![]() ![]() ![]() |
Zülfikar Mecmuası - s.2316 |
Hatta on dakikada ve bir saatte ve altı saatte ehemmiyetli risaleler; hatta kâtiplerin tasdikiyle üç-dört gün zarfında zeyilsiz Mucizât-ı Kur'âniye yirmi dört saatte telif edilmiş. Elbette bazı sehivler bulunabilir ve hiçbir cihetle kusur sayılmaz. Hem müstensihlerin, çok Arabî okumadıklarından onların dahi sehivleri bulunur ve müellifine isnad edilir. Çünkü bütün nüshaları o görmüyor. Ve bütününü kendisi tashih etmek kâbil değildir. Madem şimdi ehl-i ilim ve hocalar daireye giriyorlar, bu büyük hayırlı tashihe yardım etmek onlara bir borçtur.
ÜÇÜNCÜ ESAS: Mu'teriz ve hodfuruşlar diyebilirler ve derler ki: "Risale-i Nur'da Nurların kerametinden ve fevkalâdeliğinden ve pek çok kıymettârlığından bahseden çok fıkralar var. Bir insan faziletini izhar etse bir gösteriş olur, makbul değil" diye tenkit ettikleri zaman dersiniz ki; Ankara ehl-i vukufunun bu noktadaki hafif ve tasdikkârâne tenkitlerine karşı Said'in verdiği ve onlar dahi kabul ettikleri cevabın hülâsası şudur:
Risale-i Nur, muhafazasına çalıştığı hakikata bu memleket ve âlem-i İslâm çok alâkadar ve muhtaç olmasından, bîçare müellifine binler yardımcı ve kâtipler ve resmî teşvikler ve muâvenetler lâzım olduğu halde, bilakis gayet insafsızca, aleyhinde propagandalara ve kardeşlerinin kuvve-i mânevîyelerini kıracak zâlimâne tedbirlere karşı elbette Risale-i Nur'un kıymetini ve kerametlerini beyan etmek vâciptir ve elzemdir. Bir tek âciz adam binlerle zâlimlerin maddî hücumlarına karşı, zayıf arkadaşlarını kaçmaktan kurtarmak niyetiyle kerâmât-ı İlâhiyeyi ve inâyât-ı Rabbâniyeyi izhar etmek, değil bir kusur, belki büyük bir maslahattır.
Kardeşiniz Said Nursî
Yâ Erhame'r-Râhimîn!
İsm-i Âzam hürmetine Nazif ve yardımcılarının defter-i hasenatlarına Zülfikâr'ın harfleri adedince hasenât yazdır. Onları Firdevs'te mesud eyle. Âmin, âmin, âmin.
Said Nursî
Bu acip asırda ehl-i îman, Risale-i Nur'a ve ehl-i fen ve mektep muallimleri Asâ-yı Mûsa'ya şiddetle muhtaç oldukları gibi; hâfızlar ve hocalar dahi Zülfikar'a şiddetle muhtaçtırlar.
Evet, mesela i'câz-ı Kur'âniye bahsindeki ekser âyetlerin medar-ı şüphe ve itiraz olmuş aynı yerlerde, i'câzın lem'aları ve Kur'ân'ın güzel nükteleri ispat edilmiş.
Umum Risale-i Nur şâkirtleri nâmına Said Nursî
YİRMİ BEŞİNCİ SÖZ
Mucizât-ı Kur'âniye Risalesi1
Makam itibariyla Yirmi Beşinci Söz'e ilhak edilen zeyillerden, Yedinci Şua'ın Birinci Makamı'nın On Yedinci Mertebesi'dir.
Birinci Zeyl2
İkinci Zeyl
Yirminci Söz3
[On Altıncı Lem'adan]
İkinci Zeyil'den Bir Mektup
Aziz, sıddık Senirkentli kardeşlerim İbrahim, Şükrü...4
Üçüncü Zeyl
On İkinci Söz5
Üçüncü Zeyil'den
Yedinci Lem'a6
Dördüncü Zeyl
Yirmi Dokuzuncu Mektubun Sekizinci Kısmının İkinci Remzi
Kenzü'l-Arş'ın Birinci Nükte-i Kur'âniyesi: Gayet muazzam hakâikının küçük bir fihristesi olduğundan aynen derc edildi. Şöyle ki:
Bir rivayette İsm-i A'zam olan 'ın en mühim harfi olan baştaki elif, umum Kur'ân'da çok sırlara medar olarak kırk bin gelmesi; ve İsmullah'ın
Zülfikar Mecmuası - s.2317
elifden sonra suretindeki "Lâm-Elif" on dokuz bin olan meşhur adedi göstermesi; ve İsmullah'ın âhirinde olan yine mecmû-u Kur'ân'da yine on dokuz bin olarak ikisinin muvafık gelmesi; ve yalnız hesab-ı ebcedle otuz olduğuna göre, ona muvafık olarak Kur'ân'da otuz bin gelmesi; ve yemin vaktinde, İsmullah'ın başında bulunan , bir hesapça yirmi üç bin, diğer bir cihette yirmi bin olarak hem 'nın, hem 'in, hem 'nın, hem 'nin on dokuz bin adetlerine ve Kur'ân'daki yekûnlarına muvafık gelmesi; ve İsmullâh'ın başındaki elif, Lâm-ı ta'rif, yani yetmiş bin olup, Kur'ân kelimâtının mecmû-u adedi olan yetmiş bin adedine muvafık gelmesi; hem İsmullah'ın kasem vaktinde başında bulunan ve , iki kardeş gibi, on bir bin, on bin olarak muvafık gelmesi; hem âhir huruf, hecâ ve nidâ vaktinde denildiği vakit İsmullah'ın başında bulunan yirmi bin dokuz yüz, bir cihette on dokuz bin küsur olmakla, hem 'nın, hem 'nın, hem 'ın adetlerine ve Kur'ân'daki on dokuz bin'lerin yekûnlarına muvafık gelmesi; ve Lafzullah mecmû-u Kur'ân'da iki bin küsur, ve 'sı on dokuz bin ve 'si yine on dokuz bin, mecmûu kırk bin olup, baştaki elif'in kırk bin adedine muvafık gelmesi...
Hem İsmullah'ın hurufâtından başka olan makam-ı ebcedi üç, Kur'ân'da üç bin gelmesi; hecede 'in kardeşi gibi yine üç bin gelmesi; ebcedde 'in kardeşi olup, yine üç bin olarak birbirine muvafık gelmesi...
Hem ebcedi itibariyle yüksek makamda bulunan ve fesahatca bir derece ağır olan herbiri Kur'ân'da ikişer bin gelip, birbirine muvafık gelmesi... Ve 'ın güzel ve hafif bir şekli olan , üç dişine münâsebetdâr üç bin üç yüz otuz olup, latif sırları îma edecek bir surette gelmesi... Ve iki kardeş gibi den daha hafif olduğundan bin iki yüz, onun kızkardeşi gibi nısf olarak altı yüz gelmesi... ebcedî hesabıyla seksen olmasına göre, Kur'ân'da-iki sıfır zammıyla-muvafık olarak sekiz bin gelmesi... herbiri dokuz bin gelerek, mânidâr birbirine muvafık gelmesi...
Kur'ân kelimesinden en birinci harf olan altı bin olarak, Kur'ân'ın mecmû-u âyâtının altı bin adedine muvafık olarak gelmesi... İlm-i Sarfca yerine geçmesiyle iki kadar ve 'in makam-ı ebcedisinin yarısı kadar-yirmi bin-gelmesi... ebcedî makamı olan ellinin yarısı hükmünde olan yirmi altı bin gelmesi gibi tevafukat-ı muntazama on dokuz defa gelmesi... Kelimesi kelimesiyle hâtime verilen muntazam tevafukat, elbette ve elbette ve herhalde Kur'ân'ın hurufâtında dahi mühim bir cilve-i i'câzın bulunmasına işaret ve hem o hurûfâtta hârikulâde muntazam çok nükteler ve sırların bulunduğuna delâlet eder. Hem huruf-u Kur'âniyenin herbiri on adetten on bine kadar sevap meyvelerini vermesine, liyâkatına ve kabiliyetine şehadet; hem huruf-u kur'âniyenin tebdiline çalışanların nihayet derecede belâhet ve hasaretlerine kat'î delâlet; hem huruf-u Kur'âniye, aynen kelimâtı gibi kasdî bir intizam ve mânidâr bir vaziyete tabi olduğuna kat'î şehadet ettiğini, aklı olan kabul etmeye ve kalbinde gözü olanları görmeye mecbur eder. "Görmeyen kördür, kabul etmeyen kalbsizdir."
düsturuyla, gözlerindeki hastalıklarla bu hakikat güneşinin ziyasını görmezler ve dillerindeki marazla, âb-ı hayat olan şu tatlı suyun lezzetini hissedip tatmazlar.
İkinci Remz'in mühim bir zeyli
Yine Kenzü'l-Arş duâsının feyzinden gelen ikinci nükte-i tevafukiyedir. Bu nükteden nümune için üç misal:
Birinci misal: Suver-i Kur'âniyenin aded-i hurufâtı üç binde tevafukatı pek harika ve mu'cizânedir. Meselâ; en kısa sûre olan Sûre-i Kevser'in hurûfatı, ebcedî makamı üç bin olmakla hem Sûre-i Yâsin'in üç bin aded-i hurufuna; hem Sûre-i Furkân'ın üç bin, hem sûre-i Fâtır'ın üç bin, hem Sûre-i Sâffât'ın üç bin, hem Sûre-i Sâd'ın üç bin, hem Sûre-i Ra'd'ın üç bin, hem er-Rûm'un üç bin, hem Zuhruf'un üç bin, hem Sûre-i Şuarâ'nın üç bin, hem İbrahim'in üç bin; bu sûrelerinin üç bin hurufatına tevafuku ve on bir sûrenin bu üç binde birbiriyle muvafakatı ve mutâbakatı bilbedâhe tesadüf işi olamaz. Belki i'câz-ı Kur'ân'ın bir şu'lesidir ki, hurufâta serpilmiştir ve yaldızlamasıdır.
Hem en kısa sûre olan Sûre-i Kevser'in hurufunun makam-ı ebcedîsi olan üç bin adediyle,
Zülfikar Mecmuası - s.2318
en uzun sûre olan el-Bakara'nın örfî, yani kelâm hükmündeki kelimâtının üç bin adedine ve Âl-i İmran'ın hakiki kelimatının üç bin adedine ve Sûre-i Nisa kelimâtının üç bin adedine tevafuku, elbette kör tesadüfün işi değil. Ve rastgele ve şuursuz ve ittifakî bir vaziyet olamaz. Belki sırr-ı i'câzın bir cilvesinin şuâı ile bir intizamdır. Böyle büyük tevafukâtta küçük küsürât, münâsebât-ı tevafukıyeyi bozmadığından nazara alınmadı.
İkinci misal: Sûre-i 'in i'câzkâr bir tevafukundan bahseder. Şöyle ki:
Sûre-i Kadr'in yüz yirmi harfi var. Gayr-ı melfuz hemze sayılmazsa yüz on dört suver-i Kur'âniyeye tevafukla işaret eden yüz on dörttür. İşte bu adetle kendi ile beraber on sûrenin hurûfatının adetlerine ve on sûrenin kelimâtının adetlerine ve on sûrenin âyetlerinin adetlerine tevafuku, herhalde şuursuz, hikmetsiz tesadüfün işi olamaz, belki mânevî ve lafzî bir i'câz-ı Kur'ânînin bir şuaı, hurûfâta aksedip tanzim ile yaldızlanmış. ile beraber Duhâ, Elem-neşrah leke, Zilzâl, Tekâsür, Mâûn, en evvel nâzil olan nısf-ı evvel Alak, Ve't-Tîn, el-Karia ve Hümeze olan on sûrenin, tevafuku bozmayan küçük küsûrâttan kat-ı nazar, yüz adedinde tevafukları olduğu gibi; yine Sûre-i Fecr, Abese, Mürselât, Bürûc, Mütaffifîn, İnşikâk, Nâziât, Nebe', Münafikûn, Cum'a olan on sûrenin yüz küsur aded-i kelimâtına yüzlükte manidâr tevafuk etmekle beraber; yine hurufâtı Sûre-i İsrâ, Kehf, Tâ-Hâ, Yûsuf, Hûd, Yûnus, Nahl, Enbiyâ, Mü'minûn, Tevbe, Mâide olan on sûrenin herbirinin yüz küsur âdet âyetlerin manidâr tevafukları ve bu sûrelerinde bütün tevafuk-u acîbe zımnında birbiriyle tevafukları içinde binler tevafuk bulunduğu halde, hiç mümkün olur mu ki tesadüf içine girebilsin? Hiç mümkün müdür ki, bu ittifakın uçlarında mühim nükteler, işaretler bulunmasın?
Üçüncü misal: Sûre-i İhlâs'ın ebcedî makam-ı hurufîsi bin üçtür. Böyle büyük yekûnlardaki tevafuka zarar vermeyen küçük küsurâttan kat-ı nazar; Sûre-i Nûr, Hacc, Enfal, Nahl, İsrâ, Kehf, Enbiyâ, Mü'minûn, Zümer, Yûnus, Neml, Yûsuf, Şuarâ, Tâ-Hâ olan on dört sûrelerin herbirinin bin küsur kelimât-ı adetlerine tevafukiyle beraber; huruf cihetinde Sûre-i Sebe', Hâkka, Mümtehine, Sûre-i İnsan, Tûr, Secde, Zâriyât, Rahmân, Tahrîm, Talak, Duhân sûrelerinin herbirinin bin küsur aded-i huruflarına manidâr tevafuk, elbette, bir "sülüs-ü Kur'ân" addedilen Sûre-i İhlâs'ın hikmettâr bir nüktesidir. Ve bu tevafukun bir sırr-ı azîmi var. Ve şuursuz, hikmetsiz tesadüfün işi değildir. Belki şuaât-ı i'câziyenin in'ikâsıdır.
Üçüncü Remiz olan üçüncü nükte-i kenziye
En evvel nâzil olan Sûre-i Alak'ın sırr-ı tevafukuna dâir dört letâfet-i i'câziyesine işaret ediyor. Her letâifinden küçük bir nümune:
Birincisi: Şöyle ki: En evvel nâzil olan şu sûre, suver-ı Kur'âniyenin bir fihristesi hükmünde olduğu, sırr-ı tevafukla gösteriyor. Şöyle ki:
Bu sûrede hemze kırk beş defa tekrar ile 'ın kırk beş defa tekrarına tevafukla beraber, kırk bir sûrenin başlarına parmağını basıyor. Ve başlarındaki elif'i gösteriyor. on altı defa tekrar ile 'nın on altı defa tekrarına tevafukla beraber, on dört sûrelerin başlarındaki 'ya parmağını basıp, işaret ediyor. Lisan-ı mânâ ile: "Benden sonra bunlar gelecekler" diye ifade ediyor. sekiz tekerrürüyle 'inHAŞİYE sekiz tekerrürüne tevafuk etmekle beraber, her ikisi sekiz sûrenin başlarına işaret edip, "Onların fihristeleriyiz" diye ifade ediyorlar. üç tekerrürüyle 'ın üç adedine tevafukla beraber üç sûrenin başına bakıyor ve haber veriyor. altı tekerrürüyle kendi makam-ı ebcedîsi olan altı adedine tevafukla beraber, vâv-ı kasemiyye ile başlayan on iki sûrenin başlarına işaret edip gösterdiği gibi, tekerrürü makam-ı ebcedîsine darb edilse otuz altı olup, ile başlayan on altı sûrenin başlarında otuz altı vâv-ı kasemiyyeyi tevafukla göstermesi, mühim esrara medar olduğunu gösterir. Ve bir intizam-ı gaybî tahtında olduğunu ispat eder. Ve Sûre-i Alak en evvel gelmiş ve umum sûrelerden haber vermiş ifade ediyor.
Üçüncü letafetten küçük bir nümune: Şu Sûre-i Alak'ın hurufâtı üç yüz yirmi sekiz adediyle, makam-ı ebcedîsi dokuz yüz doksan dokuz olan ile beraber bin üç yüz yirmi yedi edip, bin üç yüz yirmi yedide müthiş hâdisatın başlangıcı olan o tarihe gayet mânidâr nazar-ı dikkati celbetmek suretinde tevafuku elbette tesâdüfî olamaz. Çünkü; mâdem Allâmü'l-Guyûb'un kelâmıdır; işaret olunan Kitab-ı Mübîn'in bir nüshası olan Kur'ân'da hâdisât-ı âleme işaretler vardır ve kısmen göstermiştir.