![]() ![]() ![]() |
Tarihçe-i Hayat - İlk Hayatı - s.2133 |
Nihayet menhus 31 Mart hadisesi meydana gelir. Şeriat isteyen ve o hadisede ismi karışan on beş kadar hoca idam edilir. Bediüzzaman, onlar mahkeme binasının bahçesinde asılı durdukları ve kendisi de pencereden onları gördüğü bir halde muhakeme olunur. Mahkeme reisi Hurşid Paşa sorar:
"Sen de şeriat istemişsin?"
Bediüzzaman cevap verir:
"Şeriatın bir hakikatine, bin ruhum olsa feda etmeye hazırım. Zira şeriat, sebeb-i saadet ve adalet-i mahz ve fazilettir. Fakat, ihtilâlcilerin isteyişi gibi değil!"
Bediüzzaman'ın divan-ı harpteki bu kahramanca müdafaası, o zaman iki defa tab edilip neşredilmiştir. O dehşetli mahkemeden idamını beklerken beraat etmiş ve mahkemeye teşekkür etmeyerek, yolda Bayezid'den tâ Sultanahmed'e kadar, arkasında kalabalık bir halk kitlesi mevcut olduğu halde, "Zalimler için yaşasın Cehennem! Zalimler için yaşasın Cehennem!" nidâlarıyla ilerlemiştir.
Divan-ı harpteki müdafaasının bir kısmı bu Tarihçe-i Hayat'ta yazılmıştır. Tâ ki 31 Mart hadisesinin içyüzü ve Bediüzzaman'ın kahramanca müdafaası bir derece anlaşılabilsin.
İki Mekteb-i Musibet Şehadetnamesi yahut Divan-ı Harb-i Örfî ve Said Nursî adlı eserden parçalar:1
Bundan sonra İstanbul'da fazla kalmaz, Van'a gitmek üzere İstanbul'dan ayrılır, Batum yoluyla Van'a giderken Tiflis'e uğrar. Tiflis'te, Şeyh San'an Tepesine çıkar.2
Van'a muvasalat ettikten sonra, aşâiri (aşiretleri) dolaşarak içtimaî, medenî, ilmî derslerle onları irşada çalışmıştır. Bu hususta, sual-cevap halinde, Münazarat isimli bir kitap neşretmiştir.
Bediüzzaman'ın bir taraftan ehl-i siyasetle, diğer taraftan halk tabakası ve aşiretlerle muhaveresi, şüphesiz ki gayet merak-âverdir. Bütün bunlarda, bu zatın yegâne azim ve gayesinin İslâmiyet nurunun ve Kur'ân hakikatlerinin dünyaya yayılması olduğu ve kendisinin de bir dellâl-ı Kur'ân vazifesini bütün hayatında ifa ettiği görülmektedir.
Sonra Van'dan Şam'a gider. Şam ulemasının ilhahı ve ısrarı üzerine, Câmiü'l-Emevîde on bine yakın ve içerisinde yüz ehl-i ilim bulunan azim bir cemaate karşı bir hutbe irad eder. Bu hutbe fevkalâde takdir ve tahsin ile kabule mazhar olur Bilahare, buradaki hutbesi, Hutbe-i Şâmiye namıyla tab edilmiştir.
Bu Hutbe-i Şâmiye, İslâm âleminin içinde bulunduğu maddî mânevî hastalıkların nelerden ibaret bulunduğunu, felâket ve esarete hangi sebeplerden dolayı maruz kaldıklarını bildiren ve buna karşı çare-i halâs gösteren ve bundan sonra, İslâmiyetin zemin yüzünde maddî mânevî en yüksek terakkiyi göstereceğini, İslâmî medeniyetin kemal-i haşmetle meydana geleceğini ve zemin yüzünü pisliklerden temizleyeceğini delâil-i akliye ile ispat eden, müjde veren çok kıymettar, bütün Müslümanlara, hattâ insanlığa şâmil bir derstir, bir hutbedir.4
Şam'da fazla kalmadı. Şarkî Anadolu'da Medresetü'z-Zehra namıyla vücuda getirmek istediği dârülfünunun küşadı için çalışmak üzere İstanbul'a geldi. Sultan Reşad'ın Rumeli'ye seyahati münasebetiyle vilâyât-ı Şarkiye namına refakat etti. Yolda, şimendiferde iki mektep muallimi ile aralarında bir bahis açılır. Şimendiferde yaptıkları bu mübahasenin hülâsası, Hutbe-i Şâmiye adlı eserin zeylinde yazılmıştır.5
O vakit Kosova'da, büyük bir İslâm darülfünununun tesisine teşebbüs edilmişti. Orada hem İttihadcılara, hem Sultan Reşad'a der ki: "Şark, böyle bir dârülfununa daha ziyade muhtaç ve âlem-i İslâmın merkezi hükmündedir."
Bunun üzerine şarkta bir darülfunun açılacağını vaadederler. Bilâhare Balkan Harbi çıkmasıyla, o medrese yeri, yani Kosova istilâ edilir. Bunun üzerine müracaatla Kosova'daki darülfunun için tahsis edilen on dokuz bin altın liranın şark darülfununu için verilmesini talep eder, bu talebi kabul edilir.
Tarihçe-i Hayat - İlk Hayatı - s.2134
Bediüzzaman tekrar Van'a hareket eder. Van Gölü kenarındaki Artemit'te (Edremit) o darülfünunun temeli atılır. Fakat ne çare ki Harb-i Umumînin zuhuruyla, teşebbüs geri kalır. Zaten o kış Molla Said, talebelerine "Hazır olunuz, büyük bir musibet ve felâket bize yaklaşıyor" diye haber vermişti.
Bediüzzaman Kafkas Cephesinde Enver Paşa ve fırka kumandanının hayranlıkla takdir ettikleri hizmet-i cihadiyeyi yaptıktan sonra, Rus kuvvetlerinin ilerlemesinden dolayı Van'a çekildi. Van'ın tahliyesi ve Rusların hücumu sırasında, bir kısım talebeleriyle Van Kalesinde şehid oluncaya kadar müdafaaya kat'î karar verdikleri halde, geri çekilen Van Valisi Cevdet Beyin ısrarıyla, Vastan kasabasına çekildi. Vali, kaymakam, ahali ve asker Bitlis tarafına çekilirken, bir alay Kazak süvarisi Vastan üzerine hücum etmişti. Molla Said, Van'dan kaçan ahalinin mal ve çoluk çocuklarının düşman eline geçmemesi için, otuz-kırk kadar kaçamamış asker ve bir kısım talebeleriyle o Kazaklara karşı koymuş ve hepsinin kurtulmasını sağlamıştır. Hattâ, hücum eden Kazaklara dehşet vermek için, geceleyin onların üstündeki yüksek bir tepeye hücum tarzında çıkıyor; gûya büyük bir imdat kuvveti gelmiş zannettirerek, Kazakları oyalayıp ilerletmiyordu. Böylelikle, Vastan'ın Rus istilâsından kurtulmasına sebep olmuştur.
O muharebe zamanlarında sipere döndüğü vakit, kıymettar talebesi Molla Habib ile İşârâtü'l-İ'câz namındaki tefsirini telif ediyordu. Bazan avcı hattında, bazan at üzerinde, bazan da sipere girdikleri zaman, kendisi söylüyor, Molla Habib de yazıyordu. İşârâtü'l-İ'câz'ın büyük bir kısmı bu vaziyette telif edilmiştir.HAŞİYE 1 Bu harika tefsirin başındaki İfade-i Meramı tefsir hakkında bir derece malûmat vermesi itibarıyla aynen dercediyoruz.6
O muharebede, yirmi talebe kadar kıymettar ve İşârâtü'l-İ'câz tefsirinin kâtibi olan Molla Habib, İran Cephesinde kumandan Halil Paşa ile mühim bir muhabere vazifesini temin ettikten sonra Vastan'da şehid düşer.
O muharebeler esnasında, Ermeni fedaileri bazı yerlerde çoluk çocuğu kesiyorlardı. Buna karşı Ermenilerin çocukları da bazan öldürülüyordu. Bediüzzaman'ın bulunduğu nahiyeye binlerle Ermeni çocuğu toplanmıştı. Molla Said askerlere "Bunlara ilişmeyiniz" diye emretti. Daha sonra bu Ermeni çoluk çocuğunu serbest bıraktı; onlar da, Rusların içerisindeki ailelerinin yanına döndüler. Bu hareket Ermeniler için büyük bir ibret dersi olup, Müslümanların ahlâkına hayran kalmışlardı. Bu hadise üzerine, Ruslar bizi istilâ ettiklerinde, fedâi komitelerin reisleri Müslüman çoluk çocuğunu kesmek âdetini bırakıp, "Madem Molla Said bizim çoluk çocuklarımızı kesmedi, bize teslim etti; biz de bundan sonra Müslümanların çocuklarını kesmeyeceğiz" diye ahdettiler. Molla Said, bu suretle o havalideki binlerle mâsumların felâketten kurtulmasını temin etmiş oldu.
Bir müddet sonra, Ruslar Van ve Muş tarafını istilâ edip, üç fırka ile Bitlis'e hücum ettiği sırada, Bitlis Valisi Memduh Bey ile Kel Ali, Bediüzzaman'a,
"Elimizde bir tabur asker ve iki bin kadar gönüllünüz var; biz geri çekilmeye mecburuz" dediler.
Bediüzzaman onlara,
"Etraftan kaçıp gelen ahalinin ve hem de Bitlis halkının malları, çoluk ve çocukları düşman eline düşecek
Tarihçe-i Hayat - İlk Hayatı - s.2135
. Biz mahvoluncaya kadar dört-beş gün mukavemete mecburuz," demesi üzerine, onlar,
"Muş'un sukut etmesi dolayısıyla otuz topumuzu askerler bu tarafa kaçırmaya çalışıyorlar. Eğer sen, o otuz topu gönüllerinle ele geçirebilirsen, birkaç gün o toplarla mukabele ederiz ve ahali de kurtulur" dediler.
Bediüzzaman, "Öyleyse ben, ya ölürüm veya o topları getiririm" diyerek üç yüz gönüllünün başına geçti. Geceleyin, Nurşîn tarafına, topların getirildiği cihete gitti. Topları takip eden bir alay Rus Kazağına, kendi muhbirleri "Bitlis'i müdafaa eden gönüllü kumandanı üç bin adamla ve dağdaki meşhur Musa Bey bin kişiyle topları kurtarmaya geliyorlar" diyerek pek ziyade mübalâğa ile ihbar etmeleri üzerine, Kazak kumandanı korkmuş, ilerleyememişti. Bediüzzaman da, beraberindeki üç yüz gönüllüyü rastgeldikleri toplara birer ikişer taksim edip Bitlis'e gönderir; kendisi ise ilerleyerek topları birer birer kurtarıp, en son topu da üç arkadaşıyla birlikte ele geçirir. Bu şekilde, otuz topun Bitlis'e gelmesini temin eder. O toplarla üç-dört gün asker ve gönüllüler düşmana mukabele edip, bütün ahali ve cihazat ve mallar kurtulur.
Bediüzzaman, o harpte gönüllülere cesaret vermek için sipere girmeyerek avcı hattında dolaşırdı. Avcı hattında en ileride atını sağa sola koştururken, birden hatırına gelir ve ruhuna ilişir ki: "Şu anda şehid olsam, bu vaziyetim, yani en ilerde göze çarpan şu halim, sakın mertebe-i şehadetin bir esası olan ihlâsıma zarar vermesin, bir hodfuruşluk mânâsı olmasın" diyerek, birden atını döndürür ve arkadaşlarının yanına gelir.HAŞİYE 2
Avcı hattında dolaşırken, vücuduna dört gülle isabet etmiş, fakat geri çekilmemiş ve gönüllülerin cesareti kırılmaması için sipere dahi girmemiştir. Hattâ bunu işiten Vali Memduh Bey ve kumandan Kel Ali, "Aman geri çekilsin!" diye haber gönderdikleri zaman, demiş:
"Bu kâfirlerin güllesi beni öldürmeyecek!"
Hakikaten üç gülle, ölecek yerine isabet ettiği halde, biri hançerini, diğeri tütün tabakasını delip geçmiş ve kendisine bir zarar vermemiştir.
Geceleyin vali ve kumandan Kel Ali ve ahali kurtulduktan, gönüllüler ve askerler çekildikten sonra, bir kısım fedakâr talebeleriyle Bitlis'te bakiye kalan bir kısım biçareler için kendilerini feda etmek fikriyle kaçmazlar. Sabahleyin düşmanın bir taburuyla müsademe ederler; arkadaşlarının çoğu şehid olur. Hattâ yeğeni ve fedakâr bir talebesi olan Ubeyd dahi kendi bedeline şehid düştükten sonra, düşmanın üç sıra askerini yararak geçip, hayatta kalan üç talebesiyle pek acip bir surette, su üzerinde bulunan bir sütreye girer. Hem yaralı, hem ayağı kırık bir halde, otuz üç saat su ve çamur içinde kalır. Tüfek ellerinde, o vaziyet-i müthişe içinde, üst kattaki odada düşman askeri ve zabitleri bulunduğu halde, kemal-i istirahat-i kalble ve ahalinin kurtulmasının sevinciyle sürur içinde, beraberindeki arkadaşlarına tesellî vererek der:
"Karşımıza ne vakit çoklukla düşman askerleri gelirse, o vakit silâhlarımızı kullanacağız. Kendimizi ucuza satmayacağız, bir iki düşmana kurşun atmayacağız."
Lâtif bir inayet-i İlâhiyedir ki, otuz üç saat onlar Rus askerlerini gördükleri ve Ruslar da onları aradıkları halde bulamadılar. Bu esnada Bediüzzaman, talebeleri olan gönüllü fedâilere hitaben,
"Arkadaşlar! Durmayınız. Sizlere hakkımı helâl ettim; beni bırakınız, siz kendinizi kurtarmaya çalışınız" demesi üzerine, fedakâr ve kahraman talebeler,
"Sizi bu halde bırakıp gidemeyiz. Şehid olursak, yine hizmetinizde olsun" deyip kalırlar. Sonra Ruslar esir edip, Van, Celfa, Tiflis, Kiloğrif, Kosturma'ya sevk ederler.
Ermeni fedaileri meşhurdur. Hattâ öyle rivayet ederler ki, "Fedailerin yüzleri, kızarmış kömür üstüne tutulup gözleri patlama derecesine gelse dahi yine sır vermezler." İşte Ruslar o zaman diyorlardı ki: "Bediüzzaman'ın gönüllüleri, Ermeni fedailerinin fevkindedir. Bunun içindir ki, bizim Kazaklarımızı imhada fazla muvaffak olmuşlardır."