamanda hakka hizmet, bütün bütün terk-i enaniyetle olabileceğini kat'î kanaatimiz olduğu gibi, yirmi senedir nefs-i emmarem ister istemez o mesleğe itaate mecbur olmuş. Risale-i Nur ve mukaddematları, buna bir hüccet-i katıadır. Fakat garaz ve inat ve bir nevi taassub-u meslekiyeyi ihsas eden ve esrar-ı mestûreyi işaa suretinde gelen itiraz ve ayıplara karşı Eski Said (r.a.) lisanıyla derim: İşte meydan! En mutaassıp ulemadan ve en büyük velîden tut, tâ en dinsiz filozoflara ve müdakkik hükemalara, Risale-i Nur'daki dâvâları ispat etmeye hazırım ve hem de ispat etmişim ki, benim mahvıma ve idamıma mütemadiyen çalışan zındık filozoflar ve mülhidler, o dâvâları cerh edemiyorlar ve edememişler.
Hem bütün hayatımda delilsiz dâvâları zikretmediğim, sizin gibi eski ve yeni arkadaşlarım biliyorlar. Bâhusus, Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyandan aldığım bir kuvvetle Avrupa filozoflarına Risale-i Nur meydan okur. Risale-i Nur bu zamanda medar-ı nazar bir hâdise-i Kur'âniye olduğundan, bir iki işaret değil, belki benimle beraber Risale-i Nur şakirtleri tarafından istihraç edilen beş risalede yazılan işaretler, bir cihette bine yaklaşıyor. Bin incecik saçlar dahi toplansa kuvvetli bir ip olduğu gibi, sarahate yakın bir delâlet oluyor. Vahdet-i mesele cihetiyle o işaretler birbirine kuvvet verir. Bazı işârâtı zayıf görmekle onu inkâr etmek, insafa, hakperestliğe muvafık olamaz. İnkâr eden mâzur olamaz. Hususan lüzumsuz ve zararlı ve müfritane bir gıybet olsa, bu zamanda ehl-i ilim ortasında ehl-i hakikati ağlattıracak bir hâdise-i elîmedir.
Kardeşlerim,
Kur'ân'ın birtek âyetinin birtek işareti, ihbar-ı gayb nev'inden bir lem'a-i i'câziyeyi tevafuk suretiyle gösterdiğini mânevî bir ihtarla gördüm...4
Sikke-i Tasdik-i Gaybî - s.2071
Bu âciz kardeşiniz, hem o itiraz eden o eski dost zâta, hem ehl-i dikkate ve sizlere beyan ediyorum ki...5
Çok aziz, çok sıddık ve sâdık kardeşlerim ve Risale-i Nur cihetinde emin ve hâlis vârislerim...6
Bir tek cümle olan kısacık bu hadisin beş lem'a-i i'caziyesine dair bir nüktedir.
Buraya bir münasebetle girmiş.
9
hadis-i şerifin ihbar-ı gaybî nev'inden tarihçe musaddak beş lem'a-i i'caziyesi
vardır.
Birincisi: Hulefâ-yı Râşidînin hilâfetleri ile Hazret-i Hasan Radıyallahü Anhın altı aylık hilâfetinin müddeti otuz sene olacağını ihbardır. Aynen çıkmış.
İkincisi: Otuz senelik halifeleri olan Hazret-i Ebu Bekir Radıyallahu Anh, Hazret-i Ömer Radıyallahu Anh, Hazret-i Osman Radıyallahu Anh ve Hazret-i Ali Radıyallahu Anh'ın ebcedî ve cifrî hesapları bin üç yüz yirmi altı eder ki, o tarihten sonra şerait-i hilafet daha takarrür etmedi. Hilâfet-i Âliye-i Osmaniye bitti.
Üçüncüsü: kelimesi, cifir hesabı bin seksen yedi eder ki, tarihçe-i hilâfet-i
Abbasiyenin inkıraziyle hilâfet-i Osmaniyenin takarrürüne kadar olan zaman-ı fetret
tayyedilse bin seksen küsur kalır. Eğer nâkıs hilâfetler sayılsa
deki
"sene" lâfzı ilâve olur. O halde bin iki yüz iki eder ki, Rumuzat-ı
Semâniye-i Kur'âniye Risalelerinde hem 10
hem
Fâtiha, hem Sûre-i Nasr, hem Sûre-i Alâk gibi çok yerlerde aynen hilâfetle beraber
Devlet-i İslâmiyenin hem terakki, hem galibiyet devresi olan bin iki yüz iki tarihini
gösterir. Hem nâkıs hilâfetle beraber bütün müddet-i hilâfet-i İslâmiye bin iki
yüz ikidir ki, tam tamına tevafukla haber verir.
hadisinin mucizane ihbar-ı gaybîsini izah eder. Yâni, bu hadis, kıyametten değil,
belki galibane hâkimiyet-i İslâmiyeden haber veren On Sekizinci Lem'ada ve başka yerde
bu hadisin üç lem'a-i i'caziyesini beyan ettiğimden burada kısa kesiyoruz.
Dördüncüsü: ilâ âhir, şeddeli
yüz bir,
bin yüz
kırk bir,
seksen altı eder. Yekûnu: Arabîce bin üç yüz yirmi sekiz olur ve Rumîce
bin üç yüz yirmi altıdır ki Hulefâ-yı Râşidînin isimleri ikinci vecihte
gösterdiği aynı tarihe ve hürriyetin üçüncü senesindeki inkıta-i hilâfetin
tarihine tam tamına tevafuku, elbette o lisanü'l-gayb olan zâtın lisanında tesadüfî
olamaz; belki onu da görmüş, ona da işaret etmiş.
Beşincisi: şeddeli nun bir nun sayılsa bin yüz doksan iki
eder ki, aynen
cümlesinin gösterdiği gibi bin iki yüz iki tarihine on farkla tam tevafuk
ederek tam ve nâkıs bütün müddet-i hilâfeti göstermesi ve yalnız
"hilâfet" kelimesi bin yüz on bir edip tam hilâfetin müddetine tam tevafukla
beraber o müddete işaret eder.
kelimesinin cifrî hesabı olan bin seksen yedi adedine, yirmi
dört gibi cüz'i bir farkla muvafakat etmesi, elbette ve herhalde o Muhbir-i Gaybînin
bir işaret-i gaybiyesidir ve bir nevi mucizat-ı gaybiyesinin bir lem'asıdır.
İşte bu kısacık hadisin câmiiyetine, sair cevâmiü'l-kelim olan hadisler kıyas edilsin.
Sikke-i Tasdik-i Gaybî - s.2072
İkinci Keramet-i Aleviye
Yirmi Sekizinci Lem'anın Birinci Meselesi
Eskişehir Hapishanesinde ihtilattan ve konuşmaktan memnû olduğum zamanda karşımdaki kardeşlerime teselli için yazdığım kısacık fıkraların bir kısmıdır.
Hapsin bir latif hatırasıdır ki: Risale-i Nur gizlenir, fakat sönmez ve
söndürülmez. Bir âlem-i mânâda Hazret-i İmam-ı Ali'nin (r.a.) ilminden sordum: demişsin,
muradın nedir? Dedi:
yani hecevâri terkipsiz ve vakflarda rakamvâri, şekilsiz harflerdir ki "Latinî
hurufudur." Lâ-dini zamanında taammüm eder. Sonra sordum, "Ercüzende benden
bahs ile 'kendini muhafaza et' demişsin. Hem tam vaktinde emrinizi gördük, fakat
maatteessüf kendimizi muhafaza edemedik. Bu belaya düştük. Şahsımdan binler defa
daha ehemmiyetli olan Risale-i Nur'dan bahs ve işaretin yok mu?" dedim.
Dedi, "Yalnız işaret değil, belki Celcelûtiyemde tasrih ediyorum."
Ben bu cevaptan sonra kasâid-i Aleviyeden en meşhur ve en ziyade esrarlı olan Celcelûtiye kasidesinde bu fıkrayı gördüm.
Dikkat ettim, sarahat derecesinde Risale-i Nur'a bakar. Ezcümle: Siraci'n-Nur bir tek
fark ile tam ve aynen Risale-i Nur'dur. Çünkü Siraci'n-Nur'da ile
beraber otuz dört (34) eder. Risalede
ve
otuz beş (35) eder ki, bir tek fark var. O tek
fark elif'dir. O da bine işaret eder. Hem birinci fıkra cifir ve ebced hesabıyla
bin üç yüz elli iki (1352) veya elli (1350) eder ki, bu tarih Risale-i Nur'un
gizlenmesine ve gizli parlamasına ve iştiâline tam tevafuk eder. Eğer
kelimesi sayılmazsaHAŞİYE 1 o vakit
kelimesinin ahirindeki tenvin, nun sayılır. Bin üç yüz otuz üç (1333) veya
otuz beş (1335) olur ki, bu tarih Risale-i Nur'un mebde-i intişarıdır.
İkinci fıkra olan de
yine on farkla Risale-i Nur'a ve farksız "Risale-i
Nurî" tevafuk etmekle beraber, tamam fıkra cifir ve ebced hesabıyla bin iki yüz
doksan üç (1293) eder ki, Risale-i Nur müellifinin tarih-i veladetidir. Ve
deki
tenvin, nun olsa bin üç yüz kırk üç (1343) olur ki, Risale-i Nur'dan Onuncu
Söz'ün intişarı ile parlaması zamanıdır. Eğer
deki şeddeli
iki
sayılsa
bin üç yüz elli üç (1353) eder ki, bu tarih Risale-i Nur'un bir musibet neticesinde
muvakkat gizlenmesine ve gizli perde altında parlamasına ve tenvirine tam tevafuk eder.
Acaba Hz. Ali (r.a.) gibi esrar-ı huruf ve cifir ilminde üstad-ı mutlak ve Celcelûtiye gibi cifirli, ebcedli, sırlı bir kasidesinde bu mânâ cihetiyle ve cifir itibariyle ve hakikat noktasında ve vakıa mutabık haysiyetiyle ve mukteza-yı hale muvafık olan müteaddit ve mânidar tevafukat-ı acibesi tesadüf olabilir mi? Hâşâ olamaz. Belki, Hz. Ali'nin (r.a.) bir kerametidir. Ercüze'deki çok zahir olan meşhur kerametini teyid ve onunla teeyyüd eder.
Celcelûtiye'nin Risale-i Nur'a işaretini teyid eden cay-ı dikkat bir tevafuk var.
Şöyle ki: Bu sırlı ve cifirli kasidenin cifrî, hesabî rakamları her satırın
altında matbu olarak yazılmış o rakamlar ayrı ayrıdırlar. Fakat Risale-i Nur'dan
bahsettiği yerde o cifrî rakamlar resmen kabul edilen miladî tarihine tevafuk ediyor.
Ve o tarihin tarih-i kabulünü ve Risale-i Nur'un da perde altında tenvirinin tarihini
gösteriyor. Bin dokuz yüz yirmi dokuz (1929)'dan tâ otuz dokuza (39) tâ kırk dörde
(1944) kadar gösterir. Otuz iki sayfadan ibaret olan o kasidenin yalnız bir iki yerinde
bu zamanın miladî tarihini gösterir. Zannederim ki öteki yerde dahi bu zamandan
bahsediyor. Daha tam anlamamışım. Hem başta Sûre-i İhlas ile işaret edilen vefk-i
müselles bin üç yüz elli bir (1351) eder. Hem bu işaret-i Aleviyeye bu da ima eder
ki, o kasidenin nısf-ı evvelinde yetmiş fıkrada on yedi defa Nur kelimesiniHAŞİYE 2 tekrar
ediyor. Ve müteaddit defa Süryanice bedî mânâsında olan Celcelûtiye kelimesini
öyle ehemmiyetle zikreder ki, kasidenin ismi Celcelûtiye olmuştur. Risale-i Nur, Esma-i
Hüsna içinde ism-i Nur, ism-i Hakîm ve ism-i Bedi'in mazharıdır. Zahirinde, tarz-ı
beyanında ism-i Bedi'in cilvesi görünüyor. Hem